• 2015 genel seçimlerindeki geçersiz oy sayısının (1 milyon 326 bin 434) saadet partisi ile büyük birlik partisi'nin yaptığı ittifakın aldığı oydan (942 bin 800) fazla olması.
  • 2015 genel seçimleri'nde sandiga gitmeyenler ve gecersiz oy kullanan kisilerin toplaminin yaklasik 9 milyon kisi olmasi. yani mhp'nin oy oranindan daha fazla.

    yani halk iradesinin %95 i temsil ediliyor deniyor ya. o is oyle degil tam olarak.
  • ingilizcenin yazılışı neden zor?

    gerard nolst trinité adlı hollandalı şair, ingilizcenin yazımındaki tutarsızlıkları 800 kelime üzerinden sergileyen the chaos adlı bir şiir yazmış.

    gerçekten de ingilizce yazımı zor bir dil. hata yapacak bir kelime mutlaka çıkıyor. fakat ingilizcenin bu zorluğu tümüyle insani nedenlere dayanıyor.
    sorun alfabeden başlıyor. ingilizce latince ile benzer sesleri paylaşmasa da latin harflerine dayalı bir yazı sistemi kullanıyor. bu ise ıkea’dan ofis takımı alıp oyuncak odası yapmaya çalışmak gibi bir şey.
    ingilizcenin hikayesi de istilalar, hırsızlıklar, kaprisler, hatalar, gurur ve değişim gibi etkenler içeriyor. hatta bir ucu insanların açgözlü, tembel ve kibirli olmasına bile dayandırılabiliyor.
    istila ve hırsızlık
    önce açgözlülüğün getirdiği istila ve hırsızlığa bakalım. romalılar 1. yüzyılda britanya adasına geldiklerinde alfabelerini de birlikte getirmişti. 7. yüzyılda ise avrupa’dan anglo-sakson germen kabileler dilleriyle birlikte adaya gelip yerleşmişti. 9. yüzyılda vikingler bazı bölgeleri işgal etmiş onlar da bazı kelimeler sokmuştu ingilizceye. 1066’da ise norman fransızları adaya yerleşmiş ve birçok kelimenin yerini fransızcaları almıştı.
    birkaç yüzyıl sonra fransızlar adadan atıldığında (ama kelimeleri kalmıştı) adalılar bu kez de amerika, avustralya ve hindistan’a el atmış, her yeni koloniyle britanyalılar yeni kelimeler edinmişti. ayrıca birlikte iş yaptıkları herkesten “ödünç” kelimeler alınmış, ama bunlar kalıcılaşmıştı. yani kısacası ingilizce için bir istilalar müzesi denebilir.
    peki bütün bunların kelimelerin yazımı ile nasıl bir ilgisi var? kelimeler ‘ödünç’ alındığında bunlar genellikle diğer latin alfabeli yazı sistemlerinden gelmiş, ama ingilizcedeki seslerden farklı sesleri olmuştur. diğer birçok dil, ödünç aldığı kelimeleri kendi sistemlerine uyarlar. fakat ingilizcede bazı kelimeler için telaffuz benimsenip yazım uyarlanmış, bazılarında yazım korunmuş, telaffuz uyarlanmış, bazılarında ise her ikisi de korunmuştur.
    tembel diller
    tembellik ya da dilbilimcilerin deyimiyle “çabada ekonomik davranma” da devreye girince iş iyice karmaşık bir hal almıştır. konuşanın işini kolaylaştırmak için bazı sesler düşürülmüş ya da dinleyenin işini kolaylaştırmak için bazı sesler daha baskın hale getirilmiştir.
    iskandinav ve fransızların etkisi altında eski ingilizcenin bazı karmaşıklıkları giderilmiş (örneğin hopian kelimesinin yerini hope almış) ya da daha sonraki yüzyıllarda olduğu gibi ‘kn’ sesi sadeleşerek ‘n’ olmuş, ‘wr’ sadeleşip ‘r’ olmuştur. bazı kelimelerde ise ses düşürülmesine rağmen yazım aynı kalmıştır: laughter kelimesindeki ‘gh’ sesinin sadece ‘f’ olarak söylenmesi veya daughter kelimesindekinin tümüyle düşürülmesi gibi.
    bazen de dönemsel etkiler nedeniyle seslerde değişme olur. 1400-1700 yılları arasında da böyle bir değişim yaşanmış, fakat kelimelerin yazılışı aynı kalmıştır.
    bu konuda tembel davranan sadece diller ve kulaklar olmamış, fransa, hollanda, belçika gibi ülkelerden gelen yazıcılar ve matbaa da benzer özellikler göstermiştir.
    kibir ve gurur
    ingilizce yazımın geri kalmasında kibirin de etkili olduğunu söylemek lazım.
    11. yüzyıldan sonra üst sınıfların dili fransızca olmuş, şiir, hukuk ve mutfakla ilgili kelimelerde baskın hale gelmiştir. rönesans döneminde ise bilimsel ve teknik terimlerde latince ve yunanca ağırlık kazanmıştır.
    daha sonra noah webster amerikan ingilizcesini sadeleştirme çabasına girdiğinde (colour yerine color, centre yerine center gibi) ingilizlerin gururu devreye girip kelimeleri olduğu gibi saklama, hatta daha karmaşıklaştırma güdüsüne sarılmış oldular.
    şimdilerde ise kelimeleri okunduğu gibi yazarak sadeleştirme çabalarından hiç söz edilemiyor. bu girişimler basit ya da eğitimsizlerin işi gibi görülüyor. yani dil gibi gerekli bir araç sosyal bir filtreye dönüştürülmüş oldu.

    kaynak
  • (bkz: gizem aras)
    şahsen benim ufkumu genişletti kendisi.
    çocukluğumdan beri ne zaman bana ya da başka birini 2-3 nesil yukardan "şimdiki nesil çok hede. vatan millet bunlara mı emanet?" şeklinde bir yargılama gelse, hep bunu yapanın aciziyetini düşünmüşümdür. bu lafı edeni içten içe zamanı yakalayamakla suçlamışımdır. 82 doğumluyum. sadece apolitik olduğumuz konusunda hak veriyordum. kendi çapımda bu açığı kapatmaya çalışıyordum. ve ben, benden sonraki nesilleri böyle ıskalarsam artık yaşlandığımı anlarım diyordum.
    diyordum da böyle nesil geliyorsa ben böyle neslin ta amına koyayım.
  • penguenlerin dizleri varmış ama vücutlarının içindeymiş.
    http://imgur.com/gallery/hg4s45b
  • uzayda başıboş gezen asi bisürü yıldızın bulunması.

    normalde her galaksinin ve her yıldızın kendine ait bir hızı var. galaksinin hızı yıldızın hızından her zaman fazladır ki yıldız onun içinde kalabilsin (örneğin samanyolunun hızı 1.6 milyon km/saat iken güneşi hızı 800 bin km/saat). neyse, bir de tabiki her galaksinin içinde bir kara delik var. bu yıldızlar normalde galaksilerin içinde bulunan karadeliğin yörüngesinde kendi hızlarında efendi efendi yörümgesini izliyor.

    sonra galaksiye gelen misafir bir yıldız vs etkisiyle oluşan etkileşimden mütevellit kara delik etrafında dönen yıldızın yörüngesinde ufak bir sapma ve bu sapmadan dolayı hızlanma oluyor. işte o an olan oluyor. bu hızlanmadan aldığı gazla o yıldız kendini galaksiden dışarı uzay boşluğuna fırlatıyor. sonrasında serserseri serseri o boşlukta takılıyor.

    bu asi yıldızlara rogue stars veya intergalactic stars veya hypervelocity stars deniyor.

    http://en.wikipedia.org/wiki/intergalactic_star
    http://en.wikipedia.org/wiki/rogue_star
    http://en.wikipedia.org/wiki/stellar_kinematics
  • herkesin ufkunu farklı şeyler değiştirir. benim ufkumu iki(belki de daha fazla) çıkartan şeyler ise;
    - evrende kesin olarak kabul ettiğimiz şeylerin aslında belli olasılıklar dahilinde rastgele gerçekleşmesi*
    - evrenin toplam enerjisinin sıfır(0) olması. böylece hiç yoktan bir evrenin fizik yasalarına aykırı olmaması
    - ahlak, dediğimiz şeyin bir açıdan evrimsel bir açıdan kültürel olması. bu nedenle elmanın ağaçtan düşmesi ne kadar fizik kanunları yüzündense, birini öldürdüğümüzde vicdan azabı çekmemizde aynı fizik kanunları yüzündendir.
    - sonsuz büyüklükte bir evrende yaşıyorsak evrenin çok çok uzak bir köşesinde tıpkı bizim gibi bir dünyada, tıpkı bizim gibi düşünen, giyen, yiyen bir ikimizin olması gerektiği hatta sonsuz tane ikizimizin olması gerektiği.
  • akbank ın açılımı 'adana - kayseri' bankasıdır.
  • "felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme!
    günahkâr olma, fahr-i âlem-i zîşânı incitme!"

    ufku iki katına çıkaran şeyler genellikle yukarı çıkan merdivende önemli basamaklar gibidir.. bir basamak geçildikten sonra, aynı basamağın insanın ufkunu daha öteye taşıması pek mümkün olmaz.. oysa aslında bakmasını bilene öyle ufuk öteleyici "şeyler" var ki, insanın ufkunu doğrusal değil dairesel, döne döne ve namütenahi bir ivmeyle yükseltiyor..

    alvarlı muhammed lütfi hazretleri'nin "incitme" redifli bu eseri de her seferinde her seferinde her seferinde, ben o an nerede, hangi algı seviyesinde, hangi halde olursam olayım 2, 3, 8, 27 katına çıkarıyor ufkumu..

    yıllardır..

    "sabır kıl her belâya hâne-i rahman'ı incitme"
  • (bkz: #52138127) sendikaların aslında zararlı kurumlar olması.
hesabın var mı? giriş yap