753 entry daha
  • hakkında verilen hükümlerden çoğu hatalıdır. doğrusunu yazacağım (tabiî ki bu yanıtı bulan adam falan ben değilim, yanlış anlaşılmasın. zaten şahsî blogumda kendi fikirlerimi ve kanaatlerimi eşek kadar birden fazla yazıyla yazmaya çalışmıştım, bunu yaparken öncelikle osmanlıların çöküş nedeninin teknik geriliğe falan değil, avrupa'nın gayrı fıtrî bir zihnî dönüşüm geçirmesi olduğunu göstermeye çalışmış, bunu da osmanlı modernleşmesini japonya, rusya gibi örneklerle mukayese ederek ispat etmeye gayret etmiştim. ilgili yazılar biraz uzundur, fakat sabreden derviş muradına erer, öyle söyleyeyim: osmanlıların çöküşü, japonya mukayesesi; bu sözlükte de yazdım: osmanlı neden japonya olamadı, japon modernleşmesinin hususiyetleri

    elbette, bu alan bakir bir araştırma konusu değil. özelde türkler, genelde de müslümanlar; âliminden üdebâsına, şairinden aydınına kadar, eline kalem alan her kesimiyle birlikte zaten bu soruya nereden baksanız üç asırdır cevap aramaktadırlar. buna verilen cevaplar umumiyetle yanlış olup, çeşit çeşittir. kimine göre imparatorluk tanzimat'tan sonra piçleşmiştir, şeriat uygulanamamıştır, allah da cezayı kesmiştir; kimine göre kaht-i rical (liyakatli devlet adamı yokluğu) ve rüşvet gibi idarî bozukluklar buna sebep olmuştur, berikisi imparatorluğun reşid paşa, ali paşa, fuad paşa gibi masonlar tarafından yıkıldığını, yoksa ayakta kalacağını iddia eder; ötekisine göre ise osmanlı padişahları herkesi kesip halkı cahil bıraktığı için teknolojik ve iktisadî gelişimler ıskalanmıştır. marksistinden islâmcısına, bu suâle verilen yanıtlar çeşit çeşit olup, hemen hepsi ikna edicilikten uzaktır. bir tez içerisinde bir doğru varsa, beş tane de yanlış vardır. osmanlılar 16. asırda hemen hemen hiçbir konuda avrupa'nın gerisinde değilken, 18. yüzyılda hemen hemen her şeyde nasıl geri düştüler sorusunun cevabı, bu kadar basit olabilir mi? almanya'da leibniz varken, bizde gelenbevî, musa pehlivânî falan vardı, el-rouayheb gibi araştırmacılar, bu mantık üstadlarının avrupa'daki emsallerinden daha mantıkî tezler ileri sürdüklerini yayınladıkları araştırmalarda temel argüman olarak kullanıyorlar; gâvurların bach'ı varken bizim de ıtrî'miz vardı. bu adamlara ne oldu, yok mu oldular da sonraki yüzyıllarda hiçbir konuda esamemiz okunmaz oldu? yok, böyle olamaz ise, o hâlde meselenin esası nedir?

    o halde, evvelâ feodalizm denilen olguya geri gitmemiz gerekiyor. feodalizm denilen şey nedir, çok basitçe şudur: avrupa'da roma nizamının çökmesinden ötürü, roma'nın ehlileştiremediği, barbar (pagan, medenî olmayan, göçebe manasında) boylar federasyonu şeklinde örgütlenen, bilhassa cermen kökenli kabilelerin estirdiği terör neticesinde, romalıların büyük çiftliklerinin şehirlere mal satamaması, bu sebeple kapalı ekonomiye dönmeleri, yolların bozulması, sulama kanallarının ve köprülerin yıkılması, buraları bataklıkların ve otların kaplaması, ticaret güvenliğinin sağlanamaması, nüfusun azalması vesaire vesaire gibi sebeplerle ortaya çıkan siyasî-iktisadî sistemdir. temel esası, romalılar veya mevorenjler, karolenjler devrinde belirli bir mülk ve güç elde etmiş asiller, askerler ve şövalyelerin idare ettiği ve koruduğu, bunlardan birinin seçilerek gücü tahdid edilmiş bir kral yapıldığı, o dönemde geçmişin hafızasını tutabilmiş yegâne kurum olan kilisenin gücünün siyasî ve iktisadî olarak çok arttığı bir dönemden bahsediyoruz. dolayısıyla krallar müstakil ve rahat edemiyorlar, soyluların dediklerine boyun eğiyorlar, papa veya kilise bir şey deyince ağlayarak saraydaki tahtlarının arkasına saklanıyorlar, kendilerine bağlı muhafızları dışında doğru dürüst düzenli orduları bile olmuyordu. buna karşı çıkan kralların kellelerini kimi zaman soylular almıştır, britanya'da feodal esasları tanımadı, merkezî güç kurmaya çalıştı diye iki defa iç savaş çıkmıştır; ''baronlar savaşı'' olarak bilinir. dolayısıyla krallar, feodal lordlara ve papazlara dişini geçiremez, özel mülkiyeti tanır, dediklerine de uymak zorunda kalırdı.

    işte, şark dünyasında bu feodalizmin bir başka türlüsü geçerliydi. bunlarda da topraklarda hüküm süren beyler falan vardı amma, bu beyler sultana veya çara köpek gibi itaat etmek zorundaydı, merkezî devlet çok güçlüydü. sultanlar, padişahlar, çarlar vesaire, bunlarda devlet, toprağın sahibiydi. toprak ferdlerin değil, sultanın temsil ettiği devletindi. devlet bunları kiraya verirdi, o da işletilmesi için. işleten ölünce, müsadere edilir; yani geri alınır, başkasına tekrar verilirdi. bir de devşirme sistemini düşünün, devlet adamlarının ailesi vesaire yok, padişaha hizmet için yetiştirilen köleler hepsi. ölse ne, kalsa ne. bir paşa ölüyor, koskoca paşa, sadrazam, tüm malı hop geri devlete gidiyor. bir aristokrasi, padişahın gücünü kıracak bir sınıf oluşmuyor. hülâseten: özel mülkiyet yoktu ve monarkın gücü, neredeyse sınırsızdı.

    o devrin şark ve garp siyasetinde bir fark daha: osmanlı sultanı halifedir, rus çarı ortodoks kilisesinin başpsikoposu, başpapazı, artık her neyse osudur (bizans'ın varisi olduğunu iddia eder çünkü), japon imparatoru güneş tanrıçasının oğludur. bu ne demektir? din ve inanç, bu imparatorların gücünü sınırlamaz, aksine kuvvetlendirir. din, batıda kilise eliyle devletin, yani kralın belini bükerken, doğuda monarklara yardım eder, onların meşruiyetini sağlayan temel unsur olur.

    buraya kadar meseleyi kavradığınız varsayıyorum. feodal ekonomide, osmanlılar öyle fıstık gibi, şükelâ bir sistem kurmuşlardır ki, her şey tıkır tıkır işlemiştir. zaten kanaatimce osmanlıların 18. yüzyıl boyunca avrupa'da ne olup bittiğini adam gibi anlayamamalarının sebebi de, feodal sistemde inşa ettikleri sistemin hakikaten mükemmel olmasıdır. adamlar eski sistemlerinin mükemmeliyetine o denli saplanıp kalmışlar ki, onun altyapısal olarak tamamen değiştiğini, avrupa'nın bunun adeta bug'unu bulduğunu görememişler. nedir bu sistem peki? anlatayım:

    orta çağ'da savaşlardaki en önemli unsur, süvaridir. çünkü yetiştirmesi zahmetlidir, pahalıdır. avrupa'da şövalyeler süvaridir, asiller ve lordlar süvaridir; çiftçiyi alıp yaya yaparlar. çünkü maliyeti çok fazladır. o devirde muharebelerin gidişatını piyade hücumu değil, atlıların topyekûn taarruzu belirler. osmanlılar işte bu savaşın en önemli unsurunu beleşe getirmenin bir yolunu bulmuşlar: tımar sistemi. araziyi bir beye verip, ondan savaş zamanında yetiştireceği atıyorum 200 atlıyla orduya katılmasını istemek, geri kalan vakitlerde de bulunduğu mıntıkada asayişi sağlamak, yani polislik yapmak. masrafı beye ait, çünkü arazi değerli, geliriyle o işi döndürecek. bu ne anlama geliyor? osmanlı akınlarında papaya yalvaran alman kralı 100.000 kişilik bileşik ordu toplayabilirken osmanlıların birkaç ayda 120.000 kişilik bir kuvvet tertip edebimesi anlamına geliyor. bir de osmanlıların o devirde avrupa'da bulunmayan akıncı (komando) sınıfını iyi kullanacak ırkî karakterde olmasını eklersek (türkler at kullanmakta mahirdir, avrupa'da türkler kadar ata iyi binen başka bir millet yoktu o vakitler, kazaklar falan daha rakibimiz değildi), bu avrupa'da büyük fetihleri getirmiştir. büyük fetihler, yeni topraklar ve yeni tımarları, yani daha çok askeri getirmiştir. bu aynı zamanda daha fazla ganimet, para ve esir (köle, işgücü) sağlamıştır. osmanlı ekonomisi fütuhatla coşmuş, dolmuş; osmanlı iktisadî mantığı da provizyonizm etrafında şekillenmiştir. çünkü zaten para var, mal da var; malı ihraç etmeyip elde tutmak, bunu da büyük şehirlerin iaşesi için kullanmak. venedikliler bir mala 30.000 gayme verse, çiftçi satamaz, kellesi gider; o malı devlet 10.000 gayme verip alacak, istanbul'da fakir fukaraya 30 gaymeye fırında sattıracak. loncası var orada, ona denetlettirecek. aksini yapan allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan islâm halifesinin haklı öfkesiyle karşılaşacak. gayet mantıklı bir döngü değil mi? devşirmelerden mükemmelen merkez askeri (yeniçeri) devlet adamı, sanatçı falan yetiştiriyorsun, askerlerin çoğunu oluşturan süvarilerin beleşe geliyor, yaptırdığın köprüler, yollar, kervansaraylar, camiler falan vakıflarla, zengin devşirme paşaların bağışlarıyla çalışıyor. devlet bunlara para harcamıyor, algısı yalnızca güvenlik, fetih, mal arzı, pazar denetlemesi gibi şeylerle sınırlı.

    gel zaman, git zaman, avrupa'da bir şeyler değişmeye başlıyor. değişen ne? devlet mantığı. şöyle ki; avrupalılar bakıyorlar ki bu kilisenin zulmünden millete gına gelmiş. diyorlar ki, bizim bu kiliseden özgürleşmemiz lazım ama bunu siyasî-iktisadî düzende nasıl yapacağız? birinin aklına muhteşem bir fikir geliyor: devletimizi, kiliseler gibi organize edersek, o zaman kilisenin gücünü kırabiliriz! evet, aynen öyle, modern devlet dediğimiz aygıt, avrupalıların kiliseyi örnek alarak, onun gücünü kırmak için kurdukları, icâd ettikleri bir âletten ibarettir ve 15-16. yüzyılda dünyada arz-ı endam etmiştir, evvelden yoktu. osmanlılara da 19. yüzyıldan önce gelmedi.

    avrupalılar şunu yaptılar: önce, kiliselere girdiler ve arşivleri taradılar. çeşitli dava kayıtları, hukuk tedvinleri buldular. bunları yapanlar ya roma hukukunu uygulayan roma devri hukukçularıydı, ya da ehlileşmiş cermen kabilelerinin kendi boylarının kurallarıyla roma hukukunu mezceden kanun metinleri. bunları aldılar okudular, tetkik için teoloji ve hukuk fakültelerinden ibaret olan üniversitelerine gönderdiler. italya gibi yerlerdeki zengin tüccarların çocukları bu kuralları öğrenmek için üniversitelere girdiler ve hukukçu olarak mezun olduktan sonra kral bunları işe aldı, danışman olarak istihdam etti. bunlar krala dediler ki: ''hacı seni sallayan yok da, şöyle bi' durum var, roma devrinde bir ilke var diyor ki: 'yasaları yapan, o yasanın dışındadır', bi' bak istersen''. krallar, bunun üzerine yasaları dinî sahaların dışında da kendileri ilan etmeye başladılar, fransa'da ilk düzenli ordu kuruldu, kral eline geçen güçlü bürokrasiyi de kullanarak derebeylerine denetleme maksadıyla nâiblerini ve memurlarını göndermeye başladı. kral bunların kellesini de alamıyordu, çünkü çoğu aristokratlara ve kiliseye karşı güç birliği ettiği tüccar sınıfının çocuklarıydı, eğer onların kellesini alırsa onu feodal güçlere karşı kimse korumazdı. bu sebeple avrupa'da krallar, merkantalizm siyasetiyle tüccarı koruyucu önlemler aldılar ve onların zenginleşmesi için devletin aktivite alanını genişlettiler: yollar yapıldı, şehirler kuruldu, can ve mal güvenliği sağlandı, muhakemesiz kral kimsenin kellesini alamamaya başladı (avrupa'da krallar istediklerini öldürtebilirdi, fakat götleri yemezdi. artık bu kanunen de kayda bağlandı. aslında, bugün dahi böyledir. britanya'da cârî olan kanunlara göre kraliçe birini vursa, öldürse, suçlanamaz. avrupa'da krallar masumdur, 'the king can do no wrong', yani kral asla hata yapmaz ilkesi bunu anlatır. bugün ingiltere'de kraliçe birine borçlu olsa fakat borcunu ödemese, şahsına karşı dava açılamaz, dilekçe yazılabilir. veya tac'ın kurumsal kişiliğine karşı mahkemeye gidilir, bunları niye yazdım bilmiyorum), kurumlarında istihdam ettiği tüccar çocuklarının profesyonelliğine saygı duymaya başladı. avrupa'da kraldan ayrı bir devlet modeli gelişti; bürokratlar krala değil, devlete hizmet ediyordu. bu da tüzel kişilik fikrini, hikmet-i hükûmeti ve kurumsallaşmayı doğurdu.

    arkalarına aldıkları bu yeni ''üçüncü sınıf'' ile birlikte denizaşırı ticaret yapan, malı ve parayı belli bir sınıfın elinde toplayan, bunlardan aldıkları vergiyle zenginleşen, bir süre sonra bala mala da olsa amerika'yı keşfedip buradaki değerli madenleri ülkesine toplayan avrupa; derebeylerin anasını belledi, parayı da vurdu. bu osmanlı ekonomisi için bir yıkımdır, zira amerika'daki sonsuz kaynağın avrupa'ya akışı, enflasyona sebebiyet vermiştir. fakat daha önemli olan şey, avrupa'da ekonomik sistemin değişmesi, feodalizmin çözülmesi ve bu altyapı devriminin sonunda bir üstyapı devriminin (feodal devletten modern devlete geçiş) yaşanmasıydı.

    krallar mutluydu. parası vardı, derebeyleri dağıtmıştı, kiliselerin gücünü kırarak millî kiliseler kurmuştu (protestan, anglikan vesaire), avrupa sathında tüccarların çocukları askerlik için açılan okullarda (özellikle almanya'da junkerler olarak meşhurdular) okuyor, işin ilmini öğrenen subaylar falan yetişiyordu. artık gücünü kim tahdid edebilir, töresini kim bozabilirdi? ta ki bir gün tüccarların aklına bir şey dank edene kadar: ''para bende gardaş, o zaman yönetime beni de ortak edeceksin, benim fikrimi soracaksın karar alırken. vergi alıyorsun, asker topluyorsun, parasını ben veriyorum; o zaman her vergiyi salmayacaksın, soracaksın''. bunu sallayanlar canını kurtardı, sallamayanlar ayvayı yedi. ingiltere ve fransa'da devrim oldu. sonra imparatorluklar emperyalizm çağında geri geldiler, orası ayrı bir mevzu.

    hah işte, osmanlılar bu olayları çok anlayamadılar. şimdi bir şeylerin değiştiğini gördüler. ''bunlar bu kadar askeri nereden buluyor ya?'' falan dedikleri oldu, osmanlı ekonomisi çatır çutur dökülürken, bunların ne üretip de sattığını ve bu kadar para kazandığını osmanlılar merak ettiler ama eski usûllerinden de vazgeçmediler. bu mal olduklarından kaynaklanmadı (kısmen mal olan idareciler de vardır da değinmeyeceğim), eski sistem o kadar iyi çalışıyordu ki tekrar eski düzen sağlanırsa, bu meselelerin çözüleceğini düşündüler. hâlbuki eskiyen şey düzenleri değildi, feodal altyapı ekonomisiydi. bunu anlamadılar; fransız talim usûlünü, toplarını falan aldılar, aynı fransızlar gibi üniforma falan giydiler, askerî teknisyen yetiştirmek için mühendishâne falan açtılar ama bu sathî modernleşme onların meseleyi anlamadığına delildir. zira askerî güç, bir neden değil, netice idi. osmanlılarda bu konuyu ilk kavrayan adam ikinci mahmud'dur. ilk yaptığı şey ayânları öldürtmek olmuştur. ikinci yaptığı şey müsadereyi kaldırıp özel mülkiyeti ve maaş sistemini getirmek, üçüncü yaptığı şey de devşirme ve tımar sistemini lağvedip modern esaslara dayalı bir ordu ve bürokrasi kurmak olmuştur. zira artık güç süvari gücü değil, teknik güç devridir. onun meseleyi anlaması, kendi valisinin modern teşkilatlanmış ordusuna karşı bile yenilen osmanlıları 30 sene sonra kırım savaşı'nda tek başına rusları darmaduman edecek bir hale getirmiştir.

    yani, feodal dönemde osmanlılara avantaj sağlayan merkezî güç, müsadere sistemi, padişahın dinî önemi, tımar ve devşirme sistemi gibi özellikler, post feodal dönem sonrası başarısızlığın baş âmilleridir. sanayi toplumunda bir hükmü yoktur. avrupa'da da feodalizm o denli zayıf ve güçsüz olmasaydı, tüccarlar mal biriktiremez, kapitalizme geçilemez, sanayi devrimi yapılamaz ve bugünkü avrupa hegemonyası-demokrasisi inşa edilemezdi; demek ki feodalizm döneminde bir işe yaramayan özellikler (özel mülkiyet, zayıf merkezî güç, kralı sallamayan aristokrasi vesaire) sonraki dönemdeki avrupa atılımının da sebebidir.

    peki osmanlılar bu değişimi neden yakalayamadı, bakınız japonlar yakaladı. japonlar kimlikleri ve dinleri pahasına yakaladılar. osmanlılar bunu yapmadı. bilerek yapmadı. osmanlı modernleşmenin bir noktasında bu modernleşmeyi gayrı dinî ve ahlâkî addedip durmayı tercih etmiştir. bu bir realite ve gerçektir. tanzimat dönemindeki ikili yapı falan hep bunun tezahürüdür. yoksa dünyada modernleşmek kadar basit bir şey yoktur. peki ya inandığın her şeye aykırıysa?

    kapitalizm, ahlâksız ve fıtrî olmayan bir sistemdir. anonim şirketler ve bankalar, en büyük hırsızlardır. osmanlıların loncalı, kâr narhlı, iaşeci ekonomi anlayışı, bu sistemi anlayamamanın yanı sıra bir de mahkûm etmiştir.

    ileride ne olacak derseniz, ben müslüman olmanın ve islâm'ın, kapitalizmle tam bir düşmanlık içerisinde olduğunu ve kapitalizm olduğu sürece islâm dünyasının sürüneceğini düşünüyorum. bunu da ileride detaylı olarak, şahsî kanaatlerimle birlikte yazacağım, hem bloga hem de buraya.
  • bilimsellik ten uzaklık ,yobazlık
2447 entry daha
hesabın var mı? giriş yap