• tek cümle ile özetlenebilecek film.

    olacakla öleceğe çare bulunmaz...ahan da budur!
  • kötü yönde bir önsezi..
  • --- spoiler ---

    farklı zamanlara gidip gelmeyle ilgili filmlerde olan sorunu barındıran film.kadıncağız perşembe günü kocasının ölüm haberini alıyor ama kızının suratındaki izden eser yok o gün.halbuki kızın olayı pazartesi günü gerçekleşmis ve filmde kırılmaz bir zaman çizgisi varmış gibi görünmekte.yani aslında başrol karakterimizin daha filmin başında kocasının ölümüyle yüzleşmeden kızının yüzünün şekliyle kafayı yemesi gerekiyordu.eğer olaylar sabit bir zaman çizgisinde gerçekleşmiyorsa yani bir şekilde değiştirmek mümkünse olacakları, niye değiştirmeye çalışmadığını anlamak mümkün değil...misal; (bkz: çöpe attığın kağıdı yaksana be kadın)

    --- spoiler ---
  • muhafazakarlığıyla beni benden almış olan filmdir.
  • konu güzel,film temelde inanç üzerine kurulu.inanmak ve inandığını yaşamak...
    ama senaryoda kocaman delikler var.oyunculuklar da çok haz vermedi bana açıkçası.özellikle de julian mcmahon,bence christian olarak kalmış filmde.ne sevgisi ne dürüstlüğü inandırıcı değil.belki de bu yüzden pek etkilemedi film beni.
    premonition türk asıllı bir yönetmeni hollywood'da desteklemek ve görmek için bile izlense fena bir film değil.klişeleri elbette var ama her film kadar.
  • kader döngüsü üzerinde kafa ütülemeye devam eden filmlerden birisi daha. taze taze izlemiş olmamla beraber şöyle bir tv kumandası sallama yöntemi gibi spoiler vereceğim :

    spoiler

    bir çok filmde görüyoruz, kader dedğimiz şeyi değiştirmek mümkün değil. tamam bunu anladıktan sonra peki ya kaderinin nasıl olacağını biliyorsan ve elinde bal gibi değiştirme imkanı varsa ve sen yinede armut gibi hatalar yapıyorsan o değişmezlik değil salaklıktan öteye gidemeyen bir durum oluyor. neden : "sargonnas" nicki yazarımızın da değiği gibi "çöpe attığın kağıdı yaksana be kadın".

    ayrıca nedendir bilmiyorum, bizim meşhur seksi erkek julian mcmahon un bu filmde hiç bir sevişme sahnesi yok. allah allah diyorum ne zaman düdükleyecek sandra ablamızı diye bekliyorum ama yok. sen git nip tuck dizisinin süper sevişken erkeği "dr. christian troy" al oynat ama seviştirme. yönetmenlere burdan kafanız mı iyiydi filmi çekerken" diye sormak gerekir.

    filmde ara ara "peter stormare" görüyoruz ama çok fazla değil. olsun adamın ses tonu bile filme ayrı bir hava katıyor, lezizleştiryor.

    yani kısaca ; cast a bakıpta binbir umutla izlenecek bir senaryoya sahip değil. vasat değil ama güzelde değil. arada derede bir yerlerde kalmış, bir kaç yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı konumda bulunan bir film. unutulmaz ise bu da oyuncuların popülerliğinden olur bu kadar.

    spoiler
  • (bkz: önsezi)
  • acayip kurgusal eksiklerini nispeten daha derli toplu the lake house'un sandra bullock'u ile mi yutturmaya calismislar bilmem. cunku olay artik premonition olayini, onsezi olayini filan asmis, karakterler sabah aksam ac karnina reenkarne oluyorlar. kaldi ki ne reenkarnasyona inanirim ne overrated oldugu gunden beri sandra bullock'u severim ne de kimsenin ''haci bu kadin the lake house'da da boyleydi, beklerim ben bundan boyle gariplikler'' diyebilecegini sanirim.

    ayrica peter stormare abimiz de her zaman yaptigi gibi gecerken ugramis filme. hos bu seferki gerek filme gerek linda karakterine, hasta ziyareti kisa olur babinda cuk oturmus, cuk cuk sesler cikarmakta. ha bir de senaristler bir senaryoya girismeden once iki kez dusunuyorsa fantastik seylerde bes kere, on kere hatta yirmi kere dusunsunler. zira bu turde seyler olmayinca direktman cok kotu oluyor. bu baslikta da goruldugu uzere sonra onu turk yonetmen bile kurtaramiyor.
  • gelecekteki tehlikeleri önceden görme.
    (bkz: duru görü)
hesabın var mı? giriş yap