• (#75209242)katolik kilisesi ile papazların yaradan ile insan arasındaki aracılığını kabul etmeyen martin luther, aziz pavlus’un “siz, yaradan’nın bağışı ve iman sayesinde kurtuldunuz.” tümcesine yaslandı. bir farkla ki, ille de latince olmasında diretilmiş incil’i almancaya çevirirken, işine gelen yerlerde bir takım söylemlerin arasına istediği sözcükleri yerleştirdi. mesela aziz pavlus’un özgün tercümesi yukarıdaki gibi olan söylemini şöyle değiştirmişti: “siz yaradan’nın bağışı ve sadece iman sayesinde kurtuldunuz.” böylelikle, katolik kilisesi’ni devre dışı bırakmış oluyordu.

    insanın kurtuluşunu âyinlere filan değil yalnızca gönülden inanç sahibi olmaya bağlayan luther, başlangıçta katolik rahiplerden söz ederken, «şayet saldırılarının kudurganlığı devam edecekse, bu kudurganlığı durdurmak için dünyayı zehirleyen bu hayvan soyuna karşı sözle değil, silahla bitirmekten daha iyi bir yol yoktur.» demişti.

    önceden belirtmiştim: martin luther’in asıl emeli, hıristiyanlığı yeni bir düzene oturtmak değil, papalığın sattığı bağışlama vesikalarından sağlanan gelire iştirak etmekti. katolik kilisesi’nin bu amaçla büyük tüccar ve bankalarla yaptığı anlaşma, reformcuları burjuva ve köylülere yaklaşmaya yöneltti. bunun neticenini göreceğiz.

    luther önceleri örnek olarak ilk hıristiyanlığı düşlemişti; içsel bir inanç öngörmüştü; öyle uzun boylu birtakım örgüt ve merasimleri, papaz ve rahipleri olmayan, saf ve suskun bir dindarlık üzerinde durmuştu. bu inançta felsefenin yeri yoktu. dolayısıyla ona göre hıristiyanlığı paganizmden olduğu kadar aristoteles ve platon’dan da ayıklamak gerekiyordu.

    ancak böylelikle oluşturulacak bir inancı ayakta tutabilmek için örgütlenmek de gerektiğinden, luther de sonradan bu ilk görüşlerinden vazgeçmek zorunda kaldı. önceleri “iblisin yatağı” dediği akla müracaat etti. tıpkı ilk hıristiyanlık gibi, o da nihayetinde sadece inanç ile bir yere varılamayacağını görüp, öğretisini felsefe ve akla dayama yolunu seçti.

    luther’in, öğretisine, katolik kilisesi’nin benimsediğinden değişik bir felsefi temel bulması gerekiyordu. bunu philip melanchton isimli düşünür halletti. ne var ki melanchton özgün bir düşünür olmadığından, bu dinin felsefî altyapısını hazırlamaya çalışırken ister istemez aristoteles felsefesine müracaat etmek zorunda kaldı. dolayısıyla aynı hamam aynı tas. önceleri bir sakıma işe gizemcilikle başlayan protestanlık, sonunda dönüp dolaşıp aristoteles felsefesine dayandı.

    diğer taraftan jean calvin de luther gibi tüccar ve iş adamlarının desteğini sağlamak emeliyle vaazlarında yaradan’nın egemenliğini onlara emanet ettiğini ileri sürdü. bu yüzden calvin’in hıristiyan toplum üzerinde tesiri aslında luther’den daha fazla oldu. katolik mezhebi nasıl köle emeğinin sömürülmesini yaradan’ya onaylatmışsa, protestanlık da yaradan’ya fiyatlı el emeğinin sömürülmesini onaylattı.

    hıristiyanlıktaki reform eyleminin, dinsel özgürlüğü ve ferdin kendi başına karar verme hakkını sağladığı gibi yanlış bir kanı vardır. orta öğretim müesseselerinde da bu yanlış kanı işlenir. biz de bunu hep öyle öğrenmişizdir. oysa reform’u yapanlar, sadece bir otoritenin yerine bir başkasını koymuştur; katolik kilisesi yerine mukaddes kitap.

    ilk iki protestan kilisesi olan luthercilik ve calvincilik, tıpkı katolik kilisesi gibi bilime itiraz etmişlerdir. martin luther de kopernik’in teorinini yadsır; ona göre; polonyalı bu şaşkın adam, tüm astronomi bilimini tersyüz etme hevesindedir. mukaddes kitap’ta peygamber yeşu’nun yerküreyi değil, güneşi durdurduğu yazılıdır; doğru olan da budur. benzer şekilde calvin de mukaddes kitap’a dayanarak şöyle bir sual sorar: «kopernik’in otoritesini kim mukaddes ruh’un üzerinde tutabilir?»

    sonuçlar beklendiği gibi çıkar. 20. asır başlarının amerikalı eğitimci yazarı a. dickson white, “history of the warfare of science and theology within christendom” (hıristiyanlık dünyasında bilim ve ilâhiyat arasındaki savaşın tarihi) isimli eserinde şöyle bir özet vermiştir: “reformun direk tesiri, ilk olarak ilmi sürece karşı tam terslik oluşturmasıdır. protestan öncülerin düşüncelerinde, çoğunlukla evrenin gelişiminin bilimsel kuramlarıyla meblağsızlık sergilendiğini görürüz.”

    reform’da dinsel ve sosyal meseleler birbirine karışmıştır. dinsel bir hareket olduğu kadar sosyal ve politik bir devrim sayılır. protestan kilise tarihçileri, luther’i “almanya’nın en büyük siyasetçilerinden biri” olarak niteler.

    luther, siyasal ve dinsel emeline erişmek için uygun ortamı beklemektedir. o günlerin almanyası da bunun için pek uygundur. alman prenslerinin 16. asır başlarında köylülere uyguladığı baskı, dehşetli boyutlara varmış vaziyettedir. vergiler, toprak kiraları ve çalışma şartları dayanılamaz bir düzeye varmıştır. köylülere öyle kötü davranılmaktadır ki, toprak işçileri artık yaşamaktan usanmış bir haldedir. bu işçi ve köylüler, iyi bir öncüden de yoksundur; prenslerin uyguladığı vicdansızlığa karşı koymaya cesaretleri yoktur.

    işte martin luther tam bu sırada ortaya çıkar. büyük ve cesaretli bir adam gibi davranır ve hiçbir korku işareti göstermez. düşündüğünü söyler; baskı altındaki kitlelere gerçek hıristiyanlık düşüncesini geri getirmeyi vaat eder. sömürülmüş kitleleri cesaretlendirir. «hıristiyanlar arasında otorite olamaz veyahut olması gerekmez.» der. prenslere, başlarına gelecekleri söyleyecek kadar korkusuzdur: «kudretli yaradan, prenslerimizin halka istedikleri gibi davranıp istediklerini emretmesini delilikle cezalandırmıştır. halkımız da kendisine emredilene boyun eğmenin görevi olduğunu düşünecek kadar delidir...” prensleri şöyle uyarır: «siz prensler yeryüzünün en büyük angutları ve en kötü hainlerisiniz. insanlar sizin zorbalık ve küstahlıklarınıza boyun eğemez; artık eğmeyeceklerdir de.»

    bu işin nereye varacağını tam olarak bilmiyorsanız da tahmin edebiliyorsunuz sanırım.

    almanya’daki köylüler, martin luther’i, protestan öğretiyi ve mukaddes kitabı kendilerinin biricik umudu olarak görmeye başlar. protestan düşüncesi doğrultusunda toplumu yine oluşturmak için büyük bir şevk içerisinde kısa müddette bir araya getirilirler. savaş ve devrim gözükmektedir. luther yalnızca büyük bir özgürlük hareketinin öncüsü olarak ortaya çıkmakla kalmamış, bu arada prenslere yönelik toplu nefreti onlara alan okuyan bir eyleme dönüştürmeyi muvaffak olmuştur.

    tarihte “köylü savaşı” isimi verilmiş olan devrim 1525 seneninde patlak verir. luther, almanya’nın en çok baskı gören sınıfının önderi olarak duyuru edilir.

    bu baş kaldırma, başkaldırı veyahut ayaklanma olayı avrupa’da 16. asra damgasını vurmuş, almanya ile hudutlu kalmayıp diğer ülkeleri de etkilemiştir. bunu gözden geçirdiğimizde kısaca “reform” denilerek geçiştirilmiş olan değişimin niteliği, arka yüzünü kavrayabiliriz. onu ise izleyecek bölüme bırakıyorum.
  • sene: 1525… yer: almanya…

    köylüler, prenslere on iki maddeden oluşan bir muhtıra iletir.

    bunların hepsini değil de en ehemmiyetlilerini yazalım:

    - kendi papazımızı kendimiz seçmeliyiz.

    - tevrat’ın emrettiği ancak incil’in kaldırdığı vergiyi ödesek dahi bunu yaradana verir gibi vermeliyiz.

    - bize toprak köleleri gözü ile bakılıyor. oysa isa, toprak sahipleri kadar çobanlar için de acı çekmişti. biz de mukaddes kitap’ta sözü edilen özgür insanlardan değil miyiz? değilsek, bize mukaddes kitap’ta bunun yerini gösterin.

    - hepimiz için olan av hayvanlarından istediğimiz gibi istifade edebilmeliyiz. yoksa bizi o hayvanlara karşı savunun ve bize verdikleri zararları karşılayın.

    - meyveler ve sular hepimizin olmalı, acıkan ve susayan bir herkes bunları dilediği gibi yiyip, içebilmelidir.

    - ormanları bize bırakmalısınız. yakacak odun için ağaç kesebilmeli, kendimiz için kereste üretebilmeliyiz.

    - bu saydıklarımız yaradan’nın sözüne uymuyorsa, nasıl uymadığını mukaddes kitap’ta bize gösterin. o vakit biz de onları istemekten vazgeçeriz.

    dediler.

    dediler de ne oldu?

    köylülerin bu teşebbüsünü başlangıçta martin luther de desteklemişti.

    destekledi de ne oldu?... pek de fazla ileri gitmedi; gidemedi. işine gelmezdi. ancak thomas münzer isimli bir din adamı biraz daha yürekli davranarak köylülere destek oldu.

    bu desteğe karşı ne oldu?

    prensler köylülerin dilekleri üzerinde müzakereyi dahi istemedi. göz ardı ettiler.

    iç savaş çıktı. yapılan kıyımda 130.000 köylü kılıçtan geçirildi.

    başlangıçta köylülerden yana gibi görünen martin luther, sonradan onlara karşı tavır aldı. oysa köylüler onu öncüleri olarak görmüştü.

    20. asır başlarının lüksembuglu tarihçisi frantz funck-brentano bu konuda şöyle diyor: «martin luther çok tedbirli davrandı. iki tarafı da idare etti. ona göre köylüler netlikle hatalıydı fakat yöneticiler de haksızdı.»

    martin luther köylülere “aziz kardeşler” prenslere “aziz efendiler” diyordu. köylüleri, kendi yaptığını görmezden gelerek «hiçbir başkaldırı iyi sonuçlanmamıştır.» diyerek caydırmak istiyordu. beri yandan da prenslerin adaletsizliklerini belirtmeyi sürdürüyor, onlara «ülkeyi zalimane ve vahşice yönetiyor, tüm halkı soyup onlara baskı yapıyorsunuz. siz de yok ettiğiniz insanlar gibi yok olacaksınız.» demekten geri kalmışordu.

    düşünüyorum da, acaba perhiz ve lâhana turşusu söylemi o vakitten mı kalma?

    köylüler, martin luther’in bir hıristiyana yakışır biçimde dayanmaları, kendilerine yapılan zulüm ve baskıya gönüllü olarak katlanmaları isteğinden çok, prenslere söylediklerini göz önüne aldı. ancak mesele ve çatışma gittikçe büyümüştü ve luther’in dedikleri artık ne prensler ne de köylüler için bir mana taşıyordu.

    kırımlara rağmen köylülerin başkaldırısı olanca şiddetiyle sürdü. birçoğu artık prenslere suskunca boyun eğmeye razı değildi. tam bu sırada luther, bu sefer açıkça prensleri destekleme kararı aldı. her iki tarafı da olabildiğince idrare etme gayretinden sonra, üstün gelen tarafa geçti. «köylülerin saman kadar değeri yoktur. onlar söz’ü duymaz ve duygudan yoksundur. dolayısıyla kamçı şaklamasını ve mermi vızıltısını duymaya zorlanmalıdırlar. hak ettikleri budur. biz onların itaatkâr olmaları için yakarmalıyız ama itaat etmediklerinde de onlara acımanın bir manası yoktur.» sözlerini etti. sonra da şunları ilave etti:

    «bir köylüyü öldürmek cinayet değildir. bu vaziyet büyük yangının söndürülmesine yardım eder. ihtiyaç duyulan olan bütün tedbirler alınmalıdır. onlar ezilmelidir, boğazlanmalıdır, kazığa oturtulmalıdır. bir köylüyü öldürmek, azgın bir köpeği öldürmek demektir!»

    ben bunları okurken, inanın şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyorum. bize verilen tarih derslerinde hiç de böyle söz edilmemişti martin luther’den. ne yazık ki gerçek bu… bu sözlerinin tümü belgelenmiş,

    dahası da var:

    «prenslerimiz, bu vaziyette kendilerini, bu alçakları cezalandırmayı emreden ilâhî hiddetin temsilcileri olarak görmelidir. bu koşullar altında kan dökmekten sakınan bir prens, tüm cinayetlerden ve alçak bir domuzun işleyebileceği daha da büyük suçlardan mesul olacaktır. artık, tolerans, dayanma ve acımaya yer yoktur. hiddet ve kılıcın zamanıdır.»

    bitmedi.

    «köylülerin çoğunun kılıçtan geçirilmesi yaradan için ehemmiyetsizdir. nitekim yaradan da bütün dünyayı bir tufanla suda boğmuş ve bir ateşle sodom’u yok etmiştir, o kudretli ve korkunç bir yaradan’dır. şayet aralarında suçsuz insanlar varsa, yaradan onları da lut ve yeremya’yı olduğu gibi savunacaktır. köylüleri rastgele bir kurtuluş bahtı tanımadan cezalandıran ve kılıçtan geçiren yöneticileri yaradan engellemez hem de incil bile bunlardan razı değildir.»

    sonrası daha da bir yıkım:

    «köylüler iblise hizmet eder. ben inanıyorum ki hiçbir iblis cehenneme atılmamış, hepsi köylülere katılmıştır.»

    prenslere teklifi de şöyle:

    «gelin sevgili aziz efendiler. asiller!... tüm gücünüzle onlara vurun; kazıklara oturtun ve boğazlarını net. bunu yaparken ölümle buluşursanız, yaradan’ya itaat ettiğinizden, şeytanın aşiretine karşı kendinizi savunduğunuzdan, ilâhi lütufla ödüllendirileceksiniz.»

    sanki papa!

    prensler, martin luther’in bu insanlık dışı tekliflerini korkunç bir hızla uygulamaya koydu. bu durum luther’in yandaşlarını bile korkutmuştu. ona, mantıksız, aceleci bir şekilde bu hareketin kışkırtıcılığını yaptığı, dediklerinin farkında olmadığını anlatmaya çalıştılar. luther’in onlara cevabı şöyle olmuştu: «bir isyancı akılla cevaplanmaya değmez zira o bunu anlayamaz. böyle ağızlar burunları kanayıncaya kadar yumruklanarak susturulmalıdır. köylüler mantıklı olanı duyamaz ve dinleyemez. bu yüzden onların kulaklarını kurşunlarla ürkütmek, kafalarını kılıçla havaya uçurmak gerekir. onlara acıma, lânetlenmek demektir.»

    tarihçi frantz funck-brentano durumu şöyle özetliyor: “öncüler ve yöneticiler, ayaklanmanın bastırıldığı bölgelerde oturanları cezalandırma vahşetinde birbirleriyle yarıştı. kurbanlar için en kolay kurtuluş yolu kendi başlarını bir baltayla kesmekti. bir hayli erkek ve kadın kendi dilini ve parmaklarını kendisi kopardı. büyük alanlarda idamlar yapıldı; kadın ve çocuklar bu korkunç görüntüye şahitlik etmeye zorlandı. bazı prensler isyana kalkışan halkı gruplar halinde diz çöktürerek top kurşunlarıyla öldürttü. kimileriyse isyancıları kalelerinin altlarındaki mahzenlere attı ve orada can vermiş insanların cesetleri arasında boğularak can vermeye ayrıldı. tarihçiler bu şekilde öldürülen köylü sayısının takriben 130 bin olduğunu düşünmektedir. zafer kazanan toprak sahipleri köylülerin kafalarıyla top oynayarak eğlendiler.”

    tüm almanya bir enkaza dönüşmüştür. martin luther bu durumu umursamamakta, «bütün dünya parça parça yıkılacak olsa da öğrettiklerim, yazdıklarım doğru olarak kalacaktır.» demektedir.

    netice: köylüler evvelki kölelik durumlarına dönmüştür. bu toplum hareketinin sonu çok kederli olmuştur. halkın durumu şimdi öncekinden de kötüdür. prensleri boyun eğmeye zorlamak ve hıristiyan ilkeleri üzerine yapılan bir demokrasi kurmak için, belki de almanya tarihinin tek talihi olan bu halk devrimi, martin luther tarafından bastırılmıştır. reformcu, bu durumla iftihar ederek her şeyi kendine mal etmektedir: «ben martin luther, köylüleri isyana yönlendirdim, sonra da kılıçtan geçirilmelerini buyurdum. onların kanı benim omuzlarımdadır. fakat sorumluluğu, bana bu şekilde konuşmamı buyuran yaradan’nın üzerine yüklüyorum.»

    of!

    böylelikle, martin luther de önceden tüm kilise önde gelenlerinin yapmış olduğu gibi sorumluluğu yaradan’nın üzerine yıkar ve işin içinden çıkar.

    pek çok araştırmacı bilim insanının belirttiği üzere; martin luther, yalnızca bir teolog (ilâhiyatçı) değil, bu arada bir ideologdur. reform süreci süresince kültürel, siyasal ve dinsel açıdan oldukça karmaşık olan hıristiyan toplum içerisinde başarıya erişmesi, zamana ve günün şartlarına göre söylem geliştirmesine bağlıdır. herkesin, onun öğretisini desteklemesini sağlayacak anlatımlarda bulunmuştur.

    bence iki yüzlünün daniskası. tam bir kendini beğenmiş çıkarcı, oportünist…

    ne yazık ki hıristiyanlıktaki reform eylemi büyük ölçüde onun doktrini üzerine heyetmiş.
  • kimileri hıristiyanlıktaki reform olayını bir özgür düşünce atılımı, din ve yürek özgürlüğünün sağlanması olarak niteliyor.

    bence yanlış… protestanlığın iki liderinden ne martin luther ne de jean calvin düşünce ve inanç özgürlüğünün sınırsız olmasını, herkesin istediğine inanabileceğini ve gerçeğe kendi dilediği yoldan gidebileceğini kabul etmişlerdir. yok öyle şey. protestanlar da katolikler gibi gerçeğe ancak tanrısal bir esinlenme yoluyla ulaşılabileceğini ileri sürer. tek bir farkla: onlar bu yolun kilise’nin dogmalarında değil, mukaddes kitap’ın dahilinde bulunacağını öngörmüşlerdir.

    kilise’ye karşı mukaddes kitap!... belki «ne fark var?» diyeceksiniz. çok fark var. zira kilise mukaddes kitap’ı özgün olarak bırakmamıştır ki. onu sanki bir yana, onun yerine kendi dogmalarını yerleştirerek öncelikli kılıp, tek geçerli olarak nitelendirmiştir. nitekim bu yüzden de mukaddes kitap’ın halkların diline çevrilmesini de engellemiştir; anlamasınlar diye…

    kimileri de reform olayının batı dünyasında dinsel inanç bakımdan bir müsamaha ortamı doğurduğunu ileri sürer.

    bence bu protestanlıktan yana çıkarak ortaya konulan destek görüşü de yanlış. katolik inancına karşı protestan inancının müdafaa edilmesini hoş görelim; ona bir diyecek yok. ancak bunun gerekçesi olarak dinsel inançlarda hoşgörü getirdiğini söylemek doğru değil. lutherciler de calvinciler de kendi benimsedikleri tarzdaki hıristiyan inancını müdafaa etmek için katolikler yaptığını yapmaktan geri kalmamışlardır. onlar da silaha sarılmış güç kullanmışlardır. zayıf vaziyette iken güçlülerden hoşgörü bekleyenler, güç elde edince hoşgörüsü kendi sözlüklerinden çıkarmıştır; tıpkı ilk hıristiyanların paganlara yaptığı gibi.

    isviçre’de cenevre dışında calvinciler kovuşturulurken; jean calvin, hıristiyanlıktaki teslise itiraz eden michel servetus’u ateşte attırıp yaktırırken bir an dahi düşünmemiştir. alınyazısı görüşüne itiraz eden jérome bolsec’i sürdürmüştür. düşünce özgürlüğünü müdafaa eden sébastien castellion’u susturmuştur. 1572 seneninde fransa’da yapılan saint-bartélémy kırımında, protestanlara fırsat verilseydi, onlar da katoliklerin yaptığı boğazlamanın benzerini yapacaktı.

    luther ve calvin, hiçbir dönemde vicdan ve inanç özgürlüğünden yana olmamıştır. zira böyle bir özgürlük onların okuduğu mukaddes metinlere uymuyordu. başlangıçta baskıya karşı çıkmaları, kendi başlarına da bunların gelebileceği korkusundan doğmuştu. güçlenip yeterince yandaş kazanınca evvelki düşünce ve vaazlarını yadsıyarak, devletin inancı savunmaktan başka bir emeli olmadığını ileri sürdüler. az önce de değinmiş olduğum gibi; benzer davranışlar orta çağ başlarında da görülmüştü. pagan imparatorlardan hoşgörü bekleyen hıristiyanlar, egemen vaziyete geçer geçmez tüm pagan inançlıları gibi hıristiyanlığı da kendilerine göre açıklayanlara göz açtırmamışlardı.

    “kurtuluş sadece bizim inancımızdadır”

    kurtulacaklarının ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum. bir “kurtuluş” edebiyatıdır gidiyor. demek ki hepsi esir bu kurtuluş arayanların. kendi kafalarına esir olduklarını anlamıyorlar bir türlü ne yazık ki. kurtuluş dedikleri de ancak kendi kafalarının içinde olsa gerek.

    işte bu “kurtuluş” kaygısı, katolikleri de protestanları da aynı kefeye koymuştur.

    protestan mezhepleri inanç veyahut vicdan özgürlüğüne karşı oldukları kadar aydınlanmaya da karşıydılar. bilim kutsal kitap ile uyuşmazlığa düşünce, papa gibi luther’den de güler yüz görememişti. ancak reform, bu bağlamda şöyle bir fayda sağladı: tek bir dinsel otorite yerine ortaya bir hayli dinsel otorite çıktı. kilise otoritesinin yerine hükümdarın otoritesi kondu. üstelik hükümdarın kilise’nin çıkarları yanında göz önünde tutacağı daha birçok çıkarı da vardı. matbaanın buluşu (!) sayesinde mukaddes metinler artık elden ele dolaşıyordu; üstelik latince değil, kendi dillerinde yazılmış olarak…

    rönesans öyle bir devrim gibi hemencecik başlayıp, yüz sene kadar gibi müddet ve işlevini bitirip bitivermiş bir olgu değildir. asırlara dağılmıştır. bu yüzden de bir “çağ” olduğu bile söylenebilir. reform da tarihsel bakımdan o çağı izlememiş, o çağın çerçevesinde oluşmuştur. ancak o çağın ilerleyen yıllarında, -artık buna sonlarına doğru da diyebiliriz- reform’un getirmiş olduğu protestan mezheplerinin bile yeterli bulunmadığı, kaynağını insanda ve akılda bulan yeni bir “tabii din” akımının ortaya çıktığını görürüz.

    doğal din akımı ilk olarak auguste comte’a mal edilirse de, bunun oluşup gelişmesinde isimlerini belki daha az duymuş olduğumuz lealius socinus, jean bodinus ve herbert of cherbury gibi düşünürlerin de bu oluşumda ehemmiyetli yeri ve tesiri vardır. böylelikle genelde “teizm” denilen türdeki inanışlara karşı “deizm” olarak adlandırılmış inanç tarzı ortaya çıkacaktır.
  • yazılarımızı toparlama vakti geldi. çünkü bu yazının sonunda anlattıklarımızı sizi yönlendireceğim bir sonraki başlıkta toplamış olacağız.

    hıristiyanlıktaki reform olgusunu tenkit eden çok olmuştur şüphesiz fakat en sert tenkitleri yapan friedrich nietzsche olmuştur. işin enteresan yanı şu ki, nietzsche, lutherci bir rahibin erkek çocuğudur ve bu inanç doğrultusunda bir eğitim alarak yetiştirilmiştir.

    demek ki insan çocukluğu ve gençliğinde gördüğü eğitimin ve yetiştirilme tarzının çok dışına çıkabiliyor. kendi özgür düşüncesini sahiplenerek kendine göre bir başka dünya görüşü çizebiliyor. ancak elbette bunu muvaffak olabilenler pek hudutlu olsa gerek.

    nietzsche, «reform, geri zihinlerin italyan rönesansına karşı bir reaksiyonudur.» der. bu düşünce, bir hayli katolik ve protestan tarihçi ile bilim insanı tarafı5ndan da kabul görür.

    nietzsche’nin tüm yazılarında bu iki harekete ve aralarındaki ilişkilere yönelik vurgular vardır. reform olayını şöyle tenkit eder:

    “rönesans yakın tarihin en büyük dönemidir. reform’da italya rönesansı’na karşı bir ikilem görmekteyiz. almanlar, avrupa’nın çevreninde toplanabileceği en son büyük kültür olayı olan rönesans esnasında avrupa’yı aldatmıştır. luther’in reformasyonu, bütünü ile kendi sıradanlığı içerisinde, kozmopolit olana karşı kolay bir zihni reaksiyondur. avrupa ruhunun bozulması, bilhassa kuzeydeki luther reformu ile dağılarak kendini belli etmiştir. luther reformunun kuzeydeki başarısı, avrupa’nın kuzeyinin güneyine göre geri kalmışlığının bir ispatıdır.”

    nietzsche’nin bu konu üzerindeki belki de en dikkate değer olan yorumu, “menschliches, allzumenschliches” (insani, çok insani) isimli eserinde bulunur:

    “rönesans, çağdaş kültürümüz içerisinde daha tesirlisi bulunmayan pozitif güçlere sahiptir. o, bütün eksiklik ve kusurlarına rağmen gene de binlerce sene altın çağıdır, diğer taraftan alman reformu ise, daha önceki ruhların enerjik bir itirazı olarak dikkat çekmektedir. onlar kuzeye ait dayanıklılık ve inatçılık özellikleriyle insanlığı yeniden gerilere fırlatmıştır. rönesans’ın en büyük işlevi, bu dönemin geri kalmış ruhlarınca itiraz görerek engellenmiştir. siyasetçilerin olağandışı şaşkınlığı luther’in savunması doğrultusunda ehemmiyetli bir fırsat olmuş, böylelikle o da protestosunu güçlendirmiştir. imparator, luther’i papaya karşı bir koz olarak savunmuştur. papa da aynı şekilde protestan prensleri imparatora karşı bir balans öğesi olarak kullanmak üzere luther’i el altından savunmuştur. bu garip saklı hesaplaşmalar olmasaydı, luther de huss gibi yakılacak, aydınlanma güneşi daha erken parlayacak ve görkemi hayal ettiğimizden daha ışıltılı olacaktı.”

    araştırmacılar ve sıradan insanlar luther’in yaşadığı dönemi, sahip olduğu eşsiz fırsatı ve yalnızca bu fırsatın farkında olmadığını değil, bu arada onunla yıkım getiren sonuçlar doğuracak şekilde savaşım verdiğini de anlamaya başlamışlardır. alman reformu, liberal ve ilerici bir hareket değildir; sadece rönesans’ın büyüklüğüne karşı talihsiz bir reaksiyondur, o kadar.

    20. asır başlarının tanınmış tarihçisi profesör john bury, “history of the freedom of thought” (düşünce özgürlüğü tarihi) isimli eserinde şöyle der: “temel yanılgı işte budur. tarihi baştan savma okuyan insanlarla aynı düşünceyi paylaşan biri, reform’un dinsel özgürlük ve şahsi yargı hakkını getirdiğini sanacaktır.”

    nietzsche’nin eserlerinin ingilizce editörü oscar levy, 1940 seneninde «luther’in reformu, gönül, akıl, buyrultu ve eylem üzerine olduğu kadar sanat, şiir, güzellik ve bilgi üzerine de bir lânetlemedir.” demiştir.

    19. yüzyılın ingiliz tarihçisi t. henry dyer ise, “history of modern europe” (modern avrupa’nın tarihi) isimli eserinde, “reform, germen ırkına ait tötonik (kuzey almanya’yae mahsus) zihnin roma’ya karşı reaksiyonudur.” der.

    karl marx’ın üzerinde ehemmiyetle ve özenle durduğu konulandan biri, protestanlığın ekonomik bir dincilik olduğudur. reformcu luther’i ikiyüzlü ve kaypak bir kişi olarak nitelendirir. hem de bu bağlamda şöyle bir suçlam yöneltir:

    “wittenberg üniversitesi’nin bu üstün dinbilim profesörü, etrafındaki bir sürü yalakayla beraber önayak olduğu halk hareketine aldatmakta bir an duraksamadı ve asiller ile prenslerin saflarına katıldı.”

    hıristiyanlıktaki reform eylemine ve onun yaratıcılarına yöneltilen tenkitleri sıralamakla başa çıkılmaz. o kadar çok ki!...

    şüphesiz hıristiyanlıktaki reform eyleminden söz edildiğinde daha çok martin luther ön tasarıya çıkarılır fakat bu iş onunla sınırla kalmaz. isviçreli ulrich zwingli ve fransız jean calvin’in oluşturduğu calvincilik akımı (bu dilimizde kalvenizm biçiminde de yazılıyor) bunun bir başka istikametidir. hem de bu akımın bir diğer kolu da iskoçyalı john knox isimli aslında katolik orijinli bir din adamının oluşturduğu prespiteriyen mezhebidir. bu ise belki ötekilerden çok daha ehemmiyetli sayılabilir zira sonradan ingiliz sömürge ve dominyonları ile bilhassa amerika’ya yerleşmiştir.

    bundan sonra artık geçeceğiniz başlık (#74558112)
  • bu teknolojiyle çağıyla beraber (internet falan yasaklanmadığı takdirde), yaklaşık elli seneye türkiye'de gerçekleşeceğini düşünüyorum. bi şekilde toplu ya da eyalet sistemine geçilip istanbulda izmirde ankarada falan öbek öbek kurtulunacak. yirmi yıla da temizlenmiş olur eğer bu zihniyeti besleyen eğitim politikaları değiştirilirse( imam hatips)

    ya da sekülerlerle dinciler arası çatışmalar sonrası da yaşanabilir. (böyle ayrıştırılmaya devam edilirsek belki ak parti döneminde bile görebiliriz)

    ama kesinlikle islamda reforma ihtiyaç var. bu kadar da olmaz yok din için allah için partilere oy istemeler, allahı ağzına alıp terlik satmalar, peygamberin kılına tişörtüne şortuna (onun olmadığına eminim) saygı göstermeler falan bu nasıl bi din arkadaş. nerde kaldı bu işin felsefesi?

    tecavüzcülerin korunmadığı, insanların sürekli gözlerle bile yargılanmadığı, hırsızların, haksızların eş dost diye sırtına vurulmadığı bir topluluk olmamız dileğiyle..
  • ingiltere’deki reform hareketleri kral viii. henry tarafından başlatıldı. henry, kendisine sağlıklı çocuk veremediği iddiaasıyla karısı catherine’den boşanarak, anne boleyn ile evlenmek istemiş ancak katolik kilisesi buna izin vermemiştir. zira katolik kilisesi tarafından kıyılan bir nikah bozulamaz. olmaz, olaaaamaz. henry de durur mu yapıştırmış yeni mezhebi: anglikanizm’i kurmuş.
  • 16. yüzyıl başlarında yaşanan büyük bir kriz batı hristiyan dünyasını temellerinden sarsıp, ortaçağdan beri yaşanan inanç birliğini ve kilisenin evrensel otoritesini yıktı. bu harekete daha sonra verilen "protestan reformasyonu" adı yanıltıcıdır ve bu hareketi fazla basite indirgemektedir. karmaşık ve derin kökleri bulunan reform hareketi, etkileri ve dışavurumu bakımından zengin ve geniş kapsamlı olan farklılıklar içeriyordu. incil'in okunması ve vaaz edilmesine dayanarak dünya çapında yeni kiliseler ve kültürler yarattı. incil'in vaazı bazı bakımlardan ayinleri geride bırakan bir öneme sahip oldu. milyonlarca insanın yaşamı titizlikle oluşturulan bireysel ahlak ve vicdan kurallarına göre yeniden şekillendirildi (böylece ironik bir şekilde, birçok katolik din adamının uzun zamandır peşinde olduğu bir hedefe ulaşıldı.) batı avrupa'da evlenmeyi reddetmeyen din adamları yeniden ortaya çıktı. reform hareketi varolan bütün dini kurumları ya hiçe saydı ya da en azından sorguladı. adeta tesadüfen yeni siyasal güçler yarattı. hükümdarlar bu güçleri artık kendi çıkarları için -genellikle kendileri gibi birer hükümdar olarak gördükleri papalara karşı- kullanıyordu. bazen de bu yeni güçler hükümdarlara karşı geliyordu.

    (bkz: avrupa tarihi)
    (bkz: john roberts)
  • almanya’da martin lutherle başlayan, buradan fransa’ya ve tüm avrupa’ya yayılan, katolik (roma) kilisesi karşıt dinsel hareket. ayrıca bu hareket hristiyanlığın üç mezhebindan biri olan protestanlığın oluşmasını sağlamıştır.
  • arnold joseph toynbee der ki: “reformun en büyük zaafı şahin virüslerdir.” bir diğer ifadeyle aşırıya kaçan, değişiklikte ısrarcı olmak adına uygulamada fecaate yol açacak hükümlerle reform yapılmaz. sanırım toplumsal olarak da bunun acısını belki de tanzimattan beridir çekiyoruz.
hesabın var mı? giriş yap