• asteğmen adayları atış yapacaklardır. g3'ten sonra mp5 ve tabanca atışları olmaktadır.

    avukat olan asteğmen adayımızın tabancası tutukluk yapar. zeka küpü, defaatle tekrarlanan sakın silahı hedeften başka yere ne olursa olsun doğrultmayın uyarılarına rağmen, ağzında mermi olan tabancayı astsubaya doğrultarak "astsubayım bu tutukluk yaptı, ne yapayım" der.

    astsubay renkten renge girmiştir. en sonunda kendine gelip, vur ulan! vur amına koyayım! sen de kurtul ben de kurtulayım, der.
  • her türlü cehalet, sefalet, rezalet, ihanet, felaket, hakaret, garabet, esaret, mağduriyet, mağlubiyet, mahkumiyet, ademiyet, teslimiyet, mecburiyet, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet!

    bunlar, kışla içinde ve kışla dışında yaşayabileceğiniz olası mevcudiyetlerdir. ve daha aklıma gelmeyen niceleri...
  • 4 yıılık universite bitirdiği için askerliğini asteğmen olarak yapan polis memuru ve yine aynı bölükte askerliğini kısa dönem çavuş olarak yapan komiser.

    komiserin polise komutanım diye selam vermek zorunda olması daha ne olsun

    diyarbakır / devegeçidi 16.zh.tug 2004
  • bir torbacı, bir muhasebeci ve bir mühendisim oturup çay içebilmesi. canım ülkem.
  • 2000'li yıllarda kara kuvvetleri komutanlığı ön binada gece saatlerinde komutanın makamı terketmemesi. komutan da orgeneral aslan (güner) paşa. sanırım makamında bekir paşa (kalyoncu) da varlar. onlar çıkmadığı için mesai çoğu subay ve general için bitmiyor. belli ki bir tür planlama çalışması var. saat 9 buçuğa doğru personelin ekserisi ayrıldı. ancak paşalar ve planlamaya dahil departmanlar o geceyi çalışarak geçirecekler. önceden hazırlık yapılmayınca harici elbiseyi çıkarmadan iki gün üstüste geçirmek demek ki sevimsiz bir durum. ancak işin fıtratı bu. oluyor.

    paşaların kendi emir subay astsubayları onların ne yiyeceğini içeceğini 1.5 hafta öncesinden hesapladıkları için anlık çok da fazla sürprizle karşılaşılmıyor ama o gece paşalar "pide yiyelim" diyorlar. adamlar paşa. paşa gönülleri öyle istiyor. saat sabah 3:24. emir subayı buzdolabı gibi olduğundan renk vermiyor ama nereden bulsun sabahın 3 buçuğunda lahmacunu pideyi. yemeksepetine bir göz atayım diyor ama her yer kapalı. sonra 10 saniye düşünüp koridordaki telefonu kaldırıyor, akıldan 4 rakam tuşluyor. destek kıtaları nöbetçi amirinin odası.

    -binbaşı şu şu
    -paşa yaveri yarbay şu şu, binbaşım sizin kıta bölümünde bir lahmacun fırını vardı değil mi?
    -evet komutanım fırınbahçe.
    -bekir ve aslan paşalar peynirli pide arzu ettiler, 20 dakikaya falan komuta katı 2 numaraya bıraktırın.
    - *5.5 saniye sessizlik* emredersiniz komutanım!
    *trak*

    o anda arkaplanda şu müzik çalmaya başlar

    lan gece 3.5'ta fırıncılar uyuyor, fırın boş, 20 dakikaya nasıl pide çıksın. nöbetçi amiri ceketi giyip nöbetçi astsb odasına dalıyor bir giriyor ki botlar yerde, astsb terliklerini giymiş, bunları giyen ayakların ikisi de masanın üstünde, eller ensede birleşmiş koltuğunda yayılmış müzik kanalına bakıyor. hışımla odaya dalan biri olunca gayriihtiyari küfre başlayan cümlesi başka bir şeye evriliyor. ananısshımfssf emredin komtanım diyerek doğruluyor, ikisinin odadan beraber çıkması 46 saniye alıyor. istikamet koğuşlar.

    koğuş nöbetçisi elinde değnek (elektrik çarpanı vakit kaybetmeden dürt diye eline vermişler gece değnekle geziyor herif) bulmaca çözerken onu ensesinden yakalayıp koğuş listelerine baktırıyorlar, aşçı hamurcu fırıncı servisçi kim varsa hepsini yataklarından harala gürele kaldırıyorlar. çocuklar da bir şey yaptık diye korkularından sinerek uyku sersemi üniformalarını giyiyorlar. onların alınıp fırına girmeleri telefonun gelmesinden itibaren tam 5 dakika 49 saniyeyi buluyor. kaldı 13 dakika 10 saniye.

    baş fırıncı uzun dönem bir konyalı asker. etliekmek mütehassısı. hadi evladım hadi çocuğum diyerek fırını yaktırıyorlar. yanmıyor. komutan çatıda su geçirmez katmanların birbirine eritilip yapıştırıldığı tüpgazla çalışan nozüllü bir alev makinası gibi bir şey getiriyor. onu tam gaz açıp fırındaki kuru odunlara 3 dakika boyunca tutuyorlar. sonra metal değneklerle bu odunları kırıp mümkün olduğunca köz haline getirmeye çalışıyorlar. bir yandan tezgahta tam altı er canhıraş bir şekilde hamur yoğuruyorlar. konyalı acil durumlarda kullandığı dinlenmemiş hamur formülünü yaptırıyor. böyle bir şey varmış. sabah saat 4'te kimse yataktan niye kaldırılıp lahmacun açıyoruz diye sorgulamıyor. başka bir şey niye yemek istememişler demiyor. biz de niyeyse demiyoruz. herkesin tek odaklandığı şey duvardaki saatteki akrep ve yelkovan. imkansız o pidenin falan yetişmesi ama emir alınmış bir kere. emredersiniz demişiz. gerekirse öleceğiz ama paşamız pide yiyecek. kıyma yok dese abartmıyorum biri tezgaha yatar ve kesin beni falan der. öyle bir motivasyon.

    kah yarı közlenmiş korlarla kah dışarıda mangalda oksijen kaynağıyla köz yapılmış mangal kömürleriyle kah dualarla ilk pideler fırına giriyor. herkesin gözü bir fırında bir saatte. 7-8 dakika var. arada merdivenler bir futbol sahası bir garaj bir helikopter pisti var geçilecek. tamam çıkar diyoruz fırıncıya. pidenin yanları yanmış, ortası altın rengi olmuş. yanıkları kestiriyoruz, muazzam. hemen karton kutuya ikişer pide kesip alayın mukavemet koşucusu astsubay üstçavuşa veriyoruz. zıpkın gibi fırlıyor. tüm erler astsubaylar fırından bahçeye çöküp sağa sola çöküyor. erlere rahat olun sigara yakın diyoruz. üstümüzden nasıl bir yük kalktıysa yüzler gülüyor. iki nefes sigara çektikten sonra siyah bir renault 19 yanaşıyor. hop içinden alay komutanı iniyor. kendisine de biri haber verdiği için evden o saatte giyinip gelmiş. bize patlıyor

    -ne lan bu hal?
    -komutanım gece nöbetteyken kuvvet komutanlığından pide istediler, erleri kaldırdık, fırını yaktırdık, istenen sürede yaptırdık ve teslim ettik arz ederim
    -verdiniz mi pideyi?
    -verdik komutanım
    -hah iyi iyi
    o sırada telefon çalar. fırın astsubay koşar cevap verir. verirken birden dikleşir. yüzünde bursasporun şampiyon olduğunu o an anlamış fener taraftarı gibi acıyla karışık bir dehşet ifadesi belirir sonra bu halde emredersiniz diyerek telefonu kapatır ve dışarı yanımıza gelir.

    - komutanım
    * bütün yüzler zaten kendisine bakmaktadır*
    - komutanım, paşamız pideyi yemiş, sert olmuş bu yağ sürsünler demiş. geri getiriyorlarmış.
    - *alay komutanı* allah belanızı versin ne verdiniz lan pide diye adama!?
    - ben-valla güzel görünüyordu komutanım

    pide gelir açılır. dilimlerden birinde bir ısırık izi farkedilir. mermer tezgahın bir ucunda fırıncı er elinde sanayağı paketiyle durmakta, yanında fırıncı astsb, yanında nöbetçi astsb, yanında nöbetçi sb, yanında nöbetçi amiri masanın başında da alay komutanı ritüele başlarlar. albay çok sigara içmiş bud spencer sesiyle bağırır.

    -yağla lan!

    uykusuz er pideyi dili dışarıda püt dikkat yağlar. fırıncı astsubay kalite kontrol ilk kademesine bakarak şurayı da yağlatır, nöb astsb okey diye kafa sallar, nöb sb beriyi de yağlatır. alay komutanına kadar bütün askeri erkan pideyi kontrol ede ede her dilimi 50 bin kalori olana kadar yağlarlar. pide o şekilde paşalara geri döner ve daha da haber alınmaz. sabah 7'ye kadar fırında teyakkuz sürer.

    ertesi gün fırıncılara izin yazarız öğleden sonra sağda solda banklarda uyuklarlar. haftasonu da çift çarşı çıkarlar.

    ondan ortamda iki orgeneralin bulunduğu bir binada düşük rütbeli personelin hayatının bir anda medrano sirkine dönmesi olasılığı gecenin 3 buçuğunda bile çok fazladır.
  • artık askerliğin son 50-60 günü falan kalmıştı.
    yemekhane yemekleri gayet güzel olmasına rağmen 2-3 fix menü çıktığı anda (neye benzediği anlaşılamayan alabalık, pırasa, nohut) herkes yemek içtimasının ardından ya kantinde tosta abanıyordu yada cips kola poğaça gibi çözümler üretiliyordu.

    şehrin çarşısı ve bizim kışla birbirine çok yakın olduğu için, gece bi zaman sonra nöbetçi komutanın odasına çekilmesi ve çömez denen askerlerin uyumasıyla beraber dışarıdan lahmacun ve tantuni siparişleri verilmeye başlandı. fikir ilk kimden çıktı bilemiyorum ama önce kışlanın kaşarlanmış uzun dönem askerleriyle başlayan, sonra sözü dinlenen kısa dönemlerin de katılmasıyla iş ticarete döndü.

    öyle ki, toy story filmi gibi her gece aynı saatte bütün koğuşlar uyanıp siparişler alınmaya başladı. artık ortada üst-alt devre muhabbeti de çıktı ve eline bi asker kağıt kalem alıp bildiğin siparişleri topluyordu. tavuk tantuni ucuz olduğu için herkes ona sarmıştı, son zamanlarda 55 tavuk tantuni-25 lahmacun-42 ayran gibi siparişler oluşmaya başladı. restoran sahipleri de artık anlaşmalı çalışmaya başladı, adamlarla kışlanın ölü bi noktasında buluşuluyor, tel örgülerin altından siparişler alınıp paralar ödeniyordu.

    bi zaman sonra iş ticarete dönmeye başladı.
    yemekleri getiren yer çılgın atıyordu, her gece 600-700 liralık yemek satmak müthiş olay adamlar için. askerler de o saçma yemeklerden sonra lahmacun-tantuni falan görünce gözleri doyuyordu. bu işin fikir ve kafa takımı da şımarıp alt devrelere 10 liralık hesabı 12 lira falan diye ütüyordu. alan memnun satan memnun. restoran kazanıyor, askerlerin karnı doyuyor, üst devreler 1-2 liralık komisyonuyla adana kebap yemeye falan başlamıştı.

    tabi her güzel olay gibi yüzbaşının bunu öğrenmesiyle bütün sistem çöktü.
    cezalar, önlemler, komutanların azarı sonrası bu güzel rüya bitmişti. işin trajik yanı da, yemek alışverişinin yapıldığı ölü nokta denilen yere bi nöbet kulesi yerleştirip bu işin kafa takımını 8'er saatlik nöbetlerle aynı yere diktiler. çocukların ne uyku düzeni kaldı, ne hayat neşesi. hepsi ruh gibi 8 saat aynı noktaya bakmaktan perişan oldular.
  • biliyorum sadece askerde degil sivilde de karsilasilacak tiplerin cevresinde donen olaylardir bazen. bizim taurda zayif, celimsiz bir ermeni arkadasimiz vardi. bu arada birlik guneydoguda ve surekli operasyon, pusu vesaire. komutanin biri cikar goreve goturur, biri cikar yemekhane mintikasi yaptirir, bir digeri subay gazinosuna alir. her yerde denenen askeri sonunda kantine verirler lakin orada da barinamaz, sebebi bunu yaptigi tostu ben yemem diyen dini butun bir komutan.
  • ilkokuldan üniversiteye kadar tiyatrolarda, folklörde, piyeslerde oynadım. sahnede yeteneğim olduğunu hep düşünmüşümdür ve hatta devam ettirmediğim için ukte olarak bile kalmıştır içimde. askerliğimi yedek subay olarak yaptım. görevlerimden biri de 24 saat süren ani müdahale mangası nöbeti idi.

    bir sabah haber geldi, personel dairesi askeri tanıtım filmi çekiyormuş. askerliğe dair ne varsa onun hakkında. selam vermekten tutun eğitim videolarına kadar. asker çocuklar rol alıyorlar. o günkü çekim öğleden sonra benim nöbet yerimde olacakmış. duyduğumda içim içime sığmadı, belki bir rol kapar da filmde yer alırım diye. sonunda ebediyete bırakabileceğim bir kaydım olacaktı. öyle ya yılların tecrübesiyle hem askerlere taş çıkartacak hem de tiyatro nedir onu gösterecektim. çocuk oyuncağıydı benim için.

    neyse bizim çekim ekibi başlarında bir yüzbaşı ile geldiler. komutan önce bir bana baktı, "rol almak ister misiniz asteğmenim?" dedi. büyük coşkuyla kabul ettim elbette. ne yapacağımı anlattılar. alarmlar çalacak ve ben mangaya talimat vereceğim. bir cümlelik hede ama coşkusu başka bende zira bir komutan olarak görsel kaydım olacak arşivlerde. benim için değerli. gerçek bir yetenek, gerçek bir türk subayının temsilini görecekler!

    efenim beş veya on denemeden sonra benden vazgeçtiler. benim yerime onbaşı arif rol aldı. sonrasında sigara ikram ederek üzülme komutanım diyerek teselli etti beni gerçi. askerden sonra da bu sahne mevzusunu kapadım. yetenek önemli, yetenek mühim..
  • denetleme hazırlıklarının kafadan girdiği olaylardır.

    hava kuvvetlerinde denetleme hazırlıklarına "duruma dayalı eğitim" denilir. denetlemede yaptırılacak eğitimler, canlandırılacak olaylar, kimin ne yapması gerektiği duruma dayalı eğitimlerde tekrar tekrar anlatılır, gösterilir, yaptırılır ve herkesin görevini en iyi şekilde ezberlenmesi sağlanır. ya da sağlanmaya çalışılır çünkü yazılı olmayan bir kurala göre mutlaka arada bir sivrizeka çıkacak ve olmadık bir şey yapacaktır.

    muharip bir jet üssünde uçaklar şeltır denen beton sığınaklarda durur. bu yerlerin ön tarafı kapıyla kapatılıp açılabilirken, arka tarafı uçak egzosu biraz atılsın diye hafiften açıktır ancak yeterli bir havalandırma sağlayacak kadar açık değildir. uçaklar genelde buradan uçurulurlar ama denetleme zamanı filan özellikle buradan kaldırılır. normalde kapılar açık çalışılır ama denetleme/duruma dayalı eğitim zamanı kimyasal, biyolojik vs bir saldırı simülasyonu yapılırken içeride uçağı hazırlayan personel kapıları kapatır, gaz maskelerini takar ve işlerini gaz maskesi takılıyken yapar. uçağın içindeki pilotların zaten kendi oksijen maskeleri takılıdır ve şeltır içindeki hava ile bağlantıları yoktur. dolayısıyla onlar daha rahattır.

    x üssümüzünde yapılan duruma dayalı eğitimlerin birinde tüm uçaklara aniden kalk emri verilir ve simülasyon başlar. herkes uçaklara koşar ve biraz uzak bir pozisyondaki bahse konu şeltırımız içindeki uçağa da 2 pilot atlar. uçağı hazırlayan 2 tane astsubay çavuş arkadaşımız o panikle gaz maskelerini yanlarına almayı unutur ve şeltıra koşup pilotların uçağa yerleşmelerine yardım eder, motor çalıştırma vs diğer prosedürler başlar. tam da o anda üsse kimyasal bomba atıldı diye ikinci bir simülasyon daha verilir. gaz maskelerini unutan bu iki kafadar "ya birşey olmaz, kısa sürer zaten olay." deyip mecburen şeltır kapısını kapatırlar ama öte yandan uçağın motorları harhar çalışmaktadır ve kapı kapalı olduğundan şeltır içi gittikçe yoğun bir egzos ile dolmaya başlar.

    kimyasal saldırı hikayesi bir şekilde uzar ve bir türlü bitmez. o sürede uçağın içinde kendi oksijen maskelerini takmış oturan ve uçağın orasını burasını kurcalayan pilotlardan biri gayrı ihtiyari şöyle bir şeltırın içine bakayım derken gaz maskelerini unutan bizim kafadar astsubayların kapıların tam dibinde yerde hareketsiz şekilde yüzüstü yattıklarını görür. "aha elemanlar egzosdan zehirlendi" diye panikle kule frekansına basıp canhıraş bir şekilde "gerçek durum gerçek durum, personel yaralandı, çabuk gelin lan adamlar ölüyor" diyerek ortalığı ayağa kaldırır. yaşanan anlık panikle kule hangi şeltırda gerçek durum var diye sorar ama pilotlar kaç numaralı şeltıra geldiklerine bakmamıştır. koca üste onlarca şeltır vardır ve pilotlar lokasyonu tarif etmeye çalışır gelgelelim aceleyle yapılan tariften elbette kimse bir bok anlamaz ama uçağın kuyruk numarası üzerinden nerde olduğu bulunmaya çalışılır. olay bir anda bakımcılara sıçrar çünkü uçakları şeltırlara yerleştirenler bakımcılardır ve uçağın nerede olduğunu bilirler.

    bakımcılara ulaşılır ve kayıtlara hemen bakılıp uçağın nerede olduğu görülür. hemen itfaiye, ambulans ve siyah arabalardan oluşan 10-15 araçlık konvoy oraya gider ama onları karşılayan şeltır bomboştur! yanlış yere gelindiğini anlayan ekip aynı anda bilimum küfürler eşliğinde bildikleri tüm bakım telsizlerine çağrı yapıp paniği katlarken bir nedenden ötürü uçağın yerini değiştiren ama yoğunluk nedeniyle bakım merkezindeki günlük kayıtları henüz güncelleyemeyen asıl bakım ekibi uçağın olduğu şeltıra doğru koşturur ve herkesten önce olayın olduğu yere varırlar. ancak şeltır kapısını dışarıdan açamazlar ve arkadaki boşluktan girmek isterler. bu anda pilotlar daha motorları durdurmadıkları için arkadan da giremezler ve kuleye ulaşmaya çalışırlar. fakat telsiz frekansları tam bir çorba olduğundan kuleye telefon açtırıp uçağa motor kesmelerini söyletmeleri vakit alır. bu arada pilot içeriden sürekli bağırıp çağırmakta ama panikten dolayı motorları kesmeyi düşünememektedir. kule ancak pilotlara ulaştıktan sonra motorlar susturulur ve bizim bakım ekibi arkadan içeri girer. o anda yaldır yaldır uçağın nerde olduğunu arayan ambulans/itfaiye ve üssün neredeyse tüm rütbeli kurmay/kıdemli ekibi konvoy şeklinde şeltırın önüne yığılır.

    yerde yatanlara koşan ekipteki kıdemli başçavuş içerideki gazı tahliye edip, sağlıkçıları içeri almak için kapalı olan şeltır kapısını can havliyle açmaya çalışırken bizim yerde yatan ikili aynı anda havaya fırlar ve "dur abi napıyorsun kimyasal saldırı verdiler açma kapıyı" diye başçavuşun eline yapışır. zaten olayın paniği ve stresi nedeniyle eli ayağına dolanan başçavuşun siniri bu ikisini ayakta görünce bir anda tepesine çıkar ve "dövücem lan sizi gerizekalılar" diye elemanlara tekme tokat hücum eder. o anda araya başçavuşla birlikte şeltıra gelen diğer bakımcılar girer ve ekibi ayırmaya çalışır. tüm bu curcuna olurken şeltır kapısı (bir tiyatro perdesinin yavaş yavaş açılıp oyuncuların arz-ı endam etmesine benzer şekilde) içerideki gaz çıksın diye başka bir bakımcı tarafından sakince açılır ve şeltır önünde bekleyen konvoydaki herkesin gözünün önüne birbirine girmiş bakım ekibi şaaak diye serilir.

    ortalık durulduktan sonra anlarız ki bu iki kafadar gaz maskelerini almadıklarından şeltır içi egzosla dolmaya başlayınca hava almak için kapının dibine uzanmıştır ve kapının altından gelen havayı solumaya çalışmaktadır. olay uzayınca da orada kalmaya devam etmişlerdir. içerisinin loş olması neticesi pilot da bunların hafifçe kıpırdandıklarını seçememiş ve ortalığı haklı olarak ayağa kaldırmıştır.

    sonuçta bizim kafadar ikili üs komutanının "alın götürün bunları sağlık amirliğine, yatsınlar orda, zehirlenirler mehirlenirler başımıza iş almayalım" emri üzerine 1 günlük müşahadeye alınırlar, olay "yer kazası/zehirlenme" diye hava kuvvetlerine rapor edilir, yapımda ve yayında emeği geçen tüm bakım ekibine de önce sağlam bir fırça atılır ardından hepsiyle çılgınca dalga geçilir.
  • mehtapla şafağın arasındaki gizemli ilişki olayıdır.
hesabın var mı? giriş yap