• obsesyon ruhsal bir yanıt, savunma ya da görünüm olabilir.

    sıklıkla gördüğüm bir obsesyon formu ise kaygıya karşı bir savunma olarak gelişen obsesyon.

    kaygılı insanlar olasılıkların denizinde kaybolurlar. gelişebilecek tüm kötü senaryoları düşünür, kendilerini geleceğe hapsederler. kötü şeylerin olması bir olasılıktır elbette ama hayata dair değerlendirme yaparken anda kalmak gerekir. doktora gittim, tetkiklerim temiz. bu durumda bir hastalık gelişebileceği, bu hastalığın beni öldürebileceği gibi düşünceler aşırı kaygının göstergesidir. bunun gerçek olmasının ihtimali olsa da düşüktür ve bu konuda kaygılanmak, sıkıntı yaratması dışında işlevsizdir.

    kaygılı insanlar olabilecekleri çok düşündükleri ve bu yüzden bunaltı yaşadıkları için hayatı kontrol etmeye çalışırlar. kontrol bir illüzyondur. hayatta olabilecekleri kontrol etmek mümkün değildir. kontrol çabası kaygıyı geçici olarak rahatlatsa da uzun vadede bu çaba da ayrıca ruhsal gerilim kaynağı olur. kuruntular başlar, kaygılı düşünceler akla geldiği gibi, bir de kontrol düşünceleri buna eklenir. kontrol edilemeyecek bir durum gerçekleştiğinde - ki bunun olacağı kesindir - kişi lüzumsuz bir sorumluluk ve hatta suçluluk duygusu içine girer.

    obsesyon, kaygının çok arttığı durumlarda, kontrol etme çabasının kristalize olmuş hali şeklinde karşımıza çıkabilir.

    'evimi yeterince temizlersem, ellerimi yeterince yıkarsam(yeterince bazen 3 bazense 30 kere olabilir), dışarıdan gelir gelmez bütün kiyafetlerimin kapıda çıkarıp yıkarsam, evime mikrop girmez, hastalanmayız' fikri hastalık kaygısı olan birinde gelişebilecek bir obsesyondur.

    başına kötü bir şey geleceğinden endişe eden bir kişi, evden çıkarken tüm fişlerin prizden çekildiğine, muslukların, pencerelerin kapalı, kapının kilitli olduğuna emin olursa, güvende olduğunu hissedebilir. ancak bunu gerçekleştirmek için işe gittikten sonra prizi kontrol etmek için eve dönmesi, apartmanın üç katını 4 kez inip çıkması gerekebilir.

    sevdiklerinin yitiminden endişe eden bir kişi, allah'a onları koruması için dua ederken, yeterince sayıda dua etmediği ya da duayı doğru okuyup okumadığına emin olamadığı için tüm gününü 'doğru şekilde' dua etmek için harcayabilir çünkü sevdiklerinin başına bir şey gelirse bunun kendi yanlış ya da eksik duasından olabileceği fikrine katlanamıyordur.

    kişi bunların mantıksız olduğunu bilse de kendini yapmaktan alıkoyamaz. kaygısını kontrol etmek için girdiği yolda, kontrol kaygısının bile önüne geçip sıkıntı veren bir semptom kümesi oluşturur.

    tedavide görünüme yani obsesyonlara odaklanmak yerine, önce altta yatan kaygıyı sonra da bunun bilinçdışı kökenlerini çalışmak gerekir.
  • bu başlıktaki ilk entry'mde* üç tip obsesyondan söz edeceğimi söylemiştim. geldik üçüncü tipe.

    birkaç hafta önce tüm ülkenin haberdar olduğu bir cinayet işlendi. vatan şaşmaz bir kadın tarafından, otel odasında sırtından vurularak öldürüldü* ve sonrasında kadın kendini başından vurarak öldürdü. tabii olayın arkasında nasıl bir hikaye var tam olarak bilmek imkânsız, keza tarafların ikisi de öldü ancak kadının yeğeninin söylemleri karşılıksız bir aşk hikayesini imliyordu. olay bana üçüncü obsesyon tipini henüz yazmadığımı anımsattı.
    (yazının devamındaki örneklere benzer gözükse ve entry fikrini bana hatırlatmış olsa da bu konuya psikiyatrik tanı koyarak yorum yapmak gibi bir niyetim yok, bu tip suçlarda herkes kafasında bir hikâye yazar ama bazen hiç beklenmeyen bir neden ortaya çıkabilir. adlî psikiyatride çalıştığım dönem ve bol bol csi izlemek bana bunu öğretti)

    bahsetmek istediğim üçüncü tip obsesyon, unutulamayan erkek/kadın şeklinde tezahür ediyor. meselâ bir kadın, 19 yaşındayken birini sevmiş, sevgili olmuş ama bir nedenle ayrılmışlar. evli, 40 yaşında bir kadınken halen o ilişkiyi unutamadığını söyleyebiliyor. veyahut terk edilmiş bir adam aylarca, yıllarca terk edilmeyi kabullenemeyip, eski sevgilisinin peşinde koşup, onu rahatsız edebiliyor.

    buradaki obsesyonun, aşkla değil ödipal dönemdeki meselelerle ilgisi var. freud'un ortaya attığı psikoseksüel gelişim dönemlerinden birisi olan ödipal evre 3-6 yaşları arasında yaşanıyor. çocukların 'ben büyüyünce annemle/babamla evleneceğim' dedikleri yaşlar. bu dönemde çocuk karşı cinsten ebeveyne erotik bir aşk besler. bu erotizm erişkin erotizmine benzemez ancak onun öncülüdür diyebiliriz. karşı cins ebeveyne duyulan aşka, hemcins ebeveynle rekabet eşlik eder. daha sonra çocuk ebeveynle rekabet edemeyeceğini anlar ve arzuladığı kişinin - yani anne ya da babasının -arzuladığı insan olan, hemcins ebeveynle özdeşim kurarak bu dönemi atlatır. böylece cinsel kimlik oluşumunun temeli atılır.

    bu dönemde ödipal arzunun nesnesinin kaybına dair deneyimlerin, erişkin yaşamdaki ilişki kurma biçimleri üzerine etkili olduğunu düşünüyorum. birine saplantılı bir aşk besleyip, ödipal dönemde bu tip bir kayıp deneyimi yaşayan çok insan gördüm. bahsettiğim kayıp duygusu çok farklı şekillerde yaşanabiliyor. ebeveynin evi terk etmesi bunlardan birisi ama sadece bu değil, ebeveynin ağır bir depresyon geçirmesi, uzamış yas süreci yaşaması, işlevselliğini bozacak fiziksel hastalık geçirmesi de bu tip etkiler yapabiliyor. çünkü bu tip olaylar ebeveynin çocuğa duygusal olarak yeterli ve uygun yanıt vermesini engelleyebiliyor.

    erişkin hayatında hayatımıza giren sevgi nesnelerini seçiminde ebeveyn figürü önemli bir role sahiptir. ödipal dönemde böyle bir yitim yaşamış kişi, sevgi nesnesini kayıp ebeveyn haline getirirse onun kendini terk etmesini kabullenmekte zorlanıyor. ayrılık fikri, evi terk eden babası ya da bütün gün evde karanlık bir odada yatan annesinin ona hissettirdiği ilk deneyimi tekrar yaşatıyor. fiziksel olarak ayrılık gerçekleşse de kişi içsel olarak o kişiyi bir türlü bırakamıyor. hatta bu kişiye karşı hissettikleri ve onun hakkında düşündükleri - kendisi tarafından aşk, sevgi olarak tanımlansa da - obsesif bir hâl alabiliyor. aşkın doğasında da bir miktar obsesyon vardır, insan aşık olduğu kişiyi uzun saatler düşünür, yanında olmak ister, her yerde zihninde taşır. bir ilişki söz konusuysa bunun bitimini bir süre kabullenmekte zorlanabilir. ancak bunun bir limiti vardır. istenmediğini, sevilmediğini bilerek ilişkiyi geride bırakmaya direnmek, meselenin aşkı, sevgiyi geçip obsesyona dönüştüğünün göstergesi olabilir.

    bu türden bir saplantı yaşayan insanlar, obsesyonları haline gelen kişiyi ve onunla temas halinde oldukları dönemi içsel olarak geride bırakamaz ve bu nedenle hayata devam etmekte zorlanırlar. diyelim ki hayatlarına başka biri girdi, obsesyon nesnesi - bu konu konuşulmasa da - aralarında bir gölge gibi asılı kalır. bu ilişki için zehirli bir etmendir. bağlanmayı bozar ve ilişki hasbelkader ilerlese de zemindeki bu gölge aradaki etkileşimin olumlu olmasına mâni olur.

    hayatta var olan tüm saplantılar, altta yatan bir zeminden çıkar. bu bir insana saplantı da olabilir, bir fikre saplanmak da. bir takımı fanatik şekilde desteklemek bazen yoğun bir aidiyet ihtiyacını bazense bilinçdışında takımla özdeşleştirilen bir şeyle bağlantı kurma arzusunu gösterir. bir ideolojiyi, fikri, hayat idealini aşırı derecede yüceltme hali, savunulan fikirle yoğun şekilde özdeşim kurmak (savunduğu fikir eleştirilince bunu kişiselleştirme ve öfke duyma hali buradan doğar), bu fikre atfedilen alt anlam veyahut bu fikri kişiye benimseten yaşam olayının çözümlenememiş etkileri nedeniyle gelişmiş olabilir.

    hiçbir şey göründüğü kadar basit değil ve aynı zamanda her şey çok aşikâr; insanın karmaşıklığı ve güzelliği de burada işte.
  • takıntı, saplantı şeklinde türkçeleştirilebilecek ruhsal bir yanıttır obsesyon. 'neden ortaya çıkar sorusuna' obsesyonun görünümüne göre cevap vermek doğru olur.

    öncelikli olarak ele alacağım görünüm, anal kişilik dediğimiz kişilik tipinin başat özelliklerinden biri olan obsesyonlar.

    obsesyonun psikanalitik literatürde yeri büyüktür. freud psikoseksüel gelişim basamaklarını tanımlarken, oral, anal ve ödipal dönemlerden söz eder. bunlardan obsesyona en sık zemin oluşturanı anal dönem. anal dönem 1-3 yaş arasında yaşanır.

    tuvalet eğitiminin verildiği bu yaşlarda çocuk aynı zamanda ilk kendilik atılımını da yapar. fiziksel olarak beceri kazandıkça annesinden ayrılmaya yönelik davranışları olur. elbette henüz kendine yetecek bir yaşta değildir, ancak yürüme, konuşma, basit özbakım becerileri kazandıkça bağımsızlaşma yolunda ilk adımlarını atar. bağımsızlaşmak istese de hayatının kontrolü elinde değildir. kontrol edebileceği birkaç alan vardır. bunların başında ne zaman ve nereye dışkılayacağı yer alır.

    çocuk sfinkter kontrolünü sağladıktan sonra ne zaman ve nerede kaka yapacağına karar verebilir duruma gelir. tuvalet eğitimi ve genel olarak bu dönemde katı tutumlar çocuğun bireyleşme mücadelesine ket vurur. çocuk bir bireyleşme çabası olarak inatlaşma davranışı içine girer. eğer anne tahakküm etmeyi seven ve kuralcı bir kişiyse bu tutuma sert ve baskılayıcı şekilde yanıt verir ve anne-çocuk arasında ruhsal bir savaş başlar.

    dışkı, çocuk tarafından bedenin bir parçası gibi algılanır. onu uygun yerde ve zamanda bıraktığında gösterilen aşırı bir sevinç tepkisi, dışkıyı çok daha değerli bir hale getirir. buna kontrast olacak şekilde bazen dışkıyı yaptığında (mesela altına) aynı anne ona şiddetle kızar. bu çocukta hem kafa karışıklığına hem de dışkı tutma (aşırı kontrol) davranışına yol açabilir.

    bu dönemde bir saplanma olduğunda erişkin birey anal kişilik dediğimiz kişiliğin özelliklerini gösterir. bu kişiler kontrol etme konusunda aşırı bir çaba gösterir. kontrol davranışının tezahürleri olarak, düzen, tertip, dakiklik, simetri gibi konularda takıntılı davranışlar geliştirmek bu kişilerde çok sıktır. kurallara uymak konusunda katıdırlar. esnemekte zorlanırlar. mükemmeliyetçi davranışlar gösterirler. doğruları nettir, yeni fikirlere kapalıdırlar. tutma davranışının tezahürü olarak, cimrilik ve biriktirme gibi huylar sık görülür. hatta ileri vakalarda istifçilik ortaya çıkabilir*

    özetle, emekli asker apartman yöneticisi gibi davranırlar. kimin, nereye, nasıl park ettiği; kapı önünde ayakkabı olup olmadığı; apartmanın temizliği gibi konulara haddinden fazla itina gösterirler. çok eleştirel davranırlar. zihinlerindeki kalıplara/doğrulara uymayan kişileri aşağılama ya da hor görme gibi tutumlar sergileyebilirler. ve çevrelerindeki insanları canlarından bezdirebilirler.

    dipnot: obsesyonun sık rastladığım, üzerine daha az konuşulan, ancak yaygın görülen diğer iki tipini de uygun bir zamanda yazacağım.
  • bir ruh hastalığı. genelede 18-20 yaslarda cikar.
    hastanin sacma oldugunu bildigi ama bir turlu kafasindan atamadigi sorularla bogusmasida denilebilir. ilerleyen asamalarda bu sorulari kafasindan atmak icin hasta el yikama, esya sayma gibi davranislara gider ki buna obsesif kompulsif davranislar denir. genetik oldugunu soylerler, tedavisi zor ve uzun surer. genelde doktor ilk olarak antidepresan tedavisine ardindanda psikoterapiye basvurur. sonuc olarak mantikli insanlar bu saplantilarla savasmasini ogrenir. (orn. yeni anne olmus birisinin bicak gorunce acaba cocugumu bu bicakla oldururmuyum gibi soruyla kafayi yer ve ardinda bu duunceyi atabilmek icin el yikar, halbuki anne hayatta en cok cocugunu sevmektedir)
  • bu bircogumuzda bulunan, belki gecmis yıllarda bulunmus masum psikolojik rahatsizliktir. mesela bende ilerde bir hedef belirleyip, ki bu bir direk bir tas olabilir, arkadan gelen arabadan once oraya varmaya kasma seklinde vuku bulurdu.
  • takinti gibi nadide bir sozcugun varligina ragmen kokunu sokup atamadigimiz, basli basina takinti haline gelen lombak bir sozcuk.
  • istenmeden gelen, uygunsuz olarak yaşanan belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan sürekli düşünce, dürtü ve düzlemlerdir.
  • sevgili obsesyonlarım,

    biliyorum bugüne kadar kimse size bu hitapla yaklaşmadı doğrusu kimse size mektup yazmadı. bu bağlamda ilk olacağım kuşkusuz. lakin şu sıra fazla yaklaşmayın mümkünse. zaten bak görüyorsunuz beyin, beyincik, spiritüalizm, psikoloji hedelerine vakit ayıracak durumda değilim sonra markette annesinin eteğine yapışan leş çocuk gibi çekiştiriyorsunuz ayıp. önceleri plaka okumak, karoları saymak, çizgilere basmadan yürümeye çalışma obsesyonu gibi şekillerde ihtiva etmiş olsanız da bünyeme zamanla bir şekilde çaktırmadan, geldiğiniz gibi gittiniz. lakin biriniz hariç her şeyi üçleme obsesyonum.

    kapıları üç kere tıklatmalar, yemeğin üç kez tadına bakmalar, üç kez şampuanlanmalar...

    sevgili herşeyi üçleme obsesyonum, çok merak ediyorum.
    böyle çoğalarak, katlanarak artan bir sinsilikle nereye kadar devam edebileceksin?
    peydahladığın ''her şey kötü olacakmış hissi'' bu öyle pis bir his ki yemin ediyorum yarın birini öldürecek olsam bu sen olursun ve hiç kuşkusuz üç el sıkarım sana. üç kez üflerim tabancamın dumanına.

    sonrası malum üç kulhuvallah bir elham.
  • obsesyonun nedenlerinden biri de ağır bir travmatik olay yaşamaktır. insanlar travmatik olaylar karşısında çeşitli tepkiler, reaksiyonlar verirler. kimisi depresyona girer, kimisi sınırlarda gezer, kimiside kafasına sabit bir düşünceyi takar, ve o konuda kafa yorar, endişelenir ve en nihayetinde düşüncelerini de eyleme dökerse kompulsif bir hal alır durum.
  • taktı mı takmaktır obsesyon..ööle bi anda kafadan atamamaktır..sorun etmektir herşeyi ve bazen de birşeyi..unutmaya çabalamayı bile düşünmeden kafada dolaştırıp durmaktır..en küçük bi tartışmada bile sorunu geçiştirememektir,,illa da çözmek mutlaka çözmektir mevzuyu..
    genelde belirli bir biçimde obsesyonun kendisini dışa vurmasının yanında (kapıları kilitlediğini kontrol etmek,,ocağı kontrol etmek,,el yıkamak,,babannesinin uyurken ölmediğinden emin olmak için gecede 7 kere nefes alıp almadığını kontrol etmek,,çizgilere basmak/basmamak,,duvarlara değerek yürümek,,mikroplardan kaçarcasına yaşamak,,eşyaları canlı ve kırılgan kişiler gibi görüp biriyle bişey yapınca diğerini incitmemek için aynısını onunla da yapmak,,televizyonun sesini 3 ün katlarına göre arttırmak/azaltmak ve daha pekçoğu,,hepçoğu...) aslında işin en zor olan kısmı bunlar değildir..çünkü bu davranışlar fiziksel aktivitelerle geçiştirilebilmektedir..yani arabayı kilitledim mi acaba sorusu gidip kontrol edilerek rahatlatılabilir (bkz: kompulsiyon) (bazen defalarca ama sonuçta rahatlamaya ulaşma ihtimali yüksektir)..işin en zor olan yanı bu kişilerin beyinlerinin tamamen takıntılı bir yapıda olmalarından kaynaklanmaktadır..örneğin 4 yıl önce eşinden ayrılan bi adamın "acaba son gece eve biraz daha erken gelseydim, herşey daha mı farklı olurdu?" sorusuna hala cevap araması hem çok gereksiz hem de yorucudur..o zamandan kurtulamayıp bu zamanı yaşayamamak ömür törpüsüdür..ya da başka birinin ders çalışmaya karar verip herşeyin mükemmel olması için 7 gün boyunca evi düzenlemesi,,düzenlerken de mükemmel olmak zorunda olan o dolapları toparlarken zaman kaybetmesi kıyamete kadar sürecek bir azabın göstergesidir..kıyamete kadar sürmesi zaruri olmamakla birlikte tedavisi zor bir hastalıktır..antidepresanların depresyon dozlarının üzerinde kullanılması tedavide 1.basamaktır..tabii ki psikoterapiler yararlı olabilmektedir lakin her obsesif-kompulsif bozukluğu (okb) olan kişiye psikoterapi uygulamaya çabalamak ülkemiz sağlık sistemi içinde zordur,,zaman ayırmak için doktora önce bir miktar zaman gerekmektedir..o zaman ayrılabilirse hastaya hastalığı anlatılabilir ve hastaya içgörü kazandırılabilinir,,ki bu da pek güzeldir,,çok nefistir,,hasta kendisini tedavi etmeye çabalarsa dünyası şenlenir..kompusyonlardan kurtulmak kafa yapısını değiştirmekten kolaydır ama malesef obsesif zihinden kurtulmak bazen "format c:" gerektirebilir..
hesabın var mı? giriş yap