36855 entry daha
  • ekşi sözlük deneyimi kalitenizi yükseltecek bir şeyler:

    (bkz: #141402459)
  • dinozor ismi latince korkunç-sürüngenler anlamına gelen dino-saurus kelimelerinden geliyormuş.
  • (bkz: öğrenmek)
  • büyük türk deha mimar sinan tarafından şehzadebaşı camii'nin yanına dikilen ve "istanbul'un tam ortası" olarak isimlendirilen orta taşının hikayesini biliyor muydunuz?

    ibb kültür a.ş.’nin hazırladığı istanbul rehberinde “istanbul’un ortası başlığı” ile verilen bölümde sütun hakkında da şu bilgiler veriliyor:

    mimar sinan, şehzadebaşı külliyesi’ni yaparken eyüp sultan'dan sarayburnu’na istanbul’un geometrik merkezini de hesaplaşmıştır. çeşitli ölçümlerden sonra orta noktanın şehzadebaşı külliyesi’ndeki şehzade mehmet türbesi’nin yanına rastladığını belirlemiş ve oraya bir taş dikmiştir. bu nokta bugün şehzadebaşı ile dedeefendi caddeleri’nin kesiştiği noktadaki şehzadebaşı camii’nin dış duvarının köşesine rastlar. güney ve doğu duvarlarının birleştiği bu noktada altı ve üstü demir millere oturtulmuş, böylelikle dönen yeşil somaki bir mermer sütun bulunmaktadır. sütun, yol seviyesinin yükseltilmesi ve asfaltın sütunu kapatması sebebiyle artık dönmemektedir.”

    evliya çelebi seyahatnamesi’nde ise “şehzâde sultan mehmed camii” bölümünde “bütün mühendisler, üçgen şekilli olan istanbul’un ortası; saat, adım ve uzunluk hesabınca bu şehzâde camii yeridir ki bu düz geniş vadiye yapılmıştır, tepe üzere değildir. sırtımı taşa verip sırası ile marmara denizi, haliç, eminönü ve edirnekapı istikametine yürüdüm. attığım adımların hepsinin ise eşit olduğunu hesapladım.” şeklinde açıklama vardır.

    küfeki taşıyla örülmüş, güney ve doğu çevre duvarlarının kesiştiği köşede yer alan taş, bezenmiş marmara mermerinden bir başlık altına oturtulmuştur. kaldırım seviyesinin yükselmesinden dolayı sütun kaidesi görünmemektedir. ayrıca taşın başlık seviyesi yakın çevresinde kısmi malzeme kayıpları vardır.

    doğal taş sınıfları içerisinde hatalı olarak porfir veya granit olarak tanımlanan taşın asıl cinsi renkli çakılların çimentolaşmasından oluşan puding idir. taş, roma imparatorluğu döneminde mısır’daki ocaklardan getirildiği için “mısır pudingi” olarak tanımlanmıştır. roma adı “lapis hexecontalithos” olan mısır pudinginin litolojik tanımlaması ise “metakonglomera”dır.

    türk kültür tarihi araştırmacısı taha toros'un arşivinden bir gazete küpürü;

    görsel

    ilgili taş;

    görsel

    kaynakça

    evliya çelebi seyahatnamesi
    ibb kültür a.ş. - istanbul’un ortası
  • amerika,rusya gibi bir çok ülkede tokuşturulan içkiden içmeyip bırakırsanız eğer bu kadeh kaldırdığınız şeyi onaylamadığınız anlamına gelir.

    john wick adlı filmde yaşamakta ; viggo içki koyup oğlu ile tokuşturduktan sonra içmiyor ve yeniden bir viski koyup onu içiyor önceki kadehe dokunmuyor
  • hemen hemen her gün, günlük hayatta kullandığımız çok bilinen onbeş deyim ve ilginç çıkış hikayeleri nedir merak ettiniz mi?

    1. güme gitmek
    zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken, “hoooppp güm” şeklinde nara atarlarmış. ancak aynı “kurunun yanında yaş da yanar” atasözünde olduğu gibi, bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. işte halk suçsuz bir vatandaş zindana atıldığında, günahsız yere hapse götürülüyor anlamında “adamcağız güme gitti, yazık oldu” demiş.

    2. çizmeden yukarı çıkmak (çizmeyi aşmak)
    (bilmediği işe yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyim)

    19.yüzyılda, fransız ressamlarından delacroix, paris’te bir resim sergisi açmıştı. sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş:
    - "bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor."
    - "evet am şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var" demiş adam.
    - "pek iyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?" diye sormuş ressam.
    - "ben kunduracıyım, çizme dikerim."
    deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam:
    - "bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!"

    3. avucunu yala
    (‘beklediğin olmadı, umduğunu bulamadın’ anlamında kullanılan bir deyim)

    bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır. çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz, hareket edecek olsa da boşuna enerji tüketmiş olur. bunu iyi bilen ayılar da kış uykusuna yatar; ayağını yalamakla yetinir, yazın gelmesini bekler. başka yapacak bir şeyi yoktur.

    4. çam devirmek
    (başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyim)

    zengin bir adamın, göztepe erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş. eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş. bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. sayfiye mevsimi olmadığı için nişantaşı’ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:
    - "bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır" demiş.

    saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.

    5. saman altından su yürütmek
    vaktiyle bir ova köyünde köylüler tarlalarını sulamak için, ırmağın suyunu nöbetleşe kullanmak üzere anlaşmışlar. ırmak boyunda bulunan tarlalar, açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor, herkes ziraatıyla meşgul oluyormuş. köyün açıkgözlerinden birisi, daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp, ırmaktan su çalmayı aklına koymuş. kanalı gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş.

    6. çadırını başına yıkmak
    osmanlı hükümdarları, sefer esasında hareketlerinden ve hizmetlerinden hoşnut olmadıkları vezirlerini azletmek için kaldıkları çadırın direklerini söktürüp başlarına yıktırırlarmış. bu hareket iktidardan düşme manâsına eski türk geleneklerinde mevcut olup, orta asya’dan itibaren uygulanmıştır. fatih’in, karaman seferi sırasında mahmud paşa’nın; yavuz’un da çaldıran dönüşünde hersekzade ahmed paşa ile dukaginoğlu ahmed paşa’nın çadırlarını başlarına yıktırdıkları meşhurdur.

    7. buyurun cenaze namazına
    4. murad zamanında tütün, içki, keyif verici madde yasağı koyar ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırır. bugünkü üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır. derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider. selam verir, oturur. kahveci yanına gelip:
    - "baba erenler kahve içer mi" diye sorar.
    padişah: “evet” der.
    kahveci: “tütün içer misin?” diye sorar.
    padişah: “hayır” der.

    kahveci işkillenir. tütün içmiyor da ne işi var burada. zaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri var. eli titreye titreye kahveyi götürür.
    - “baba erenler ismi hâliniz?
    - "murad" cevabını alır.
    - 'peki isimde sultan da var mı?" der.
    - "elbette var" der sultan.
    - "baba erenler ismini bağışlar mı?" diye de sorar.
    bunu duyunca kahvecinin beti benizi atar. zangır zangır titrer ve:
    - “öyleyse buyrun cenaze namazına” der. ve olduğu yere yığılır. 4.murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir defalığına affeder.

    8. kozunu paylaşmak
    koz, ceviz manasına gelir. eskiden kastamonu’nun iki köyü arasında ortak olarak kullanılan bir cevizlik vardı. ceviz toplama mevsimi gelince bir gün belirlenir ve iki köy halkı cevizlikte buluşur, cevizleri paylaşırlardı. ancak her seferinde haksızlık olduğu ileri sürülerek kavga çıkardı. hatta olay öyle bir seviyeye geldi ki, köylerde kavgaya müsait eli sopa tutan delikanlılar koz paylaşma gününden önce günlerce hazırlık yaparlardı. bir ana oğlunun büyüdüğünü anlatmak için ”benim oğlan kozunu paylaşacak çağa geldi” derdi.

    9. pabucu dama atılmak
    osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. ama kusurlu çıktı. böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı, maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

    10. foyası meydana çıkmak
    kuyumcular yaptıları yüzük, kolye, küpe gibi ziynetlerde kullandıkları elmasların arka kısmına foya adlı maddeyi sürer, bir çeşit ayna gibi ışıkların yansıtılmasını sağlarlarmış. zamanla da foyalar çıkar, dökülürmüş. bu benzetme yapılarak sahte, yalan işlerin ortaya çıkması anlamında deyim olarak kullanılır.

    11. atma recep hepimiz din kardeşiyiz
    balkan devletlerinin mühim bir kısmı ve bu meyanda arnavutluk, osmanlı imparatorluğu haritasına dahil iken, bu ülkeleri idare etmek çok zordu. bu devirlerde sık sık dağa çıkan arnavut eşkıyalarını takip eden hükümet kuvvetleri recep isminde bir sergerdenin avanesini kuşatıp sıkıştırıyorlar. çıkar yol kalmadığını gören arnavutlar ve başlarındaki recep, saklandıkları yerden bağırıyorlar:

    - “more atmayın, biz de din kardeşiyiz, teslim olacağız.”

    teslim oluyorlar, az bir ceza ile kurtuluyorlar. fakat palavracı arnavut bu olayı şurada burada anlatırken:
    - “more vallahi geberttirecektim zaptiyeleri, çolukumuz çocukumuz var deyip ağladılar, acıdım da bıraktım”
    şeklinde palavra atınca etrafında toplanıp dinleyenler arasında olayın iç yüzünü bilen birisi:

    - “atma recep biz de din kardeşiyiz…” deyince arnavut recep'in yüzü kızarıp bozarır.

    12. tabakhaneye bok yetiştirmek
    eskiden bu yana gelen işleme şekliyle tabakhaneler, yani hayvan derilerinin islendiği atölyeler köpek b.kuna ihtiyaç duyarlarmış. çünkü bir tek taze köpek b.ku içinde bekletilen deri, yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen yani kaliteli olabilirmiş. ” tabak mısın; it b.kuna muhtaçsın “, denirmiş “tabak”lara (“debag”lara), yani deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına. ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği sama safhasında, taze köpek b.kundaki enzimlere ihtiyaç duyulduğundan tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalar, köpek b.ku toplarlar, sama işlemi ancak dumanı tüten taze b.kla yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş. ” ne o, tabakhaneye b.k mu yetiştiriyorsun ” deyimi buradan doğmuş, günümüzde bilenler tarafından halen kullanılmaktadır.

    13. vermezse mabut neylesin mahmut
    sultan mahmut’ un hazineleri dillerde dolaşırmış. istanbul’ un her semtinden dedikodu toplarlar, bunu sultana iletirlermiş. bir tanesi varmış ki, dedikleri kolay kolay yutulur şeyler değil. her sözün sonunu da “ahh, ahh! hadi bıraktık hazine dairesini, bize azıcık verse ömür boyu yeter artar” dermiş. sultan mahmut bu adama için için öfkelenirmiş. bir gün huzura getirtmiş;
    - ”bana bak! sen böyle etrafta bilmeden ne atıp tutuyorsun? bilir misin ki, ne yüklerin altındayız? bilir misin ki, geceleri rahat uyumamaktayız?”

    padişahtan azarı işiten adam sus pus olmuş. iyice büzülmüş, çökmüş.
    - ”bak, her lafın sonunu da padişah bize yedirmiyor diye bitirirmişsin?” artık kellesinden de korkmaya başlayan adam, kaçacak delik aramış.

    - ”ben insaflı biriyim. sana bir şans tanıyacağım. ama sen de söylenmeyi bırakacaksın.”

    adamla anlaşan padişah, beraberce hazine dairesine gitmiş:
    - ”kenardaki küreği al ve daldırabildiğin kadar dibe daldır. kürektekiler senindir. iyi düşün hangisinden almak istersen oraya daldır küreğini. bir şansın var. ona göre!” demiş

    padişahın sandığı gibi zalim biri olmadığını anlayan azardan yıkılmış ve gördüğü hazinenin muhteşemliği karşısında dili tutulmuş adam heyecanla küreğe sarılmış.
    daldırabildiği kadar derine, çil çil altınların dibine daldırmış. sevinçle küreği çıkarmış ki, bir de ne görsün? küreğin üstünde bir tek altın parıldıyor. meğerse adam heyecandan küreği ters daldırmış.
    bunun üzerine sultan mahmut:
    - ”ee, gördün mü evlat, kazanmak o kadar da kolay değilmiş. yapacak bir şey yok!
    al o bir altını, git ve bir daha sakın arkadan konuşma. vermeyince mabut, neylesin mahmut?” demiş.

    14. altı kaval üstü şeşhane
    şeşhâne, namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. evvelce kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs. ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir. merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup münhani (spiral) şeklinde namlu içini dolanırlar. altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne şeklinde kullanılır. bu izahtan sonra üstü kaval, altı şeşhâne biçiminde bir silah olmayacağını söylemeyi zaid addediyoruz. ancak yine de vaktiyle bir avcının, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılır. hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer avcılar uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve “altı kaval üstü şeşhâne / bu ne biçim tüfek böyle” diyerek kafiyelendirmişler. o günden sonra halk arasında bu hadiseye telmihen birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiştir.

    15. altından çapanoğlu çıkmak
    (girişilen bir işte beklenmedik tehlike, zorluk ve sorunlarla karşılaşmak)

    tarihimizde çapanoğlu lakabıyla anılan bir sülale vardır. yozgat şehrini kuran ahmet paşa bu sülalenin ilk tanınmış kişisi olup, 1764 yılında sivas valisi iken önce azledilmiş, ardından da idam ettirilmiştir. ahmet paşa’nın büyük oğlu mustafa bey ve ardından da küçük oğlu süleyman bey vali olurlar. süleyman bey bu sülalenin şöhretini afaka salmış bireyidir. yozgat şehrini bayındır hale getiren ve osmanlı hükümet boşluğundan istifade ile amasya, ankara, elazığ, kayseri, maraş, niğde ve tarsus’u içine alan bir hükümet kurup adını celaliler listesinin levhasına yazdıran odur.

    süleyman bey zamanında sadece halk arasında değil; devlet kademelerinde de çapanoğlu adı korku ve çekingenlikle anılmaya başlar. işte o dönemde devlet memurlarından biri, verilecek bir yolsuzluk kararını kovuşturmak üzere müfettiş tayin olunur. araştırmaları ona, çapanoğullarından birkaç kişinin de yolsuzluklarda parmağı olduğunu gösterir. çapanoğlu süleyman bey’in nüfuzundan çekinen memur, durumu yakın bir arkadaşına anlatıp fikrini ister. aldığı cevap şöyledir:
    - "bu işi fazla kurcalama; altından çapanoğlu çıkarsa başın belada demektir."

    müfettiş ne yapsın, soruşturmalarını yarıda bırakıp yuvarlak cümleler ile sonucu ilgili mercilere bildirir.
  • sürekli karşı karşıya kaldığımız 4 algı yönetimi şekli

    1- kelimeler kullanarak algı üretme
    bir konu hakkındaki fikriniz tamamen o konunun size hangi kelimelerle sunulduğuna bağlıdır. bunu en güzel anket firmaları bilirler. bir soruyu size sorarlarken kullandıkları kelimeler o konu hakkındaki fikirlerinizi de değiştireceği için istenilen cevabı size verdirmeleri mümkündür.
    örneğin bir parka çöp atılmamasını istiyorsanız oraya koyacağınız tabelaya “parka çöp atmamak önemlidir” yazarsanız alacağınız karşılık çok olumlu olmayacaktır. ancak o tabelaya “parka çöp atmayanlar önemlidir” yazarsanız insanlar kendilerini önemli ve değerli hissetmeye meyilli oldukları için çok daha olumlu sonuçlar almanız olasıdır.

    2- beraber şarkı söyleterek yönlendirme
    bu madde ilk bakışta biraz saçma gelebilir. açıklayalım. insanlar beraber şarkı, türkü ve marşlar söyledikleri insanlarla onları hiç tanımasalar bile duygusal bir yakınlık ve bağ hissederler.

    stadyumlarda takımı için şarkılar söyleyen ama birbirini hiç tanımayan taraftarların birbirlerine olumlu duygular beslemesinin sebebi budur. aynı şekilde siyasi toplantılarda, askerlikte ve okullarda topluca marşlar söylenmesi de bu temele dayanır. dini toplantılarda topluca okunan ilahilerde bu amaca hizmet eder.
    milli marş adı verilen marşların her ülkede bu kadar önemli olması da bu yüzdendir.

    kısacası bir grubu birleştirmek ve aralarını kaynaştırmak istiyorsanız bunun en kısa yolu onlara hep beraber şarkılar, marşlar ve ilahiler söyletmektir.

    3- psikolojik hazırlama tekniğiyle yönlendirme
    psikolojik hazırlama (priming effect) insanların kendileri farkında olmadan belli davranışları ortaya koymaları için onları hazırlamadır.

    bu yöntem en süpermarketlerde kullanılır ve sizi normalde ihtiyacınız olmayan ürünleri alıp kasaya götürmeniz için yönlendirir. bu subliminal ya da bilinçaltı etkileme teknikleri değildir burada kullanılan mekanizma çok daha farklıdır.

    4- otomobil dizaynlarında insan yüzü etkisi kullanma
    insanlar kendi yüzlerine benzeyen her şeyi kendilerine daha yakın görürler. bu bir kedi de olabilir, bir bulutta ancak herhangi bir şey insan yüzüne benziyorsa insanların dikkatini çeker ve ona insani bir duygu yüklerler. bu fenomene “pareidolia” denir.

    arabaların ön yüzü yani farları ve çeşitli kısımları insan yüzünü andıracak şekilde dizayn edilir ve biz o yüze bağlanan duyguya göre tepki veririz. bazı arabaların “şirin” bazı arabaların “saldırgan” veya “sert” olarak algılanmasının sebebi budur. güç ve zenginlik duygularıyla ilişkilendirilen arabaların dizaynıyla, aile ve şirinlik duygularıyla ilişkilendirilen arabaların dizaynları büyük farklar gösterir. böylece araba üreticileri istedikleri insan tiplerini kendi araba modellerine yönlendirebilirler.

    örneğin markete ilk girdiğiniz anda önünüze taze, sebze meyveleri ışıl ışıl ışıklar altında görürseniz zihniniz bir “tazelik” algısına girecektir. markette yürümeye devam ettiğiniz zaman göreceğiniz et ürünleri reyonundaki etleri de aynı “tazelik” algısıyla olduklarından çok daha taze ve sağlıklı algılamanız sağlanır. yani size bir adım önce verilen algı bir sonraki adımınızda gördüklerinizi algılamanızı etkiler. süpermarketlerde tüm ürün sıralamaları bu algıya göre dizilir.
    bir mekâna girdiğiniz zaman orada klor veya deterjan kokusu hissederseniz beyniniz size “burası temiz bir yer ve pisletmemem lazım” mesajı verir. böylece siz o mekânda hareketlerinize çok daha fazla dikkat edersiniz. aynı şekilde pis bir mekânı diğer insanların da pisletmesi çok büyük bir ihtimaldir. burada da aynı mekanizma çalışır.
    başka bir deney çok daha ilginçtir. insanların bir kısmının eline buz gibi içecekler verilmiş ve daha sonra da oturdukları odaya daha önce tanımadıkları bir insan gelip bir süre onlarla konuşmadan yanlarında oturmuştur. diğer bir grubun eline de sıcak içecekler verilmiş ve aynı şekilde onların odasına da daha önce tanımadıkları biri gelip oturmuştur.
    bu iki gruba daha sonra bu tanımadıkları insan hakkındaki izlenimleri sorulmuş.
    elinde soğuk içecekler bulunan grup o insanı “soğuk” ve “yabancı” bulurken elinde sıcak içecekler bulunan grup aynı insanı “sıcakkanlı” ve “arkadaş canlısı” olarak tanımlamıştır. bunun sebebi ellerindeki sıcaklığın bir şekilde insanların bilinçaltını etkilemesidir. kısacası elinizde sıcak veya soğuk bir şey tuttuğunuz zaman bile diğer insanları algılamanız değişir. bizim ülkemizde bir eve veya işyerine gidildiği zaman hemen sıcak bir çay ikram edilmesinin ne kadar akıllıca bir şey olduğunu da buradan anlayabiliriz.
4938 entry daha
hesabın var mı? giriş yap