• mukemmel anlatima sahip bir tugba dogan kitabidir. yky'den 3.baskiyi yapmistir. ıcerisinde “musa ayrılmayı bilmiyordu. oysa hayatta kalmanın koşulu doğru zamanda ayrılmasını bilmektir. önce anne karnından ve sonra da sırasıyla her şeyden.” gibi harika bir cumleyi ve nicelerini barindirir. aliniz ve okuyunuz.
  • “o an tutulup kaldığı için gediğine koyamadığı bütün lafları gereken yerlere yerleştirmek, usturupluca iade edemediği ifadelerden mürekkep bütün anların intikamını almak istiyordu. bunca zaman terbiyesinden, çekingenliğinden, tutukluğundan üstüne üstüne gelip de sıradan kötülüklerini, insanca pek insanca şiddetlerini üzerine boca etmiş bütün mahlukata tek tek gidip, hepsinin saklandıkları inlerinde kıskıvrak yakalayıp cevaplarını vermek istiyordu.”
  • herkesin kolaylıkla kitap yazdığı, kendisine yazar veya konunu uzmanı sıfatını büyük bir pervasızlıkla yapıştırdığı şu günlerde gerçekten de yeni nesil türk edebiyatında güzel ve keyifli bir sayfa açan roman. ismi güzel, hikayesi melankolik ama güzel, sonu hiç benlik değil ama o yazarın tasarrufu. kısacası okumaktan zevk alınan roman. aynı zamanda özellikle de kentli genç kuşağın okurken "aaa evet" diye kendinden bazı duyguları hissedeceği de bir roman. tek bir sorun var, o da sorun değil muhtemelen ama yeni kuşak yazarların hikayelerinde basitlik, sadelik yok. basit gibi olsa da basit değil. belki çok basit bir kurgu ile hikaye anlatılmaya çalışılıyor ama öyle olmuyor. çünkü mutlaka yazarın (yazarların) ne kadar bilgili olduğunu, dikkat çekici genel kültür bilgilerine veya ince gözlem hedefli popüler kültür detaylarına yapılmış referansla karşılaşıyoruz. bu güzel bir şey ama her sayfada her satırda olmamalı. ama işte herhalde burada da ustalık işin içine giriyor, zamanla öğreniliyor. mesela tolstoy gibi. basit işte. çok büyük ama basit, çok usta ama basit. basit ucuz veya değersiz demek değil. hayat da aslında çok basit; herkes için. ama gün farklı, devir farklı, yaşam biçimi, toplum farklı. bugün basite ulaşmak için coaching hizmeti alınıyor, büyük çabalar sarfederek effortless chic peşinde koşuluyor ama hayat temelde epey basit. romanlar da aslında hayatın yansıması.
    whatever. güzel roman, insanı içine çeken roman. yazarı da ne güzel genç yaşta güzel romanlar yazabilmiş, ustalığa da ulaşır herhalde.
  • müthiş analizleri olan bir kitap. leziz bir tad bırakıyor ağızda. felsefi anlatım. hayatı sorgulayış. yazarın doğum yılına bakınca çok şaşırdım. edebi dili mükemmel. okumalı-okutturmalı.
  • her sayfası ayrı bir dünyaya alıp götüren harika bir kitaptı. vermek istenen tüm duyguları gerçekten yaşadım ve yazara kendimi yakın hissettim. keşke şu an tekrar okuyacak vaktin olsa da okusam. beğendiğim yerlerin altını çizmeye kalktım, az kalsın bütün kitabı çiziyordum. hayatın içinden, gayet basit bir dil, gayet anlaşılır cümleler ama işte insanın içine oturuyor öyle
  • tuğba doğan‘ın kaleminden çıkmış olan olağanüstü sürükleyici bir eser.

    hikaye örgüsü bir puzzle gibi; sayfaları çevirdikçe elinize geçen parçalar resmin bir kısmını tamamlıyor. size de merakla bir sonraki parçayı beklemek kalıyor. kitap kısa olduğundan bir günde bitmesi muhtemel. kitabın akıcılığı sizi yanıltmasın çünkü kitap, karakter tahlilleri ve anlatım derinliği bakımından gayet tatmin edici. kitabın sonunda, son seansta izlediğiniz filmin etkisi halen üzerinizdeyken, gece yarısı ıssız bir sokaktan evinize dönüyor gibi hissedeceksiniz.
  • içinde salih'in, meursault gibi her şeylerin dışında dolaştığı ince işlenmiş, sıkı atmosferli bir roman. bir yerli yabancı.
  • türkiye'den siktir olup gitmek kavramı etrafında dönen bir roman. nefaset lokantası döneme tanıklık ediyor, salih (baş karakter) özelinden bir türkiye panaroması sunuyor. salih etrafımızı sarmalayan gitme fikirleriyle dolu küçük burjuva (beyaz yaka, plaza çalışanı vb.) insanların bir prototipi adeta. yazar, salih'in bu topraklarla bir aidiyet kuramamasını aforizmalarla deşiyor. metin bir ölüm sahnesiyle başlıyor, bu ''metafizik gitme'' hali bile salih'in ''basıp gitmek isteyişlerine'' mani olmuyor. salih'in yabancılaşmasını sosyolojik betimlemelerinde görmek mümkün. herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği, bu dönem romanından birkaç satır paylaşmak istiyorum izninizle.

    --- spoiler ---

    ...'' yeni bir kavimler göçü. vizigotlar, ostrogotlar değil kuşkucular, tedirginler. zamanla anlarlar, kimse kimseden çok farklı değil artık, hatta emin ol salih belki onların yazdıklarını onlardan çok okumuştur, hikayelerini onlardan iyi biliyordur. keşke internet bir ülke olsaydı, ben de oraya yerleşmek isterdim. dünyanın esenler otogarıyız biz, öyle şekilsiz, bunaltıcı. durulacak yer değil artık .''

    ...'' her devirde aklı olanın, fikrini kiralamayı reddedenin şuçlanmasından, haksız çıkarılmasından, iğdiş edilmesinden, azarlanıp paylanmasından bıktım. bütün faturanın düşünene kesilmesinden bıktım. bu toprak okuyanını, düşünenini, münevverini, aydınını, entelektüelini, entelini hiçbir zaman sahiplenmedi. onu hep küçümsedi. onu hep zaman dışı, gerçek dışı buldu. onu asla ciddiye almadı, onunla daima dalga geçildi. sanki bir yerlede bir hayat var; onun çok muhim ve gerçek meseleleri var da bu zavallı orada değil, çeyrek çepelek hülyalar içinde bambaşka bir yerde, harikalar diyarında yaşayan bir meczupmuş, romantik bir serseriymiş, daima güçsüz ve korkak bir enayiymiş gibi bakıldı ona. dünyayı anlamaya ilk heves ettiğinde çok okuma, çok düşünme kafayı üşütürsün dediler. direnip devam ettiyse ergenliğinde şuna bak, çıktığı kabuğu beğenmiyor dediler. devam edip yetişkin olduğunda ne oldu hani o kadar kitap okudun bir baltaya sap olabildin mi, bak şimdi tutunamayanları oynuyorsun dediler. kimse bütün değerlerin ucuzlaştığı bir ortamda tutunmanın en iyi ihtimalle onursuz bir beceri olduğundan bahsetmedi .''

    ...'' türkiye nedir? o her zaman birileri tarafından aranan bir şeydi. ne olduğunu henüz bilmeden sevenler tarafından, ne olduğunu en başından sezip de sevmeyenler tarafından, ne olduğunu henüz bilmeden sevmeyenler ve ne olduğunu en başından sezip de sevenler tarafından. ona ait olanlar, ona yaslananlar, ona tapanlar tarafından. ona itiraz edenler, onunla kavga edenler, onu aşmak isteyenler tarafından. ona rağmen ve onun için aradılar. pek çokları aradı onu. kimileri onu ararken kendini buldu. kimileri onu ararken kayboldu. kimse yola çıkarken olduğu halde kalmadı. mazlumlar zalim, aşıklar hain, mücahitler müteahhit ve gariban galip oldu. hayaller hüsran, hayatlar berbat oldu .''

    ...'' salih'in yaşadığı toprakta gitmekten bahsetmek bir varolma biçimine, bir kimliğe dönüşeli çok olmuştu, onun da kendini içine dahil edebildiği en geniş toplumsal kalabalık işte bu gitmekten bahsedenlerin oluşturduğuydu. salih, hayli zamandır gitmek isteyenlerin topraksız, marşsız ve bayraksız, soyut vatanının bir yurttaşıydı. her millet gibi bu millet de hepsi birbirine benzeyen, niyet ve eylemlerinde özdeş, aynı arzulara ve tutkulara, aynı dürtülere ve amaçlara, aynı öfkelere ve özlemlere sahip fertlerden değil, daha ziyade farklı tarihlerden gelip ayrı yollardan geçen fakat bir tek bu gitmek fikrinde birleşen kişilerden oluşuyordu. bu vatandaşlar dikkatlice incelenirse çeşit çeşit oldukları kolayca görülür. yaya geçidinde kendisine araba çarpmayacağına emin olmak isteyenler, mütevazı olduğu için enayi zannedilmek istemeyenler, nasıl yaşayıp nasıl öleceklerine ve öldükten sonra nasıl gömüleceklerine kendileri karar vermek isteyenler, ahlaksızın başarılı, kibarın zayıf, dolandırıcının zeki görülmesini hazmetmek istemeyenler. daima farklı noktalardan hareket eden ve durmadan ayrışan yollar üzerinde seyreden yığın insan. bunların bir kısmı çok, bir kısmı tektanrılıdır ve içlerinde eser miktarda da allahsızlar bulunur. bu insanlara gitmek her zaman iyi bir fikir gibi gelir. ama nasıl gidilecek? kapıyı çarpıp gitmek isteyenler, çekip gitmek isteyenler, kaçıp gitmek isteyenler, defolup gitmek isteyenler. içinde bir macera duygusuyla, bir hafiflikle gitmek isteyenler. gitmenin nedeninde olduğu gibi nasıl yapılacağında da bir defa hepsi biriciktir.''

    ...'' gibi olan hiçbir şeye tahammülüm yok benim, teslimiyet gibi görünen tanrı kompleksine, inanç gibi görünen histeriye, kentli gibi görünen kasabalılığa, yarım olan hiçbir şeye. çünkü bir şeyin yarımı tamından ya da hiç olmamasından her zaman daha fena ve tehlikeli. her şeyin yarımından korkacaksın. yarım adalet, yarı cahil ve sair. bunun gibilere tahammülüm yok, yarım olan hiçbir şeye; bir de inananların şu teslimiyet kisvesine bürünmüş kibrine. her şeyin yarımından korkacaksın her şeyin. hakikat, gerçek, akıllı, akılsız bunlarla ne yapacağını bilirsin ya da bir yol bulmayı deneyebilirsin. ama yarım oldu mu fena .''

    --- spoiler ---
  • en baştaki yazarın dediği gibi içerisinde “musa ayrılmayı bilmiyordu. oysa hayatta kalmanın koşulu doğru zamanda ayrılmasını bilmektir. önce anne karnından ve sonra da sırasıyla her şeyden.” gibi harika bir cümleyi barındırmayan kitap. yazarın ilk kitabının tanıtım cümlesini alıp ikinci romanı başlığına girilmesi de ayrı bir komedi. fena olmayan kitapdır ayrıca. bir yılda beşinci baskısını yapmış zaten.
  • bir günde rahatça okunan, oldukça güzel bir kitap; bazı kısımlar hafiften oğuz atay'ı hatırlattı bana (tehlikeli oyunlar üzerinden ve özellikle cüce ile). cücenin varlığı - konuşmaları kitaba derinlik katıyor. anlatıcının konumu biraz hareketli; bazı yerlerde her şeyi bilen bir anlatıcı olurken (ki bu dil buradaki gibi güzel kotarıldığında güzel bir enerji katıyor okumaya) bazı yerlerde anlatıcı salih oluyor. bu yapı zaman zaman zorlasa da genelde keyifliydi.

    --- spoiler ---

    ilk bakışta salih bana biraz problemli bir karakter gibi geldi; sanki fazla hatasız. şevket'le kurulan ikilik (şevket, tek amacın ünlü olmak olduğunu söyleyen karikatürize bir gazeteci) üzerinden yüceltiliyor. kusurları var, ama çoğu suçlanacak kusurlar değil. hazırcevap değil ama bu hepimizin kusuru ya da postanede öne geçmek için yalan söylese de bu yalandan dolayı acı çekiyor.

    biraz düşününce nihan'ın ölümüne verdiği tepki üzerinden salih daha ilginç bir karaktere dönüşüyor. ilk hissettiği "beni sevmiyormuş" oluyor. burada cüce devreye giriyor: "sen profesyonel bir mağdursun. kendini bildin bileli büyük bir tecrübe için dua ettin, diledin ve nihayet onunla karşılaştın" (suphi ile burada benzerlik var; ikisi için de başkalarının ölümü öncelikle kendileriyle alakalı). bu suçlamalara paralel olarak, salih'te nihan neden/nasıl böyle hissetti sorgulamaları pek gelmiyor; nihan'ı ne kadar sevdiğini dinliyoruz sadece. tehlikeli oyunlar'ı/hikmet benol'u hatırlatan yerler bu hatırlamalar ve bu kendine düşkünlük.

    yine de cüce bazen yetersiz kalıyor salih'i eleştirmekte. örneğin "bu günahsızlık arayışının kendisi taşınamayacak bir yük, büyük bir yalan değil mi?" derken daha mükemmel, mağdur salih'i görüyoruz. cücenin saldırı gücünü kaybettiği yerlerde bu düşünceler kendine övgüye dönüyor, rahatsız ediyor. bu nedenle salih'i biraz daha kusurlu/sorunlu bir karakter olarak okuma taraftarıyım.

    bunları düşündükten sonra şevket'e geri dönecek olursak (ve biraz daha uçlara gitmeyi göze alırsak), orada da benzeri bir hile göze çarpıyor. salih, şevket'le olan düşmanlığı üzerinden kendini iyi gazeteci olarak konumluyor. aralarındaki husumetse şevket tarafında "iyi gazeteci kimdir" üzerinden değil de, sadece fiziksel görünüm üzerinden şekillenmiş. salih'in şevket hakkında yazdığı yazı da oldukça basit, herhangi bir derinliği yok; sonuç olarak pek de başarılı bir gazeteci gibi durmuyor salih.

    salih üzerine düşünmeyi kapatırsak, kitabın değindiği ülkeden gitmek isteyenlerin oluşturduğu bayraksız topluluk kısımları da oldukça güzel; nefaset lokantasındaki mezeler de. nihan'ın başkalarının hayatından parçaları farkında olarak alması da yine çarpıcı bir özellik. sonuç olarak güzel kitap.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap