• cenazesi daha 1 saat önce yıldız camiinden kaldırıldı. ordaydım. hanedanın pek rağbet göstermediği bir öğle namazı ve ardından cenaze namazında safları sıklaştırdım elimden geldiğince.

    hep resmi tarih kitaplarından okuduğumuz önceleri muzaffer, sona doğru mağlup; sonrasında gayri resmi tarihten öğrendiğimize göre sürgün, 7 asırlık bir hanedanın gerçek anlamda son temsilcisiydi. milyonlarca insanı geçtim onlarca milletin kaderine hükmeden bir aileyi son kez dünya gözüyle görmek istedim.

    cenazeye gelince:
    -bu kadar üst düzey bir katılım beklemiyordum; abdulkadir aksu'dan bülent arınç'a hükümet ordaydı. haliyle gazeteciler, hastane inşaatı açılışına gelmişler gibi hükümet adamlarının etrafında pervane oldu.

    -iskender pala sessizce gelip kimseye görünmeden ayrılıp gitti.

    -hanedandan diyebileceğimiz kişileri bir zamanlığına yakından izleme fırsatım oldu. farklı kesim, çok kere giyildiği belli giysileriyle 61. hükümetin janti bakanları karşısında yine de vakur idiler. gerek yüz hatları gerek göz renkleriyle hep kovaladığımız garptan çok daha garbi(?) idiler.

    -hanedanın kendi arasında (sanırım) fransızca konuşmasını görmek ironi mi, kader mi her neyse içimi acıttı. ayrıca hanedanın birkaçı dışında çok da üzülmediğini söyleyebilirim.

    -ilber ortaylı hanedanın gözünde bir tarihçiden öte biri, aile dostu gibi bir şey.

    -en hazin kısım, cenaze arabası önden gitti; devlet erkanı kırmızı plakalı arabalarıyla (polisin öncesinde trafiğe kestiği yoldan) son sürat ayrıldılar. hanedan ise cami bahçesinden yürüyerek barbaros'a geldi, onları 06 plakalı bir tane reno fluence marka dökük bir araba bekliyordu. birkaç nesil önce bu şehrin efendileri, şehrin yeni efendilerinin arkasında 5 kişi bir otomobile sığmaya çalışıyorlardı.

    velhasıl, imam necip fazıl'dan;

    "ölüm güzel şey, budur perde ardından haber
    hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber"

    mısralarını okudu. bizden helallik istedi. "miadı dolmuş bir hanedana hakkımızı helal ettik hatta abarttık iyi bir müslüman olduğuna şahitlik de ettik. helalleşme kısmında cemaat hemfikir olsa da şahitlik kısmında ses cılızdı.

    imam büyük bir çılgın, ironi mi yaptı bilemedim ama o şiirin okunmayan son iki mısrası şöyleymiş:

    "sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut
    zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut"
  • 99 depremi sonrasında depremzedelere hiçbir biçimde basınla paylaşılmaması şartı ile gerçekten çok büyük miktarlarda yardımda bulunan, defalarca gizlice o bölgeye giden ve bugünün sonradan zenginleri ile kıyaslandığında soylu tanımına yakışan hanıefendi idi.
  • atalarının yaptıklarından (ne yaptılarsa artık!) sorumlu tutulamayacak bir insandır. kendisi hakkında atıp tutan gerizekalıların asla ulaşamayacağı kalitede birisiydi. allah rahmet eylesin.
  • kendisi resmi bir sultan olarak doğdu, gayriresmi bir sultan ve prenses olarak öldü. bu çok net. üstünde tartışılması gereksiz.

    neslişah sultan*, sarayda doğan ve osmanlı hanedanı'na kayıtlı son hanedan üyesi olarak tarihi bir karakterdir. üstelik mısır hanedanı'na gelin gidip prenses ünvanı almasıyla da bu özelliğini ikiye katlamıştır. dolayısıyla, sultan ya da prenses olarak anılması normaldir. rus, alman, fransız hanedan üyeleri nasıl ki soyluluk ünvanlarını hala öyle ya da böyle taşıyorlarsa osmanoğlu hanedanı da aynı şekilde ünvanlarıyla anılmaya devam edecektir. kaldı ki, osmanoğlu hanedanı, sarayda doğan, hanedan eğitiminden geçmiş, bir şehzade olarak yetişmiş son şehzade ertuğrul osman osmanoğlu'nun ölümü ile birlikte artık haneden olmaktan çıkıp bir aile olmuştur. bunu da, saray'da doğan son sultan olan neslişah sultan, bir mektup ile tüm aile fertlerine ve ülkeye tebliğ etmiştir.

    sultan ya da prenses ünvanlarının kullanılmasından rahatsız olan, akabinde "artık cumhuriyet var" diyen kesim, bilmediği tarihinden utanabilir. bu yüzden, bazı kelimeler, anılar, tarihi olaylar kendilerini rahatsız edebilir. kendilerine tavsiyem, sokaklara dökülüp "tarihimizle yüzleşmeliyiz" diyenler arasına katılmalarıdır. zira; yaşanmış bir tarihi değiştiremedikleri gibi, şu an utandıkları, doğuştan sahip oldukları görevlerini iyi ya da kötü icra etmiş hanedanlarını yok sayamazlar. osmanlı hanedanı, bir başka ırkın hanedanı değildi. cumhuriyet kurulurken de, osmanlı tebasını başka bir yere götürüp, avrupa'dan türk ithal etmediler. dedelerimiz, bu hanedanın tebasıydı. ayrıca; tarih, yaşandığı dönemden bağımsız incelenemez. "kulluk" olgusunu yaşanan zamana göre incelediğimizde bugünkü anlamından başka bir anlam ifade ettiği gibi, hakları olan ve hanedanı tarafından hakları korunan bir millet için kötü de sayılmayacaktır. elbette ki, bu olgu bugün kabul edilemez. 2012 yılında, kimsenin birine "ben senin kulunum" demesi beklenemez. biz şanslıyız ki, hür bir birey olarak yaşayabildiğimiz bir çağda doğduk. hanedan'ın yıkılmasıyla, sultan ünvanının da resmi anlamını yitirdiğinin farkında olan bu kadın, zamanı geldiğinde hanedanının da sonunu yazmıştır.

    kısacası, türk milleti, uzak tarihinin izini, yakın tarihininse masalsı bir hayat yaşamış, zarif ve güçlü bir karakterini kaybetmiştir. hepsi bu. farklı anlamlar yükleyerek siyaset olayına dönüştürülmesinin bir anlamı yoktur. allah, dünya'da zor bir hayat yaşamış neslişah sultan'a o tarafta huzur, hala karakteri oturmamış bu millete de akıl fikir versin.
  • çok üzüldüm ya. gencecik kadın.

    olm 91 yaşındaki tanımadığınız kadının ölümüne üzüldüyseniz harbiden beyninizi sikeyim lan ben sizin.

    ölümüne çok üzüldüğüm gencecik kadındı... olması gerekiyormuş galiba. ispiyonlanmış. anlamadım pek orasını.
  • bugün sabah vefat eden osmanlı hanedan üyesi. sanırım hayatımda tanıdığım en zarif, akıllı, görgülü ve karizmatik kadınlardan birisi olması sebebiyle, yaşamış olduğu dolu dolu geçen hayata ve yaşına rağmen ölümüne çok çok üzüldüğüm hanımefendi.
    vefat haberi
  • türkiye'de aristokrat denilebilecek sayılı kişilerdendi.

    ayrıca imaj olarak osmanoğlu ailesi için başarılı bir yüzdü lakin osmanoğlu ailesinin geri kalanıyla alakalı olarak murat bardakçı'ya; "benden ve osman'dan sonra görürsün" demiştir.
  • anadolu insanını 400 sene süründürmemiştir. insanları yüzyıllarca açlığa ve sefalete mahkum etmemiştir. zaten 400 yıl da yaşamamıştır.

    osmanlı hanedanının türk/halk/insan düşmanı olduğu görüşüne katılmıyorum ve şeytanlaştırılmasını doğru bulmuyorum. bununla birlikte, hâlihazırda ölümü söz konusu edilen de osmanlı hanedanı değil, neslişah osmanoğlu adlı bir şahıstır. osmanlılar yeryüzünün en kötü ve acımasız idarecileri olsaydılar dahi bunun sorumluluğu neslişah osmanoğlu'na yüklenemezdi.

    bir kişinin ölümüyle, onun dedelerinin yaptıklarını sebep göstererek dalga geçmek insafsızlıktır.
  • sans eseri tanidigim, en zarif, en okumus, en kulturlu ve en gormus gecirmis insanlardan biriydi. size ve bize ait oldugu kadar ona da ait olan memleketini cok sevdigine inanirim ki af cikar cikmaz turk vatandasligina gecen ve ilk istanbul'a yerlesen hanedan uyelerinden biridir. bu arada hanedan mensubu kadinlara af 1952'de cikarken, erkekler icin 1974'te bu af yururluge giriyor.

    biri dna'si incelense ne kadar turk oldugu cikar ortaya demis. ben tumden hepimizin dna'sini inceleyelim bakalim ne kadar ne cikacagiz diyorum. kuzum sen git bir aynaya bir de orta asya'daki atalarina bak, hic benziyor musun?
  • "tanıyanlar onu hep özleyecek

    neslişah sultan sadece güzelliği ve bilgililiği ile dikkat çekmiyordu. o aynı zamanda çok zeki bir insanın olgunluğuna sahipti

    osmanlı hanedanının resmen son üyesi sıfatını taşıyan neslişah sultan 3 nisan’da aşiyan’a defnedildi. aşiyan hanedan üyelerinin defnedildiği bir mezarlık ve türbe değildir, neslişah sultan ve daha önce annesi sabiha sultan bir türbeye ve hanedan mezarlığına gömülmek istemediklerini vasiyet etmişlerdi.
    ölümünden bir hafta önce dahi oğlu prens abbas’ın mısır’dan getirdiği notları ve gazeteleri okuduğunu biliyoruz. neslişah sultan ortadoğu ülkelerini birtakım uzmanlarımız gibi ingilizce kaynaklardan değil, oranın medyasından ve sözlü bilgilerden takip etmeyi yeğlerdi. zaten dünyayı izlemek için iletişim imkanları çok genişti. fransızca, ingilizce ve arapça bunların başında gelirdi. bütün bu dil bilgisine rağmen türkçe’yi en klasik biçimiyle kullandığını ama yeni türkçe karşısında da bocalamadığını belirtmeliyiz. halife abdülmecid’in ve padişah vi. mehmed’in torunu sanat ve musikiyi fevkalade iyi bilen, avrupa’daki üst çevrelerin hayranlığını kazanmış, bu seçkinlerin kendisiyle dost olmak için çabaladıkları bir kişilikti.

    en önemlisi evdeki adaptı
    sürgüne gittikleri mart 1924’ten beri osmanlı ailesi ve hanedan mensupları cumhuriyet aleyhinde siyasi dernek kurmak, yayın yoluyla veya sözlü olarak propaganda yapmak gibi faaliyetlerde bulunmamıştır, bu çok açıktır. sürgündeki halife abdülmecid’in de sonraki hanedan reislerinin bu konuda aile üyelerini denetlediği açıktır. devlet varlığına saygı, osmanlıların ortak düsturuydu.
    neslişah sultan ‘sultan’ olarak doğdu, doğumu topla ilan edildi, hanedan defterine kaydedildi, tebliğ-i resmi ile birlikte az miktarda altın sikke onun için basıldı. 3 yaşında uzun bir sürgüne çıkan küçük prenses nice’te büyüdü. özel ve pahalı okullara gittiği söylenemez; cumhuriyet fransa’sının herkese sunduğu nitelikli eğitimden hakkıyla yararlandı. mükemmel fransızca, ingilizce öğrendiği gibi coğrafya, tarih ve botanik bilgisi fevkaladeydi. sportmendi.
    yaklaşan savaş ve fransa’daki ekonomik sıkıntılardan olmalı ki ailecek osmanoğulları’nın kalabalık olarak bulunduğu mısır’a göç ettiler. halife abdülmecid fransa’da kaldı; bir daha torunlarını, gelinini ve oğlunu göremedi. ağustos 1944’te amerikalılar ve general lercler çarpışarak paris’e girerken boulogne ormanı’nın kıyısında oturan halifenin kalp krizi geçirdiği biliniyor. uzun müddet paris camiinin mahzeninde muhafaza edilen naaşı nihayet medine’ye defnedildi.
    neslişah sultan ve iki kız kardeşi hanzade ve necla sultanlar üç mısırlı prens ile evlendi. neslişah sultan’ın zevci prens abdülmunim o sırada mısır veliahdıydı. işgalci ingilizler malum entrikalarından biriyle taht üzerindeki hakkını gasbettiler ve ortaya kral fuad sonra da oğlu kral faruk çıktı.
    mısır’ın yüksek cemiyetinde ve saray çevrelerinde sivrilmek öyle kolay bir şey olmamalıdır; nil’in fakirleştirdiği fellah kalabalıkları yanında çok zenginleşen insanlar da vardı. okur-yazar olmayanın yanında bir tezat olarak çok bilgili zümre de... mehmet ali’nin soyu mısır’a modern matbaa tekniklerini, okulları, avrupa’da bursla talebe okutmayı, batı tipi musiki operayı, resim ve müzeciliği daha 19’uncu asırda getirmişlerdi. sanat ve edebiyattan anlayan, bilgili bir burjuvazi vardı. genç neslişah sultan sadece azameti ve güzelliği ile değil, bildiği diller ve geniş kültürü ve sporculuğuyla da hayranlık kazandı. ama asıl önemlisi evde görülen adap olmalıdır; kral faruk dahil herkesle mesafeliydiler.
    savaş yıllarında mısır adeta dünyaydı; hem eski tarih hem de yaşanan günler itibarıyla genç prenses dünyayı çok iyi öğrendi. savaş bitince de zevci prens abdulmunim ile birlikte avrupa gezileri başladı. bir şark prensesinin ve hatta diplomatının zevklerinin ötesinde bilgiliydiler. bayreuth’ta wagner opera temsillerinin müdavimiydiler. furtwaengler ve boskovski onunla dostluk kurmaktan onur duydu. hatta bir gün neslişah sultan furtwaengler’in konserine kapılar kapandığı için girememiş, boskovski onu fidelce operasına eşlik eden orkestranın arka sıralarına oturtmuş, furtweangler orkestranın arka sırasında prensesi görünce gülümseyerek üvertürün ikinci bölümüne geçmiş.

    komplo ve darbecilik ithamı
    1947’de sürgünden sonra ilk defa olarak mısır veliahtının eşi sıfatıyla ve diplomatik pasaport ile türkiye’ye girdi. dış politikanın gerekleri, sürgün kanununun üstündeydi; hatta ismet paşa nazikâne ikameti uzatabileceklerini bildirtmiş. hanedana karşı iki uçta davranan bir türkiye gördüğünü söylüyordu. ama alkışlayanlar ve saygı gösterenlerin daha candan ve kalabalık olduğu anlaşılıyor. türkler monarşiyi istiyor değildir ama tarihlerine saygılı ve onunla barışık bir toplumdur.
    ortadoğu dünyası ii. dünya savaşı’ndan sonra sıkıntılı bir döneme girdi, tarihin son önemli bir göçüyle yahudi devleti kurulmuştu. arap devletleri birleşerek israil devletini ortadan kaldırmayı ve yahudi nüfusu sürmeyi planladılar. imkanlarını ölçememişlerdi. savaş bütün arap devletleri için çok hazin bir sonuçla bitti; yenilginin vebali mevcut düzende ve arap monarşilerinde arandı. hiçbir ülkede seçimle iktidar değiştirecek bir yapı yoktu. darbeler çağı başladı. mısır’daki subayların başında general necib vardı. ve işgalci ingiltere’ye karşı amerika, bilhassa oradaki büyükelçi genç subayları destekliyordu. general necib doğrusu daha ılımlı görünüyordu. onun ve eşinin neslişah sultan’a saygısı ve sempatisi vardı.
    ne var ki darbecilerin iç çatışması da başladı. cemal abdülnasır, necib’i safdışı etti, radikalizm ve halk dalkavukluğu başladı. neslişah sultan ve zevci prens abdulmunim komplo ve beynelmilel bir darbecilikle suçlanıyordu, sıkıntılı bir dönem başladı; idam cezası söz konusuydu. galiba daha çok fransa’nın arabuluculuğu ve ısrarı ile cunta onların sürgüne gitmelerine razı oldu. zaten neslişah sultan’ın savunması mükemmelin üstündeydi. bu hükme dosyayı inceleyerek veya bir yerde okuyarak varmış değilim, dosyayı okuyan ve bu şekilde değerlendiren bizim ceza avukatlarından deniz ketenci’dir.

    osmanlı tarihini inceledi
    1952’de hanedanın kadın üyeleri için af çıkmıştı, sürüldükleri avrupa’dan artık ara sıra türkiye’ye gelebiliyorlardı. nihayet 1963’te istanbul’a yerleşmeye karar verdiler. vatandaşlık işlemleri sıkıcı ve tatsız, etrafta ilişkilerde aşırı dikkatliydiler. ama istanbul neslişah sultan’a sıcak bir ilgi ve saygı gösterdi. üç kız kardeşin zarafeti ve bilgisi herkesi büyülemişti. çetin altan’ın bu yıllarda nefis türkçesiyle üç sultan kız kardeşin güzellik ve azametini tasvir ettiğini hatırlıyorum. akşam gazetesinde veya başka bir yerde olabilir (yazı bulunamadı, yazarın kendisi de dosyalamamış).
    hayranlık kadar kıskançlığın da etrafta gezindiğine şüphe yoktu. neslişah sultan’ın politikadan çok uzak durduğu açıktı. bu yüzden gazetelerden de şiddetle uzak duruyordu. bununla birlikte yaz tatillerini geçirdiği teyze kızı son padişahın ve son sadrazamın torunu hümeyra hanımsultan’ın kuşadası’ndaki kısmet oteli avrupa aristokratlarının uğrak yeri haline gelmişti.
    neslişah sultan umumi bilgisindeki ayrıntılarla dikkati çekerdi. herhangi bir mineralin adını hem osmanlıca hem de avrupa dillerindeki karşılığı ile bildiği yetmezmiş gibi çıkartıldığı coğrafyayı da anında söylerdi. bu kör bir ezberciliğin değil, merakın ve sistematik bir bilgi birikiminin sonucuydu. hiç tartışmasız tarihi olayları birbirine bağlardı. kronoloji ve şecereyle verdiği tarihi bilgiler 18’inci yüzyıl rusya’sını da içerirdi, firavunlar mısır’ını da... osmanlı saray tarihini uzmanlar kadar merakla incelemişti. politikadaki yorumları itidal ve denge örneğiydi. çok yaşayan, çok gören, en entrikacı muhitleri bile gözleyen, çok zeki bir insanın olgunluğuna sahipti.
    insanlar doğar, yaşar ve ölür. ama kendisini tanıyan kaç kuşak insan onu yaşamları boyu özleyecektir. hakkında çıkan yazı kitapların belge bakımından en zengin ve derli toplusu murat bardakçı’nındır. bu kitap kısmen onun anılarından dikte ettiği bir eser sayılmalıdır."

    ilber ortaylı, milliyet pazar, 08.04.2012
hesabın var mı? giriş yap