• victor hugo' nun ayni adli eserini okumayan zavallilara verilen isim.
  • 6. sınıfın yazında okumuştum. jan valjan kocaman bir insan olmuştu gözümde. "düşmanından intikam almanın en güzel yolu, ona iyilik yapmaktır." bu anlayış deprem etkisi yarattı o yaşımda. tabi biz o kadar erdemli olamadık. lise bitene kadar iyi güzel de, üniversiteyle birlikte geçen her yaş biraz daha küçülttü bizi. (biz derken, siz üzerinize alınmayın; ben kendimden bahsettim.)
  • iki kez okuduğum beni günlerce hüngür hüngür ağlatan kitap. yani niye öyle oldu bilemiyorum sonu beni çok etkilemişti.
  • "on dört yaşındayken, karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldım. bu yüzden beni zindana attılar, ama altı ay bedava ekmek verdiler. hayatın adaleti budur işte."

    sefiller, victor hugo
  • iki kez kitabını okuduğum viktor hugo'nun muhteşem eseri.
    victor hugo’nun 19’uncu yüzyıl fransa’sında geçen sosyal yönü ağır basan klasiği, ilk kez 1985’te londra’da müzikal olarak sahnelendi. eleştirmenler, bu romanın temalarının en basit haliyle pop şarkılarına dönüştürülmesini doğal olarak hoş karşılamasa da zamanla popülerlik kazanan müzikal, londra’dan broadway’e, oradan da sinemaya zıpladı.
    özetlersek; ekmek çaldığı için 20 yıl hapis yatan jean valjean, şartlı tahliye ile salınır ama sabıkası yüzünden iş bulamaz. bir pederin merhameti ile hayatta ikinci bir şans elde eden valjean, eski kimliğini yırtıp atar ve kısa sürede saygın bir belediye başkanı olur. ancak onu unutmayan kanun adamı javert peşindedir. bu arada istemeden haksızlık ettiği fantine zor duruma düşüp hastalanınca, valjean kızı colette’e bakmaya söz verir. yıllar geçtikçe olaylar 1832’deki monarşi karşıtı öğrenci ayaklanmalarında dramatik bir hal alır.
    özetle: 2.5 saat uzunluğundaki filmi sonlara doğru çok sarkıyor. “sefiller”, romantizmi sürekli duygusal bağ talep eden havasıyla sadece çok sıkı müzikal hayranlarını memnun edebilecek bir yapım.
  • 5 ciltten oluşan yaklaşık 1700 sayfalık hasan ali yücel klasikleri basımını okuduğum sefiller; victor hugo tarafından ilk kez 1862'de yayınlanan, 19. yüzyılın ilk yarısında fransız toplumunun en alt ve en karanlık kısımlarının anlatıldığı bir dünya klasiği roman.

    bu eserde siyaset, ilerleme, din, ahlak, aşk ve hukukun doğası gibi pek çok alan tartışılırken hikaye; insan adaletsizliğinin kurbanı jean valjean'in hikayesidir.

    kitap; bir somun ekmek çaldığı için 5 yıl kürek cezası alan ancak birkaç kez kaçmaya çalışması nedeniyle toplamda 19 yıl kürek cezasına mahkum olmuş adamın ve onun hayatına bir şekilde temas etmiş insanların üzerine şekilleniyor. sorun; mahkumiyeti bittiği zaman, parası olmasına rağmen, kendisine yiyecek satmayan ya da barınak vermeyen, mahkum olduğu için onu reddeden bir toplum bulduğunda ortaya çıkar. daha sonra karşısına çıkan bir piskopos, jean valjean'in güzel bir hayat yolculuğuna çıkmasına neden oluyor.

    yani yazar fransız toplumunu baz alarak toplumlardaki ikili yapı üzerine bir eleştiri getiriyor. toplum, güçsüzü dışlayarak sefillerini kendisi oluşturmaktadır. adaletsiz sistem ise sefilleri daha sefil yapmakla meşguldür.

    victor hugo; bu kitapla okuyucuyu fransa'da bir yolculuğa çıkarıyor ve suçluların, fahişelerin, yoksulluğun baskısı altında boşa harcanan insanların hayatlarına götürüyor. anlattıklarıyla insanı önce darmadağın ediyor ama bir şekilde tekrar bir araya getiriyor.

    kitapta sayısız keder çeşidi işleniyor: hapsolma, dışlanma, kölelik, sağlığın bozulması, ahlakın bozulması, yaşamın çürümesi, savaşın acımasızlığı ve toplumun çarklarının yavaş yavaş bozulması... ayrıca, insanların gerçeklerin yerine önyargıyı koyduklarına da şahit oluyoruz.

    sefiller, çoğu zaman duygulandırdı. beni ağlattı, bana aşkı hissettirdi, bir adaletsizliği görmüş gibi kızdırdı, bir insanın içinde bulunduğu sefil durumu görmüş gibi beni üzdü; beni güçsüz hissettirdi. ama bu kitap neden bizi bu kadar duygulandırıyor? çünkü, victor hugo'nun yoksulluk, evlilik, ölüm, isyanlar, adaletsizlikler, kararlar, vicdan, kötülükten iyiliğe geçiş, aşk, fedakarlık gibi konulardan bahsederken kullandığı çok güzel bir şekilde kurgulanmış olay örgüsü mevcut. öyle güzel bir anlatım var ki kitabın her anında, ister bir cümleyle, ister yaşanan bir sahneyle; bizi şaşırtıyor, etkileyici bir şekilde duygulandırıyor. karakterler o kadar gerçekçi geliyor ki alışıyorsunuz ve ilerledikçe onlar hakkında daha çok şey öğrenmek, onların mutlu olmalarını, bir daha asla acı çekmemelerini ve onlara zulmedenlerin ya da onlardan nefret edenlerin yok olmalarını istiyorsunuz.

    bu karakterler sadece olay örgüsünün gelişiminde değil, aynı zamanda bize yaşam hakkında çok şey öğretmek için de önemli.

    mesela jean valjean karakteri bir ilham kaynağı. geçmişte ne yapmış olursak olalım, hepimize sadece insan olduğumuzu gösteriyor. kendimizi kurtarabiliriz ve insanlar gerçekten de değişebilir. insanın daha iyisini her zaman başarabileceğini ve vazgeçmemesi gerektiğini sürekli bir tokat gibi jean valjean karakteri ile yüzümüze vuruyor victor hugo.

    kitap; çok geniş bir tarihsel süreci ele alıyor ve çoğu zaman gerçekten bir tarih kitabını okuyormuşçasına fransa'nın mevcut koşullarını, waterloo savaşını, şehrin mimarisini hatta paris lağımlarını detaylı olarak anlatıyor. bazıları bu kısımların kitapla ilgili olmadığını söylese de victor hugo bunları, etkisinde kaldığı romantizm akımının bir gereği olarak yapıyor. çünkü romantizm akımın en büyük özelliği; eserleri, halkı eğitmek için bir araç olarak görmeleri. amaç okuyucuyu bilgilendirmek olduğu için her konuda okuyucuya bilgi veriliyor. tabi abartıldığı zaman kitabın akışını bozuyor ancak sefiller'de çok insanın beğenmediği paris'in lağımları bölümünün bile hikayeye katkısı var.

    önsözünde victor hugo 3 şeyden bahsediyor. bunlar: 1- üst sınıfın alt sınıfı aşağılaması, 2- kadının açlıkla sınanması, 3- çocuklara yapılan her türlü kötülük. bu sorunlar oldukça cehalet ve sefaletlerin bitmeyeceğini, bu gibi kitapların da kimseye faydası olmayacağını söylüyor hugo. zaten bu kitabı yazarken de victor hugo'nun amacı adaletsizliğe vurgu yaparak fransa'nın mevcut koşullarını protesto etmek.

    özetle; klasik kitap diye neye denir sorusunun cevabı sefiller oldu benim için artık. karakterlerin harika inşa edilmesi, olay örgüsünün adeta ince ince işlenmesi her şeyden öte iyi bir kitabın insanın hayatını değiştirmesi gerektiğini düşünen biri olarak bu kitabı okuduktan sonra daha iyi bir insan olmak istiyorsunuz. mümkün çünkü.

    martin eden ile birlikte en sevdiğim kitap olan sefiller için uzun zamandır entry girmek istiyordum ama alelade olsun istemiyordum. kitaptan şu alıntı ile bitireyim;
    “hayatın en yüce mutluluğu kişinin sevildiğine, kendisi olduğu için hatta kendine rağmen sevildiğine inanmasıdır.”
  • 'kalabalıklar daima tehlikelidir. içlerinde mutlaka ruhlarını ucuza satan alçaklar bulunur.'
  • benim için 1830 paris halkının ayaklanmasıdır.

    40 yıl sonra halkın ayaklanacağı paris komününün de müjdecisidir.

    nerden aklıma geldiyse bugün…

    .

    hayatta yaptığım en iyi şeylerden biri de kitabı eksiksiz -hem de iki defa- çevirtmiş olmamdır.
  • vakti zamanında her şeyden çabuk sıkılan bir çocuk olarak, ebeveynlerimin kitap fuarından aldığı bu eseri merak edip okumaya başlamış ve fazla kasvetli bulduğum için çeyreğinde bırakıp tam yirmi sene dokunulmamak üzere kitaplığa geri kaldırmıştım. bitirmek bugüne kısmetmiş ki mutlu olduğum kadar, böyle bir eserden nemalanmayı bu kadar ertelemiş olduğum için üzüldüm de.

    farklı nedenlerle siz de victor hugo'nun bu klasiği ile halen tanışmadıysanız bir an önce başlamanıza faydası olması maksadıyla romanın ana karakteri jan valjan'ın önünü kesen genç hırsıza sarfettiği şu sözleri paylaşayım;

    "vaktiyle senin gibi genç bir delikanlı tanımıştım. fırından bir ekmek çaldığı için onu küreğe mahkum ettiler. tersanenin mezardan farksız olduğunu görünce, defalarca kaçmaya teşebbüs etti. her seferinde yakalanıp cezası katlandı. on dokuz sene o mezarda kaldı.

    ah çocuğum! demek çalışmak istemiyorsun? hırsız olmak istiyorsun. büyük demirhanelerde, demirleri ezmeye mahsus bir makine vardır; bilir misin? demirleri yufka gibi ezmek için yapılmıştır. sakin ve tehlikesiz gibi görünür. fakat o görünüşe aldanmamalı. elbisenin bir köşesini yakaladı mı, bütün vücudunu çekip ezer!.. tembellik ve bunun neticesi olan hırsızlık, aynı o makineye benzer. işte bak! elbisenin bir köşesini kaptırdın bile... şimdi seni polise teslim etsem; gençliğin söner. hapislerde çürürsün! gel, yol yakınken, aklını başına topla! işçi olmak istemezsen, esir olacaksın. ter dökmeye razı olmazsan, kanını dökeceksin. o zaman herkese kolay gelen işler sana zor gelecektir. çıkmak isteyen hür bir adam ne yapar? kapıyı açar, kendisini dışarıda bulur. sen ise, çıkmak için yerden tünel kazman, duvar delmen gerekecek... herkes dış kapıya varmak için merdivenden iner. sen ise yatak çarşafını yırtıp ip yapacak ve bununla geceleyin hapishanenin yüksek duvarlarından aşağı sarkacaksın. ip kısa gelecek! inmek için tek çare kalacak... aşağı düşmek. fakat neyin üzerine düşeceğini bilemezsin. kayaların mı, uçurumun mu, dikenli tellerin mi, derin hendeğin mi ?

    ah, çocuğum! hırsız olmayı seçerken neyi seçtiğini bir bilsen... ayağında pranga, elinde kelepçe... sırtında şaklayan kırbaç: 'çalış köpek!' diye bağıracaklar. siyah ekmek, su ve kurtlu mercimekle karnını doyuracaksın. karanlık bir hücrede, soğuk gecelerde, tahta üzerinde uyuyacaksın. kırık su testisini bulmak için yılan gibi yerde sürüneceksin. böcek gibi bir hayatın olacak. ah, böceklerin bile senden daha hür olduğunu düşüneceksin...

    bak, ne güzel saçların var! fakat o saçları kesecekler. kafana, mahkumiyet alameti olarak, kırmızı takke koyacaklar. oraya yirmi yaşında girip elli yaşında çıkacaksın. eline sarı bir hüviyet belgesi verecekler. artık hür olduğunu düşüneceksin; fakat hayır! o belge, ikinci mahkumiyetin olacak. iş arayacaksın. 'hüviyetini göster' diyecekler. sarı kağıdı gören herkes 'iş yok, git buradan' diyecektir. hangi kapıyı çalsan yüzüne kapatacaklar. köpek bile seni kulübesine almayacaktır!..

    işte çocuğum! tuttuğun yolun sonu budur. şimdi git ve anlattıklarımı iyi düşün! eğer, bir anne memesinden süt emmişsen, namuslu insan gibi yaşamanın daha kolay olduğunu anlayacaksın.

    ha! benden ne istiyordun? cüzdanımı mı? al, senin olsun!"
  • 1. cildin ortasina geldigim ve basladigima pisman oldugum kitap. mecbur bitirmek zorundayim artik ama benim icin cok yipratici geciyor suanda. bir daha tovbe icinde cocuklarin aci cektigi kitaplari okumam. bundan sonra okuyacagim kitaplari arastiracagim ve icinde aci ceken olen vb durumlarda olan cocuklarin hikayesi varsa o kitabi okumayacagim...

    edit: 1. cildi bitirdim. sakin 2 cilt 1700 sayfa olan baskisindan okumaya kalkismayin. 850 sayfalik ilk ciltteki hikaye aslinda 100 sayfa falan tutar. geri kalani sacma sapan laf kalabaligi. sadelestirilmis metin olarak okursaniz hic bir sey kaybetmez cok degerli olan zamandan kazanmis olursunuz! simdi kara kara 2. cilde nasil baslayacagimi dusunuyorum...

    edit: bitirdim. hikaye guzel. gereksiz cok teferruat var. bu teferruat yuzunden kitabi okumamak hikayeye haksizlik olur. kesinlikle kisaltilmis metin olarak alinip okunmali. bu arada kisaltilmis metin versiyonlarini okuyanlar icin belirteyim hikayedeki o kopukluk metnin kisaltilmasindan degil yazarin hikayeyi birakip zamanin sosyoekonomik ve siyasi ortamiyla yada ornek vermek gerekirse karakter kanalizasyondan bir yere gececekse sehrin kanalizasyon tarihi/tasarımı/sorunlari gibi hikayeyle dogrudan alakasi olmayan konularda sayfalarca yazdigi tespit ve elestirilerinden dolayi hissedilen bir durum.
hesabın var mı? giriş yap