• divanı özbeöz türkçedir. faşolarımızın taptığı ve aradaki ihtilafta kayıtsız şartsız yanında yer aldıkları yavuz'un divanı ise farsçadır. yani bu ne paradokstur tengirim durumu sözkonusu. ayrıca akkoyunlu hükümdarı uzun hasan'ın torunudur. ii içermiş.
  • kürt kökenli değil türk kökenlidir. yavuz farsça şiirler yazarken kendisi türkçe şiir yazan bir şairdi. hatta yazdıklarının bazılarını şu an söyleyen insanlar ona ucuz iftiralarla hakaret etmeye çalışıyorlar.

    entry nick uyumuna uyanların hakkında yorum yaptığı ulu türk hükümdarlarındandır. yavuz gibi.

    düzenleme.
  • safevi devletinin kurucusu, türk soylu iran şehinşahı, azerbaycan ve iran tarihi ile alevi kültüründe yer tutan ikonik figürlerin en başta geleni. şeyh, şah ve ozan olarak tarihte iz bırakmış çok yönlü kişilik.

    tarihsel okumalarda kahramanları veya olayları odağa koymak, tarihi olguların derininde yatan sebepleri anlamada bize perspektif sunmaz. aksine dar, formalist bir bakış açısına mahkum eder. o sebeple şah ismail meselesini gelin daha geniş bir zaviyeden inceleyelim. büyük resmi görelim.

    öncelikle şah ismail ve hareketini anlatmadan önce biraz öncesini, sonrasını, dönemin iklimini, yaslandığı toplumsal yapıyı, arka planını ve bağıntılı olduğu süreçleri anlatmak icap eder. ben de ağırlıklı olarak bunlardan bahsetmek niyetindeyim. hatta (baştan söyleyeyim) uzun olacak bu entride şah ismail'in şahsı için pek az cümle kurulacaktır. o halde başlıyoruz.

    şah ismail ve yavuz sultan selim'in esamisinde cisme gelen rekabet, aslında kökleri çok daha derinlerde olan ve farklı boyutlarda cereyan eden daha büyük bir çatışmanın zahiri kısmıdır. osmanlılar ve safeviler iki karşıt ekolün, birbirini dışlayan iki farklı tarihsel rolün temsilcisi durumundadır.

    bu ayrımları yerleşik ve göçebe toplumlar, merkezi devlet ile beyler konfederasyonu, ortodoksi ile heterodoksi, merkez ile çevre arasındaki çelişki gibi farklı boyutları ile okuyabiliriz. ibn haldun'un bedevi ümran - hadari ümran ikiliği ile formüle ettiği, marksistlerin üretim ilişkileri açısından değerlendirip, pastoralist ve tarımsal üretim tarzlarının iki farklı aşaması olarak görme eğiliminde olduğu göçebelik - yerleşiklik açısından ele alalım önce. nasıl teorize ettiğimizden bağımsız olarak tarihte apaçık bir gerçeklik vardır. modern çağlara kadar, tarih boyunca göçebe halklar yerleşik otoriteler ile çatışma halinde olagelmiştir.

    ortadoğu ve anadolu toprakları tarihteki en erken şehirleşmiş, yerleşik kültüre ilk intibak etmiş coğrafyalardır. medeniyet bu topraklarda can bulmuştur. tarım, ticaret, yerleşiklik gibi kalifikasyonlar gönenç ve servet üretir. bu zenginliklerin cezbiyle, şehirleşmiş toplumlar sık sık yerleşik öncesi göçebe toplulukların akınlarına uğramıştır.

    diğer yanda ise orta asya'nın bozkır halkları toprağı işleyemedikleri için ta başından beri hayvancılık yapmak zorunda kalmışlardı. otlaklar, çetin çevre koşullarıyla meşhur bu coğrafyanın tek zenginliği idi. en iyi otlakları elinde tutmanın yüksek yaylalarda egemenlik kurabilmek açısından hayati olması sebebiyle bu otlaklar çok sert mücadelelerin de kaynağı oluyordu. orta asya'lı kabileler otlaklara sahip olabilmek için kuşaklar boyu birbirlerini öldürmüşlerdir.

    bozkırın kendine has içtimai yasaları dağınık ailelerden kabileler, kabilelerden halklar yapıyor ve halklardan da kudretli milletlere vücut veriyordu. hemen sonra bir araya toplamış olduklarını dağıtıyor, dünün ittifak halindeki kabilelerini birbirinin karşısına çıkarıyordu. bu çatışmalar ise bazı kabileleri yükseltirken bazı kabilelerin yok olmasıyla sonuçlanıyordu. benoist mechin'in şiirsel anlatımına atıf yaparak söylersek, dünyanın bu en savaşçı halkları, doğum yapacak bir nebula gibi, karanlık çağlardan beri asya steplerinde dönüp durmuşlardır.

    bu halklar, kendi iradesini kabul ettirebilecek güçlü bir lider bulduklarında, o liderin erki altındayken birlikte hareket edebiliyorlardı. işte o zaman bu göçebeler, toprağın daha zengin ve gecelerin daha yumuşak olduğu bir dünyanın fethine gidiyorlardı.

    ortadoğu, kafkaslar ve anadolu antik çağlar boyunca sümerlerden hititlere, partlardan iskitlere, oradan hunlara kadar, kimi turani kimi başka budunlardan olmak üzere, birçok göçebe topluluğun atlarının nalları altında çiğnenmiştir. daha yakın bir tarihe geldiğimizde, oğuz türkleri batıya doğru hem bir fetih, hem de bir göç karakteristiği taşıyan çok büyük ve yoğun bir hareketliliğe girişmiştir.

    islamiyet çin'e doğru yayılırken, türk boyları sürekli olarak batıya doğru ilerliyordu. zıt istikametlere yönelmiş iki güç maveraünnehir toprakları üzerinde kararsız bir dengeye ulaştı. bu havzada yükselen bir güce, selçuklulara gelindiğinde çok şiddetli bir fetih hareketi yaşandı. tüm yakındoğu şaşırtıcı hızda göçebe türk hakanlarının emri altına girdi. doğudan gelen akınlar her zaman sel gibidir. önünde durulamaz. selçuklular da tuğrul ve çağrı önderliğinde ortadoğu'ya geldiklerinde, türkmen atlıları karşısında bütün şehirler art arda düştüler. sonra selçuklular fethettikleri şehirlerin yerleşik kültürüyle kaynaşıp, yaşam tarzını benimseyince daha çok bilge ama daha az tehlikeli topluluklara dönüştüler.

    birkaç yüzyıl sonra ise bu kez moğollar, yine aynı coğrafyaya kasırga gibi girdiler. selçukluları yüzyıllardır uğraştıran haşhaşinlerin yuvası alamut kalesini, hulagu han ayağının tozuyla yıkıp geçmiştir.

    anadolu da bu göçebe akınlarının odağında bir toprak parçasıydı. alparslan, amcası ve babası, tuğrul ve çağrı beylerin iran mıntıkasında yaptığı gibi anadolu'ya bir hışımla girdiğinde bizans ordusunu yenip imparatoru esir aldı. iki asır sonra rum selçukluları artık iyiden iyiye anadolu'nun yerlisi olmuşken, moğollar, hulagu'nun generallerinden baycu noyan komutasında geldiler. anadolu selçukluları dahil karşılarına çıkan her gücü ezip geçtiler.

    moğol seferinin ardında bıraktığı iktidar boşluğu içinde anadolu'nun bizans sınırına yerleştirilen konar göçer bir türkmen aşireti (karakeçililer), yerleşik bizans imparatorluğu'nun topraklarını birkaç on yıl içinde kendi mülküne kattı. osmanoğulları rakipsiz görünüyordu. sonra yine, bu imparatorlaşma emareleri gösteren türk devleti, hulagu'dan ve baycu noyan'dan bir buçuk asır sonra, doğudan gelen bir başka türk-moğol ordusu karşısında darmadağın oldu. bu seferki depremin adı timur'du. yıldırım bayezid'in yedi yıldır kuşatma altında tutup da ele geçiremediği izmir'i timurlenk üç günde alacaktı.

    dikkat edin doğudan (bozkırdan) en son gelen her zaman, daha önce gelip yerleşen fatih topluluklara göre daha savaşkan, daha hırslı bir tutumda oluyor. atlı göçebe, yerleşik merkezi otoriteye her zaman galebe çalıyor. bu yerleşik otorite bir asır öncesinin atlı göçebesi olsa bile.

    tarihçi ian morris, moğolistan'dan macaristan bozkırlarına uzanan bu geniş coğrafya ve göçebe hareketliliğine bozkır anayolu der. morris'e göre ancak bozkır anayolunun kapandığı, yani tehlikenin kaynağı iç asya ile irtibatın sınırlandığı zamanlarda, bir uçta roma imparatorluğu diğer uçta çin imparatorluğu gibi eski dünya tarihinin bütünlük içeren bölümlerinin yükselişi mümkün olabilmiştir.

    anadolu'ya geri dönersek; rum selçuklu devleti, büyük selçuklular'ın, osmanlı devleti de, rum selçukluları'nın en göçebe kesimlerince kurulmuştur. bu, bir ölçüde, bu toplumsal yaşam biçiminin devlet oluşumlarının ilk aşamasında, yenilenmesi anlamına gelir. osmanlı daha üçüncü padişahtan itibaren çoban konar göçer türkmen aşiretlerinden mürekkep gevşek bir konfederasyon olma vasfını kaybetmeye başlamış, aksine tam tersi yönde gelişim gösteren, yani hızla merkezi devlet aygıtı, düzenli ordu ve bürokrasi gibi müesseseleri ihdas eden bir görünüme bürünmüştür.

    yıldırım bayezid ile birlikte merkezi otoritenin tüm tezahürleriyle kristalize hale gelmesi ve hıristiyan balkan krallıklarına karşı sağlanan süzerenlik şeklindeki metbuluk rolü, bayezid döneminin erken imparatorlaşma olarak anılmasına yol açmıştır.

    burada rum selçukluları'ndan başlayarak osmanlı'nın yükseliş döneminin sonuna kadar babai isyanları, şeyh bedrettin isyanları ve celali isyanlarında tekrarlanacak doğal bir çelişki gözümüze çapıyor. özünü yarı göçebelerin oluşturduğu, dönemsel göçebeliklerini sürdürmelerine rağmen giderek köylüleşen kırsal kesim ile anadolu'nun eski sahiplerinin varsıl ve egemen çevrelerine eklemlenmiş kentli yönetici sınıf arasındaki çelişkidir bu. anadolu'nun türkmen aşiretleri, timur ile yapılan ankara savaşı, uzun hasan ile yapılan otlukbeli savaşı ve nihayet şah ismail ile yapılan çaldıran savaşı'nı rum sultanlarını başlarından defetmek için bir fırsat olarak görmüşler ve osmanlı karşısındaki güçlerin yanında saf tutmuşlardır.

    köylü ya da yarı göçebe kesim, kendi içindeki sınıfsal çelişki ve karşıtlıklara karşın, temelinde kentlilerin siyasal örgütü olan devlet karşısında bir bütünlük göstermiştir. üstelik kentleşme sonucunda göçebelik geleneklerinden kopan egemenler ile belirli ölçülerde bu geleneklerini sürdüren kırsal kesim halkı arasında kültürel çatışma da işin diğer yanıdır. böylece hem selçuklu hem de osmanlı yönetici sınıfı için yörük türkmen aşiretleri kara budun haline gelmiştir. sarayda, türkmenler için nadan türk, etrak-i biidrak (idraksız türkler), türk-i bedlika (çirkin suratlılar), türk-ü sütürk (çoban köpeği) gibi söylemler otururken anadolu yörükleri de bu yönetici sınıftan, şalvarı şaltak osmanlı, eğeri kaltak osmanlı gibi deyişlerde ifadesini bulan manevi bir kopuşa gidiyorlardı.

    imparatorluk vasiliev'in tespit ettiği gibi daha kuruluşundan itibaren greko-slavo-türk nitelikleri gösteren bir balkan devletiydi. çetın yetkin'in saptamasına kulak verelim. kuruluş ve yükseliş döneminde, rumlar ve öteki hıristiyanlar osmanlı devletinde içinde ezilen ve sömürülen bir unsur değil, tersine devletin asli unsuruydu. taner timur ise bu durumu şu özlü sözle açıklar. osmanlılar balkanları fethederken balkan aristokrasisi de osmanlı devletini fethetmektedir.

    osmanlı elit yönetici sınıfının anadolu ve balkanların eski egemen sınıflarına eklemlenmesine dair ettiğimiz kelamı selçuklu yönetici sınıfının iran egemenleri ile bütünleşmesi için de edebiliriz. orada da asyatik göçebe atlı kültürünün yakın doğu'nun yerleşik ve kadim sasani uygarlık kubbesi altında erimesi ve bir ölçüde asimilasyonu söz konusudur.

    jean paul roux, timur, küçük asya'da ilerlerken, bayezid'in birçok müslüman ve türk soylu beyinin düşman saflarına geçmesini şöyle açıklar. anadolu'lu türkler kendilerini, daha o zaman bile avrupalı olarak gördükleri osmanlılardan çok asyalılara yakın sayıyorlardı.

    ki bayezid'in balkanlardaki askeri gücünün bir parçasının voynuk denilen sırp ve makedon askerlerinden oluştuğu gerçeği, osmanlı ordusu içinde on binden fazla hıristiyan askerinin bulunması, ankara savaşı'nda türkmen beyleri bayezid'i bir bir bırakıp giderken, padişahın kayınbiraderi stephanus'un mızraklı sırp birliğinin sultanı korumak için etten duvar örmesi, muharebenin son anına kadar canını dişine takarak savaşması oldukça ilginç olduğu kadar bu iddiaları doğrulayan anekdotlardır.

    timur'a gelirsek kendisi türk soylu olsa da devletini çağatay hanlığı'nın topraklarına kurmuştur, ilhanlılar'ın mirası üzerine oturmuştur, altınorda devletini yenip bir kısmını imparatorluğuna katmıştır. bu üç devlette moğol devletidir. timur, attila ve cengiz han gibi bozkırdan gelen fatihler silsilesinin bir parçası ve son büyük temsilcisidir.

    velhasıl osmanlı ankara savaşı'nda timur'un ordusuna karşı kaybetmiştir. bu atlı sipahinin yeniçeri ordusuna, beyler ittifakının merkezi otoriteye, konar göçerliğin yerleşik topluma, asya mirasının bizans mirasına karşı zaferidir. bu yenilgi osmanlı'yı 11 yıl sürecek kaotik bir ortama sürüklemiştir. anadolu'da fethettikleri toprakların elden çıkmasına sebep olmuştur. ve osmanlı'nın siyasal hafızasında yüzyıllar sürecek bir travmaya yol açmıştır.

    takip eden yarım yüzyılda osmanlı devleti elden çıkan topraklarını yeniden kazandı, gücünü kuvvetini topladı ama bir yandan da doğuda yeni bir güç yükseliyordu. timur'un favori generallerinden biri olan kara yülük osman beyin kurduğu akkoyunlu devleti, 15. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde sınırları bugünkü doğu ve güneydoğu anadolu bölgesini, azerbaycan'ı ve batı iran'ı kapsayan bir süper güce dönüşmüştü.

    kara yülük osman'ın torunu uzun hasan, önce kendi mülkü gibi oğuz türkleri tarafından kurulmuş ve doğudaki en güçlü devletlerden biri olan karakoyunluların üzerine sürdü atını. karakoyunlu hükümdarı cihan şahı yendi, öldürdü ve ülkesini topraklarına kattı. sonra timurlular'ın sultanı ebu said'i yendi, öldürdü, ülkesinin batı kısmını topraklarına kattı. arda kalan timurlu beylerini de vassalı yaptı. anadolu'nun hakimiyeti için osmanoğulları ile savaşması kaçınılmazdı. karakoyunlu yörüklerinden sonra karakeçilileri de yiyebileceğini düşünüyordu. dedesi karayülük osman süzereni timur ile birlikte osmanoğulları'nın hakkından gelmemiş miydi? üstelik kendisi doğunun hakimi timur'un torunlarını da dize getirmişti. dedesinin zamanındaki akkoyunlular ve timur(lular) arasındaki vassal süzeren ilişkisini tersine çevirmişti.

    uzun hasan güçlü bir lider ve iyi bir stratejisti. ordusu sipahilerden oluştuğu için ateşli silahlar öncesi savaşlar için ölümcüldü. ama uzun hasan'ın kestiremediği bir şey vardı. karşısındaki güç, yani fatih sultan mehmet'in hükümranlığı altındaki osmanlı imparatorluğu artık farklı boyutta bir organizasyondu. feodal tarım toplumlarından farklı olarak düzenli bir ordu besliyordu. uzun hasan'ın devletinde gözlendiği gibi görece otonom sancak beylerinin göndereceği birliklere muhtaçlığı azdı. sultan mehmet şehirleşme oranı yüksek bir krallığın tam yetkili monarkıydı ve şahsen yönetiyordu. oldukça bürokratikleşmiş bir merkezi devlet teşkilatına sahipti. akkoyunlular ise yönetsel olarak gevşek bir federasyon görünümündeydi. ordusu bir beyler koalisyonuydu. uzun hasan kişisel karizmasına karşın eşitler arasında birinciydi (primus inter pares). ve en önemlisi osmanlı ordusu top ve genel olarak ateşli silahları dünyada en erken ve en etkin kullanan ordulardan biriydi.

    akkoyunlular otlukbeli meydanında, karşılarında karakeçilileri bulmayı umarken bizans idari yapısını, sasani toprak düzenini ve asya kağanlıklarının kançileryasını mirasına katmış bir imparatorluk ordusu buldular. uzun hasan ve akkoyunlular tarih bilenlerin malumu üzerine kesin bir yenilgi tattılar.

    osmanlı kurulduğundan beri doğudan gelen iki büyük tehdit ile sarsıldı. ikisi de türk olan iki büyük cihangir osmanlı sarayını uykusuz bırakmıştı. bu tehditlerden biri büyük bir hezimet diğeri büyük bir zafer ile sonuçlandı. timur anadolu'daki osmanlı idaresini tarumar etmişti ama fatih sultan da akkoyunlulara aynı kaderi yaşattı. durum bir birdi.

    anadolu'daki tüm güçler final karşılaşması için güç biriktiriyorlardı. osmanlı'nın tartışmasız iktidarı karşısında eriyip gitme riskiyle titreyen merkezkaç kuvvetler, sadece yarım asır içinde doğuda yeni bir umudun yeşerdiğine şahitlik ettiler. işte şah ismail'in hikayesi bu noktada başlar.

    şah ismail, erdebil tekkesi şeyhi cüneyt'in oğluydu. tam burada anlatımıza ara verip erdebil tekkesi denilen bugün iran sınırları içinde kalan güney azerbaycan'daki bir dergah ve dergaha bağlı tarikattan bahsedeceğim. erdebil ya da diğer adıyla safeviye tarikatı 14. yüzyılda yakındoğudaki belki de en itibarlı cemaatti. türkistan'ın içlerinden rumeli'ye kadar erdebil'deki merkeze bağlı tekkeler bulunurdu. ilhanlılar, timurlular, akkoyunlar, karakoyunlar ve osmanlılar gibi birbirine hasım devletlerin hepsinden aynı anda hürmet görürlerdi. öyle ki osmanlı padişahları, henüz 14. asırda iran'a sınırı bile olmamasına rağmen, dergaha her yıl çerağ akçesi gönderirdi. timur, anadolu'nun ilhakından dönerken yolu erdebil'den geçti. rum ülkesinden teslim aldığı binlerce türkmen esiri, o zamanki şeyh, hace ali'nin ricasını kırmamak için, şeyhin tek sözüyle serbest bıraktı.

    uzun hasan, kızkardeşi hatice hatun'u şeyh cüneyd'e, kızı alemşah halime begüm'ü şeyh haydar'a vererek akkoyunlu hanedanını erdebil tarikatına dünür yaptı. hem de iki kez. dönemin tanıkları bu evlilikleri saray ile dergahın, asil hanedan ile kutsal tarikatın birleşmesi olarak tanımladılar. öyle ki tarikatın kurucusu ve ilk şeyhi safiyüddin'in şerif mi seyid mi pek belli olmasa da peygamber soyundan geldiğine dair bir inanış vardı. hacı bayram veli'den nesimi'ye, somuncu babadan erzincani'ye bir çok tasavvuf ehli bu ocakta yetişti.

    üstelik bu tarikat, türkmen aşiretleri nezdinde manen itibarlı olduğu kadar, askeri olarak da bir o kadar güçlüydü. rum ülkesinin, suriye'nin, iran'ın içlerinde yaşayan, her an mobilize edebileceği on binlerce müridi bir yana erdebil'de bekleyen binlerce kişilik silahlı kuvveti (baya baya ordusu olan bir tekkeydi) fetih ve gaza için hazır beklemekteydi.

    velhasıl şah ismail'in babası şeyh haydar böylesi güçlü ve itibarlı bir tekkenin sözü ikiletilmeyen şeyhiydi. peygamber soyundandı.

    şah ismail'in annesi ise saraylıydı, soyluydu, uzun hasan'ın kızıydı. aslında uzun hasan, kızını şeyh haydar'a vermeden yıllar önce kız kardeşini haydar'ın babası şeyh cüneyt'e vermişti. bu durumda haydar'ın zaten uzun hasan'ın öz yeğeni olarak akkoyunlu sarayıyla kan bağı vardı. oğlu ismail ise doğrudan sultan torunuydu. üstelik bu kadarla da kalmıyor. uzun hasan'ın eşi yani şah ismail'in anneannesi despina hatun trabzon rum imparatorunun kızıydı. trabzon'daki imparatorlar bir zamanlar roma imparatoru olarak tahta çıkan komnenos sülalesinin devamıdır.

    osmanlı padişahları bizans tekfurlarının kızlarını eş olarak alırken akkoyunlu uzun hasan doğrudan imparatorun kızını aldığı için kendini itibarda osmanlı sultanlarından üstün sayıyordu. şah ismail ise baba tarafından soyağacının peygamber şeceresine bağlandığı ve anne tarafından şahlar ve imparatorların kanını taşıdığı için asalette dengi olmadığını düşünüyordu.

    şah ismail'in tarihi şahsiyetine gösterilen hürmetin bir kısmı şeyh olmasından, bir kısmı şah olmasından ileri gelmektedir. ama onun asırlara sari itibarının asıl kaynağı ismail'in başka bir titrinden doğar. aşık kişiliğinden. şah ismail, hatai mahlasıyla türkçe dörtlükler yazan bir şairdir ve alevi kültüründe yedi ulu ozandan biri sayılır. edebi prestij olarak nesimi yahut pir sultan abdal'dan aşağı kalır yanı yoktur. bir devlet adamının başka bir alanda bu kadar yüksek bir konum işgal etmesi pek sık rastlanan bir durum değildir. şah ismail'in edebi reputasyonunu, roma imparatorluğu'nun en başarılı imparatorlarından marcus aurelius'un aynı zamanda stoacı felsefenin en büyük temsilcilerinden biri olması ya da ingiliz imparatorluğu'nun dünyayı yönettiği dönemde ingiltere'yi yönetmiş; hitler ve nazileri yenen ittifakın üç liderinden biri olmuş winston churchill'in, nobel edebiyat ödülünü kazanması ile kıyaslayabiliriz.

    şah, şeyh ve ozan olarak itibarının zirvesini yaşayan ismail, bir kısmı vehim bir kısmı hakikat bu üstenci bakış ile kendi devletini kurmaya girişti. dedesi uzun hasan'ın ölümünden sonra başa geçen sultanların hasmane tutumu sebebiyle akkoyunlular ile çarpıştı. onları yenip tüm akkoyunlu mülkünü topraklarına kattı. şirvanşahları yendi, şeybani hanlığını yendi. çaldıran'da sultan selim'in karşısına çıkana kadar hiç savaş kaybetmedi. etrafında şah için yenilmezlik efsanesi oluşmaya başlamıştı. ama şahın şanssızlığı en bıçkın, en cihangir osmanlı padişahının devrine denk gelmesiydi. dedesi uzun hasan'ın ordularının, fatih'in topçuları karşısında eriyip gitmesi gibi yavuz selim'in neferleri topçu ateşine başladığı anda çok güvendiği savaş makinesinin o meydandan galip çıkamayacağını anlamış olması gerekir.

    ismail ve selim arasındaki karşıtlığı basit motivasyonlarla açıklama eğiliminde olanlar aralarındaki mektuplaşmaları öne çıkarır. tıpkı timur ile bayezid arasında olduğu gibi selim ve ismail arasında da hakaretamiz üsluplarda kaleme alınmış, birbirlerine meydan okuyan mektuplar gidip gelmiştir. bu mektuplaşma meselesi selim'in iran seferinin sebebi değil ancak bahanesidir. zaten birbirlerine provokatif mektuplar, afyon ve kadın kıyafetleri göndermeleri gibi hadiseler sefer esnasında yaşanmıştır, öncesinde değil.

    kavganın sünnilik ve şiilik çatışmasından ilham aldığı kısmı da tam olarak doğru değildir. daha doğrusu dini boyut meselenin zahiri kısmıdır. en başta ahmet yaşar ocak'ın tespitini dile getirelim: türk tarihindeki heteredoks islam inancı teolojik çatışmalardan değil, sosyal şartların tabii inkişafından doğmuştur.

    hayatında medreseyle, yazılı islami kaynaklarla temasa gelmemiş ama şifahi olarak ahmet yesevi gibi birtakım önderlerin aracılığıyla islamiyet'i kabul etmiş olan, bozkırda yaşayan türk halkı, orta asya'dan kalkıyor. iran'a, horasan'a geliyor. orada yıllarca kalıyor. buradaki mistik çevrelerle, tasavvuf çevreleriyle hemhal oluyor, birlikte yaşıyor. buralardaki eski kültürlerin kalıntılarına varis oluyor. o inançları benimsiyor, sentezliyor ve anadolu'ya göçüyor. anadolu 'daki birtakım yerel şeyleri de içselleştiriyor, bir sistem kuruyor. bu sistem sünniliğin dışındaki bir inanç sistemidir.

    açıkçası islam'ı böylece görünüşte ve yüzeysel olarak kabul etmiş gözüken türkler'in sünniliği içlerine sindiremedikleri, daha önemlisi, maddi yaşam biçimlerine ve kültürlerine yabancı ve ters düşen bu ideolojiyi anlayamadıkları da bellidir. zeki velidi togan, türkler'in islam'ı kendi yapı ve yaşamlarına uydurarak özümsemelerini, islamiyet 'in bir milli türk dinine çevrilmesi olarak tanımlamaktadır. osmanlı'nın ilk dönemlerinde sünni - alevi ayrımı yerleşmemiştir henüz anadolu'da. cemal kafadar'ın oldukça geniş taraftar bulan tanımına göre ortodoksi ve heterodoksi ayrımları mümkün değildir, 16. yüzyıl öncesi osmanlı dünyasında. metadoksi yani dinler ötesinin hakim olduğu bir tarihsel dönemdir. geyikli baba gibi bir velinin deve yüküyle şarap içtiği, bazı din alimlerinin bile arapça dua etmeyi bilmediği için koca tanrı diye dua ettiği, hacı bektaş veli'nin kapısını hem sünni müslümanların evliyamızdır diye hem hıristiyanların azizimizdir diye aşındırdığı bir aralıktan bahsediyoruz.

    birkaç yüzyıl içinde devlet müesseseleri iyiden iyice yerleşince siyasal iktidarın dayandığı sınıflar ve yönetici kadronun kendisi, köklerinden kopmalarına paralel olarak ortodoks sünni islam içinde yer alınca, türkmen halk kitlelerinin önemli kısmı bir açıdan ulusallaştırılmış islam diyebileceğimiz alevilik kültürüne intibak etti. zaman içinde sünnilik ve alevilik devlet ile halk arasındaki çatışmanın ideolojik çatısını oluşturacaktır. birçok alevi başkaldırısının gerçek nedeni, türkmen halkın bunaldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal koşullardı. olay bir alevi-sünni çatışması ile sınırlı olsaydı, alevi temelli başkaldırılar bastırılıp bitirildikten sonra anadolu türk'ünün ayaklanmalarının sürüp gitmemesi gerekirdi.

    zaten modern öncesi toplumlarda tüm sınıfsal hareketler dinsel bir kisve altında vuku bulur. bu yalnızca alevi-kızılbaş hareketine özgü değildir. mazdeklerden, babekilere, karmatilerden, babailere eşitlikçilik vaz eden tüm toplumsal hareketler zamanında dinsel bir zemin üzerinde yükselmiştir. zamanın ruhu böyledir. sadece islam kültüründe de değil avrupa ve hıristiyan dünyasında da katharlardan zealotlara siyasi iktidarın rıza üretemediği durumlardaki tüm isyanların dini bir ideolojik arka planı vardır. çünkü pre-modern dünyada dini zaviyeden bir meşruiyet sağlayamayan hiçbir toplumsal hareket yaşayamaz.

    diğer yandan devletlerin de bir ideolojisi bulunur. o denli ki, devletlerin birbirleri ile savaşlarında ideolojileri de çarpışır. iran da, arap yayılmacılığına ideolojik temelde karşı durabilmek için, araplar içindeki ayrılıklardan yararlanıp ali yandaşı olmayı yeğlemiş ve bunu kendi eski inançlarıyla yoğurmuştur. iran'ın hem doğusunda ve hem de batısında bulunan sünni devletlerin varlığı, bu ülkede bunlara karşı şiiliğin resmi bir ideoloji durumuna getirilmesinde etkendir. sultan selim döneminin anadolu'sunda saray hegemonyasının boğucu etki alanından kaçmak isteyen gruplar, sarayın benimsediği sünni islam ideolojisinin alternatifiymiş gibi görünen akımlara hasretme eğilimindedirler. bu sebeple ali ve 12 imam gibi birkaç metaforik kült dışında dinsel açıdan aralarında hiçbir koşutluk bulunmayan iran şiiliği ile türk aleviliği, şah ismail hareketinde mündemiç olabilmişlerdir.

    sultan selim ve şah ismail arasındaki çekişmenin bir başka boyutu jeopolitik ve tarihsel bir karşıtlığın osmanlı ve safeviler üzerinden tezahür etmesidir. bu tezahür kadim bir ikiliğin uzantısıdır. ortadoğu'da fırat nehrinin sınır olduğu iki önemli mukim bölge vardır. batıda suriye, doğuda ırak.

    bugünkü sınırlarından farklı olarak batıdaki bölge yani tarihi suriye, lübnan, ürdün, israil, filistin ülkelerini ve türkiye'deki hatay şehrini, hatta mısır'ın sina yarımadasını da içine alır. bu bölgenin tarih boyunca biladüş şam, levant, kenan ülkesi gibi isimleri olmuştur. doğudaki bölge ırak, güneybatı iran ve güneydoğu türkiye topraklarını içine alan mezopotamya'dır.

    bu iki bölge arasında tarım devriminin başından bu yana tam bir siyasal ve ekonomik bütünlük sağlanamamıştır. abbasi, emevi ve osmanlı gibi aynı imparatorluğun çatısı altında yer aldıkları dönemlerde bile iki rakip coğrafi bölge olma özelliklerini korumuşlardır. bu bölge tüm antik çağ boyunca doğu ve batıdaki iki kudretli devin, iki ezeli rakibin çekişme sahasıdır. iskender döneminde doğuda ahameniş imparatorluğu vardır. ahameniş imparatorluğu yerine geçen partların ise çağdaşı roma imparatorluğu'dur. bizans dönemine gelindiğinde doğudaki gücün adı sasanilerdir.

    levant (suriye), fenike hükümranlığı, kısa dönemli geçici fetihler hariç her zaman akdeniz uygarlığının bir parçası olmuştur. suriye roma eyaleti, bizans vassalı olarak bin yıllar geçirmiştir. mezopotamya ise iran satraplığıdır. her zaman pers medeniyet kubbesinin etki alanında kalmıştır. ırak-ı arab ve ırak-ı acem diye isimlendirilmesinden anlaşılacağı üzere iran ve ırak bütünlük içinde bir tarihsel konum arz eder. geç antik çağ, iki süper gücün de tüm enerjisini tüketen sonu gelmez savaşlara sahne olmuştur. öyle ki rekabet sadece siyasi ve askeri alanda değildir. roma pagan iken iran zerdüşttür, suriye'de lingua franca yunanca iken, ırak'ta cari dil pehlevicedir. bizans hristiyanları teslisci iken iran hristiyanları tevhidcidir. sosyal, dini ve kültürel konularda da birinin ak bellediğine diğerinin kara dediği iki denk güç. perslerden kaçan roma'ya sığınacak, bizans basileuslarının sürgün ettiğine sasani kisraları sahip çıkacaktır.

    yunan kökenli bizans, geçmişine savaş açıp hellenizmi siyasal ve ideolojik perspektifinden silerken paradoksal olarak antik yunan hellenizmi rakibi sasanilerin entelektüel korumasında güvenle yaşayacak. islam bu bölgelerde yayıldıktan sonra bile suriye muaviye'nin ırak ali'nindir. bu iki ülke islam içi ilk iç savaşların tarafı olmuştur. abbasiler devrim ile iktidarı ele geçirir geçirmez ilk iş başkenti suriye'den (şam) ırak'a (bağdat) taşımışlardır. roma imparatorluğu ve persler'den beridir devam eden bu çekişme yeni çağlarda osmanlı - safevi rekabetiyle de şekil değiştirip devam edecektir. osmanlı sultanları kendilerine padişah diyegelmişlerdir, yani şahların babası. acem sultanları ise şehinşah. yani şahların şahı. çünkü her iki hükümdara da sadece şah olmak yetmez, daha yüksek bir konumda şahlara taç giydiren statüde olmalıdırlar. bu türden cihanşümul ve emperyal iddialarının kökeni, adları, dinleri, dilleri farklı olsa da bulundukları coğrafyaların en eski medeniyetlerine kadar gitmektedir. işte bu kadim ideolojik ve teolojik bilek güreşi sünni osmanlı ile şii safevi arasında aynı zamanda mezhep çatışması şeklinde de devam etmiştir. osmanlı ve iran'ın neyi paylaşamadığını merak ediyorsak bunların tamamını bilmemiz gerekir.
  • divani özbeöz türkçe olduğu gibi köken olarak katıksız bir türkmen'dir. benim için önemli olduğundan yazmıyorum ancak dönemin ve hatta günümüzün söylencelerinde türklüğün temsilcisi olarak gösterilen osmanlı'ya göre has türktür. şairdir ve şiirlerinde türkçe'yi çok iyi kullanır. pek çok bektaşi/türkmen gibi kökeni horasan'a dayanmaktadır. osmanlı'ınn başında 80 yaşında yaşlı beyazıt varken 16 yaşında hükümdar olmuş ve anaolu'daki pek çok türkmen/alevinin gönlünde taht kurmuştur. bu nedenle osmanlı anadolu alevilerine büyük zulümler yapmıştır. yüzbinlerce kişi kılıçtan geçirilmiştir. eğer anadolu'da bir katliam'dan ve soykırımdan bahsedilecekse bu ne acı ne ermenilere ne kürtlere aittir, bu acının en büyüğünü anadolu alevileri çekmiştir. işin ilginç yanı sunni osmanlı alevilere zulüm yaparken şah ismail de iran'da boş durmamış ve iran'da azınlık durumundaki sunnilere büyük zulüm uygulamıştır.
  • türkçe şiir yazmakla kalmayıp şiirlerinde türklüğe vurgu yapmış bununla gururlandığını anlatmıştır. götünden uydur uydur yaz aq - divanını okudun mu bilader/ben okudum ?hatayi de kürt yaptınız eksikti tam oldu
  • şah ismail'e kürt diyen allah aşkına tarih konuşmasın.

    dipnot: oldu olacak hz.adem de kürttür deyin olsun bitsin ayıp yahu.
  • şah ismail şii bir türktür. bunu burada ucuz insanlarla tartışmak bile saçma ama bir kaç basit bilgi vereyim. yavuz sünniliği kabul etmiş ve buna yönelik politika izlemiştir. şah ismail ise tam tersi başından beri şii bir politika izlemiştir. kızılbaşlık kelime kökeni bile onun atalarından gelir.

    peki kürtler bu işin neresinde?

    kürtler sünnidir. o dönem anadolusunda halkın büyük kısmı ise alevi türkmenlerdir. osmanlı topraklarındaki alevi türkmenler şah kulu isyanına katılmıştır çünkü hepsi osmanlı'nın politikalarına karşı durmuş ve şah ismail'i istemişlerdir. şah ismail'in şii politikasından hoşlanmayan sünni kürtler ise osmanlı'ya yakın durmuşlardır.

    gün gelip yavuz baskın olunca idris-i bitlisi denilen bir kürt aydın tarafından politikalar üretmiştir. kürtlerin türkiye'ye göçünün tarihi de burada başlar. kürtler anadolu'ya göçtürülmüş. anadoluda'ki alevi türkmenler ise iran'a kaçmış veya kalanlar bazı adalara balkanlara sürülmüştür. alevilerin osmanlı'yı sevmeme sebebi. iran'da bu kadar çok türk'ün olma sebebi budur.(zaten türk vardı ancak göçlerle o bölgedeki türk sayısı artmıştır) ayrıca türkiye'de ki ermeni ve türkmen varlığının yerini kürtlerin alma sebebi budur. artuklular saltuklular danişmentlilerin var olduğu eser bıraktığı bölgede kürtlerin eserinin olmama sebebi ise budur. yani anadolu'ya kimin daha önce geldiği tartışılır.

    sonuç olarak yukarıdaki mahlukatın kürt diye nitelediği şah ismail kürtleri, türk diye nitelediği yavuz ise türkleri ezmiştir.

    not: sünniyim şah ismail'i seviyorum. akademik kaynaklara göre yavuz'da türktür. şah ismail'de türktür. kendileri mezhep kavgasına tutuşup yanlış yapan iki ulu hakandır. yavuzun yanlışları yüzünden bugün bu entry giriliyor. şah'ın yanlışları yüzünden bugün iran'da milyonlarca türk esaret altında yaşıyor. bir olup birleşmek türkler için o günde zordu bugün de zor. adam mezhebi uymuyor diye bir türk hakanı karalayabiliyor. (kürt lafı karalama değildir diğer yazdıkları karalamadır)

    https://www.youtube.com/watch?v=h5crl6looio bu konularda uzun araştırmaları olan bir tarihçi
    https://www.youtube.com/watch?v=p-ond-izhqq bu da bonus olarak kendisinin yazdığı şiir.
  • “yetdükce tükenür arab’un kûy u meskeni,

    bağdad içinde her nece kim türkman kopar”

    bağdat'ta türkmenler yerleştikçe arapların meskenleri azalır.

    “şirvan halâyıkı kamu tebriz’e daşına,

    mülk-i acem sorar ki, kıyamet kaçan kopar?”

    şirvan halkı(günümüz azerbaycanı'nda hazar'a yakın bir il) tebriz'e taşınırsa acem devleti/acem topraklarında yaşayanlar kıyametin ne zaman kopacağını sorar.
  • erdebil'deki türbesinde duvarları fars alfabesiyle ama kelime-cümle olarak tam anlamıyla türkçe yazılmış şiirleri süslemektedir. rehber okuduğu vakit sanki anadolu ozanlarını dinliyor gibi olur insan. misafirleri gezdiren aynı azeri rehbere göre "şah ismail yavuz'un ipini kırmış"tır. çaldıran'da osmanlı'yı mağlup etmiştir. aynen böyle dedi eleman. itira edecek oldum lakin deplasmanda olduğum için ses çıkarmadım.

    türbesi pek sade ama çok güzeldir. ailesi ve hocası ile yanyanadır sandukaları. ayrıca şah ismail'in türbesinde bir zamanlar serili olan kocaman ama koskocaman halının sadece fotoğrafı vardır çünkü medeniyetperver ingilizler halıyı çalıp bizim demişler.
    halı şimdi oxfordda sergilenmekteymiş.
  • köken itibariyle türk olduğu su götürmez bir gerçektir. onca kaynak arasında kürt olduğu iddiası sadece safvetu’s-sefa nın çok sonra basılan tahrif edilmiş bir bölümünde geçer ki o bölümler kitabın ilk ve orjinal basımlarında yoktur. birkaç yüzyıl sonra kitabın kopyalanması sırasında eklenmiş bir bölümdür.

    yani geçiniz.
hesabın var mı? giriş yap