• az önce dinlediğim hikayedeki amcalar.

    arazi jeoloğu olan iki arkadaşım geçen hafta balıkesir'deyken akşamüstü saat 17:00 suları hafif bir kaza geçirmişler; kendileri çok şükür sapasağlamlar ama araba servislik olmuş. telefonun da anca çektiği ve allah'ın unuttuğu bir noktada olduğu için bu hadise, yardım istemek güç olmuş. sonunda bizim muhasebeci arkadaşa ulaşmışlar da o birilerini bulup, gönderebilmiş. her neyse... arkadaşlar gece saat 22:30'a kadar filan beklemişler ki en sonunda gelen çekicinin hikayesi de başka bir münasebetsizlik hikayesi; ona da altı paragraflarda değineceğim. bu bekleyiş sırasında mütemadiyen yakınlarında bir araba durup; "geçmiş ossun, kasko var mı?" sorusunu sormuş bizimkilere. "evet" cevabını alanlar da rahatlayıp, basıp gidiyormuş. ama en son saat on 22:00 suları bir araba durmuş. bizimkiler zaten gergin, bu amca da aynı soruyu sormuş:

    "geçmiş ossun, kasko var mı?"
    "evet, evet..." diyeren göndermeye çalışmış bizimkiler. amcanın gaza basarken ettiği laf ise şöyle olmuş.
    "o arabanın anuğagoyim ben!"

    tabi sinirleri bozulmuş ikisinin de. bugünler de birbirlerine durup durup şu soruyu soruyorlar:

    "lan! senin kaskon var mı?"
    "evet, evet..."
    "senin anuğagoyim ben!"

    çekicinin münasebetsizliği ise şöyle olmuş. şirket koç grubu'nun ve araba da ford ranger. muhasebeci arkadaş da iki yere ulaşabilmiş: koç allianz ve bir ford yetkili servisi. önce koç allianz'ın çekicisi gelmiş olaydan bir kaç saat sonra. ama o, aracı anlaşmalı oldukları bir servise çekmek niyetindeymiş ve orası da bizimkilere tersmiş. bizimkiler de buna yol vermişler. söylene söylene gitmiş koç allianz çekicisi. ancak ileriki saatlerde muhasebeci arkadaştan bir telefon gelmiş. söylediğine göre yetkili servisin aracı yolda kaldığı için onlar da koç allianz'ı aramışlar ve onların çekicisi yola çıkmış. işte saat 22:30 suları olay mahalline gelen çekici bir kaç saat önce bizimkilerin gönderdiği çekiciymiş. adam arabayı durdurmuş. farları kapatmış ve arabadan inmiş. bizimkilere yaklaşmış ve şu münasebetsiz soruyu sormuş:

    "neo? yetkili servisin aracı yolda mı kalmış?"

    zaten burunlarından soluyan arkadaşlar birbirilerini zor sakinleştirmişler.

    "abi sence bu dallamanın kaskosu var mıdır?"
    "evet, evet..."
    "ben onun amuğagoyim!"
  • tanım: münasip olmayan davranışlar sergileyen insan içib sıfat olarak kullanılabilir.

    gün içinde karşılaştığım ve bazen ne yazık ki hayatımdan çıkarma lüksüm olmadığından hayatımda bulunan bir sürü insan böyle; münasebetsiz. herkes bencil, herkes düşüncesiz, herkes yüzsüz. mecbur bırakıldıklarımı bırakıp da kaçarsam birgün, belki işte o gün yeni bir hayat doğar benim için.
    türk kültüründen ve türk sosyal hayatından(iş/aile hayatı) nefret ediyorum. yemin ediyorum adamlar düşünmüşler, çoğunluğu mutsuz edecek saçma sapan bir sosyal hayat planlayalım demişler ve bu çıkmış ortaya.
    her yerde entrika, her yerde kaypaklık, her yerde gerilim, her yerde mutsuzluk, her yerde işten kaçma ve işi yapanın/yapabilenin üstüne yıkma eğilimi, her yerde birilerinin üstüne basarak daha iyi konuma gelme...
    üstelik herkesin öyle içine işlemiş ki, dışına çıkmaya çalıştığınızda ayıplanıyorsunuz, bazen saygısız oluyorsunuz.
    münasebetsiz olmaktan iyidir belki de, he?
  • (bkz: densiz) ve (bkz: patavatsız) kişiler için kullanılan tabir...
  • bugün trump sahnede izlediğimiz aşırı sıkıcı bir oyundu…
  • zafer algöz'ün de oynadığı izlemeye değer tiyatro oyunu. tavsiye ederim.
  • dün akşam bostanlı suat taşerde izlediğim yer yer güldüğüm bazı yerlerinde aşırı sıkıldığım diyaloglarla izledim. ferit aktuğ u çok beğendim. otel görevlisi komikti , seyirciyi sıkıcı monotonluklarda hemen yakalayıp izleyenler için görsel şovla birlikte oyunun sürekliliğinde başarılı buldum.
  • başrollerini ferit aktuğ, sarp bozkurt ve giray mert özdenoğlu'nun paylaştığı komedi oyunu.
    şunu belirtmek gerekir ki oyuncuların iyi performansı bile senaryonun vasatlığını kurtaramıyor. bazı yerlerinde absürtlüklere gülsek de beklediğim gibi bir oyun çıkmadı ne yazık ki. en çok ferit bey'in oyunculuğunu beğendim. onun kişisel çabası bir tık oyunu güzelleştirdi ama dediğim gibi kahkahalara boğulmadım yani. senaryoya eklenebilecek birkaç şey oyunu daha hareketlendirebilirdi. mesela tam suikastçı nişan alırken kapının bir anda açılması ve onun hedefi ıskalaması gibi. ya da son sahnelerdeki silahla yaralama olayının bir nedene bağlanması gibi. mesela suikastçi fotoğrafçı adamın karısına yan gözle bakar, o da onu kıskançlıkla yaralar gibi…
  • içerisindeki tek isabetli noktanın adı olduğu, hayatımda izlediğim en kötü oyunlardan biri. bu sezon izmir devlet tiyatrosu'nda oynamaya başladı. programında zaten bir sürü ucuz ve basit komedi içeren izmir devlet tiyatrosu, yetmezmiş gibi bir münasebetsizlik daha yaparak bu oyunu sahneye koymuş.

    oyunu programda görünce yazarını araştırıp yine bir basit komediyi sahneleyeceklerini düşünmüştüm. keşke yanılsaydım da hayatımdan bir buçuk saat harcama münasebetsizliğine maruz kalmasaydım.

    bu kadar basit bir olay örgüsüne, bu kadar basit bir talihsizlikler dizisine sahip, her bir ana karakteri klişelerle dolu, her bir ana karakteri mecburen son derece abartılı oyunculuklarla oynanmak zorunda olan tipleri içeren bir eseri ne akla hizmet seçiyorsunuz? ben gerçekten anlayamıyorum bu oyunları seçenleri. ne özelliği var bu oyunun, ne ayrıksı yanı var, ne özgünlüğü var? bu oyunu izlemek kime ne katar?

    --- çıtlatı ---

    bitmek bilmez şekilde, sürekli, bir suikastçının tuttuğu odanın bitişiğindeki odada kalan kişinin suikastçıyı çeşitli sakarlıklarla, çeşitli sülüklüklerle engelleyip durması üzerine bir oyun, bu münasebetsiz eser.

    --- çıtlatı ---

    televizyonlardaki ucuz ve basit sözde tiyatro komedileri bile bu oyundan daha fazla derinlik, klişeden daha uzaklık içeriyor olabilir.

    görüldüğü üzere burada bütün eleştirilerim eserin metni ile ilgili. böyle bir eserin seçilmesi ile ilgili.

    --- çıtlatı ---

    bu oyun, hakkında daha fazla bir şey yazmayı hak etmiyor ama yine de tutamadım kendimi. oyunda şiddet övgüsü ve eşcinsellik aşağılayıcılığı da var. bunların olmasından öte bunların nasıl olduğu belki daha önemli. son derece klişe şekilde, daha önce zaten görüp durduğumuz şekilde varlar oyunda. hani bunlar daha farklı şekilde yer alsa oyunda, en azından farklı bir şekilde anlatmış olursunuz. ama tabii ki o da yok. kadın adama seni görmek istemiyorum deyip dururken adam doktoru dövdüğünü söyledikten hemen sonra kadın bu sefer adama hayran olmaya, yakınlık duymaya başlıyor. kadın zaten kırbaçla dolaşıyor. otel görevlisi ise odada iki ya da üç erkeği bir arada gördüğü her anda ooo çekiyor ve bunun üzerinden espri yaratılmaya çalışılıyor. bütün bunlar o kadar yüzeysel, derinlikten o kadar uzak ki bunları sahneye taşımak akılla alay etmek gibi geliyor bana. bunların eserde olmasından öte bunların eserde nasıl olduğu daha da büyük bir sorun. çünkü yıllardan beridir zaten bir otel odasında iki erkeği birbirine temas halinde görünce bundan homofobik bir espri çıkarma anlayışı süregidip durmuş. yapılabilecek en basit, en yüzeysel espriler bunlar. hatta bu eser homofobinin şu boyutunda ki aslında eşcinsel olmayan insanlara hemen eşcinsellik yakıştırması yapılıyor; bu daha da homofobik, yaftalayıcı ve yargılayıcı, yüzeysellik dolu bir anlatım (eşcinsellikle ilgili olumsuz bir şeyler mi söylemek istiyorsunuz? oturun doğrudan bunu hedef alan bir oyun yazın. konuyu basit esprilere indirgemeden, birilerine hakaret etmeye çalışmadan, gerçekçi bir şekilde işleyin, eleştirileriniz varsa dile getirin, derin bir öykü anlatın, düşündürün, bir bakış açısı sunun. bundan hiç rahatsız olmam. benzer şekilde, eşcinselliği olumsuzlamayan bir oyun mu yazmak istiyorsunuz? buyrun yine bahsettiğim derinlikle bunu sahneye koyun. ikisinden de gocunmam ve ikisini de izlerim. burada önemli olan anlatımın nasıl yapıldığı.) keza bir kadının memnun olmadığı erkekten bir anda, onun birini dövmesinden sonra memnun olmaya başlaması da zavallı bir anlatım. oyunda çok az süresi olan polis karakteri dışındaki tüm karakterler sadece birer tipler. herhangi bir derinlikleri yok. böyle bomboş içeriklere sahip oyunların zaman kaybı olduğunu düşünüyorum.

    --- çıtlatı ---

    dün arthur miller'ın cadı kazanı oyununu okudum ve bugün de bu münasebetsiz esere maruz kaldım. iki uç ile karşı karşıya kalarak oyun seçiminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha tattım. tiyatro deryasında o kadar güzel, o kadar değerli, o kadar güçlü eleştiriler içeren, o kadar toplumsal sorunlara değinen, o kadar insanın yaşadığı zorlu ikilemleri anlatan, o kadar ahlâki tartışmalar yapan, o kadar tarihsel ya da biyografik konuları işleyen eserler var ki... bu deryanın içinden çekip çıkarıp bu oyunu bulmak gerçekten akıl alır gibi değil. rastgele bir oyun seçseniz oyun deryası içinden, muhtemelen bu eserden çok daha iyisine eliniz çarpar.
  • zafer algöz, erkan pekbay, hidayet erdinç, kerem fırtına ve seda akman'ın oynadıkları iki perdelik komedi. her ne kadar zafer algöz'ün usta oyunculuğu oyunu izlenebilir kılsa da genel olarak ağır temposu ve gereksiz diyaloglarıyla vasatı aşamayan sıkıcı bir tiyatro oyunudur.
  • (bkz: miyavsebetsiz)
    (bkz: isosyaladam)
hesabın var mı? giriş yap