• ölen kişiyle olan tanışıklık derecesine ve kişinin kim olduğuna göre değişir hissedilenler de. tanımadıkları insanların ölümü çoğu kez hiç etkilemez insanları, eğer bu kişi çok gençse "yazık olmuş" denir ve etkisi kısa sürer. tanıdığınızın bir tanıdığıysa veya sizin çok az tanıdığınız biriyse gene "yazık" dersiniz içten ve buna ek olarak "herkesin başına gelebilir, bizim de..." dersiniz. bunun da etkisi uzun sürmez ve çoğu kez bir kez daha böyle bir olay duymadan başa geleceği düşünülmez, akla bile getirilmek istenmez.
    ölüm olayı daha yakın olduğumuz kişilerin başına geldikçe etkilenme süresi de doğal olarak artar. 2. dereceden bir akraba veya bir arkadaşın arkasından daha uzun süre üzüntü ve özlem hissedilir, aradan uzun yıllar geçse de zaman zaman anmaya devam edilir.

    ama bir de en yakınlarınızdan birini, hatta en bağlı olduğunuz insanı kaybetmişseniz o bir dönüm noktası bile olabilir. anneniz, babanız, kardeşiniz, eşiniz, çocuğunuz olabilir bu kişi. aynı evi paylaşıyor olmak, ardından yaşanacak şeyleri çok daha yoğun hissetmenize neden olacaktır.

    önce olayın ciddiyetini fark edemezsiniz, hala inanamamışsınızdır ve inanmak için bir çabanız da yoktur; sanki bir anda kapıdan girecekmiş gibi hissedersiniz. ortalık cenaze için gelenlerle kalabalıktır ama kimseyle konuşmak istemezsiniz, sanki boşluktasınızdır. oturup öylece boş boş bakarsınız, etrafı pek de umursamadan, umursayamadan. şaşkın olduğunuzu hissedemeyecek kadar şaşkınsınızdır aslında. ilk söylendiği zaman tepki verememişsinizdir çünkü ölüm ve o insanın adını aynı cümlede bile düşünemezken şimdi beyninizde bundan başka bir şey yoktur ve bunu anlamlandırmaya çalışırsınız. o an onlar sadece sözcüklerdir ve ifade ettikleri bir şey yoktur. inanamazsınız. ya hiçbir şey düşünemezsiniz, ya da aklınıza o an düşünebileceğiniz en saçma şeyler gelir, gittikçe daha da bir saçmalaşarak: "bu insanlar ağlıyor , ben neden ağlayamıyorum, neden hissizleştim?... ağlamam mı gerekiyor? acaba görüyor mu beni şimdi? ağlamıyorum diye üzülmediğimi mi düşünür?..."
    bu saçma düşünceler ve inanamama durumu bir süre daha devam eder. taa ki gömülene kadar... gömülürken üstüne atılan her toprak parçasıyla beraber ölüm kelimesi kafanızda daha da bir anlamlanır. her an kapıdan girebileceğini sandığınız kişinin bedeni toprak altında kayboldukça sizin de onun tekrar canlanacağına dair içinizde bulunan garip ümidiniz yok olur. ve her şey aslında bundan sonra başlar.
    etrafınızda üzüntüden intihar edeceğinizi düşünerek peşinizde dolanan kişiler kalmamıştır artık, cenaze kalabalığı da dağılmıştır. artık siz size kalmışsınızdır. sofraya bir kişi eksik oturduğunuzda hissedersiniz asıl yokluğu ve acıyı. artık yokluğu daha belirgindir, o ana kadar tüm ağlatma çabalarına rağmen gözünüzden tek damla yaş çıkmamışsa bile o an farkında olmadan yaşlar süzülür. ağlamasanız bile istemsiz bir şekilde yaşlar akmaya devam eder.
    bundan sonraki ilk dönemlerde gitgide artan özlemle beraber acı da artar çünkü ilk şoku atlattınız, aklınız başınıza geldi ve acıyı bilinçli olarak hissetmeye başladınız, yara derindir artık. her şeyde onu hatırlarsınız, dalıp gidersiniz. farkında olmadan saatlerce onu düşünebilirsiniz. akla pişmanlıklar gelir, "keşke" ile başlayan cümleler kurulur: "keşke geçen gün ona o ters lafı etmeseydim", "keşke sarılıp öpüp aslında onu ne kadar çok sevdiğimi söyleseydim"...
    belki "o hayatı boyunca didindi durdu da noldu işte, bak sonunda bunun keyfini süremeden gitti. ben didinsem neye yarar, benim de sonum öyle olacak , her şey boş..." düşünceleriyle kendinizi bırakırsınız belki de yaptığınız her hareketi onu düşünerek yapmaya başlarsınız, "o şimdi olsa böyle yapmamı isterdi" veya "o beni böyle görmek istemezdi" diyerek. bazen onun sizi görüyor olmasını çok istersiniz, desteğine çok ihtiyacınız olur ama bazen de kendinizi saldığınız öyle anlar olur ki görüp de üzülmesini istemezsiniz.
    zaman geçer ve yapılması gereken işlerin farkına varılır. eşyalarını toparlamak da bunların başında gelir. elbise dolabını açtığınızda o ana kadar hissetmediğiniz bir kokuyu duyarsınız. onun kokusudur bu, gariptir ki önceden hiç bunun farkına varmamışsınızdır. o an öyle keskin gelir ki burnunuza, daha önce fark etmediğinize şaşırırsınız. ağlayacak gibi olursunuz ama tutarsınız kendinizi, çünkü bilirsiniz ki siz koptuğunuzda herkes arkanızdan gelecektir, bu yüzden güçlü durursunuz. bu dönemlerde resmine saatlerce bakabilirsiniz, kafanızdan hiçbir şey geçmese bile... gözünüzü ayırmadan saatlerce izleyebilirsiniz.
    aradan zaman geçtikçe acı azalmıştır, özlem de katlanılır hale gelmiştir artık. belki de bu hale gelebilmek için birkaç sene geçmiştir... artık gün boyunca aklınıza çok sık gelmez ama gece yatıp kendinizle başbaşa kaldığınızda mutlaka düşünceleriniz arasında yerini alır. artık ne geceleri düşünürken ne de resmini görünce ilk günlerdeki gibi içiniz bir el tarafından sıkılıyormuş gibi hissetmezsiniz. çok daha farklıdır duruşunuz. suratta buruk bir gülümseme oluşur, belki bir anınız gelir aklınıza ve gülersiniz, sonra gene buruk bir ifade oluşur. konuşma sırasında farkında olmadan "ona da söylerdim böyle..." gibi aniden ağzınızdan çıkan cümlelerden sonra ne diyeceğinizi bilemediğiniz durumlar yaşarsınız. zaman zaman gözünüzü kapatıp yüzünü aklınıza getirmeye çalışırsınız, anıları hatırlamaya çalışırsınız çünkü onu kaybetmekten sonra en çok üzülüp vicdan azabı çekmenize neden olacak şey anılarını da kaybetmek olacaktır. korkarsınız onu unutacaksınız diye. hayatınıza, kişiliğinizin oluşumuna , benliğinize öyle güzel bir damga vurmuştur ki bu insan , bu güzel etkileri için şükran duyarsınız ve hakkını ödeyememenin verdiği burukluğu yaşayıp kızarsınız kendinize. vefa borcunuzu ödemek namına yapabileceğiniz tek şeyin unutmamak olduğunu düşünürsünüz.
    zaman geçtikçe onun tatlı anılarıyla yaşamayı iyice öğrenirsiniz, bazen duygulansanız da genelde gülümseyerek hatırlarsınız ve zaman zaman onun için bir şeyler yapmak istersiniz. belki "o beni böyle görmek isterdi" diyerek hayatınıza öyle devam edersiniz, belki anısına böyle yazılar yazarsınız, belki onun için her gece dua eder veya sadece düşünürsünüz... ve belki "öbür dünya"nın gerçek olduğuna yürekten inanmak istersiniz, onu tekrar görebilmek için...
  • yakan güneşin altında üşüdüğünü hissetmektir. açık havada nefes alamamak, görünmez bir yaranın sürekli kanadığını bilmektir. sana gelip, çok sevdiğin biri öldüğünde, içinde kırk mum yanar her gün biri söner ve sonuncusu asla sönmez diyenlerin doğru sölemediğini ve mumların sayısının gittikçe arttığını bilmektir. sıcak mum damlalarıyla kaplı bir kalbe sahip olduğunu anlatsam da anlamazlar diyerek pek çok insandan köşe bucak sakladığında hissedilen acıdır.
  • kalp ağrılı göz yaşlarının zamanla buruk tebessümlere dönüşmesi
  • hayatın devam ediyor olduğu gerçeğinden nefret edermiş insan. benim babam ölmüş, herkes sanki hiçbir şey olmamış gibi rutinine devam ediyor, akıl alır gibi değil. babam ölmüş, bana yemek yedin mi diye soruyorlar. ofiste birileri şaka yapıyor, başka birileri buna kahkaha atıyor, herkes her günkü gibi gülümsüyor, konuşuyor, hiçbir şey değişmemiş kimsenin hayatında. oysa benim babam öldü. ben o yoğun bakım ünitesinin kapısında kaldım. ölüm belgesini almaya gittiğimde “bana yatağını gösterin” demek istedim, bu talebim reddedilirse kendimi kaybederim diye sustum, belgeleri alıp çıktım. ya hala orada yatıyorsa biz onu gitti zannederken o neden kimsenin onu görmeye gelmediğini merak ediyorsa? bir karışıklık olmuş olamaz mı? yanlışlıkla başka birini babam diye toprağın altına yerleştirmiş olamaz mıyız? beni ikna eden tek husus, oğullarının onu yıkaması. gerçi çok fazla zayıflamıştı artık hiç babama benzemiyordu ama herhalde o olmasa anlarlardı, “bu bizim babamız değil” derlerdi yani o kadar da değil. ben de girip gözlerimle görmek istedim ama, en son öyle güzel bakıştık ki o birbirimizi son görüşümüz olarak kalsın da istedim aynı zamanda. acaba o beni görüyor mudur? öyleyse bile, ağlaya ağlaya cansız bedenini seyretmeme çok kızardı sanırım. “saçma sapan işler yapıyorsun kızım” derdi.

    bilemiyorum üzüntüm öfkeye dönüşüp hedef mi şaşırıyor ama çevremdeki yakın akraba ve arkadaşlarımın bir çoğuna çok kızıyorum. davranışlarını, bu olaya ve bana yaklaşım şekillerini umursamaz ve saygısızca buluyorum. onlardan beklentim bu değildi, hiç birinden kuvvet alamıyorum oysa ki dizlerim kesiliyor. sanki babam bir tek bana ölmüş gibi. veya babam ölmemiş de ben aşırı gerçekçi saçma sapan bir rüyanın içindeyim gibi. teyzeme mesela diyorum ki “beni biraz bırakın iyileşeyim, canım çok acıyor”, o ise bana diyor ki “ bankaya bazı bildirimlerde bulunulması gerekiyor, yapılacak bunlar mecbur.” bu ve bunun gibi densiz, saygısız tavırlar babamı çok kızdırırdı, hep oturup bunları konuşurduk, milleti çekiştirir ve ne kadar boş olduklarını tartışırdık. ben onun kültürünü, onun duruşunu aldım. şimdi de bu olanları ona anlatmak istiyorum, “boşver kızım sıkma sen canını, bunlar böyle anlayışsız, öküzler işte, adam olamamışlar bunlar sen hiç üzme kendini” desin istiyorum ama varlığını bir kere bile hissettirmedi bana gittiğinden beri. belki bir kere konuşabilsek rahatlayacağım ama yok. “beni kimlerin arasında bıraktın, ben bunlarla ne yapacağım, nasıl terbiye edeceğim bu hayvanları” diyorum ama yok. “senin gibi yapayım en iyisi, sessizce seyredeyim çünkü adam edemem bu saatten sonra, az ve öz iletişim kurayım sadece gerekli oldukça. şimdiye kadar bunu yapan sendin, o yüzden benim hiçbir şeyi yönetmeme gerek kalmıyordu rahatça rol kesiyordum, anlaşılmaya ihtiyacım yoktu, beni anlayan sen vardın nasıl olsa. şimdi gittiğine göre rolünü üstlenmek bana düştü, senin kendini koruduğun gibi korumalıyım kendimi” diyorum, bari bunu onayladığını belli eder bir işaret versin diye bekliyorum ama yok.

    yaşım büyüdükçe annem gibi bir kadında babam gibi bir adamın ne bulmuş olabileceğini daha çok sorgulamaya başladım. hadi başlarda bir şeyler buldu diyelim, gençlik, güzellik, hayat sevinci... vs. işler yolunda gitmeyip de annem hiç kimsenin daha önceden tanımadığı bir canavara dönüşmeye başladığında, bir zamanlar aşık olduğun dünyalar güzeli kadının bu hale gelişine tanıklık etmeye nasıl dayandı? kim bilir neler düşündü, ne çok kalbi kırıldı. şimdi anlıyorum ki gerçekten büyük acılar konuşturmuyor insanı, kendi içine döndürüp kendiyle monologlar kurduruyor. sanırım bu yüzden hiç dile getirmedi kendi hislerini. evet babam dört dörtlük bir insan değildi, kuralları olan, prensiplerinin dışına çıkmayan, onlara uyulmadığında huysuzlaşıp etrafına da huzursuzluk veren, dile getirmediği beklentileri olan, peşin hükümlü zor biriydi. ama büyük küçük demeden herkese karşı her zaman çok saygılı oldu. hiç kimseye belden aşağı vurmadı, hep yol yordam usul edep adap bildi, bana da öğretti. bir cenaze kime ait olursa olsun, kaldırıldığı günün akşamında bahçesinde bira tokuşturulmaması gerektiğini, bunun teklif dahi edilmeyecek bir iş olduğunu biliyorum ben mesela. gerçi bunu bilmeyen de ne bileyim...

    aslında deneyen olsaydı görürdü onun farklı fikirleri dinlemeye gayet açık, hatta konuşmaktan daha çok dinlemeyi bilen ve seven biri olduğunu. ne güzel muhabbetler edilir ve almak isteyene ne önemli dersler çıkardı o muhabbetlerden. onların sandığı gibi kibirli, aristokrat biri değildi babam. insanları çok güzel analiz eder, saygısızlığı ve samimiyetsizliği çok güzel tespit eder ve ona göre kendisini konumlandırırdı hiç tartışmaya girmeden. en başını önüne eğmesi beklenen zamanda bile taviz vermedi babam duruşundan. kimse onun içinde ne fırtınalar koptuğunu bilmedi, özer bey’i herkes hep dimdik gördü ve bunu yüzsüzlük, arsızlık, bencillik olarak yorumladı. oysa ki babacığım senelerce 15 metrekare bir odadan çıkmadan yaşadı evimizin içinde. yaptığı bütün hataların bedelini kendi içerisinde, misliyle ödedi. dört duvar arasında kalması gereken ama annemin basiretsizliği, güçsüzlüğü, bir türlü kendi kendine yetememesi ve alkolikliği yüzünden kalmayan her şey, babamın adını anarken bile destur çekmesi gerekecek beş para etmez insanların ağzında senelerce sakız oldu. benim de uzun süre aklım yetmedi, küçüktüm. ne zaman ki büyüdüm ve evimizde yaşananları kendi aklımla okudum, o zaman sarıldım babama ben de. ne yazık ki şimdi bütün bu insanlar annemin yanında saf tutmuş, babamın gitmiş olmasını zerre önemsemeden her zamanki gevşek ve çok bilmiş halleriyle goy goy yapıyorlar. bana yapmam gerekenleri söyleyecek, görevlerimi falan hatırlatacak kadar da cüretkarlar üstelik. annemse, nasıl babam ödediyse kendi vicdanında hatalarının bedelini, kendi muhasebesini yalnız kaldığında yapacak elbet. payına düşeni o da yaşayacak.

    diğer herkes için artık çok geç. ben en azından şimdilik babam kadar sakin ve olgun olamayacağımdan, hiç birinin bireysel yaşantımdaki varlığını tercih etmiyorum. bunu zamanla anlayacaklar. ben o'nun kızı olmayı bırakmayacağım, o'nun kızı olarak onurlu, hep saygılı ve vakur yaşayacağım.

    babacığım, belki daha erken diye düşünüyorsun, biraz alışmamı sağlamaya çalışıyorsun ama şu anda beni teselli edebilecek senden başka hiç kimse yok. gelip benimle uzun uzun konuş demiyorum, bir defa olsun karşımda belir, beni onayladığını göster ne bileyim başını salla, omzuma dokun, gülümse, veya gözlerinle bir yön göster, sonra yine git. bir de saçlarımın yeni rengi güzel olmuş mu, onu söyle. sen beyaz saçı sevmiyorsun diye en son yanına gelirken boyatmıştım. bir de sürpriz olsun diye değişiklik yapmıştım. görüp, “oh be, çok güzel olmuş, senin rengin buymuş, güzel kızım benim” diyecektin, o bölümde kaldık. en azından bunu tamamlayalım. gittiğinden beri senin zihinsel yansımanla iletişim halindeyim ama ikimiz yerine de ben konuşuyorum. uzun uzun konuşabilmelerimiz biteli 3 ayı geçmişti ama ben yine de bir daha konuşamayacağımızı hiç düşünmemişim nedense. halbuki akıllı ve rasyonel bir kızımdır, nasıl olduysa bu hiç aklıma gelmedi. hep seni anarak geçecek günler demek bundan sonra. ara ara bir hatıra, yaşarken farkına bile varmadığımız çok sıradan bir an belirecek aklımda ve uzun uzun ağlayacağım. sonra geçecek, kaldığım yerden devam edeceğim. ama bence, bu yalnız kalmışlık hissi asla geçmeyecek. senin beni terketmediğini biliyorum, elini gözünü üzerimden çekmezsin bunu da biliyorum ve attığım her adımı bunun farkında olarak atacağım ama işte yine de yaşantım artık sensiz, hep yarım yamalak olacak. seninle paylaşamadıktan sonra havadislerin ne anlamı olur ki?

    seni seviyorum.
  • en yakınlarımızdan birisi öldüğünde, bir şey hissedememek, çünkü ona ne olduğunu kavrayamamak; anlamlandıramadığımız bir şey olmuştur kendisine ve onu bu dünyada bir daha göremeyecek,ve onunla bir daha konuşamayacağızdır. bu dünyada maddi manevi bir dayanak noktamız artık hiç bir ihtimalle yanımızda olmayacak. bunun için üzülmek; kendimiz için üzülüyoruz gözüküyor sonuçta. karşı taraf sonuçta bu dünyadan kurtulmuştur hangi inançta olursak olalım. tehlike, risk sorumluluk vb. hep bu dünyaya ait kavramlardır. yakınınız bunlardan artık çok uzaklardadır. eğer gerçekten onu yürekten sevmişsek sevinmemiz gerektiğini bile iddia edebilirim. ama bir hüzün var, sanki bir mahkumun, hapisten tahliyesini alan dostunun arkasından hissettiği...
  • (bkz: şaşkınlık). son bir haftada hem okul, hem de iş hayatından iki ayrı tanıdığımın vefat haberi ile içim cız etti. hasan'la ortaokul yıllarından arkadaştık. yıllar sonra burada adına başlık açıldığını görünce çok mutlu olmuş ve o sevinçle ben de bir entry girmiştim (bkz: #50516524) . ve sevgili lale...dün fb'de haberini aldığımda kalakaldım öylece. hafızamda burberry'si ile kodlanmış, bir zamanlar aynı kolejde çalıştığım kıdemli branşdaşım, nöbet arkadaşım. st. joseph öğrencisi olan oğlunun gidemediği özel ders için bile 'o saat size ayrılmıştı' diyerek ücret talebinde bulunan erol bakşi'den söz ederken ki haklı sinirlenişini unutamam. insanın para kazanma hırsına ilk defa bu anlatılanla tanık olmuş ve çok ayıplamıştım ben de. hey gidi...

    umarım her ikiniz de huzura ermişsinizdir, mekanınız cennet olsun değerli arkadaşlarım, sevgiyle anılmanız hayatın insana sunacağı en güzel kazançlardan. duamdasınız.
  • bugün aylar sonra babamın son kez bizi görüp ardımızdan ağlayarak baktığı merdivende takıldım. biliyor musunuz dünya tam olarak böyle, babasını kızına ölene kadar bir merdivende ağlarken hatırlatacak kadar zalim
  • çok sevdiğim bir ablam birkaç hafta önce annesini kaybetti. anne ve babası şehir dışında yaşıyorlardı. cenazenin ardından şehrine gelirken babasını da birlikte getirmiş.

    baş sağlığı dilemek için bugün gittik evlerine, herkes bir şeylerden bahsediyor. kimi ölen teyze için şöyle iyi insandı, böyle güzel insandı diyor. sonra biz amcayla ikimiz kaldık odada, herkes bir yere dağıldı. amca sen nasılsın diye sordum. bu arada amca da rahmetli teyze de seksen küsür yaşında insanlar, koca çınarlar yani.

    amca soruma yanıt veremeden gözleri doldu, göz yaşlarını silip hiç iyi değilim kızım dedi. 53 yıl evli kaldık; alışamıyorum, kabul etmesi çok güç dedi ve bir süre daha göz yaşları süzülüp gitti.

    bir insanla 53 yıl bir yastığa baş koyup sonra onsuz kalmak.. kaç saat oldu hala amcanın üzüntüsünü aşamadım.
  • çok kötü duygular...önce şok, sonra isyan sonra da kabulleniş... geriye kalan ise koca bir boşluk...bugün annemin gidişinin 5. günü. sanki 100 gündür bu evdeyim, zaman hiç geçmiyor. bundan sonra hayat nasıl olacak bilmiyorum. müzik sesine, kahkahalara dayanamıyorum.
    bence bu dünyadaki en zor ve en gerçek şey ölüm.
  • önce anlamıyorsunuz uzun süre şok halinde oluyorsunuz yani hatta ben annemin ölümünün ardından uzun bir süre arkadaşlarımla filan hiç bir şey olmamış gibi takılmıştım fakat sonrası özlem özlem özlem! hayatta kaybettiğiniz kişiye ihtiyaç duymaya başladığınız da o an yalnız olduğunuzu anlamak çok kötü. şuan ise alıştım hatta sesini , konuşmasını, gülüşünü unuttum hiç var olmamış gibi sanki sadece hayal ve rüyalarımda gördüğüm bi karakter gibi
hesabın var mı? giriş yap