• kütahya tavşanlı doğumlu uzman psikolojik danışman. bursa uludağ üniversitesi rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümünden mezun ve aynı üniversitede yüksek lisansını tamamlamıştır. sakarya üniversitesi'nde doktora yapmaktadır. bursa'da bir anaokulunun iki ortağından birisidir, okul öncesi eğitimde kendilerinin geliştirdikleri ve okullarında uyguladıkları akıl oyunları adlı bir projeleri vardır, kocaeli'ye de bir şubesi açılmıştır akıl oyunlarının.

    mücahit gültekin bursa'da rehber öğretmenler derneğinin kurucularındandır. eleştirel, mütevazi, inançlı, objektif bir kişiliğe sahiptir. evli ve bir çocuk babası olan gültekin'in kitapları:

    1- doç.dr.ersin altıntaş ile yazdığı psikolojik danışma kuramları,
    2-okul öncesinde duygu ve davranış sorunları
    3-psikolojik tehlike: modern psikoloji mağduru olmayın

    akıl oyunları akademisi ve aile akademisi gibi birçok oluşumun kurucularından kendisi. üzerimde çok emeği ve hakkı vardır. allah sağlıklı, huzurlu uzun ömürler nasip etsin.
  • bursa'dan afyon'a gelmiştir yardımcı doçent olarak eğitim bilimine giriş dersimize giriyor değişik bir adam. en ifrit olduğu şey derste kendi aramızda konuşması. derste sürekli aranızda konuşmayın diyerek uyarılarda bulunuyor.

    dayağa karşı ama dayak atmayı defterinden daha silmemiş aynı zamanda cezaya da karşı değil. peki hocam cezanın sınırı nedir insan biraz manyak bir varlık ucunu kaçırıyor bunun sınırı ne dediğimde pek beni tatmin edici bir cevap alamadım. ayrıca çocuklarını kreşe gönderen anneleri eleştirirken bursa'da bir kreşin kurucularından olmasıda garip tabi bunu derste diyemedim* gazalinin nedenselliğini tartıştık bir ara zaten kafam karışık daha da bulandırdı ama her şeye rağmen güzel insan ufkumu açtı.
  • camiası hakkında şöyle bir yazı kaleme alacak kadar cesur bir yazar:

    http://islamianaliz.com/…aille-anlasma-yapiyor-3355

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    ak parti niçin ramazanda israil’le anlaşma yapıyor?

    bizim için aslolanın yol olduğunu, sağlık olduğunu, maaş olduğunu, köprü olduğunu, tünel olduğunu, diploma olduğunu, gösteriş olduğunu velhasıl keyfimiz olduğunu; gerisinin bir hikayeden ibaret olduğunu çok ama çok iyi biliyor.

    çünkü, artık, bizim mahalleyi ikna etmeye bile gerek olmadığını biliyor.
    hangi icraatı yaparsa yapsın, faziletlerini anlatmak için hazır kıta bekleyen yazarları olduğunu biliyor.
    koca koca profesörlerin bir mkyk üyeliği için, bir adaylık için nasıl amigolaştığını biliyor.
    bizim mahallenin hiç bir ilkesinin kalmadığını; paraya, makama, kâra tahvil edilebilecek hiç bir teklife "hayır" demeyeceğini düşünüyor.
    bir bakan gördüğünde, bir vekil gördüğünde ellerini ovuşturarak taleplerini sıralayan bir kitleye hitap ettiğini biliyor.
    ak parti, seçmeninin ne istediğini çok iyi görüyor.
    çevresinde pek çok yalaka olduğunu biliyor.
    mal için, makam için, koltuk için, kendi cemaatine üç kuruşluk menfaat devşirebilmek için insanların nasıl iki büklüm olduklarını görüyor. stk'ların/cemaatlerin onur ve izzet peşinde olmayan, alışverişe odaklı tüccar/şirket mantığıyla yönetilmeye başlandığını biliyor.
    rahatları azıcık bozulsa ne "reis" tanıyacaklarını ne de "hoca" tanıyacaklarını çok iyi biliyor.
    "çünkü", diyor, "bunlar menderesi nasıl terkettilerse, erbakan hoca'yı iki günde nasıl yalnız bırakıp ab'ci oluverdilerse, bizi de öylece bırakırlar."
    bizim risk ve tehlike gördüğümüz her yerde en temel şiarlarımızdan nasıl vazgeçebildiğimizi ve bundan hiç bir rahatsızlık duymadığımızı, duymayacağımızı bizatihi biliyor.
    ***
    ak parti bizi kandırmanın çocuk oyuncağı olduğunu biliyor.
    okumayan, araştırmayan, soru sormayan, sorgulamayan ve sadece ama sadece deliler gibi alkışlayan bir kitleye hitap ettiğini görüyor.
    bugüne kadar hiç bir tutarsızlığına, hiç bir çelişkisine itiraz etmeyen; sadık ama bir o kadar da gözü dışarıda, yeni tekliflere açık bir kitleyle birlikte olduğunu biliyor.
    bizim faizle, zinayla, kumarla, yalanla-dolanla yaşayıp, yine de "dünya bizi bekliyor; suriye bizi bekliyor, mogadişu bizi bekliyor!" denildiğinde nasıl da cûşa geldiğimizi görüyor.
    çırılçıplak kadın fotoğrafları arasında reisçilik yapan gazeteleri okuduğumuzu, yazarlarımızın bu gazetelerde "suriye cihadı"nda türkiye'nin ne kadar "namuslu" bir politika izlediğini yazdığını biliyor. bizim bundan sıkıntı duymadığımızı, her şeyi ama her şeyi tevil edebilecek kadar kurnaz ve rahatına düşkün olduğumuzu biliyor.
    bizim en temel özelliğimizin, tutarsızlığımızı pişkinlikle savuşturabilmek olduğunu biliyor.
    eğer öyle olmasaydı, ak parti mübarek ramazan günü böyle bir anlaşma yapamazdı. eğer öyle olmasaydı kimi gazeteler bu anlaşmayı "gazze nefes alacak" manşetiyle sunamazdı.
    ***
    bu manşette ifadesini bulan perspektifin bizi nasıl embesil yerine koyduğunu farkedebiliyor muyuz?
    işte biz buyuz.
    bizler, dünyanın en iğrenç işinin bir maharet gibi sunulabildiği bir kitleyiz.
    hiç bir kıymetimiz yok; bizler manipüle edilirken bile yetişkin muamelesi görmüyoruz. ilkokul 3. sınıf düzeyindeki argümanlarla kandırılabiliyoruz.
    eğer bizim, kendilerine itiraz edebilecek, gerçekçi ve sahih sorular yöneltebilecek erdeme sahip olduğumuzu düşünselerdi, bu işi yapmaya cesaret edemeyecekler, etseler de boncuk boncuk terleyeceklerdi. hele hele yukarıdaki gibi bir manşet atmak hiç kimsenin aklına gelmeyecekti...
    acaba ak parti bu anlaşma sürecinde kendi seçmenin tepkisini bir kere olsun düşünmüş müdür?
    hayır. hiç zannetmiyorum.
    çünkü bizim dünyadan vazgeçmek gibi bir erdeme sahip olmadığımızı adı gibi biliyor.
    bizim büyük iddialarda bulunmayı sevdiğimizi, ama hiç bir iddiamız için en küçük bir bedel ödemeye razı olmayacağımızı çok iyi biliyor.
    tutarsızlıklarımızın, bizi rahatsız etmediğini biliyor.
    yalanın, iftiranın, riyanın bizi rahatsız etmediğini biliyor.
    güçlünün karşısında nasıl mayıştığımızı, yere düşene ise tekme vurmaya hazır olduğumuzu görüyor.
    bizden zerre kadar çekinmiyor.
    bizim "eğer eğrilirsen seni kılıcımızla doğrulturuz ya ömer" kıssasını anlatmayı pek sevdiğimizi, ama bunu tarihimizde bir kere olsun yapmadığımızı, yapamayacağımızı görüyor.
    bizim "dik durma" retoriğine bayıldığımızı, ama dik durmanın gerektirdiği hiç bir bedeli ödemeyeceğimizi çok iyi biliyor. hatta bizim mahallenin "dik durmanın" ne demek olduğunu bilmediğini de biliyor.
    bizim için aslolanın yol olduğunu, sağlık olduğunu, maaş olduğunu, köprü olduğunu, tünel olduğunu, diploma olduğunu, gösteriş olduğunu velhasıl keyfimiz olduğunu; gerisinin bir hikayeden ibaret olduğunu çok ama çok iyi biliyor.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    kendisine helal olsun demekten kendimi alamıyorum. (bkz: adamın gol diyor)
  • seksist, yobaz ,eşcinselliği bir hastalık/sapkınlık olarak gören yazar müsveddesi . yazdığı kitapta kaynak olarak sürekli sabah gazetesini kullanması ve önsözünde ali ağaoğlu'na teşekkür etmesi de tüy dikmiş şaşırtmamıştır.
  • bugün islamianaliz.com’da güzel bir yazısına denk geldim.

    insanlığın vicdanını amerikan füzelerinde aramak, amerika'nın attığı füzelerle yüreğini serinletmek bu ülkenin kimi dindarlarına geçmişinden miras kalmıştır.

    örneğin necip fazılımız bile 17 temmuz 1959'da büyük doğu'da "bize düşen kendi kendimize sahip olarak, amerika'nın ebedi müttefiki, amerikalının da 'sen sensin, ben de ben' tarzında dostu olmaktır. amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... yoksa bela haline getirmek değil." diye yazmış, amerika'dan "nazlı bir sevgili gibi" muamele göremediğimiz için hayıflanmıştı.

    öncesinde zaten ülkemizdeki komünist avına destek için komünizmle mücadele dernekleri kurmuştuk. 1952'de çıkarılan komünizmle mücadele dergisi ilk sayısında "derginin çıkarılmasında her türlü kolaylık ve yardımı esirgemeyen istanbul amerikan haberler bürosu'na teşekkür" etmeyi de unutmamıştı. ikinci sayıda yer alan "komünizme karşı hür dünya" başlıklı yazı ise vefakarlığımızı bir kez daha göstermiş ve şu cümlelerle bitmişti: "başkan truman hür dünya seni ebediyyen anacaktır."

    bu satırlar yazıldığı sırada biz çoktan "allah allah" sedalarıyla kore'de general mcarthur'un yanında hizalanmıştık. "amerika'ya hayır, kore savaşı'na hayır!" diyen bir avuç sapık, zındık, allahsız, hain komünisti de linç etmiştik.

    1969'da ise, mehmet şevki eygi ağabeyimizin çıkardığı babıali'de sabah gazetesi'nde "binlerce imanlı insan" olarak amerikalıları denize döken bu sapıklara "son ihtarımızı" yapmıştık: "ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız."

    *

    kimi dindarlarımıza yapılan amerikancı aşı tutalı çok olmuştur.

    yerimiz amerika'nın yanıdır. bu tartışılamaz, değiştirilemez; 1400 yıl önceki hükümler değişebilir, amerika'yla olan müttefikliğimiz değiştirilemez.

    her zaman kendimizi amerikan saflarına atacak bir gerekçemiz vardır. dün komünizm amerika'dan daha tehlikelidir, bugünse iran israil'den... rusya zaten tarihsel düşmanımızdır. bu, yarın daha başka bir şey olabilir. bu gerekçenin ne olduğu önemli değildir. önemli olan bu psikolojinin ardında yatan temel dinamiklerdir. bu dinamiklerden iki tanesi çok önemlidir: din ve güç. hangisinin daha önemli olduğunu anlamak için kolektif hafızamızda neler bulunduğuna bakmak gerekir.

    *

    amerikan füzecisi bu algının refleksleri, güç karşısında hemen her zaman aynı tepkiyi verir: güce boyun eğer ve bu boyun eğmeyi islamileştirir.

    28 şubatçıların karşısında ilk yaptıkları şey, erbakan hoca'yı tasfiye etmek olmuştur. kaybedeceklerini hissettikleri anda ilk yaptıkları şeydir bu.

    "erbakan hoca'yı abd düşürmüş" filan gibi gerçekler onları zerre kadar ırgalamaz. hiç gözünün yaşına bakmazlar. sonu gelmez tevilleri vardır. sonu gelmez veriler üretirler.

    satışı bile, sadakat olarak pazarlayabilirler: "vaatlerin gerçek oluyor hocaam!"

    dün söylediklerinin tam tersini bugün aynı inançla savunurlar. şüphesiz bu bir tutarsızlıktır. ama bu tutarsızlığının dayandığı temel bir prensip vardır: güçlünün yanında olmak. o yüzden kendilerince tutarlıdırlar.

    mesela mavi marmara kazandırıyor mu; herkes mavi marmaracıdır. kaybettireceğini hissettikleri anda hoop hemen mavi marmara'yı satabilirler. dedim ya hiç gözünün yaşına bakmazlar.

    her satışın bir hikmeti, her dönüşün bir hesabı vardır.

    oğlunu fetö'nün okullarına gönderen adamın yedi sülalesine kök söktürür, ama ankara'yı bombalayan uçakların incirlik'ten kalktığını unutmaya terk ederler.

    lafı çevirmekte, rotayı değiştirmekte inanılmaz çeviktirler. bu çevikliklerini kaybetmeye ve kazanmaya karşı geliştirdikleri duyarlılıklarına borçludurlar. bu adeta onlarda altıncı his olmuş, bir meleke haline gelmiştir.

    anlayamaz, anlatamaz, inanamazsın. niye böyle yapıyorlar bir anlam veremez, hayretler içinde donakalırsın. ama dedim ya, inanılmaz bir koku alma yetenekleri vardır. sen aval aval bakarken, onlar çoktan kazandıran tarafa selam çakmışlardır.

    kimi zaman ümmetçi, kimi zaman milliyetçi; kimi zaman irancı, kimi zaman amerikancı; kimi zaman feminist, kimi zaman ataerkil; kimi zaman hurafeci, kimi zaman reformist; kimi zaman osmanlıcı, kimi zaman kemalist olabilirler. gerekirse bunların hepsini aynı anda, aynı yerde, aynı mekanda olabilirler. böylesine mucizevi bir yetenekleri vardır.

    yine de ne zaman, nerede, ne olacaklarını gayet iyi bilirler. aslında bilmek de değildir bu. biliş üstü bir şeydir. hissederler. havayı koklarlar. neyin kazandıracağını ve neyin kaybettireceğini ışık hızıyla algılayabilirler. algılar, hisseder ve mucivezi bir şekilde ne olunması gerekiyorsa onu olabilirler.

    *

    kazanırken ve kaybederkenki ruh halleri çok ama çok ilginçtir. kazanmak onlar için o kadar önemlidir ki, kaybederken de kazanıyormuş gibi yapma yeteneği geliştirmişlerdir; kaybederlerse/eğilip bükülmüşlerse "vav gibi" olgundurlar; kazanırlarsa "elif gibi" dimdik. her duruma uygun bir atasözleri, her duruma uygun bir metaforları vardır.

    işbirliği mi gerekiyor; hudeybiyecidirler. düşene tekme mi atılacak; her biri halid bin velid'tir.

    ahmet kaya'ya taş atan serdar ortaç gibiyizdir. birlikte onuncu yıl marşını okuyan ebru gündeş, mahzun kırmızıgül, reha muhtar gibi; sistemin kimi dışladığını bilir, koroda yerimizi alırız. sonrasında ahmet kaya ya ağıt yakılacaksa onu da yakarız.

    her halükarda akıllıdırlar. temel stratejileri "yaş tahtaya basmamak"tır. eğer şeş kaza basıp da ayaklarına kıymık batmışsa, bir ömür çektikleri acıları anlatırlar.

    direniş kelimesini sevmezler. direnenleri sevmezler. ama direniyormuş gibi yapmayı severler. "mış gibi" yaparak hem kahramanlık ihtiyaçlarını karşılarlar, hem de iş ciddiye binerse çalıyı dolanabilecek bir esnekliğe sahip olduklarını rakiplerine hissettirirler.

    dediğim gibi, direnenlerden hiç hoşlanmazlar. direnerek kazanılabileceğine inanmazlar. direnerek kazananlardan nefret ederler. onlar için hazırda bekleyen bin tane komplo teorileri vardır:

    -neden kazanıyorlar? çünkü amerika öyle istiyor. amerika istemeseydi, öyle olur muydu? amerika ve israil önlerini açıyor.

    -ama adamlar israil'e füze yolluyor.

    -abicim niye gönderiyor, bir düşünsene. israil'le işbirliği yaptıkları açığa çıkmasın diye.

    -ama abi biz israil'le anlaşıyoruz. ülkemizde nato üsleri var.

    -neden var? şimdilik, böyle olması gerekiyor. eğer açıktan düşmanlık yaparsan ne olur? tepene binerler. peki bu müslümanlara fayda mı verir, zarar mı? açıktan düşmanlık yapsak şuraya-buraya o kadar yardımı yapabilir miydik sanıyorsun? harp hiledir. unutma bunu. karda yürüyecek ama izini belli etmeyeceksin.

    bir amerikan füzecisiyle tartışamazsın. o ne çelişkilerin içinden çıkmış, senin gibi nelerini görmüştür.

    her daim teyakkuz halindedir;

    hiç kimse onu haklı davasında haksız duruma düşüremez,

    maşa varken elini yaktıramaz,

    yaş tahtaya bastıramaz,

    her doğruyu her yerde söylettiremez,

    karda yürütemez, yürütse de izini belli ettiremez.

    velhasıl o,

    gidilecekse gider,

    dönülecekse döner,

    öpülecekse öper,

    sevilecekse sever,

    sövülecekse söver,

    dövülecekse döver.

    hem dövüp hem sevilmesi gerekiyorsa, hem döver hem sever.

    harp hiledir ve o yaş tahtaya asla basmaz.
  • algı yönetimi ve manipülasyon kitabında lgbtı'leri sapkın olarak tanımandırmış, dünyaya sadece kendi dar penceresinden bakan zavallı yobazın tekidir.
  • üniversite hocası, yobaz. tam da yeni türkiye'nin adamı.

    finlandiya'da yılda 50.000 taciz ve tecavüz vakası yaşandığı verisini paylaşıp islamın olmadığı ülkelerde tecavüzün yaygınlığına vurgu yapan, oradan da istanbul sözleşmesini savunan insanlara ahlaksız diyen bir tip.

    öncelikle sayın yobaz, o veriler finlandiya devletinin resmi verileri.

    ikincisi; finlandiya' da kadına yapılacak en ufak uygunsuz hareket bile (örneğin izin almadan masasına oturmak gibi) bu ceza kapsamına girer.

    son olarak, senin şu islam ülkelerinde yaşanan benzer suçları tespit edebilecek bir kurum var mı sen ondan haber ver? bak dikkat et sayın yobaz, bu gibi davranışları suç sayan bir ülke göster demiyorum bile, sadece bir kurum göster bu suçları tespit edebilecek.
  • şu ana kadar kendisi hakkında hiçbir bilgim yoktu. algı yönetimi ve manipülasyon adlı kitabına büyük bir heyecan ile başlamıştım. kitabın henüz daha çok başlarında olmama rağmen ilk defa bu kadar kısa sürede bir kitaba vermiş olduğum paranın çöp olduğunu düşünüyorum.
    kendisinin kadınlar ve lgbti bireyler ile alıp veremediği ne gerçekten çok merak etmekteyim. üstelik kendisi de bir psikolog. algı yönetimi ve manipülasyon konusunda kadına şiddeti bu derecede alakasız bir şekilde örnek göstermesi ve sanki bu konuda aldatılıyormuşuz gibi aktarması saçmalığına daha fazla katlanamayacağım.
  • algı yönetimi ve manipülasyon kitabının yazarıdır.kitabı okuduktan sonra harbi harbi vay anasını bu da böyleymiş diyebilirsiniz cünkü beyninize bir sürü harika bilgilerler donatmıştır bu fevkalade efendi.(bende şuan kitabın yarısındayım ki hala vay aq demeye devam ediyorum)
hesabın var mı? giriş yap