• barajı geçemediğiniz anlamına gelir.
  • 98 ve öncesi girişliler için pek bir şey ifade etmemekte olan durum, zira bu arkadaşlar öss gibi tırışka bir sınavla değil, bunun üstüne bir de öys gibi kazık mı kazık bir sınavla yükseköğretim kurumlarına yerleştirilmekteydi.

    zaten gerek öss, gerekse öys'de kazanmak diye bir durum yoktur, neticede bunlar bir sıralama sınavlarıdır ve barajı geçmek zaten bir yükseköğrenim programına yerleştirilmeye hak kazanmak demektir; lakin bu hak en yüksek puan alandan aşağı doğru verildiği için size sıra gelene kadar hakların dolma ihtimali de mevcuttur.

    şöyle birşeyler var arayınca çıkan belki daha alakalıdır:

    (bkz: üniversite sınavını kazanamamak)
  • aşağıdaki gibi bir soru aldım, scott hanselman'ın zaman yönetim tavsiyesiyle bu tür soruları artık paylaşılabilir şekilde yanıtlamaya çalışacağım maksimum verim elde etmek adına.

    "etohum'da dinlediğim kadarıyla uzun yıllar öss'de bir başarıya ulaşamamış, ancak bu süre zarfında yoğun bir şekilde programlama ile uğraştığınızdan bahsetmiştiniz. benim merak ettiğim konu ise aileniz ve çevrenizdekilerin bu durum karşısında size karşı olan tutumları ve üzerinizde ki etkileri ne olmuştur ?"

    en büyük baskıyı ilk sınavdan önce gördüm. hem annem hem babam hem de abilerim ve ablam bana üniversitenin ne kadar önemli olduğu konusunda inanılmaz psikolojik baskı yapıyorlardı. hayatım ona bağlı ve eğer kazanamazsam tek alternatifim sokakta simit satarak geçinmek olacakmış gibi bir izlenime kapılmıştım.

    öte yandan üniversiteyi ben de istemiyor değildim. zira o zaman en çok bilgisayar orada vardı. bilgisayar bilenlerle bilgisayarın eğitimini alma fikri güzeldi.

    lakin ne zaman öss test sorularına baksam gördüğüm tek şey ilgimi zerre çekmeyen konular ve onları bilme zorunluluğuydu. ilgili konuları sadece programlamada ihtiyaç duyduğum zaman çok iyi biliyordum. ne bileyim yazdığım oyunda serbest düşme formülü kullanmam gerekiyordu. düzgün grafik çizdirmek için trigonometri bilmem gerekiyordu. onları öğreniyordum. ihtiyacım olanı ihtyacım olduğunda öğrenme gibi bir imkanım varken önden "ilerde belki gerekir" diye bir öğrenme sürecini hiçbir şekilde içime sindiremedim. o yüzden sınava çalışmayı deneyip bunu hiçbir şekilde başaramadım. haliyle öss'den çaktım.

    ailemin en müthiş yaklaşımı ise başarısızlığım üzerine oldu. çok anlayışlı yaklaştılar. hani çorba yemek istememişim de çorbayı geri koymuş gibi. başarısız olunca aslında beni "üniversite kazanacak bir makine" gibi görmediklerini farkettim. daha da önemlisi bu başıma gelenin sadece ve sadece benim başıma geldiğine uyandım. kim ne derse desin tercihlerim ve başarısızlıklarımın bedelini ödeyen ben olacaktım.

    buna ayınca bir sonraki seneki sınava biraz daha gayretli çalıştım ama hedeflerim halen "bana layık" gördüğüm üniversitelerdeydi. bir yandan delicesine kod yazıyorum. kodlamayla ilgili en önemli şeyleri de ikinci sınava çalışırken öğrendim.

    o yıllarda tercihleri sınava girmeden önce yapıyorduk bugünkü gibi değildi. o yüzden yine hiçbir yere giremedim. çünkü tercihlere "kapağı atmaya razı olduğum" üniversiteyi değil her zaman "okumak istediğim üniversiteyi" yazıyordum. öbürü içime sinmiyordu. dandik bir şeyi okumak için niye ek çaba sarfetmem gerektiğini de anlamıyordum.

    o sene altın disket 94 programlama yarışmasında birincilik ödülü kazandım. bu sanırım bizimkilerin "ha bizim çocuk o kadar da boş değilmiş" anlayışına sahip olmasını sağladı üniversite konusunu ondan sonra tamamen bıraktılar. "sağlıklı olsun da" demeye başladılar. bu bende en önemli değişimi yarattı çünkü kendi kaderimden tamamen kendimi sorumlu hissetmeye başladım.

    böyle başarısız bir sınav daha geçti ve "askerlik yoklama kağıdı" geldi. bunun üzerine sonraki sene açıköğretim fakültesi iktisat bölümüne girdim. bu beni rahatlattı. en azından sonraki senelerde sınava hazırlanmayı bıraktım. açıköğretimde ikinci senemde katıldığım odtü programlama yarışmasında 38 takım arasında şöyle bir derece ortaya çıktı:

    1. odtü bilgisayar
    2. bilkent bilgisayar
    3. anadolu üniversitesi açıköğretim iktisat
    4. boğaziçi bilgisayar

    (sıralamayı yanlış hatırlıyor olabilirim ama isimlerden ve üçüncüden eminim)

    bu fantastiklik hoşuma gitti ama açıköğretimde de sürekli kaldığımdan (derslere aynı sebepten çalışmıyordum) ikinci kaldığım senede askerlikten kağıt geldi. meğer iki yıl üstüste kalınca yine askere alıyorlarmış. kaydımı sildirince bi kaç sene daha tecil hakkı olduğunu söylediler ben de sildirdim. sonra istanbul'a taşındım.

    ben istanbul'a taşınınca bizimkiler benim hakkımda daha az endişe etmeye başladılar. kendi kendimi geçindiriyor olmam ve keyfimin yerinde olması onlar için yeterliydi. en azından bana öyle hissettiriyorlardı.

    istanbul'a taşındıktan bir sene sonra tecil hakkımın bitmesi yüzünden yeniden öss formlarını doldurmaya başladım. bu sefer yapmak istediğim daha netti, özel bir üniversiteye girip parasını ödeyip sonsuza kadar tecil hakkı elde edebilecektim. zerre çalışmadan sınavlara girdim ve doğuş üniversitesi bilgisayar mühendisliğini kazandım. o dönem iyi bir puan elde etmiş ve hatta sınavda sınav formundaki "bu alanda işaretleme yapmayınız" kısmının encoding'ini bile çözmüştüm. (bkz: öss cevap kağıdı formatı)

    annem bu sınavdan 6 ay önce vefat ettiğinden üniversiteyi kazandığımı öğrenemedi. babam da iki sene sonrasında vefat ettiğinden ne microsoft'u ne de ekşi sözlük'ün popüler olmasını görebildi. hani içlerinde benimle ilgili böyle ukteler olduğuna inansam herhalde bunu kafama çok takardım ama her zaman sadece "zorda olmadığımı ve hayatımdan memnun olduğum"u bilmekten memnun olduklarını hissettiğimden içim bu konuda hep rahattı. çünkü biliyorum ki beni daha çok sevmelerine yol açacak değil sadece komşuya daha çok anlatacak hikayeleri olacaktı. açıkçası ailemin bana böyle yaklaşmasından dolayı kendimi şanslı hissediyorum. öte yandan da aslında her anne babanın çocuğuna benzer yaklaşım gösterdiğini sadece bunu çocuklarına doğru aktarmakta sıkıntı yaşadıklarını da düşünüyorum. o yüzden bazen belli noktalarda noktada çocuğun kendi hayatının iplerini eline alması da gerekiyor sanırım.

    o yıllardan sonrası ise üniversitenin "inkılap tarihine devam zorunluluğu var"dan geri adım atmaması ve benim o sırada çalışıyor olmamdan dolayı arka arkaya devamsızlıktan kalmam sonunda devamsızlıktan atılmam ve bir sonraki sene microsoft'ta başvurduğum pozisyonla ilgili iş teklifi almama denk geliyor. sonra gerisi geldi zaten.
  • yönetici kardeşler için dert olmayabilir. siz yine de, sevdiğiniz ve istediğiniz bir bölümü okumak için kazanmaya çalışın.
  • iki yıl üst üste hiç çalışmadığım için başardığım eylem. üçüncü yılda da hiç çalışmamıştım ve kazandım. bu süreçte boş durmadım. önce anketörlük yaptım. sonra şans eseri bir reklam ajansında neguzelhaber.com için içerik yazmaya başladım. sonra ajanstaki farklı şeyler için sözde metin yazarlığı yaptım, ardından heberler geldi. sonra da sosyal medya macerası başladı. ilk ajanstan ayrıldım başka yere geçtim.

    sonuç olarak, şu an iü'de uzaktan eğitim olarak gazetecilik okuyorum. ama aslında okumuyorum. düzenli olarak kayıt ücretlerini ödüyorum. bu şekilde gidersem gazeteciliği 10 senede bitiren ilk mal olarak tarihe geçeceğim. ama bir yandan da iş iyi gidiyor, görece iyi kazanıyorum. eğer öss'ye çalışsaydım, ki öss'ye çalışmak için işten ayrılmayı düşündüğüm dönemler olmuştu, bunların hiçbiri olmayacaktı.

    bir yandan okul dediğimiz olay zaten faydaları uzun vadede görülen bir şey. ayrıca hiç üniversite hayatım olmadı, üniversitenin yerini bile tam olarak bilmiyorum. gerçekten. fakültemin yerini sora sora buluyorum finaller için gittiğimde.

    bazen kaçırdığım şeyler için üzülüyorum bazen siyasi kavga nedeniyle "sosyal bilimlerin hepsi ölecek" diyip balta sallayan adamı görünce seviniyorum. okul kavramından, eğitiliyor olma fikrinden nefret ediyorum. okula sınavlar için bile girdiğim zaman içimi tarifi imkansız bir sıkıntı kaplıyor. lisede devamsızlıklarımı rüşvetle sildirir, dersaneye de arada bir uğrardım.

    "yani ne demeye çalışıyosun amk, mesajın ne" derseniz, hiç yok. ne yapılması gerektiğini bilmiyorum. benim çalışmam maddi açıdan bir gereklilikti, o yüzden çalıştım. fakat şu entariyi okuyan arkadaşlara tavsiyem, istanbul'u kazanın, buraya da geldikten sonra istediğiniz mesleğe göre firilens veya part taym işler kovalayın. ders derste dinleniyor eet ama iş de işte öğreniliyor sadece.
  • her şeyin bittiği anlamına gelmez. bir lisans bölümüne yerleşemezseniz ön lisans bölümüne yerleşip dikey geçiş yapabilirsiniz. açık öğretim okumayı seçip aynı anda iş tecrübenizi arttırabilirsiniz. farklı ve sağlam bir fikir geliştirip başarılı bir girişimci olabilirsiniz.

    istediği bölüme yerleşemeyince her şeyin bittiğini sanıyor insan. halbuki sistem ne kadar bu tek düzeliğe zorlasa da her zaman başka yollar da var.
  • "hiçbir şeyin sonu değil" derler ama malesef günümüzde farkında olunmasa bile birçok gencin geleceğini etkileyen bir durumdur.
  • baraj puanını 180 olarak hatırlıyorum. 180'i geçmeyince öss'yi kazanamamış oluyorduk. mezuna kalmak gibi bir kavram yoktu bizim dönemimizde. delikanlıca öss'yi kazanamadım diyorduk. şarkımız bile vardı: "ösym götümü ye"

    efsana klibiyle dinlemek isteyenler için link : https://youtu.be/mcwt-kgn19k
  • gerizekalı olduğunuza işarettir.
    kazananların da ne kadar zeki olduğu tartışılır.
hesabın var mı? giriş yap