• ele cetvel vurma veya kafaya seri tokatları falan hepsini geçiyorum; en kötüsü saçın favorilerden çekilmesiydi. aklıma geldikçe gözümden yaş akar. ne vicdansızlıktır bu arkadaş? nasıl aklınıza gelmiş bu fantezi?
  • fen öğretmeni bir kadın vardı. düzenli olarak sınıfı sıra dayağına çekerdi. şimdi düşünüyorum da hadi biz erkeğiz az biraz piç olduğumuz dönemler. ulan çok ders çalışan ufacık kızların eline hayvan gibi vururdu amına koduğum orospusu.
  • benim ilkokul öğretmenim babamdı.

    1.sınıftayken tahtaya kaldırıp bir şey sordu bilemedim.

    sopayı parmaklarıma dokundurdu. herkese öyle yapardı. acıtmadan “bak sana ders olsun” derdi.

    başladım ağlamaya, acıdığından değil “babam bana nasıl böyle yapar” diye.

    “seni anneme sölicem” diye bağıra bağıra çıktım sınıftan.

    devam eki: annem destek çıkmadı “bilememişsin soruyu, gel çalışalım” dedi:)
  • bu dönemin, aşağı yukarı insanlık tarihine denk olduğu söylenebilir. türkiye özelinde son yirmi yılda gitgide azalarak hayatımızdan çıkmaya yüz tutsa da, pek çok ülkede doludizgin devam ettiğine de şüphe yok.

    fiziksel şiddet, eğitimin gereklerini yerine getirmeyen, eğitimin amacına ulaşmasını engelleyecek davranışlar gösteren öğrenciye verilen bir cezadan da öte, doğrudan eğitimin bir parçası olarak algılanan, pedagojik işlev yüklenen bir enstrüman. yani dayak, okulu okul yapan temel unsurlardan biri adeta, eksikliği durumunda eğitimin kaliteli olmayacağına inanılmış. hukuken de ceza infazlarının bedensel cezadan hapse doğru evrilmesi epey yakın zamanlı bir gelişme.

    şiddet, insanlık tarihinin motoru. medeniyet dediğimiz şey, bir bakıma şiddetin kontrol altına alınma çabasından ibaret. bin yıllar boyunca, şiddet insan hayatının o kadar doğal bir parçasıydı ki, şu anki hayatlarımız epey inanılmaz gelmeli aslında hepimize. çok yakın tarihlere kadar, halka açık infazlar söz konusu dünyanın her yerinde. yani güneşli bir pazar günü çoluk çocuk istanbul gezmesine çıktınız, sultanahmet civarından geçerken cellat çeşmesinde bir soluklanayım diyerek ayaküstü kesilen birkaç kelleyi ailece huşu içinde seyredebilirdiniz. bugün ışid videolarında veya meksika uyuşturucu kartellerinin infaz videolarında anca rastlayabileceğiniz türden vahşetler, günlük hayatın gayet doğal bir parçasıydı hep.

    entry "siz o eski tüp kuyruklarını bilmezsiniz yiğenim, nelerini gördük nelerini" minvalinde bir yere doğru kayıyor farkındayım, durun kaçmayın toparlayacam. sen de bir sus fuko. bikbikbik kafamın tepesinde. zaten uykum kaçmış.

    neyse şimdi harari'ye filan da bulaşmıyorum. fiziksel şiddetin iktidarın temel harcı, en masrafsız kurucu unsuru olması, varlığı ortadan kalksa bile ihtimalinin tepemizde sallanmasını, arada bir hatırlatılmasını yeterli kılabiliyor hala. zamanında sızdırılan mit kaydında davutoğlu'nun dediği gibi, "hard power olmadan soft power olmaz." 15 temmuz gibi, devletin "beka" tehdidini ileri sürerek cinnet getirmesini meşrulaştırdığı örnekler hala gözümüzün önünde netekim. infaz hukuku, bizzat toplumun pedagojisine yönelik. generallerin ağzını burnunu kırıp resmi ajans tarafından videoya çekmek ve yayınlamak, bütün topluma, hepimize verilen eğitimin bir parçası. cesetlerine işkence yapılan örgüt mensupları da hakeza.

    korku, insanın temel duygusu. insan bu yüzden güce tapar. halkımız bu yüzden isyanı ve isyancıları sevmez, çünkü onların başına ne geldiğini binlerce yıl boyunca görmüş, yaşamıştır, hala yaşamaktadır. bütün o celali isyanlarını düşünün. kelleleriyle piramitler inşa edilen, kuyular doldurulan, çarmıha gerilen, çengellere asılıp günlerce can çekiştirilen, odun gibi yakılan isyancılar... bizler ya bu katliamlardan artakalanların, yani isyancıların başlarına ne geldiğini gören ve hayatta kalmanın birinci kuralının itaat etmek olduğunu idrak edebilenlerin, ya da bizzat katliamcıların torunlarıyız. isyancıların feci sonları, yüzyıllar, binyıllar boyunca, toplumun kolektif hafızasına nakşolmuş, şuuraltına sirayet ederek karşı konulmaz bir hükümranlık kurmuştur.

    bu yüzden, güce tapmanın, onu aşkla sevmenin, güvenli bir yaşam için zorunlu bir unsur olduğunu, doğduğumuzdan itibaren zihnimize nakış gibi işleriz. güce taparak yalnızca kendimizi korumaya almış olmaz, gücün bizzat bir parçası haline geldiğimizi hissederiz, güçlünün yanında olmak insana gerçekten iyi hissettiren bir şeydir. o sizin adınıza başkalarını ezer, çiğner, yakar ve yok eder, siz de bu gösterinin bir parçası olma onurunu yaşarsınız. hele hele, bizzat o infazı uygulayan araç olmanın tadına doyum olmaz.

    bütün bunları elbette çok iyi bilen, bildiğinin farkında dahi olmadan bilen insanlar, güç ve iktidar karşısında, onu sevmekten başka bir çaresi olmadığını da idrak eder, etmek mecburiyetindedir. kendi iktidarına, kendi bekasına tehdit hissettiği zaman ne kadar vahşileşebileceğinin sınırı kestirilemeyen bu kadar muazzam bir güç karşısında, istediği zaman sizi bir sinek gibi ezebileceğinden kuşku duymadığınız bir güç karşısında, aşkla tapınmaktan başka bir çareniz yoktur. evet, yalnızca tapınmak yetmez, bunu severek ve isteyerek, canıgönülden yapmanız gerekir, nitekim siz de öyle yaparsınız. bu yüzden tanrı ile devlet kafanızca mezc olur, ikisini birbirinden ayırmak güçleşir. spinoza'nın tanrı ile evren arasında ayrılık gayrılık görmemesi gibi. ayran içtik ayrı mı düştük?

    kıymeti dostlarım, kıymetli kardeşlerim, bu vatanın delileri, bu vatanın fedaileri, bu vatanın serdengeçtileri. theodor roosevelt’in dediği gibi, “onları taşaklarından yakalarsan, kalpleri ve akılları da peşinden gelir.”
  • şöyle babası asgari ücretli çalışan , annesi ev hanımı olan oğlanların tahta önünde sağlı sollu dayak yedikleri dönemdir. iğrenç yıllardır.
  • okulda dayağı ilk olarak anaokulunda yedim. sağ ve sol öğretilirken, sol diye sağ kolumu kaldırdığım için tokat yemiştim. özellikle altına işeyen falan olduğu zaman hocanın tokatlaya tokatlaya çocuğun altını değiştirmesi hala dün gibi aklımda. kaşar tevhide seni bulursam o takadı iade edeceğim. bi kere de ilkokulda hocanın ayağına bastığım için tokat yemiştim.
  • lise 1 idi. zeki ve yaramaz bir arkadasamiz vardi sinifta. mat hocasi buna ve herkese hakaretler yagdirir asagilar fiziksel seyler de yapardi. bir gun o yaramaz arkadasimiz dedi ki
    “yarin sizin cocugunuzun ogretmeni de biz olacagiz. o zaman gorursun”
    sonra kadin degisti.
  • bu dönemin öğretmenlerinin %85 civarı "lise mezunu"dur.

    üniversite mezunu öğretmen sayısı arttıkça ve aynı zamanda üniversite mezunu veli sayısı arttıkça azalmış ve neredeyse sona ermiştir.

    elbette özel televizyonların, kameralı cep teleonlarının da önemli etkisi olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor.

    son bir ek bilgi vereyim: o dönem okulda öğretmeninden dayak yiyen çocuk, "kimbilir ne yaptın?" diyerek anne - babasından da ayrı bir dayak yerdi.
  • geçen gün eşimin babası çok garip şeyler anlattı. 1958 yılından önce ingiltere'de okullarda dayak yasalmış. hatta (ben önce benimle dalga geçiyo sandım), sözünü dinlemeyen çocuk müdürün odasına götürülürmüş, çocuk pantolonu indirirmiş ve poposu baya bildiğiniz sopayla dövülürmüş. hatta sopa dolabı varmış ve işlenen suça göre sopa değişkenlik gösterirmiş. sonra o çocuk poposu kıpkırmızı şekilde derse girer, poposunun üstüne oturamazmış. evde de poposunun üstüne oturamadığı için ailesi sorarmış okulda dayak mı yedin diye, çocuk da evet diyince neden uslu durmuyosun diye bi de evde dayak yermiş.

    eşimin annesi de o dönemi görmediğini ama söz dinlemeyen çocukların ellerine sopayla vurulduğunu ve o morlukların haftalarca geçmediğinden bahsetti.

    ikisi de inanılmaz sakin ve asla sinirlenmeyen insanlar, onlar gittikten sonra eşime sordum hiç dayak yedin mi ailenden diye, bikere tokat bile atmamışlar, ama ikisi de eğitimde dayak olması gerektiğini ateşli bir şekilde savundular, gençliğin bozulmasının okulların zıvanadan çıkmasının nedeninin dayak eksikliği olduğunu iddia ettiler.

    gerçekten bi çok kez bazı öğrencilerin ağzının ortasına bitane çakasım geliyo ama popoya sopayla vurmak da fazla abartılı gerçekten. bilemedim.
  • babaannesinin kafasında yumurta kırarak tiktok videosu çeken gençlerin olmadığı dönemdi
hesabın var mı? giriş yap