• laikaya üzülelim iyi güzel ama şunları da bilin:
    https://en.wikipedia.org/wiki/lost_cosmonauts

    https://en.wikipedia.org/…judica-cordiglia_brothers

    denizaltı kazalarını saklayan veya iplemeyen bunları mı saklamayacak?
  • kaptan korsanların taktıkları tek göz bandının amacı, karanlık yerlere girildiğinde karanlığa alışma süresini yok etmektir.
  • elektron mikroskobu ile alınmış görüntüler, en azından görsel ufkunuzu birkaç katına katlayabilir.

    elektron mikroskopları lisede biyoloji dersinde yanak derisini incelediğiniz ışık mikroskoplarından oldukça farklıdır. optik mikroskoplarda görüntünün elde edilmesinde ışık kullanılırken, elektron mikroskoplarında, ışık yerine elektron kullanılır. elektronun dalga boyu, ışığa göre birkaç bin defa daha küçük olduğu için, bu mikroskopla daha ayrıntılı görüntüler elde etmek mümkündür. bazı elektron mikroskoplar, 0, 2 nanometre (nm)lik cismi net gösterebilmekteyken, en iyi optik mikroskoplar 250 nm’lik bir güce sahiptir. bir nanometre, 10 angstrom olup, 10-10 metreye karşı gelir.

    optik mikroskopların gelişmesi ile daha büyük görüntüler elde edilmiştir. ancak optik mikroskopların, ışığın yarı dalga boyu olan 250 nm’den daha küçük ayrıntıyı göstermeleri mümkün değildir. elektronlar, önceleri “katot ışınları” ismiyle kullanılmaktaydı. bunlar vakum tüpleri içinde elde edilip, elektrik alanları içinde hızlandırılmaktaydı. elektrik ve manyetik alanlar tarafından saptırılan bu ışınlar, bir ekranda görünür hale getirilirdi. bunun yanında, elektrik taşıyan bobin kullanılarak katot ışınlarını küçük bir alana odaklamak mümkün olmaktaydı. ilk defa 1926’da alman fizikçisi h. busch teorik olarak optik merceğin ışığı bir odakta topladığı gibi, manyetik sargının, elektronları bir odakta toplayabileceğini göstermiştir.

    1928’de berlin teknik üniversitesinde max knoll ve ernst ruska tarafından yapılan deneylerle art arda büyütme kullanarak büyük görüntüler elde etmenin mümkün olduğu anlaşılmıştır. konulan iki bobinle 13 defa büyütmek mümkün olmuştu.

    ilk pratik elektron mikroskobunun 1933’te ernst ruska tarafından yapıldığı bilinmektedir. elektron merceklerinde daha sonra yapılan gelişmelerle, manyetik bobin bir demir kap içine alınmış ve iç halkada küçük bir hava deliği bırakılmıştı. esas olarak bu prensip günümüzde de kullanılmaktadır. ernst ruska ile elektron mikroskop, optik mikroskobun büyütme gücünü geride bırakmıştı.

    optik mikroskoptan daha çok kapalı devre televizyon sistemine benzer. ilk bölümde, televizyon kamerasına benzer bir şekilde, net olarak odaklandırılmış elektron merceği tarafından cisim üzerine odaklandırılır. çarptığı yerden gelen elektronlar toplanır ve güçleri yükseltilir. mikroskobun ikinci bölümü televizyon alıcısına benzer ve burada bir katot ışını tüpü mevcuttur. böylece yüksek kaliteli televizyon resmine benzer bir görüntü elde edilir. yapı olarak daha önceleri açıklanan tür gibidir. sadece düzeni farklıdır. bu cins mikroskoplar taramalı olarak da kullanılır. genel olarak sert yüzlerin 20-50 nm’lik hassaslıktaki incelenmesinde kullanılır. odaklama ile çeşitli derinlikte görüntüler elde edilebildiğinden üç boyutlu hissi veren resimler elde etmek mümkün olmaktadır. bazı deneysel mikroskoplarla 3 nm’lik hassaslığa kadar inmek mümkün olmaktadır. cisimden gelen elektronlar mikro elektrik ve manyetik alanları da hassas hale getirebildiğinden, elektrik ve manyetik alanların görüntüsünü elde etmek mümkündür. bundan faydalanılarak bilgisayar ve benzerlerindeki çok küçük elektronik devrelerin kontrolü yapılır. elektronların yönlerini değiştirmesinden, bir cisimdeki mikro kristallerin dizilişini belirlemek mümkündür.

    elektron mikroskoplarının çalışma ilkesi, de broglie’nin hipotezine dayanıyor. de broglie, hipotezinde; doğadaki simetriyi sevmesinden yola çıkarak, ışığın bazen parçacık bazen dalga gibi davranmasından bahsetmiş. hipoteze göre eğer doğa simetrik ise ışıktaki bu ikili yapı madde için de geçerli olmalıdır. yani parçacık olarak bahsedilen elektronlar ve protonlar bazı durumlarda dalga gibi davranır. sonrasında uzun yıllar süren çalışmalar ile hareket eden parçacıkların sahip olduğu dalgalar, ‘broglie dalgaları’ olarak adlandırıldı.

    bu sıkıcı bilgilerden sonra birbirinden güzel 25 elektorn mikroskobu görüntüsüne geçebiliriz.

    hard disk okuma yazma kafası
    boyut 6-7 cm. 20x büyütme

    tuz-biber karışımı

    cd yüzeyinin 20.000 x büyütmesi

    bluebottle fly denen mavi sineklerin larvası
    bluebottle fly'ın kendisi

    gramofon plak yüzeyi 1000x zoomlanmış hali

    pamuk iplik geçirilmiş bir iğnenin 16 kat büyütülmüş hali

    maskara fırçası 4 kat zoom

    kedi piresi

    rafine edilmiş ve edilmemiş şeker kristalleri - 85x zoom

    gitar teli : 60x zoom

    kara sinek

    diş fırçası demetleri - 40x zoom

    "cırt cırt" tabir edilen velcro - kumaş bağlantısı - 15x zoom

    insan piresi kafası

    kulak pamuğu

    22 milyon kez büyütülmüş toz

    525 kez büyütülmüş kullanılmış diş ipliği

    koparılmış posta pulu : 25x zoom

    kirpikler : 50x zoom

    kan pıhtısındaki albümin kristalleri

    yırtılmış kılcal damardan dışarı çıkan alyuvarlar

    futbol forması - 40x zoom

    dış kulak kanalından salgılanan kulak kiri

    hazır kahve granülleri

    bir köpek derisindeki dikilmiş bir yara

    çikolata kesidi

    mide korumalı ilaç tableti.
    ( dışarda mide asidine dayanıklı kapsül bulunan tablet, dış kapsül midede erimeden geçer ve ince barsakta açılarak emilir)

    kaynaklar
    http://www.topdesignmag.com/…ron-microscope-images/
    http://www.turkcebilgi.com/elektron_mikroskobu
    http://www.elektrikport.com/…lisir/15290#ad-image-0
  • vergi dairelerinin çok basit bir analizle yüzlerce mükellefe “özel esaslara alınma tehdidi” ile vergi cezası alabilmesi sanırım hepinizin ufkunu iki katına çıkaracaktır.

    iş yeri sahibi olanlarınızın bir kısmı muhtemelen böyle bir durumla karşılaşmıştır. birkaç gün sürecek basit bir vergi incelemesiyle inanılmaz boyutlarda bir vergi cezası ödediyseniz bilin ki bu hüküm üzerinden vergi dairesinin tuzağına düştünüz demektir.

    sistem nasıl çalışır?
    bir vergi denetmeni yaptığı detaylı bir vergi incelmesi sırasında bir firmanın alış ve satışlarının gerçeğe uygun olmadığını tespit eder. yani der ki, sen bu malı gerçekte üretmemişsin ve gerçekte satmamışsın bunların hepsi kağıt üstünde, muhteviyatı itibariyle sahte ve yanıltıcı belge kullandığın için seni sahteci ilan ediyorum der. o firmayı gerekli vergisel yaptırımları ve cezaları uygular ama iş burada bitmez. asıl her şey şimdi başlar.

    vergi dairesi özel esaslara alınan bu firmadan mal alan firmaları basit bir analizle tespit eder. ( her firma belli bir tutarın üstünde mal aldığı ve mal sattığı firmaların bir listesini her ay maliyeye verir -ba/bs bildirimleri- analizi de daire buradan yapar)
    sonra o firmaya derhal bir tebligat yapar.
    der ki, falanca dönemde özel esaslara alınmış şu firmadan alış yaptığınız tespit edilmiştir. bununla ilgili dairemize başvurunuz.

    evraklarınızı alır muhasebecinizle maliyenin yolunu tutarsınız. denetmen size mal aldığınız firmanın sahteci olduğunu buna bağlı olarak sizin yaptığınız bu alışlarında sahte olduğunu bu alışlarınıza ait faturaları beyannamenizden çıkartıp kdv’sini de ödemeniz gerektiğini söyler.

    ondan itibaren yapabileceğiniz iki şey var. firmanın sahteci olduğundan haberinizin olmadığını alışlarınızın gerçek olduğunu, bunlarla ilgili ödeme belgelerinizi sunabileceğinizi söyleyerek ödemeyi kabul edip işten çok sırada sürede sıyrılmak. (bu arada eğer denetmene gerekli ödeme belgelerini sunamaz ve denetmeni o malın sahte olduğunu bilmediğinizi ikna edemezseniz sizde bu sefer detaylı incelemeye alınıp sahteci ilan edilirsiniz, ki buna firma çok alengirli olmadıkça girmeye gerek görmezler)

    tabi biliyorsunuz ülkemiz bir hukuk ülkesi, dağda yaşamıyoruz, vergi dairesine dava açarım hakkımı ararım da diyebilirsiniz. eğer evraklarınız yeterince sağlam ve kayıtlarınız nizama uygunsa muhtemelen kazanırsınız da. lakin eğer ihracat yapan bir firmaysanız kdv iadelerinizi mahkeme lehinize sonuçlanana kadar alamazsanız. ihracat yapmıyorum bana ne deseniz de olmuyor, bu sefer ihracat yapan her hangi bir firma sizden bir alış yapmışsa o da analize takılıyor ve iadesi durduruluyor. bu sefer karşı firma sizi arayıp durumu düzeltmenizi istiyor ya da sizden artık mal almıyor. hatta sizden mal alan, ancak ihracat yapmayan bir firma sizden aldığı malı ihracat yapan başka bir firmaya satarsa bu sefer o firma kdv iadesini sizin yüzünüzden alamıyor. vergi dairesinin sisteminde kara bir leke olarak durduğunuz sürece tüm itibarınız lekeleniyor.

    ilgili düzeltmeyi kabul ettiğiniz anda sizi neler bekliyor?

    öncelikle söz konusu alışınız düşükse ufak bir tutarla bu badireyi atlatabilirsiniz. ama mesela kdv hariç ikiyüz bin tl.lik bir alışınız varsa bunun otuzaltı bin tl lik kdv sini ödemekle kalmıyor. buna ait vergi ziyaı cezasını, usulsüzlük cezasını ve özellikle geçmiş tarihli bir fatura ise bu zamana kadar olan gecikme zammını ödemekle karşı karşıya kalıyorsunuz. gerçi veri dairesi ile yapılacak uzlaşma ile söz konusu cezaların büyük bir kısmı siliniyor ama vergi asılı ve gecikme zammı için yapacak bir şeyiniz maalesef yok.

    tüm bu cezaları ödedikten sonra vergi dairesine dava açıp ödediğiniz paraları geri almak gibi ufak da olsa bir şansınız elbette var. lakin hukuka olan inancınızın ve güveninizi tekrar sorgulamanız lazım.
  • hani kot pantolonların cep bölümündeki o küçük kısmının, ben dahil çoğu kişi tarafından çakmak koymak için yapıldığı düşünülüp bilinse de aslında öyle olmadığı
    ve köstekli saatlerin konulması için yapılmış olduğunu öğrenmem ufkumu ikiye katladı.

    tabi yaa ilk kot pantalon üretildiğinde çakmak mı vardı ki yüz elli yıl önce?
    ee kol saati de yoktu!..
  • sivrisinek ve kara sinek gibi rahatsızlık veren zımbırtılardan kurtulmak istiyorsak eğer uyumadan önce odamızda tütsü yakmamız gerektiği. tütsü dumanı ve kokusundan son derece nefret eden bu yaratıklar odadan kaçmak için her türlü yolu deneyecekler.
  • bebeklerin fön makinesi sesi ile uyutulabilmesi. youtube'da bu işe hizmet eden videolar bile var.
  • türkiye elektrik kurumu'nun kısa adıyla tek'in amerikan emparyalizminin bir kuruluşu olması. türkiye'nin elektrik enerjisi için istenen krediyi veren dünya bankası bu krediyi koşula bağlar. koşullardan ilki tek'in kurulması için tüm yasaların çıkarılması. ikinci ve ufku hayli geliştiren koşulu tek'in % 8 kar sağlamasını ön koşul olarak türkiye'ye kabul ettirmiştir.

    şimdi ise ufku darmadağın eden bilgi;

    1968 yılından bu güne, elektriğe yapılan zammın dayanağı işte bu ön koşuldur.
  • tanım: yıllardır hepimizin önce dinlediği, sonra da okuduğu masalların aslında göründüğü kadar masum olmadığı, alt metinlerinde binbir türlü hinlik ve şiddet barındırdığı gerçeği. (2)
    anlaşılacağı üzere konumuz yine masallar...

    giriş edit'i: masallarla ilgili yazdığım ilk yazı şurada arkadaşlar. onu okumadıysanız eğer, “önce onu okuyun, sonra bunu okursunuz” demeyeceğim. bir sıralama yok yazılarda, ben kafama göre takıldım, siz de kafanıza göre takılın. bu yazıya, diğerinde değinmediğim toplumsal cinsiyetle ilgili birkaç maddeyi, araştırmasını derinleştirmek isteyenler için kaynak olabilecek kitap listesini ve web üzerinden ulaşabileceğiniz bazı yazıları ekledim.

    şunu da bir kez daha vurgulama gereği duyuyorum arkadaşlarım. ben sadece işi bilen ve derinlemesine araştıran kişilerden öğrendiğim kadarını paylaşıyorum sizlerle (asıl derya onlar). olur da bu yazı bir şekilde o kişilerin; bekir coşkun'un (gazeteci olan değil, bu bambaşka biricik sevgili hocam bekir coşkun), cahit ökmen'in (bu da canım biricik sevgili hocam), melek özlem sezer'in ya da necdet neydim’in gözüne ilişirse kocaman bir teşekkürü onlara borç bilirim. bana öğrettikleri her bilgi, ayırdıkları her dakika, tavsiye ettikleri her yazı ve kitap için onlara minnettarım. şu anda kendi öğrencilerim için en iyi, en kaliteli kitapları seçebiliyorsam, hastalık derecesinde seçici davranabiliyorsam onlar sayesindedir. (bekir hocam'a ayrıca teşekkür ederim, çünkü bu yazı onun denetiminden de geçti.)

    masalların, toplumsal cinsiyeti ve toplumu -özellikle kadın- üzerinden şekillendirmesine daha önceki yazımda da değinmiştim ama bu yazımda biraz daha derinlemesine ele almaya çalışacağım. (belirtmeden geçemeyeceğim, ilk yazdığım yazının da bu kadar ilgi göreceğini düşünmemiştim. yazıyı yazıp paylaştıktan sonraki 48 saat içinde kendi cümlelerim o kadar çok mecrada karşıma çıktı ki ben de inanamadım. bu farkındalık sürecinde azıcık da olsa payım olursa ne mutlu bana. ilgisini esirgemeyen, paylaşan, önemseyen, eleştiren tüm arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler. bu, ilkinden daha uzun bir yazı oldu sanırım. okumaya niyetliyseniz şimdiden belirteyim.)
    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    * öncelikle toplumsal cinsiyet derken tam olarak kast edilen ne onu kısaca açıklayayım. toplumsal cinsiyet kavramı kabaca, toplumun tarihsel süreçte kadına ve erkeğe (ama özellikle kadına) biçtiği değer, bu iki insan cinsiyle ilgili yaptığı tanım ve üzerlerine yüklediği görev/ler. ve tabii ki dolayısıyla toplumun, yaptığı tanımlar ve yüklediği görevlerle onları davranış bazında kısıtlaması, dahası insan türünün hem davranışsal hem de düşünsel özgürlüğüne kast etmesi. toplumların bu tanımlamalarının ne kadar hastalıklı olduğu zaten ortada, bunu detaylandırmaya gerek yok. biz zaten bir orta doğu-islam toplumu olarak bunun örneklerine hemen her saat rastlıyoruz gerek ulusal medyada, gerek sosyal medyada (hemen her gün diyebilmeyi bile çok isterdim). bu kültürel bir sorun ve en güzel yönü de değiştirilebilir, dönüştürülebilir olması. (bu sözlerimden benim aşırı umutlu biri olduğum zannına kapılmayın. ama her kültürel unsur zor da olsa dönüştürülebilirdir, evet orta doğu’da bile bu böyle.) zaten benim derdim de kısa vadede çocukların mümkün olduğunca kaliteli metinlerle karşılaşmasını sağlamak, kaliteli metinlerle beslenen çocukların da uzun vadede yakın çevrelerini ve içinde yaşadıkları toplumu dönüştürmesini ummak (daha fazlası değil).

    * her şeyden önce şuna inanın: masalları ayıklamak ve klasikleşmiş masallardaki patalojik unsurları ortaya çıkarmak sadece çocuklar açısından değil, yetişkinler açısından da bir gereklilik. zira şu anda yetişkin olan herkes bir zamanlar o masalları dinledi ve kabul edin ya da etmeyin o masallar hepimizin bilinç altına bir şeyler yerleştirdi. toplumlar genelinde kadın ve erkek üzerinden yapılan cinsiyetçi tanımlara ve biçilen rollere bakarsak, kimse, bu tanımların/görevlerin oluşma sürecinde masalların etkisi yok diyemez. (bkz: her temas iz bırakır) en az göz önünde olan ve her daim küçümsenen çocuk edebiyatının sandığımızdan daha etkili olduğu bir gerçek. pamuk prenses’i, kırmızı başlıklı kız’ı, hansel ve gretel’i yok edemeyiz (en azından kısa vadede), ama bu ve benzeri masalların barındırdığı kavramları yüzeysel de olsa bilirsek çocuklarımızın onları sorgulamasını sağlayabiliriz. toplumsal ve kültürel dönüşüm de bu sayede olabilir ancak.

    * öncelikle masal dediğimiz yazın türü, bilinçaltına hitap eden sembolleri büyük bir ustalıkla kullanır. bu sayede de hedeflediği kitleye (yani çocuklara) mesajlarını rahat bir şekilde iletmeyi başarır. melek özlem sezer’in deyimiyle “görünür yüzeyi kullanmaz” ve böylece normal şartlarda toplum tarafından şiddetli bir tepkiyle karşılanması muhtemel şeyleri/durumları/olayları, “aman masal değil mi altı üstü” dedirterek okuyucu kitlesine alttan alta yerleştirir. bunu da, okuyan/dinleyen kişinin en hassas, zihinsel olarak en açık olduğu ve okuduğu/dinlediği her şeyi bir şekilde zihninde kodladığı, davranışlarını da ona göre şekillendirdiği bir süreçte yapar (yani çocukluk denilen hassas süreçte). çocuğu yakın çevresinde gördüğü ve örnek aldığı davranışlar şekillendirmez sadece. okuduğu, dinlediği, hatta kulak misafiri olup da duyduğu her şey (inanın bana her şey) şekillendirir.

    * masallar temelde iktidara hizmet ederler ve yayılması sağlananlar da bu masallar olmuştur (bunu demiştim biliyorum). amaç okuyucuyu ve elbette geniş perspektifte yönetileni edilgen kılmak, bu edilgenliği de beslemeye devam edip sürekliliğini sağlamaktır. geleneksel masalların tüm mesajları bu yönde iletiler içerir. bu mesajlar çocuğa, büyüklere itaat etmeyi, onların istediği gibi uslu bir çocuk olmayı, itiraz etmemeyi; halka ise koşullarını sorgulamamayı, isyan etmemeyi, boyun eğmeyi ve uslu çocuklar yetiştirmeyi salık verir. amaç çocuklar açısından büyüklerin iktidarını, halk açısından da kan emici yönetici sınıfın iktidarını sağlama almaktır. bazı masallarda karşılaştığımız, sıradan halk çocuğunun çeşitli maceralardan sonra kralın kızıyla evlenmeyi başarması ve sonradan da kral olması ritüelini ele alalım. yokluktan gelen zeki çocuk bir şekilde kral olur ama kral kavramını ve krallığın gerekliliğini sorgulamaz (oysaki çocuğun zekası karşısına çıkan tüm engelleri aşmasını ve kral olmasını sağlayacak yeterliliktedir, ama kral olduktan sonra o zekadan eser kalmaz nedense), daha doğrusu masalın yazarı bunu sorgulatmaz, zira iktidar sürmelidir. yöneten zümreye, üzerinde kolaylıkla egemenlik kurabileceği eline vur ekmeğini al bir yığın gerekir. krallık kötü değildir ve var olmalıdır, bunu sorgulamak kimsenin haddine değildir. geçmişteki krallardan bazıları kötü olabilir ama bu, krallık kavramının kötü ve sorgulanabilir olduğu anlamına gelmez. (bkz: kahrolsun bağzı krallar)

    * masallar normal şartlarda yapılması imkansız şeylerin bir çırpıda yapılmasına imkan tanıyarak geçici bir rahatlama sağlar ve cin, peri, büyü gibi unsurlarla okuyucuyu dışarıdan gelen yardıma muhtaç hale getirir: şans bir anda kahramanımızın yüzüne güler, zenginliğe kavuşur, iktidar sahibi olur (fakir kahramanın prensesle evlenip prens, yani müstakbel kral olması), bitmesi imkansız gibi görünen işler bir anda bitiverir, iyilik ödüllendirilir, kötülük asla cezasız kalmaz. ama tüm bunlar görünmez bir el tarafından organize edilir sanki, çünkü amacı okuyucuyu/dinleyiciyi pasifize etmektir. geleneksel masal, derinlemesine düşünen, kararlar alan, bu kararları uygulamaya koyan, gerektiğinde harekete geçen, eyleme döktüğü kararların sorumluluğunu alan, ayakları yere sağlam basan güçlü bireyler istemez. pısırık, başkasının ağzına bakan, başkalarının verdiği kararların sonuçlarını yaşayan, dahası bu sonuçlara katlanan ve itiraz etmeyen, sorumluluk alamayan, dolayısıyla harekete geçemeyen basiretsiz ayak takımı ister.

    * toplum genel olarak mağdur olanı yücelttiği için masallardaki iyi kadınlar da genellikle zor durumda resmedilir. masallarda kendisine yapılan haksızlık karşısında sesini çıkarmayan, sabreden ve fedakarlık gösterenler de bu kadınlardır. zaman zaman bu haksızlığı yapan kişiye karşı kızgınlık ya da kırgınlık beslerler. ama her seferinde bu pasifliğin, haksızlığa uğramış olsa dahi gösterdikleri sabrın ödülünü alırlar. haksızlığı yapan kişi cezasını bulur, sabır gösteren kadın ödülünü alır. bunun tam karşıtı olarak masallarda bağımsız olarak tasvir edilen kadınların peri, cadı, üvey anne, acımasız kraliçe, büyücü olması da tesadüf değildir. bu tasvirin, toplumun bağımsız kadına karşı duyduğu korkuyla doğrudan ilgisi vardır. masallar bağımsız ve güçlü kadını kötülükle bağlantılandırarak bağımlı olmaya, boyun eğmeye, sabretmeye güzellemeler dizer aslında, dahası bunu kutsar, yüceltir. ödülü de bağımlı kadınlara verir zaten, bağımsız kadın tiplerine de sonu gelmeyen cezaları reva görür. (aslında burada biz yetişkinlere de küçük bir gözdağı verir masal. “bakın masaldaki büyücü, kraliçe gibi çocuklar yetiştirmeyin, çocuklarınızı özgürlük, hak, hukuk gibi saçma sapan kavramlarla büyütüp özgür çocuklar getirmeyin karşımıza. sonra ağzınızın tadı bozulur, karışmayız valla!” der. yani anlayacağınız masal görünürde sadece çocuklara hitap eder, ama işin rengi aslında öyle değildir. azıcık dikkatli anne babalara da kendi çapında ibretlik birtakım dersler verir.)

    * masallar hitap ettiği kitleyi yetişkinliğe hazırlamak için de vardır, baş kahramanları da bu yüzden ergenlik çağındaki gençlerdir. masallarda kullanılan yetişkinliğe geçiş ritüellerinden bazıları da şu şekilde çıkar karşımıza: öpüşme (ama aslında ilk cinsel ilişki, öpüşme sadece sembol), evlilik, yolculuğa çıkma, tecrit olma/edilme, doğayla baş başa kalma, bedensel olarak birtakım zorluklarla test edilme, iktidarda olan bir yaşlının -kralın ya da padişahın- iktidarına kafa tutma, itibarını sarsma, iktidarı ele geçirme…

    * masallarda toplumsal cinsiyet rollerine uyan karakterler ödüllerini alırlar (yukarıda da değindim). bu ödül iktidar sahibi olma, zengin olma, erkek için prensesle evlenme, kız için prensle evlenme, güzellik, mutluluktur genellikle. aslında çoğu zaman da tüm bunlar evlilikle bağlantılı olarak lütfedilir kahramana. toplumun kadın ve erkeğe yüklediği görevlere aykırı olan karakterleri de seç beğen al cezalar bekliyordur: evini geçindirememek, cimrilik, başkasının karısına göz dikmek, kahramanın hakkını yemek, cinsel yetersizlik (bkz: binbir gece masalları), açgözlülük, itaatsizlik, sadakatsizlik, yasaklanan tutkuların esiri olma vb.

    * masallardaki öpüşme, daha doğrusu ilk öpücük ritüeli, sadece basit bir öpüşme değildir. içerdiği anlam, iki varlığın dudaklarının temasından ziyade cinsellik, evliliğe çağrı ve öpülen kişinin dönüşümü (bkz: metamorfoz) alt metinlerine sahiptir. bu sayede çirkin güzele, yaratık prense, kötü iyiye, ölüm de hayata dönüşür. bu dönüşümü sağlayan da genellikle kadındır. kadın, kaderinde yazılı olan çirkin mi çirkin bir yaratığa sabretmeli, onu sevmeli ve yakışıklı bir prense dönüşeceği zamana kadar ona katlanmalıdır. kadının payına düşen bir kez daha sabretmek, boyun eğmek ve koşulsuz sevmektir. zira bu dönüşümün anahtarı ondadır. eğer dönüşmesi istenen/umulan çirkin yaratık dönüşmüyorsa bunun suçlusu yine kadındır, çünkü o yaratığı dönüştürmesi gereken şey kadının verdiği koşulsuz ve karşılıksız sevgidir. bu durumda kadın yeterince sevmemiş demektir. masalın bu yönüne dikkat kesildiğimizde karşımıza şu çıkar : umut sadece fakirin değil kadının da ekmeğidir, zira talihsiz bir şekilde -buraya dikkat- “kendi iradesinin dışında” yaratığa dönüşen erkek, olur da bir gün tekrar insana dönüşürse prens olacaktır. prens olamasa bile zengin bir erkek olacaktır (bkz: o da olumlu). bu süreçte kadından beklenen, katlanması, sevmesi, onu dönüştürmeye çalışması, dönüşmüyorsa kendini suçlaması, kendi yaşamsal koşullarını değiştirmeyi aklından bile geçirmemesidir.

    * kadının çirkin ve belki de huysuz bu yaratığa katlanması sürecinde yaratık aslında çok iyi biridir. başına ne geliyorsa hep iyi niyetinden geliyordur. sevdiğini belli etmez ama içten içe sever, sert davranır ama siz ona bakmayın, içi temizdir. (bkz: ya benim adam sevdiğini pek belli etmez) (bkz: bizim herif biraz sert görünür ama evde öyle biri de olmalı yani) (bkz: erkek dediğin yeri geldiğinde yumruğunu masaya vurmasını bilecek) örneğin güzel ve çirkin masalındaki tüylü yaratık tam da bu sebeple olağanüstü bir varlıktır. bu masaldaki dönüşüm de kızın gerçek sevgisi ve yaratıkla evlenmeye karar vermesi sayesinde gerçekleşir. işte masalın hinliği de burada başlar. masalın güzel final bölümü, daha önceki sayfalarda yer alan travmatik olayları unutturuverir. oysaki o zavallı kız, babasının hayatı karşılığında sarayda o çirkin yaratıkla yaşamaya mecbur kalmıştır. çocuğu uğruna gerektiğinde canını bile vermesi beklenen varlık (bkz: baba), onu kendi basiretsizliğinin sonucunda gerçekleşen bir olayda o iğrenç koşullara hapsetmiştir. ama okuyucu bu kısmı düşünmez, mutlu sonla büyülenir. masal da bunu ister zaten: sen geçmişe takılma, sonuca bak, sonuçta herkes mutlu!

    * masallar prenses adayı güzel kızı olabilecek en kötü koşullarda yaşatır. ailesi tarafından terk edilmiştir (aileye bak), berbat koşullarda yaşamaktadır, açtır, sefalet içindedir, çevresinde güzelliğinin onaylanmasını sağlayacak nitelikte yakışıklı bir erkek yoktur (güzel bir kız yakışıklı bir erkekle birlikte olana kadar kendine güzeldir, olduğunda ise güzelliği kabul görmüş olur), çevresindeki erkekler ya cücedir (onlar da zaten prensese yan gözle bakmazlar) ya da kızın güzelliğini hak edecek zenginlikte değillerdir. yine nedense masallardaki bu hanım kızımız, kahramanımız onu kurtarmadan hemen önce yaşam koşulları açısından daha da dibe çekilir. kahramanın önünde de, güzel kızı kurtarmak için ya yenilgiye uğratması gereken bir canavar, cadı, büyücü, üvey anne vardır; ya da kahramanımızdan insan üstü bir çaba göstermesi ve aşılmaz zor engelleri aşması beklenir. ve tüm bu en kötü koşulların sonunda erkeğimiz müstakbel eşi olacak güzel kızı kurtarır, böylece erkeğin zaferi de kutsanmış olur, yüceltilir. kadın, sorumluluktan muaf tutularak, başkasına muhtaç gösterilerek yine pasifize edilir, erk’in/erkeğin/erkekliğin yüceltilmesi için aracı kılınır sadece.

    * başka bir klişe de şu şekilde çıkar karşımıza: eğer girişilen bir macerada birden çok kardeş varsa, dayanışma ya da rekabet, kardeşlerin cinsiyetine bağlı olarak oluşturulur. kardeşlerin tamamı kız ya da erkekse birbirlerine rakip yapılır. (bkz: külkedisi) kardeşlerin biri kız biri erkekse rekabet yerine dayanışma işlenir. (bkz: hansel ve gretel) kardeşler arası rekabetin olduğu masallarda zafer genellikle en küçük kardeşe bahşedilir ve diğer kardeşler de bu en küçük kardeşin affına mazhar olur. en küçük kardeş her zaman abilerinden, ablalarından daha zekidir ve bu zekasıyla yaşına başına bakmadan tüm zorlukları aşmış, tüm bilmeceleri çözmüş, kardeşleri de dahil tüm rakipleri elemiştir (olmaz olsun öyle kardeşlik).

    * eğer bir masalın kahramanı kadınsa, içinde yaşadığı ailede kuvvetle muhtemel erkek evlat yoktur (aksi takdirde kahraman olmak kadının haddine mi?). ama kadın kahraman buna rağmen kadın kimliğini kullanamaz, çünkü kahramanlık toplum nezdinde erkek olmakla ilintili bir durumdur. masallar da kadını erkek kılığında kahramanlaştırarak erkek egemen dünyayı bir kez daha onaylamış olur. bu kadın kahramanımızdan beklenen de, olur da kahramanlık sürecini tamamlayıp evlenirse (bazen bu süreçte müstakbel eşine karşı mücadele ettiği de görülür), artık kahramanlık yapmaması, bu işlerden elini etiğini çekmesi, evinin kadını çocuklarının anası olmasıdır. kadın kahraman için ilk öpüşme/ilk öpücük, hayatının erkeğini bulduğu an gerçekleşir. böylece masal, kadın kahramanın bekareti konusunda da, atıldığı maceraların bekaretine bir halel getirmediğine dair güvence sunar.

    * masallar her şeyi “en” yapmaya da meraklıdır. masalın erkek kahramanının cesur ve güçlü olması yetmez, en cesur ve en güçlü olmalıdır. prensesin de güzel ve çekici olması değil, en güzel ve en çekici olması gerekir. benzer şekilde kral ya da padişah en yüce gönüllü, cadı, üvey anne, büyücü vb. kötü karakter olarak tasvir edilen kişiler de en kötü olmalıdır. böylece en cesur erkeği, en kötü düşmanlarla mücadele ettirip en güzel prensesle buluşturur ve içimizi rahatlatır, aksi takdirde okuyucuda liyakatla ilgili birtakım soru işaretleri oluşabilir ki bu da masalın, türünü devam ettirmesi açısından iyi bir şey değildir. davul bile dengi denginedir, herkes yerini bilmelidir. erkek kahraman da onca zorlu testi başarıyla geçtiyse bir zahmet prensesi değil, en güzel prensesi ve en çıtır prensesi elde etsindir. normal şartlarda kadından beklenen -en hafif tabiriyle- “ağırdan alma”, masallar söz konusu olunca göz ardı ediliverir, prensesimiz kurtarıcısına aniden tutulur, aşık olur. ama bu bir zayıflık göstergesi değildir, kahramanımız alt sınıftan da gelmiş olsa artık bunu hak etmiştir. prensesin, onu sıradan değil, çok daha sıradışı kötülüklerden koruyacak bir kocaya; erkeğin de, yaptığı kahramanlıkları hak edecek güzellikte ve güzelliği toplum tarafından önceden onaylanmış bir prensese ihtiyacı vardır. bu şekilde her ikisinin de isteği karşılanmış olur. bazen muhteşem bir kahramanlıkla kurtarılmayı bekleyen en güzel kızın yerini, kral olan babasını dahi içinden çıkamayacağı durumlara düşüren en güzel kız alır. kral, bu durumu çözüme kavuşturmak için bir yarışma açar, sonucunda da yarışmayı kazanan kişiye kızını vaat eder. bu yarışma kimi zaman kimsenin çözemediği bir bilmeceyi, kimi zaman da zorlu koşullar içeren bir macerayı içerir. masal, bilmeceyi en yakışıklı erkeğe çözdürerek, macerayı en yakışıklı erkek lehine sonuçlandırarak en güzel kızı en yakışıklı erkekle buluşturur yine. bu arada zeki ve yakışıklı erkek aracılığıyla kralın asi kızını da ehlileştirerek gerekli toplumsal sınırlar içine çeker. bu tip masalların sonunda genellikle basiretsiz kral, yarışmayı kazanan zeki erkeğe iktidarı teslim eder ve bir köşeye çekilir. (gariptir ki kahramanımız tüm bu süreci tek çizik bile almadan tamamlayacak zekaya sahiptir. tamamlayıp, kralın kızını ve utanmadan bir de tahtını aldıktan sonra o zekadan eser kalmaz. tüm o çetrefilli bilmeceleri, bulmacaları, tuzaklı maceraları atlatan zeki erkek, kral olduktan sonra mala bağlar, bir önceki basiretsiz kraldan hiç farkı kalmaz. masal bir kez daha okuyucuya, mutlu sona gelinen süreçte yaşanan her şeyi unutturmuş, bizi yine sadece mutlu sona odaklamayı başarmıştır.

    *çocuklar, okudukları ya da dinledikleri masallarda kahramanları örnek alırlar, çünkü en göz önünde olanlar onlardır. hangi çocuk yan roldeki bir karakteri umursar ki? yanlış niteliklerle dolu kahramanlar, yanlış birer model olur çocuklar için. masallardaki kahramanların gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan özellikleri vardır. tüm zorluklarla tek başlarına mücadele ederler (tamam bazen bir kişinin yardımına ihtiyaç duyabilirler), bu mücadeleyi de sahip oldukları fiziksel güç ya da sihir vb. şeyler aracılığıyla yaparlar. çocuk bu kahramanları örnek alırsa, karşılaştığı sorunlara kendince bulduğu/bulacağı çözümler de o kahramanınkiler gibi olacaktır: gerçek bir mücadele içermeyen, mücadele içeriyorsa da fiziksel güç ve tek başınalık içeren çözümler. oysaki gerçek hayat öyle değildir, olmayabilir. mücadele gerektirir, bu mücadele çoğu zaman fizikselden öte zihinsel güç ve süreç içermelidir, çocuğun birden çok kişiyle dayanışma içine girmesini gerektirir ve bazen de soruna yönelik asıl çözümü, dayanışma içine girdiği kişilerden birinin bulmasına tahammül etmelidir. ama çocuğa dayatılan masallardaki kahraman kültünde bu yoktur. okuyucu/dinleyici hele de ezilen, sindirilen ve başkaldıramayan, buna azıcık da olsa izin dahi verilmeyen bir çocuksa, bu durum daha da vahim bir hal alır ve çocuğun, kahramanın zaferine ortak olarak doyum sağlamasına yol açar. ama onu doyuma ulaştıran bu masallarda cinsiyetçilik, ödül olarak sunulan güzel bir kız, sonunda kendini bir halt zanneden kahraman, acımasızlık, intikam, keskin bir şekilde birbirinden ayrılan iyi ve kötü karakterler, başarıya ulaşmak için fiziksel gücün yeterli olması unsurları vardır. bir çocuğun sunulan bu kavramlarla büyümesi, hayatı da bu şekilde görmesine yol açar.

    * masallarda oynatılan oyunların toplumsal cinsiyete dair roller içerdiğini bir önceki yazımda belirtmiştim. kız çocuklara evcilik oynatmak, erkek çocukları elinde kılıçla resmetmek tam da bununla ilgili bir durum. kızlar masallardan aldıkları “otur oturduğun yerde” mesajlarına ek olarak aileler tarafından da evcil olarak yetiştirilir zaten (sonuçta o anne de aynı masallarla büyümüş, masallar ona da otur oturduğun yerde demiş). mutfak işlerine koşturulurlar, moraller düştüğü anlarda evin neşesi olurlar, taleplerini, evin sert bakışlı reisinin gururunu okşayarak dile getirirler ve almak istediklerini de şirinlikleriyle elde ederler. erkek için geçerli değildir bunlar. aile içinde kız çocuğa karşı davranışlar iç dünyaya yönlendirici niteliktedir, ama erkek çocuk, ailesinin ondan beklentileri doğrultusunda dış dünyaya yönlendirilir. anne babasına alışverişlerde yardım etmesi beklenir mesela. daha geç saatlere kadar dışarıda oynayabilmesi de erkek çocuğa tanınan ayrıcalıklardan biridir. dolayısıyla toplum/kültür, kız çocuğu dış dünyayla ilgili deneyimlerden yoksun bırakır. aile kız çocuğu içsel alana hapsederek onu gereğinden fazla uysal, şefkatli ve yumuşak yetiştirir. bunu yaparak da farkında olmadan bir felakete zemin hazırlar. dış dünya deneyiminden yoksun kalan kız çocuk iç dünyasına (yani duygusal yönlerine) odaklanır, tüm dünyasını bu temel üzerine kurar. hayatını bu şekilde temellendiren bir kız çocuğunun da sonraki yıllardaki duygusal ilişkilerinde erkeğe nazaran daha hırslı olması normaldir. çünkü ailesi ona başka bir alan sunmamıştır, rekabete girebileceği, kendini gösterebileceği tek alan vardır, o da duygusal ilişkileri. (bkz: kadın kıskançlığı) (sesli düşünüyorum: kadın kıskançlığının kendine zarar verme olarak, erkek kıskançlığınınsa bu kıskançlığın öznesi olan kişiye yani kadına zarar verme olarak ortaya çıkması, kadının iç dünyaya, erkeğinse dış dünyaya yönlendirilmesiyle ilgili olabilir mi?)

    * evin kızından, ailesini endişeye sürükleyecek dış deneyimlerden kaçınması beklenir. başına bir şey gelecek olursa bu durum tüm aileyi zor durumda bırakacaktır. kız çocuk, bu sorumlulukla yetiştirilir ve olur da başına kötü bir olay gelirse bunun sorumlusu yine kendisidir. bu kız çocukları için en büyük başarı (eğitimli olsun ya da olmasın pek fark etmiyor) mutlu edebilecekleri (onları mutlu edecek demiyorum bakın) ve güzelliklerini onaylatabilecekleri yakışıklı, zengin bir erkek bulmalarıdır. karşılarına çıkan adayların birtakım sınavlardan geçmeleri gerekir ama, zengin prens öncelikle güzel prensesin güzelliğini hak etmelidir. azıcık kaprisin ve nazın bir zararı yoktur, kendini azıcık ağırdan satmalıdır (bkz: satmak) ama yakışıklı prensin, sahip olmak istediği bu en güzel prensesi zaman zaman cesaretini toplayıp öperek uyandırmasında da bir sakınca yoktur. bu tip ufak yaramazlıklar kabul edilebilir. tıpkı masallardaki gibi…

    * yaratılmak istenen (ve hatta yaratılan) kadın tipi pamuk prenses masalında iyice ayyuka çıkar. pamuk prenses, çevresindeki herkesi kendi gibi zanneden (tanıdık geldi mi?), başına gelebileceklere karşı önlem almayan, başına gelenlerin sorumluluğunu da alamayan, her şeye aptal gibi inanan, ev temizleyerek sadece bedensel bir çaba harcayan, düşünsel anlamda hiçbir çaba göstermeyen, zihnini yormayan, zengin olması da fakir kalması da başkalarına bağlı olan, ölüm tehdidi altında yaşayan, avcının anlık merhameti sayesinde ölmekten kurtulan, doğanın acımasız koşullarına terk edilen, çevresinde hadım edilmiş cücelerden başka erkek bulunmayan, yine bu cüceler ve yakışıklı bir prens tarafından kurtarılan basiretsiz bir genç kız. dış dünyaya dair zerre kadar deneyimi yok ve hayatıyla ilgili tüm ipler başkalarının elinde, saçının teline kadar başkasına bağımlı. yani masal diyor ki bir anlamda: “sen sesini çıkarma, sana yazılan kaderi yaşa, verilen görevi layıkıyla yerine getir, elbet biri çıkar ve seni bu kötü koşullardan kurtarır. alnına ne yazılmışsa o olur bacım, şansını çok zorlama.” masalda üvey anne de boşuna cezalandırılmaz. üvey anne pamuk prenses’in aksine kadınlığının ve güzelliğinin farkındadır, kaderi kendi ellerindedir, yönetilemez yönetir, yani tam bir femme fatale’dir. masal femme fatale’i cezalandırarak diğer kadınlara da ders verir bir anlamda. der ki, bahtınız açık olsun istiyorsanız güzelliğinin farkında olan ve kaderini kendi tayin eden üvey anne/kraliçe gibi olmayın. güzelliğiniz geleceğinizi şekillendirir ama pamuk prenses gibi olursanız… (yukarıda bir yerde değindim ya, biz yetişkinlere de sesleniyor aslında. yetiştirmeyin böyle çocuklar, böcek gibi ezeriz onları, sevmeyiz böyle bağımsız karakterleri, çoğunluk biziz diyor.)
    --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    * melek özlem sezer, kitabında yücel feyzioğlu’nun birebir yaşadığı bir olay aktarır. ben de sizin için yazayım buraya. feyzioğlu çifti çocukları henüz anne karnındayken ona masal okumaya başlarlar. masalın kahramanları da keloğlan ve sinbat’tır. çocuk bir yaşına gelince sinbat yok olur, çift bir daha hiç değinmez bu kahramana. bir yıl sonra evde temizlik yapılırken çocuk “babaaa, sinbat’ı buldum” diye bağırarak babasının karşısına dikilir. masal okunduğu sırada dili henüz açılmamıştır çocuğun ama zihni açıktır ve karakter bir şekilde oraya yerleşmiş, ansızın da ortaya çıkıvermiştir.

    * kırmızı başlıklı kız ile hansel ve gretel masallarıyla ilgili bir şeyler yazmıştım ilk yazımda ama melek özlem sezer’in bölüm sonu notlarının arasında yer alan şu notu da aktarmam gerektiğini düşünüyorum. diyor ki orada: “masalı ilk bakışta çözümlemenin güçlüğü de burada yatar zaten: kullanılan takma isimlerde ve figüranlarda… bir başka güçlük de, aynı olayın ya da simgenin birden çok anlama karşılık gelmesidir. örneğin hans zulliger’e göre kırmızı başlıklı kız’da diğer iletilerin yanısıra bir doğum kuramı saklıdır (ayrıca kurt ve yedi keçi yavrusu ile hansel ve gretel’de de). çocuktaki düşünce yapısı, doğumu şu şekilde formüle etmektedir: anne bir çocuğunu yer, böylece annenin karnında bir çocuk oluşur. baba, annenin karnını yararak açar ve bu sayede çocuk dünyaya gelir. zulliger’e göre çocuk için büyükanne ve kurt aynı kişidir ki bu da annedir. bıçağıyla kurdun karnını yaran avcı ise babanın yerini tutar. hansel ve gretel’de ise bu simgesel rolleri cadı ile fırını oynar.” (hans zulliger - çocukta oyunla tedavi)

    * bir de karşı masal kavramına değineyim kısaca. karşı masal dediğimiz şey, kült’leşmiş masalların aykırı bir yeniden kurgusundan ve yazımından ibaret. yani asıl metni ters yüz ederek yeniden oluşturmaktır karşı masal. prens rapunzel’in saçına tutunarak kuleye tırmanırken rapunzel’in kuleden aşağı düşmesi, kurbağayı öpen prensesin kurbağaya dönüşmesi ya da prensesi öpen prensin de ölüvermesi gibi… (bkz: murathan mungan) (bkz: kırk oda)

    * vladimir propp, çocuk edebiyatında önemli bir isim. masalın biçimbilimi adlı bir de eseri var propp’un. ona göre klasik masallarda 31 adet motif var ve hiçbir masal bu motiflerin dışına çıkmamış, tüm metinler bu motifler çerçevesinde şekillendirilmiş. motifleri buraya tek tek yazıp, yazıyı şu kısmına kadar sabırla okuyan arkadaşlarımın sabırlarını daha fazla zorlamak istemiyorum. 8kobe8 adlı yazar arkadaşım şu entri’sinde değinmiş tamamına. merak edenler oradan okuyabilirler.

    * sezai ozan zeybek takip ettiğim bir akademisyen. kendine ait oyunbozan adlı bir blog'u var. burada beni aydınlatan birçok yazısını okudum. ozan zeybek çocuk kitaplarıyla da ilgili iki yazı paylaşmıştı vakti zamanında. onları da sizlerle paylaşayım, severek okuyacağınız kanısındayım.

    çocuk kitaplarındaki hayvanlar: insan yavrularının ahlaki eğitimi

    ağustosböceği ve karınca

    * ozan zeybek’in yukarıda paylaştığım yazılarından birinde değindiği bruno bettelheim’a aytül akal da (ki kendisi çocuk kitapları yazarıdır) web sitesindeki yazılarından birinde yer vermiş. demiş ki akal: “yayımcı, yazar ve eğitimciliğiyle çok yönlü bir kimliği olan aysel gürmen'in bu konudaki cesur makalesinden kısa bir alıntı yapmak istiyorum: aysel gürmen klâsik masalların neden eleştirilemediği konusundaki tabuya cesaretle değiniyor: "klâsik masallara olumsuz eleştiri getirmek her babayiğidin harcı değil. çünkü, bruno bettelheim'in peri masallarının anlamı ve önemini anlattığı, gerekli ve yeterli mercilerden onay almış the uses of enchantment isimli kitabı, insanın tepesinde demokles'in kılıcı gibi sallanmaya başlar. bir eğitimci ve psikoterapist olan bruno bettelheim, bu kitabında özet olarak, peri masallarının çocuk gelişiminde çok önemli bir yeri olduğunu, bu masallarla çocukların yaşamla ilgili iç çelişkilerini çözümlediklerini, etik ve ahlakla (moralite) ilgili soyut kavramları yerli yerine oturtarak varlıklarının gerçek anlamını kavradıklarını söylüyor.”

    * melek özlem sezer’den çok söz ettim. zaten hem bu yazımda hem de ilk yazımda temel olarak yararlandığım kaynak onun masallar ve toplumsal cinsiyet adlı eseri. işi, çocuğuna nitelikli kitaplar seçmekten daha da ileriye götürmek isteyen, masallar konusunu daha da derinlemesine araştırmak isteyen arkadaşlarımın kesinlikle okuması gerektiğini düşünüyorum. ayrıca melek özlem sezer’i şu blog’undan takip edebilirsiniz. olur da bu yazı onun gözüne ilişirse kendisine sevgilerimi ve teşekkürlerimi iletiyorum.
    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    * birkaç kaynak daha paylaşayım sizlerle
    hırçınkalem adlı blog’da "peri masalları ne demek istiyor?" adlı bir yazı buldum. henüz üstünkörü bakabildim yazıya ama dikkate değer şeyler yazmış yazar arkadaş.

    yine sadece göz atabildiğim bir yazı da şurada.

    cadılar ve bunun çocuk edebiyatına sirayet etmesiyle ilgili bir yazı şurada.

    kırmızı başlıklı kız’la ilgili bir yazı var şurada da.

    binbir gece masalları'yla ilgili bir yazı

    masallardaki dişi objeadlı başka bir yazı.

    eğitimpedia’da konuyla ilgili çıkan bir yazıya da şu bağlantıdan erişebilirsiniz.

    çocuklarda okuryazarlıkla ilgili bir yazı da burada.

    şalom gazetesi’nde masallarla ilgili çıkmış kısa bir yazı.

    ve son olarak da bruno bettelheim’ın, şen süer ve yurdagül sağlam tarafından çevrilen, 1991 yılında metis çeviri’nin 15. sayısında yayımlanan pamuk prenses adlı yazısını buraya tıklayarak indirebilirsiniz. dergiyi satın alayım derseniz de nadir kitap'ta satılıyor.

    * bir de bir kenara “okumalıyım bunları” diyerek not ettiğim birkaç kitabı paylaşayım. onlara da bir bakın isterseniz:

    vladimir propp – masalın biçimbilimi

    stephen mitchell – kurbağa prens: yetişkinler için bir masal

    angela carter – kanlı oda

    ahmet sarı – masalların psikanalizi

    haydar akın – orta çağ avrupa’sında cadılar ve cadı avı

    colette dowling – sindrella kompleksi: çağdaş kadının bağımsızlık korkusu

    jeanne cordelier – pamuk prenses’in ölümü

    bülent somay – şarkı okuma kitabı

    speakout adlı yazar arkadaşın tavsiye ettiği skolastik fantazya

    judith liberman’ı da belki duymuşsunuzdur. kendisi modern bir masal anlatıcısı. kendisini dinleme şansım da oldu ve anlatım tarzını da anlattığı masalların içeriğini de çok sevdim. işte onun da bir kitabı var. okumadım ama okumak üzere not aldım. şurada görebilirsiniz kitabı. liberman’la ilgili bir de tedx videosu paylaşayım sizlerle.

    son olarak da ders kitaplarındaki cinsiyet algısının cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze kadar geçirdiği değişimle ilgili bir kitap paylaşayım. geçenlerde ayşenur adlı twitter kullanıcısı bu kitaptan bazı alıntılar paylaştı. (o alıntılar da şunlar: 1, 2, 3, 4, 5 ve 6. bu alıntıları içeren kitap da firdevs gümüşoğlu’nun ders kitaplarında toplumsal cinsiyet adlı kitabı. hatta şurada da yine firdevs gümüşoğlu’nun konuyla ilgili bir yazısını bulabilirsiniz. bu da apayrı bir araştırma konusu ve kesinlikle üzerinde durulması gerekiyor. cumhuriyet, hem maddi hem de düşünsel anlamda kadının erkekten kopabilmesine olanak sağlaması ve ona özgürleşme fırsatı tanıması açısından, masalların yüzlerce yılda yarattığı kadın tipine vurulmuş bir darbedir. ama maalesef sonradan iktidara gelen muhafazakar politikacılar sayesinde(!) kadın, sistemli bir şekilde bulaşığa, çocuk bakımına, yemek pişirmeye, temizlik işlerine tekrar gömüldü. bu kitap da, bu sürecin devlet eliyle nasıl yürütüldüğünü gösteriyor.

    * bu ve bir önceki yazımı okuyan sevgili anne babalara birkaç şey daha söylemek istiyorum. çocuğunuz devlet okulunda da okusa, özel okulda da okusa, onların nitelikli metinler/kitaplar okuması sizin de elinizde aslında. özel okullarda koşullar daha iyi olduğu için çocukların sözünü ettiğim türden kitaplara erişmeleri haliyle daha kolay. ama biliyorum ki, özel okullar bile çocukların önüne saçma sapan kitaplar koyuyorlar hala, bu konuda hala çok ama çok gerideler. yani sanmayın ki her özel okul alışılmışın dışında alternatif bir kütüphane oluşturma bilincine sahip. inanın yok öyle bir şey. çocuk edebiyatı, bırakın toplum nezdini, eğitimin içinde olan, süreci yöneten insanlar nezdinde bile en az önemsenen alan. bunun önemsenmesini öğretmen ve okul yönetimiyle işbirliğine giderek siz sağlayabilirsiniz. (okul aile birliği denilen yapı neden var allah aşkına? böyle bir şey için işbirliği yapılmayacaksa, ne için yapılacak!)

    devlet okullarında durum daha da vahim, farkındayım. ama buna rağmen çocuk kitapları konusunda iyileştirmeler yapılabilir, en azından kitaplara ulaşma sıkıntısı yaşamayan merkez okullarda. bunun gerçekleşmesi de yine siz anne babaların elinde. kendi aranızda toplanın, konuyu değerlendirin, tartışın, illaki bir çıkış yolu, bir çözüm bulursunuz. meb’den bir şeyler yapmasını bekliyorsanız daha uzun bir süre beklemeniz gerekecek muhtemelen. çocuğunuz değil de torununuz –o da bir ihtimal- meb’in yaptığı o güzel değişiklikleri görebilir. (kırsal bölgelerdeki okulların ne durumda olduklarını, kitaplardan önce çok daha yaşamsal şeylere ihtiyaç duyduklarını çok iyi biliyorum, farkındayım.)

    sondan bir önceki sözüm yine siz anne babalara. sadece şu basit kıyaslamayı yapın: çocuklarınızın şu ve şunun gibi kitaplar okumasını mı istersiniz, yoksa bu ve bunun gibi kitaplar okumasını mı? aslında gördüğünüz gibi sizden –haddim olmayarak- zorbalıkla naiflik arasında bir seçim yapmanızı bekliyorum. elbette son karar yine sizin.

    ve son söz sevgili frederick’in: sanatını konuşturan ağustos böcekleri aşkına...
  • herkes duymuştur faşizm lafını. lakin çoğu araştırmamıştır. sadece bildiğini sanıyordur. peki faşizm ile yönetilen bi ülkeyi nasıl anlayabiliriz? dr. lawrence britt bunu araştırmış hitler, musollini, franco gibi diktatörleri incelemiş ve ortaya 14 madde çıkartmış bu maddelerden biri bile varsa ülke kötü yolda demekmiş. bakalım bu 14 maddeye ve bazı ülkelerle(!) karşılaştıralım.

    1 - güçlü ve sürekli milliyetçilik: faşist yönetimler sürekli patriotic mottolar, sloganlar, semboller, marşlar vs kullanırlar. bayraklar her yerden görünür(sadece ülke bayragından bahsetmiyoruz). t-shirtler, günlük kullanılan eşyalar çoğu şeyde bayrakları görürüz.

    2 - evrensel insan haklarının küçümsenmesi, göz ardı edilmesi: faşist rejimlerde en basit insan hakları bile göz ardı edilebilir çünkü vatanın buna "ihtiyacı" vardır. insanlar işkence, suikast gibi olayları hoş görmeye başlıyor.

    3 - halkı birleştiren tek olayın ortak düşman yaratma olması: eğer bi ülkede insanlar toplanıp bir gruba kin kusuyorsa. ortak düşman grupları varsa yine bu faşizm'in göstergesidir. tüm almanyanın yahudi nefretiyle birleşmesi gibi.

    4 - silahlı kuvvetlerin inanılmaz üstünlüğü: ortada bir tehdit olmasa bile polis, asker gibi kesimlerin büyük oranlarda hazine payından yararlanması. tv'lerde afişlerde vs polis ve askerin sürekli yüceltilmesi.

    5 - artan seksizm: faşist ülkelerde erkek dominantlaşmaya başlar, kadınlar ikinci plana atılır. kürtaj, gaylik, boşanma gibi şeyler tabii ki hiç hoş karşılanmaz.

    6 - medyanın tarafsız olmaması: faşist ülkelerde medya tamamıyla devlet kontrolundedir. ya da devlet medyayı direkt degil de dolaylı yoldan kontrol eder. sürekli onlara biat eden adamlar konuşur. savaş zamanlarında sansür en üst kademelere çıkar.

    7- ülkenin güvenliğinin her şeyden önemli olması: ülkenin güvenliği insan yaşamından, temel hak ve özgürlüklerden vs daha bi öndedir. her şey ve herkes ülke içindir.

    8 - dinin ve devletin iç içe geçmesi diğer anlamda anti laiklik. din ülkeyi manipüle edicek ilk araç haline gelir. devlet direkt kabul etmesede getirdikleri kanunlar vs din temelli olur.

    9 - yandaşların korunması : bir güruhu başa getiren iş adamları, zengin kesimler vs'dir. o güruh başa gelince onlar daha da zenginleşir. devlet de o kişileri ve kurumları her olayda destekler.

    10 - işçilerin tasfiyesi : organize olmuş bir işci grubu en buyuk tehlikelerden biridir. bu yuzden işci sendikaları ya onlara tamamıyla baglanır ya da tasfiye edilir.

    11 - zekanın ve sanatın küçümsenmesi : faşist ülkelerde sanatçıya ve okumuş kesime karşı açık düşmanlık desteklenir. çok yaygın olmasa da(sanırım bu çok ileri oluyor) bazen profesörler ve araştırma görevlileri sansüre uğrar hatta hapise bile gönderilebilir(!)

    12 - suça ve cezalandırmaya karşı bi istek : faşist ülkelerde polise limitsiz güç verilir. polis hakimin, savcının hatta cellatın bile görevlerini yapabilir. polisin bu gücüne aldanan halkta milliyetçilik için polisle birlikte hareket edip hem onları desteklerler hem de işlerini yaparlar. (beraber bi yerlere saldırmak gibi)

    13 - yaygın kayırma ve yolsuzluk : buna açıklama yapmaya bile gerek yok. devletin 1. kademesinden en alt kademesine faşist rejimlerde yolsuzluk vardır. herkes elinden geldiğince kendisi için çalıyor.

    14 - hileli seçimler : faşist bi rejimi seçimle gönderebileceğinizi düşünüyorsanız o biraz zor. bu gürühlar kolay kolay bırakmazlar..

    bazı ülkeler 14'de 14 çekiyormuş diyorlar benim aklıma pek gelmedi. allah kolaylık versin o ülkenin vatandaşlarına.

    kaynak : http://www.rense.com/general37/char.htm
hesabın var mı? giriş yap