• hüsnü merdanoğlu'nun, 1999 yılında ikinci baskısı yapılan atatürkçü düşüncenin evrenselliği adlı çok önemli eserinin 102-106. sayfalarında yazılanların tam metnini, yazarından aldığımız izinle aşağıya aynen alıyoruz:

    bütün tarihi kaynaklar, osmanlı devleti'nin türk ulusu tarafından kurulduğunu kanıtlamaktadır. ancak, kuruluş aşamasını tamamlayan ilk kuruculardan sonra, osmanlı padişahlarının ne denli türk oldukları kuşkuludur. çünkü, kuruluş dönemindeki koşullarda geçerli olan; komşu ülkelere saldırma ve onlardan savaş tazminatı ve ganimeti alma siyasasına dayalı olarak güçlenip zenginleştikten sonra, yatak odalarını, "harem'ler kurarak zenginleştiren padişah-halifelerin birçoğu sayesinde, ırk ve kan birliği bozulmuş olduğu görülmektedir. "...bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. hanedanda bu kan yabancılığı, osmanlı imparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti"(1)

    belki bu özelliklerinden dolayı, "halife" sanlı padişahlar, bu sanın yarattığı olanaklardan yararlanarak, yönetimi altında bulunan ve özellikle "türk" kimliği taşıyan yönetilenleri tıpkı bir sürü gibi yönetmeyi yeğlemişlerdir.

    henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede, "türk iti şehre gelince farisice ürer" denilmektedir.(2) osmanlı şairlerinden baki'nin, "muhteşem süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle:

    "her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz.
    ey hoca türk toplumundan olanın başı kabadır.
    türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur."

    yine bir osmanlı şairi olan nef'i ise; "tanrı, türke irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir.
    divan-ı hümayun yazmanlarından hafız hamdi çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "baban da olsa türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün islam peygamberi hz. muhammet'e ait olduğunu vurgulamaktadır. sadece bir kıtasını yineleyelim:

    "sakın türkü insan sanma.
    bir an bile olsa türkle birlikte olma.
    türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
    türkün başını keserken sakın gam yeme.
    baban da olsa türkü öldür."(3)

    osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan fatih bile, otlukbeli savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve "işine devam et" demiştir.

    hırvat kökenli, sadrazam kuyucu murat döneminde (1606-1611), 155.0000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. aman dileyen insanlara kuyucu'nun yanıtı "vurun şu pis türkün başını" olmuştur. cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren kuyucu murat, osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocuk da anadolu'nun evladı türktür. (olayı ayrıntıları ile osmanlı tarihçisi naima'dan öğrenmek olasıdır.) yavuz sultan selim'in, halifeliği zorla da olsa aldıktan sonra, yönetim ile türk ulusu arasındaki anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir. yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime egemen olur iken, anadolu'da yaygın olan alevilik sayesinde türk dili kendini koruma olanağı bulmuştur. yönetimin anadolu'yu dil unsuru aracılığıyla araplaştırmasına ve acemleştirmesine karşı olan bu halk, yok edilmek istenmiştir. bu nedenle anadolu'da öldürülen türk sayısı, yavuz sultan selim zamanında 40.000 kadardır. bu gerçek osmanlı imparatorluğu'nun türk halkından koptuğunun açık bir kanıtıdır.(4)

    osmanlı tarihçisi naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok." yani, türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.

    osmanlı tarihçisi naima "tarihi"nde türkler için; nadan (kaba) türk, idraksiz türk, hilekâr türk ifadelerini kullanmaktadır.(5)

    aslında türkler hakkındaki kötü yargılar selçuklulardan beri yaygındır. örneğin, selçuklu yazar aksaraylı kerimeddin mahmud, şunları yazmıştır: "hunhar türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar."(6)

    osmanlı düşüncesinde, "kavmi necip" olarak görülen araplar karşısında türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "türk" deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "türk hükümeti", "türk ordusu", "türk ülkesi" deyimlerinin osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. 1913 tarihli "mecmuai ebuzziya" dergisinin 94. sayısında; "bizim türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. bizler yani türkler müslümanlık içinde erimişizdir. türk falan değil, sadece müslümanız. buharalı hanlar bile kendilerini türk saymazlar. zira onların cetleri de vaktiyle türkistan'ı zaptetmiş olan araplardan başka bir şey değildir," demekle, kendisini ve anadolu'da yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr ediyordu. üniversite profesörlüğü de yapmış olan ahmet naim, 1913 yılında yazdığı "islam'da davai kavmiye" adlı kitabında, türke karşı savaş açmış ve "türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok... gerekli olan şeriatı öğrenmektir," demiştir. 1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan mustafa sabri efendi ise, türke türklük benliği vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında bulunmuştur.(7)

    bu tutum ve koşullar içerisinde "türk" kimliği, yönetimin merkezi olan istanbul'dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. zaman içinde "türk" yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez "osmanlı efendisine türk' demek hakaret sayılmış", "türk" sözcüğü, anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur.(8)

    istanbul alındıktan sonra, osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları türke kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği enderun okullarına türkler alınmamışlardır.(9) istanbul'un alınmasından 4. murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı(10) gerçeği, türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir.

    osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında ahmet yesevi'nin kurduğu; türk geleneğini, dilini ve kültürünü şamanlık ile bütünleştiren (bektaşilik gibi) tarikatlar anadolu'da yayılmaya başladı. bir taraftan yesevi yanlısı ve türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken, öte yandan da, sünni iran kültürünü benimseyen nakşibendi tarikatı, yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden zeyni tarikatları ve fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar (!) arasında yayılan mevlevilik, yaygınlık gösteriyordu. bu tarikatlar içinde, türk kökenli olanları, doğal olarak arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. bu koşullar altında türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. "kaba türk", "anlayışsız türkler", "pis türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu.(11)

    osmanlı yönetiminde türke yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:

    "türk değil mi, merzifon'un eşeği,
    eşek değil, köpekten de aşağı."

    osmanlı'nın bu yaklaşımına türkün verdiği yanıt, bir şiirin dizelerinde şu şekilde yer almıştır:

    "şalvarı şaltak osmanlı
    eğeri kaltak osmanlı
    ekmede yok biçmede yok
    yemede ortak osmanlı"(12)
    kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında, yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi. yabancılar, türkleri "yaklaşık 1000 yılına kadar arapların esiri olan türkler dağ insanı niteliğinde bir kavimdir"(13) şeklinde yorumluyorlardı.

    ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile, osmanlı yönetiminin türke olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında "dünya tarihi" kitabının yazarı, askeri okullar bakanı süleyman paşa, "osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı türktür" görüşünü savunmasına karşın, bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti.(14)

    koçu bey, 4. murat'a sunduğu risalesinde (küçük kitap) türkler hakkında şunları yazıyordu: "...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, türk, çingene, tatar, kurt, ecnebi, laz, yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler..."

    "harem-i hümayuna kanuna aykırı olarak türk ve yörük, çingene, yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." bu sözler yazılıp türk olduğu söylenen padişaha veriliyordu.(15)

    abdülhamit'in araplara ve islamiyete dayanan siyaseti, türkü, türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. onun zamanında "türküm demek, türkten söz etmek büyük suçtu".(16) devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek, osmanlı devletinde kamu ile ilgili belgelerde, türkçe sözcüğe 1876 anayasasına değin rastlanmadı.(17) zaten, dini ile dilini de değiştiren bir ulusa osmanlı devletinden başka yeryüzünde rastlanmamıştır.

    osmanlı yönetimi, kendilerini türk olarak görmedikleri için, türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir ingiliz gezgini şunları söylüyordu: "türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün 'türk' veya türkmen' olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin ingilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında, 'türk kafa' diye homurdanırsın."(18)

    aynı yıllarda, türk-yunan savaşı ortamında şair mehmet emin'in yayımladığı kitapta, "ben bir türküm dinim cinsim uludur" dizeleri yer alıyordu. ancak, üstünlüğü kanıtlamak için şiirler yeterli değildi. kendi yöneticisi tarafından aşağılanan, üst üste gelen yenilgiler sonucunda benliğini, kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek üzere olan türk halkı tarihin en zor dönemini yaşıyordu.

    yabancıların türk imgesi ise osmanlı'nın, türke yaklaşımından farklı değildi. türkologlara göre türkler; insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur. inançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar... islam dininin türkler üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. türkler, müslüman asya'nın avrupa'ya karşı savaşan askeri oldu. müslümanlık, türk dehasına ters düştü. islam, bu "yarı çinliler"den "acımasız iranlılar" yarattı.(19)

    türk aydınının durumuna gelince; çok az sayıda olsa da uyanma belirtileri başlamıştı. bunlar arasında en önemlisi ziya gökalp adını taşıyor.

    "sorma bana oymağımı boyumu,
    beş bin yıldır millet gibi yaşarım...
    deme bana oğuz, kayı, osmanlı,
    türküm, bu ad her unvandan üstündür,"

    diye haykırıyordu.
    öte yandan, özgür düşüncenin olmadığı bir ortamda, kendi ulusal çıkarlarını savunma olanağından yoksun olan bir avuç kişi yurt dışında özgürlük arıyorlardı. bu aydınlar, yurt özlemi ile, ülkelerinden aldıkları yüz kızartıcı haberlerin ve kötü gelişmelerin ezikliği içindedirler. onlardan birisi, o günlerin koşullarını, şu duygusal satırlarla günümüze aktarmaktadır: "bir mayıs sonu ya da bir haziran başı idi. bağımsız fakat, bütün kalbiyle ittifak devletlerinin zaferini kutlayan bir avrupa şehrinde, başım eğik, gözlerim yaşlı dolaşıyorum. yüreğim bir derin uçurum, kafam bir cehennemdir. ...gün geçmiyor ki, bir mağazada bir lokantada türk olduğum anlaşılınca acı bir alay edilme veya ağır bir hakaretle karşılaşmayayım. ...lakabımız 'makak'tı. (bir çeşit şempanze maymun türü). ... gönül verdiğimiz genç kızlar türklüğümüzü sezince bizden iğrenip kaçıyordu.

    işte, o şehrin bu cehennem atmosferi içinde, bir gün yılgın ve çekingen dolaşırken, gözlerim, ansızın, bir gazete satıcısının sergisinde, bir sürü gazete adı ve başlıkları arasında, iri harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi: 'bir türk generali itilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe hazırlanıyor.' titreyerek gazeteyi aldım. yürürken okuyorum; 'mustafa kemal paşa isminde bir türk generali.' "(20)
    işte o mustafa kemal önce bölgesel sonra ulusal toplantılarla türke türklüğünü, dünyaya insanlığını anımsatacak uğraşısını başlatmadan önce geldiği istanbul'dadır.

    ancak biz başa dönerek, osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım. böylece, 3. padişah olan 1. murat'tan başlayarak padişah analarının kökeni öğrenilecek, türk ulusunun kanı ve canı üzerine kurulan saltanata karşın, türke düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin "ecdatları" daha iyi tanınmış olunacaktır.

    dipnotlar:
    1) şevket süreyya aydemir, makedonya'dan... c.2, s.440.
    2) burhan oğuz'dan aktaran, şakir keçeli, a.g.y., s. 118.
    3) aktaran, şakir keçeli, a.g.y., s. 121.
    4) çetin yetkin, türk halkı... s.161.
    5) naima mustafa efendi, tarih-i naima, türkçeleştiren: zuhuri danışman, istanbul, c.1, s.168, 238, c.2 s.536. c.3, s.1180, c.4 s.169.
    6) aktaran, çetin yetkin, a.g.y., s.12.
    7) mustafa coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.
    8) bozkurt güvenç, türk kimliği, s.22, 23, cahen'den aktaran, bernard lewis, modern türkiye'nin doğuşu, s.1.
    9) hikmet bayur, a.g.y., s.15.
    10) hikmet bayur, a.g.y., s.17.
    11) özer ozankaya, türkiye'de laiklik, istanbul, 1990, s. 253.
    12) özer ozankaya, a.g.y., s.121.
    13) warshew'den aktaran, bozkurt güvenç, a.g.y., s. 311.
    14) bozkurt güvenç, a.g.y., s.26.
    15) aktaran, çetin yetkin, a.g.y., s.145.
    16) esat kamil erkut, a.g.y., s.63.
    17) m.rauf inan, atatürk'ün evrenselliği, önder kişiliği, eğitimci kişiliği ve amaçları, ankara, 1983, s.198.
    18) ramsay'dan aktaran, bernard lewis, a.g.y., s.331.
    19) türkoloji uzmanı cahun'dan aktaran, bozkurt güvenç, a.g.y., s.308.
    20) yakup kadri karaosmanoğlu, atatürk, istanbul, 1971, s.24, 25
  • (bkz: nutuk)

    hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. osmanoğulları, zorla türk milletinin hakimiyet ve saltanatına vazıulyet olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. şimdi de, türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek, kendi eline bilfiil almış bulunuyor. bu bir emrivakidir. mevzubahs olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. bu behemahal olacaktır. burada içtima edenler, meclis ve herkes, meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. aksi takdirde, hakikat yine usulü dairesinde ifade olunacaktır. fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir”
  • ünlü türkolog jean paul roux'ın türklerin tarihi isimli eserinde yazdıklarını kaynak alırsak, düşmanlık denmese bile bir hor görme durumu söz konusudur. zaten çok uluslu bir imparatorluğu yürütmek için türk kimliğini dışlayan sarayın, yüzyıllar içinde, belki de devşirmeyle dolu olmasının da etkisiyle ve elitizmin dibine vurmasının sonucu olarak türk sözcüğünü, kaba, dağlı, pis insanları tarif etmek için kullanmaktaydı.

    eğer durum gerçekten böyleyse osmanlı soyunun da osmanlıyı ecdadı olarak görmek isteyen çakma osmanlıcının da içine düştüğü durum içler acısıdır. adam ermenilere millet-i sadıka desin, senin ecdadınıda türk deyu küçümsesin... şimdi ermeniler osmanlı saltanatını nefretle anarken çoğu türk'ün ecdadım benim be demesi ironinin kralıdır.
  • kesinlikle türk denen topluluğa karşı var olan düşmanlıktır. peki nasıl ve neden?

    öncelikle osmanlı bir ulus devlet değil bir imparatorluktur. yönetimi de hanedandır. bu hanedan devleti kendisine tanrının bağışladığına inanır. bir yerde devlet, topraklar ve halk hanedanın mülküdür yani.

    bugün bildiğimiz anlamda ulus ve millet bilinci yoktur. "çatalca'da yaşayan bir rum için istanbul'un fethi hiçbir anlam taşımaz, sadece vergi vereceği yönetici değişir" gibisine bir tespit hatırlıyorum. budur olay.

    türk göçebe savaşçı yapısından gelen güdüler nedeniyle vergi, mezhep ve daha bir sürü konuda; tek gayesi hanedanının ve mülkü/malı olan devletin bekası olan osmanlı hanedanı ile sorun yaşamıştır.

    dolayısıyla hanedan da türk'ü sürekli sorun çıkaran bir topluluk olarak görür. zaten imparatorluklar milliyetçilik davası güden yapılar değildir.

    bir ağa için tarlada çalışacak, diğer aşiretlere karşı sayısal kuvvet sağlayacak marabaların kimliği/vasfı nasıl pek önemli değilse, hanedanlar ve imparatorluklar için de genişletilmiş oranda durum bundan ibarettir.

    türk, padişahın ganimet ve şan açlığı için, hazineyi doldurmak için adı belli olmayan coğrafyalarda savaşıp ölsün. çerkes hareme güzel kızlar yollamayı kesmesin. ermeni ve rum zanaatını devam ettirsin gerisi önemli değildir.

    bu tip, yani eski tip imparatorluklardan (britanya bu tip imparatorluk sayılmaz bence örneğin, başka bir türdür) kurtulan milletler hanedanlardan pek hoşlanmazlar bu sebeplerden. çünkü koca nesiller hiç uğruna bir ailenin keyfine göre güdülmüş, savaşlarda kanını akıtmıştır. sömürülmüşlerdir hanedanlar tarafından.

    dolayısıyla her normal millet yemen çölleri gibi yerlerde neden öldük biz tarlamızı ekip, zenginleşip, nimetlerden faydalanmak varken der ve bu geçmişi kayıp sayar.

    biz ise şurayı aldık burayı aldık derdindeyiz. sen almadın. osmanoğlu aldı ve mülküne mülk kattı. sen muhtemelen ilk hücumda kesilerek öldürüldün ve cesedini adını bile bilmediğin bir coğrafyanın akbabaları yedi.

    bir hanedanın kulu olmaktan kurtulan kimselerin hala osmanlı diye tutturmaları patolojik bana göre.

    özetlersek osmanoğlu için ya da imparatorluklar için onlara karşı kulluğunu, marabalığını bildiğin sürece sorun yoktur. keyiflerini kaçırırsan da kandaşları olman pek bir şey ifade etmez.
  • arap etkisini derinden benimsemekle ilgili bir durumdur. bir süre sonra osmanlı'da araplar üstün insanlar, türkler savaşlarda harcanacak basit köylüler olarak görülmüştür. hiçbir osmanlı padişahının ismi öztürkçe değildir.
  • ziya gökalp, türkçülüğün esasları adlı eserinde şu bilgileri veriyor:
    'osmanlı imparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. idare eden bütün kozmopolitler osmanlı sınıfını, idare olunan türkler de türk sınıfını teşkil ediyorlardı. bu iki sınıf birbirini sevmezdi. osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarı ile bakardı. osmanlı türk’e daima eşek türk derdi…'(s.27).
    falih rıfkı atay, batış yılları adlı eserinde şunları yazıyor:
    'kendime ilk defa ne zaman türk dediğimi pek hatırlamıyorum. bizim çocukluğumuzda türk, kaba ve yabani demekti. islam ümmetinden ve 'osmanlı'idik. ilmihallerde baş dersimiz 'din ile milliyetin bir olduğunu'öğrenmekti. vatan sözü yasaktı. onu ben büyüyüp de namık kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. kulağımla ancak meşrutiyet’te duydum. padişah kulları idik. okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık.
    'okullarda da arab’a arap, arnavut’a arnavut, rum’a rum, fakat kendimize osmanlı derdik.'
  • "türk köylüsü kadar mutsuz bir köylü yoktur. kendisi hıristiyan
    benzerlerinden daha çok eziyet çekmektedir. konsolosların, sefirlerin ve
    yabancı devletlerin himayesinden mahrum olduğu için hıristiyan köylüsünün
    elindeki kozlara sahip değildir." (kaynak: la turquie contemroraine gazetesi
    11 mayıs1891)

    osmanlılar, "ulusun soy ve köküyle olan tüm bağlantılarını, öz benlik
    bilincini, töre ve ülküsünü, bir kozmopolit pota'da eritip yok etme çabasına
    girişmekten çekinmediler. devlet kısa zamanda türk devleti olmaktan
    çıkarıldı."
    bu nedenle, türkçüler, özellikle cumhuriyet döneminde osmanlılardan "türk
    ırkını yok etmek isteyenler" olarak söz etmişlerdir.
    (kaynak: ali kemal meram, türkçülük ve türkçülük mücadeleleri tarihi.)

    osmanlı mebussan meclisi reisi, halil menteşe anılarında, türklerin yurt
    içindeki muhtelif unsurları birleştirmek zorunda oldukları için, millet
    meclisinde "biz trüküz" diyemediklerini anlatıyor.
    (kaynak hlil menteşe anıları 1986)

    osmanlı tarihinde türk olmak aşağılanmakla eş anlamlıydı. kaba, cahil
    anlayışsız, akılsız anlamında sıkça bir hakaret anlamında kullanılırdı.
    osmanlı tarihçi naima mustafa efendinin, kendi adıyla anılan tarihinde
    türkler hakkında söylediği bazı sözler şöyle; "idraksiz türkler", "çirkin
    suratlı türk", "hilekâr türk", "çoban köpeği şeklinde bir türk-ü süt ürk
    idi".
    (kaynak. çetin yetkin, türk halk hareketleri ve devrimler tarihi 1984)

    20. yüzyılın başlarında dahi osmanlı okullarında türk tarihine ilişkin
    hiçbir şey okutulmamaktadır. temel kitapların üçte ikisi fransa tarihine,
    geri kalanı da öteki avrupa devletlerinin tarihine ayrılmıştı; türkiye'den
    türklerden hemen hemen hiç söz edilmiyordu. medreselerin kapıları türkçe'ye
    kapalıydı, var olan tarih, peygamberin hayatı ile başlayan bir osmanlı-islâm
    tarihidir.
    (kaynak: türk milliyetçiliğinin kökenleri, yusuf akçura)
  • "efendiler, diyebilirim ki bugünkü felaket ve sefaletin tek nedeni bu hakikatin gafili bulunmuş olmamızdır. gerçekten, yedi asırdan beri cihanın muhtelif yanlarına sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini (yabancı) topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna karşılık daima tahkir ettiğimiz ve aşağıladığımız
    ve bunca fedakarlığına ve iyiliğine karşı nankörlük, küstahlık ve cebbarlıkla uşak derecesine indirmek istediğimiz bu gerçek sahibin huzurunda utançla ve saygıyla gerçek durumumuzu alalım"

    mustafa kemal
  • anadoluda selçuklu'dan, bizans'tan kalma onca tarihi yapı halen dururken, osmanlı'dan kalma doğru dürüst bir yapı görülmemesi de bunun bir kanıtıdır. hep istanbul, bursa ve balkanlardadır osmanlı yapıları. anadolu resmen ihmal edilmiştir.
hesabın var mı? giriş yap