• zır cahilliktir. medreseler dini pratiklerin/metinlerin ezber edildiği engizisyon yuvaları idi.
  • mercedeslerde bilim yapılıyordu sanmak olarak görüp anında daldığım başlık. zira mercedeslerde de bilim yapılmıyorsa nerde yapılacak amk.
  • ahahaha 1600'lerde avrupa'da yaşasaydı müslüman hayranı olacak kişilerin sanrısıymış.

    süzme cahil olunca böyle olunuyor demek. 1600'ler öncesi evropa'da reform ve ronesans başlamış, o tarihlerden yüz küsür sene önce matbaa faaliyete geçmiş, bilimsel gelişmeler belirli bir ivme kazanmış ve 1600'lerin evropalısı kalkıp müslüman hayranı olacak ha?

    cahilsiniz deyince de bozuluyorsunuz. alın size miladi 1600'den önce verilmiş bir fetva:

    (bkz: medreselerde müspet ilim okutulmasına gerek yoktur)
  • bilimin* ne olduğunu bilmemekten kaynaklanır.

    (bkz: bilimsel metod)
  • türk eğitim tarihi okuması gereken insandır. medreselerin tarihsel gelişimine ve o dönemde dünyada neler olduğuna karşılaştırmalı olarak bakan biri gerçeklerin ne olduğunu öğrenir. sırf islamiyetle alakalı diye her şeyi yüceltmek zorunda değilsiniz, gerçeklere bakın.*

    umutsuz iç sesimin bastırılamayan yankısı: gerçeklere bakın demekle çok mu hayalperest oldum ne?
  • belli bir dönem sonrası için sanrıdan ibarettir evet.

    islam dünyasında 800-1200'lü yıllar arasında ciddi bilimsel çalışmalar yapılıyor, bilimsel alanda önemli keşiflere imza atılıyordu evet. ancak, daha sonraki yıllar için malesef bunu söyleyemeyiz. 1.300'lü yıllardan itibaren medreseler sadece dini eğitim veren kurumlara dönüştü. istisnalar var mıydı? elbette vardı...

    ibn-i sina islam'daki "bilim çağı" denilen dönemin bir ferdidir. 900'lü yılların sonunda doğmuş, 1037'de ölmüştür.

    el harezmi de yine 770-840 yılları arasında, yani yine o "altın çağ"da yaşamıştır.

    biruni 900'lü yılların sonu, 1000'li yılların başında yaşamıştır.

    ebu'l vefa el-buzcani de 900'lü yılların bir bilim insanıdır.

    zekeriyya razi 800-900 yılları arasında yaşamıştır.

    el cezeri, 1100-1200'lü yılların bir bilim insanıdır.

    cabir bin hayyan da 700-800'lü yıllar arasına tarihlenen bir bilim insanıdır.

    hazini'nin yaşadığı tarih de 1100'lü yıllardır.

    ibn-i heysem de tahmin edeceğiniz gibi 900-1000 yılları arasında yaşamıştır.

    kindi'nin yaşadığı dönem de 700-800'lü yıllar arasıdır.

    istisnalar var mı? evet var; 1200 yılına kadar yüzlerce büyük islam bilgini gösterebiliyorken, 1200'den sonra geçen 800 yılda bir elin parmaklarını aşmayacak kadar kişi gösterebilirsiniz. öyle ki, bir mimarı bile bilim insanları arasına katmak zorunda kalırsınız; sayı kabarsın diye.

    müslümanların konu osmanlı ve islam dünyasındaki eğitim sistemi olduğunda sinirle "bak bizde şunlar şunlar var" diye saymaya başlamaktansa, ne oldu da 1100-1200'lü yıllardan sonra o muhteşem bilim insanları yetiştiren medrese sistemi bozuldu ve sadece din adamı yetiştirir hale geldi diye sorgulamaları gerekir.

    osmanlı'nın eğitim sistemi fecaattir. 600 yıl boyunca, çoğu kendi çabasıyla bir yerlere gelen bir avuç bilim insanı haricinde ortaya bir şey koyamamıştır. dolayısıyla bizim "medrese" diye bildiğimiz yerlerde bilim falan yapılmamıştır. haa, 900-1000 yıl öncesinden örnek verebilirsiniz, ancak o örneklediğiniz bilim insanları "medrese" kültüründen gelmiyor. o günkü eğitim kurumları ile medreseler arasında dağlar kadar fark vardı.
  • avrupa'da hala el-cebir okutulur okullarda.

    bizim nankörlerden başka da cebirin ve diğer bilimlerin müslüman kökenlerini inkar eden çıkmaz.

    (bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/algebra)

    tanım:böyle sanmak cehaletten gelir. bazı cehaletler giderilebilir.
  • islam ve bilim mevzubahis olduğunda ister akademik ister popüler mecralar olsun liste yapmazsa ölecek hastalığına tutulma diye bir durum var. bu başlık da bundan bolca nasibini almış. ibni sinalar mı biruniler mi kindiler mi cabir bin hayyan'lar mı mimar sinanlar mı dersin, ne ararsan var. bir kişi de dememiş ki medrese gerçekten neydi, ne zaman niye zuhur etti, ne tür işlevler gördü, hem bilim dediğimiz şeyle hakikaten ne kastediyoruz. yemin ediyorum çok da üşeniyorum yazmaya, çünkü başlayınca bitirememekten korkuyorum, öylesine engin bir literatür var bu konuda. ama iki kelam etmeden ortadaki hazin ve haşin bilgi yanlışlarını olduğu gibi bırakmaya da gönül razı değil. dur bakalım, nereye giderse. ama tabii en önce şunu da merak etmiyor değilim doğrusu: sahi ibni sina, biruni, kindi, cabir bin hayyan hangi medreseye gitmişti?

    ansiklopedik maddeler, hele ki islam tarihi mevzubahis olduğunda her zaman sözcüklerin etimolojik kökenlerinden yararlanarak başlar anlatıya. o yüzden gidip baksanız bir ansiklopedi maddesine medrese hakkında, der ki size, medrese, d-r-s kökünden gelen, ders okutulan gösterilen yer mahiyetinde bir kelimedir. ama sözcük bilgisi yanıltıcıdır çoğunca, sonra bunu taa islam zuhur edeli beri ortada olan bir kurummuş, bir oluşum gibi algılarsınız. doğru, sonuçta okuma-yazma-metin çoğaltma-hadis aktarma vb faaliyetler için cami, mescid, mektep muhammed zamanından itibaren faaldir; halbuki medrese bir yapı (kurum değil, lütfen, bu husus önemli) olarak 10.-11. yüzyılda yavaş yavaş teşekkül etmiş bir hadise. kökenleri de meçhul, kimisi kuzey afrika'da kimisi maveraünnehir'de, horasan'da çıktı der. hatta horasan teoristleri aynı coğrafyadaki budist viharalarından mülhemdir de der. neyse, mevzu o değil.

    medrese denen şey, en basit düzlemde fikir olarak, ders halkalarının daha önce toplanır olduğu cami ve mekteplere aynı zamanda kalacak yer de eklenmesiyle oluşan ve gerek hoca gerek talebe taifesini vakıf yoluyla destekleyen fiziki yapıdır. ders demişken, medrese yine tarihsel köken itibariyle öyle matematik öğreneyim, astronomik gözlem yapayım, optikte çığır açayım tarzı öğretim-araştırma kurumları değildir. medresenin doğuşu ve yayılışıyla fıkıh mezheplerinin ortaya çıkıp sabitlenişinin hemen hemen aynı anda olması bir tesadüf olabilir elbette; ama aslında çok da manalıdır. medrese, tarihsel anlamda, fıkıh bilgisinin aktarım yeri (medreseyi modern üniversite muadili olarak kıyasa açma hatasının duayen ismi george makdisi de misal medreselere, fıkıh kolejleri der) olarak ortaya çıkmıştır. yine de medreseyi - en azından belli bir dönem öncesinde - bir kurum olarak kesinlikle görmemeli. misal 12. yüzyılla 16. yy arasındaki biyografik kaynaklarda, şu adam da şu medreseye gitmiş, şu adam da şu medreseyi bitirmiştir denmez. kişinin hangi kitapları hangi hocalarla (ve hocalardan) okuduğu söylenir. ilim için gerekirse çin'e seyahat ediniz der ya bir hadis, ilimde seyahatin temeli budur. yoksa medreseler dört başı mamur üniversiteler, farklı dersleri geniş ve zengin öğretim kadrosu sayesinde interdisipliner bir yaklaşımla alabileceğiniz yerler olaydı, niye alim olmak için talebeler bunca yol yapardı?

    işin daha ilginç tarafı bence şurası - ki yukarıdaki entrilerde de bolca aynı hatadan görmek mümkün: bir altın çağ sanrısı var, işte islam'ın ilk 4 yüzyılı altın, altın ne ki adeta pırlanta; felsefesinden matematiğine her şey var, medreseler gayet güzel işliyor, sonra bir şey oluyor, taassup geliyor, medreseler de boka sarıyor. tekrar hatırlatmakta fayda var, medreseler belli bir dönemden sonra gündeme geliyor, işlevleri de az çok belli. ayrıca medrese tarihsel olarak hiçbir zaman öğretimin, bilgi aktarımının yegane vasıtası olmadı. saray kütüphaneleri, rasathaneler, dost meclisleri, halkalar, hankahlar, daha saymakla bitmeyecek yol vardı. misal abbasilerin şu 9. yüzyıldaki altın çağı, yunan mirasından onca tercümenin yapıldığı harun reşid, memun zamanları...yunan mirasını hemen pozitif bilimcilikle özdeşletirenlerin yediği boklara da değinirsek iyice laf uzayacak, o yüzden oralara girmiyorum, ama şu önemli: o altın çağ denen zamanda medrese zaten yoktu. haa medreselerin sonradan ortaya çıkışı ve pıtrak gibi yayılışıyla belli tür bilme biçimlerinin tek geçer akçe sayılması arasında bir korelasyon kurulabilir belki; ama şu da var: sizin gerileme çağı olarak, efendime söyleyeyim altın çağın bitişi olarak öne sürdüğünüz zamanlarda (14.-15. yüzyıllar söz gelimi) mesela, matematik, astronomi, felsefe gibi disiplinler, kuruluş amaçlarında bu meselelere parmak basmak olmayan medreselere yavaş yavaş nüfuz etmeye başlıyor.

    aslında dini eğitim din dışı eğitim gibi bir ayrım yapmak kadar sakıncalı bir başka şey daha yok modernite öncesi bilgi sosyolojisinde. sonuçta matematikle geometriyle astronomiyle uğraşmanın ardındaki temel saikler de toplumsal ve dini yaşama dair, söz gelimi kıblenin daha iyi hesaplanması, namaz vakitlerinin belirlenmesi, ay takvimi itibariyle misal ramazanın (ve diğer ayların) ne zaman başladığının tayini gibi meseleler. ama hadi sırf kolaylık olsun diye, hadis kuran fıkıh vs tedrisatını dini eğitim, matematik astronomi vsyi bilimsel eğitim sayalım. medreselerin 1300'e kadar pozitif eğitim verdiğini, sonrasında dini eğitimin ağır bastığını söylemek doğru olmaz; zira zaten medrese dini eğitim dediğiniz şeyi vermek maksadıyla meydana geldi; taassuba battı dediğiniz zamanlarda ise aslında tam tersi içine mantık, matematik geometri girmeye, yapı genişlemeye başladı.

    burada medreselerde bilimsel faaliyetler her zaman her yerde başarıyla icra edildi demeye getirmiyorum. medrese gibi modernite öncesi bir mefhum ve yapıyla "bilim" gibi modernite sonrasının hayli anlamla yüklü kavramının bir araya böyle dikkatsizce getirilmesinin yarattığı ve yaratacağı sıkıntılardan dem vurmaya çalışıyorum. medrese dediğin çok katmanlı, çok tarihli, çok coğrafyalı karmakarışık bir şey; (b)ilim dediğinse ondan da beter. burada öyle birkaç isim listeleyerek medreseyi bilim yuvası ya da tam tersi bilim düşmanlığının odağı olarak göstermek kolay; ama olan hakikat arayışının kendisine oluyor. belki de her şeyden önce atıyorum 700 yıl öncesinde bir medreseyi tahayyül edebilmeli: içindeki insanları, hocasını, talebelerini, yapıp ettiklerini, kaldıkları yerleri, ders işleme biçimlerini, kimin nerede nasıl oturduğunu, kimin hangi durumda söz alıp konuştuğunu vs vs. o kadar da hayal değil aslında içeriden bilgilere sahip olmak. misal uluğ bey zamanında semerkant'taki medreseler hakkında içeriden bilgiler veren, dersin nasıl işlendiğine, dersin işlendiği yerin fiziki/mimari yapısına, hocanın görevine, öğrencilerin faaliyetlerine dair yazılmış hakiki mektuplar (misal aydın sayılı'nın neşrettiği gıyasüddin-i kaşi'nin mektubu), yazmalara düşülmüş notlar, hocalardan alınmış icazetnameler var (misal ihsan fazlıoğlu'nun yayımladığı fethullah şirvani'nin hocası kadızade'den aldığı icazet vs). işin osmanlı tarafına cesaretle bir girilebilse tam manasıyla ne detaylar, ne hoşluklar çıkacak da, neylersin, bize böyle kuru listeler, yüzeysel ve hiçbir tarihsel karşılığı olmayan bilindik figür adı atıfları yapmak yetiyor da artıyor!
  • medreseleri engizisyon yuvalarına benzeten cahilleri tepinecek kada öfkelendirse de, dönem dönem hakikat olan gerçek. bağnazlığın dibine vurulup '' müspet ilimlere gerek yoktur'' şeklinde fetvaların verildiği dönemler olmuştur. zaten bu cahil ve öfkeli tiplerin çıkış noktaları da burası. fakat daha selçuklular döneminde nizamiye medreselerinde okutulan dersler, o medreselerden yetişen alimler incelendiğinde, utanması olan insanların yüzlerinin kızaracağına eminim.

    kaldı ki, hadis, tefsir, icma, kıyas, mantık, felsefe gibi klasik medreselerde okutulan dersler gereksiz değillerdir. pozitif bilim okutan medreselerle birlikte yetişen bilim adamları, bugün halen kullanılan matematik formüllerini, astronomi ilmi ile ilgili devrim denebilecek buluşları ve şimdi saymaya kalksam, günlerce yazıp tüketemeyeceğim milyonlarca çalışma yapmışlar ve bulmuşlardır. daha 9.yüzyılda müslüman bilim adamlarının usturlab denen aleti kullandığından habersiz birileri, gelip burada medreseleri engizisyon yuvalarına, yani kendi beyin ve hayal dünyalarını benzetmişler. allah cehaletin her türlüsünden saklasın.
hesabın var mı? giriş yap