• belki de dünyanın gelmiş geçmiş en özgün orkestra şefi, en derin müzik adamlarından biriydi.
    zen budizmi'ne olan hayranlığı yalnız plaklarının üzerindeki sonsuz yaşam simgesine değil, müziğinin yorumuna da yansımıştır. yönettiği eserlerde özellikle kontrpuana ağırlık vermesine ve bütün vurguları hissettirmesine karşın, öyle bir dinginlik hakimdir ki, insan kaybolur, kendi benliğinden çıkar, müziğin içine girer. fakat hiçbir zaman kendi yorumunu abartılarla, rubato'larla müziğin önüne çıkartmadığı için de, gerçekten bestelenen şey neymiş, onu duyar ve şaşar kalır; çünkü o güne kadar dinlediği aynı parçanın başka yorumlarında bu duyguları hissetmemiştir. eklemeden geçemeyeceğim, ravel'in bolerosunu ve beethoven'in 7'nci senfonisinin ikinci bölümünü, benim hissettiğim gibi yorumlayan tek orkestra şefidir.

    kayıt yapmaktan kaçınmasının nedeni, müziğin dinleyicilerle bir bütün olduğu, sahneden, konser salonundan koparılmış bir müziğin kendi özünden bir şey yitireceği inancı idi. ona göre, müzik şef, orkestra ve izleyici ile birlikte oluşan, büyüyen, gelişen organik bir varlıktı. bu yüzden, izin verdiği o birkaç kayıt da canlı yapıldı ve parçaların öncesindeki ve sonrasındaki alkışlar ayrı birer track olarak kayıtta bırakıldı ki, isteyen bunları da dinleyerek kendisini en azından bir nebze konser salonunda hissedebilsin.

    kaydettiği birkaç beethoven, caykovski, sibelius ve bruckner, kendisini konser salonunda dinleme mutluluğuna erişmiş olanlar dışında kalan bizlere son armağanıydı belki de...
  • calendil lestrade'in de belirttiği gibi orkestra yönetmenliği kurumunun doruğu...
  • "bruckner'in sekizinci senfonisi senfonik yazimin dorugudur" demis orkestra sefi. anton bruckner senfonilerinin gercek degerlerinin anlasilabilmesi icin mutlaka konser salonlarinda dinlenmeleri gerektigine inandiktan sonra celibidache'nin kayit yapma konusundaki cekincelerine daha cok hak vermistim. zira dinledigim bruckner senfonilerinin belli basli en iyi kayitlari, canli konser tecrubelerimin yanina hic yaklasamamislardi, ta ki celibidache'nin bruckner 8 canli konser kaydini dinleyene kadar. ustad her ne kadar kayit yapmaktan cekinmisse de ve bunda hakli da olmus olsa, bruckner 8'in bence en iyi kaydini yapmis munih filarmoni orkestrasiyla.
  • otuz sekiz yil sonra biraraya geldigi berlin filarmoni orkestrasi ile bruckner senfoni no 7'yi calmislardir.
  • ne desek az hakkinda prokofiev yonetirken ganz russland raus, weg weg diye bagirmasi mi bruckner yonetirken zweite geigeeeee zweiteeeeee geigeeeeeeeeee veyahut ubernehmen ubernehmen diye kosturmasi mi zamaninda munih filarmoni'yi berlin filarmoni'nin ilerisine tasimasi mi artik bilemiyorum. keske 84 degilde 840 sene yasasaymis kendisi.
  • cogu kez ortalamaya gore daha yavas tempolar tutturan bir sef olarak bazi eserlerde cok guzel sonuclar elde etmis: bruckner senfoni no 6'nin adagiosunda oldugu gibi.

    bruckner senfonileri hakkinda biraz abartili olsa da sempatik buldugum bazi beyanatlari var:

    1) "es gibt sogenannte bruckner-dirigenten, die noch nie eine bruckner-symphonie gespielt haben! diese kameltreiber haben von bruckner absolut nichts verstanden." (bruckner uzmani diye bilinen bazi orkestra sefleri var ki, bunlar daha hayatlarinda hic bruckner senfonisi calmamislardir! bu deve guduculer bruckner hakkinda katiyen hicbir sey anlamamislardir.) burada kimleri kastetmis merak ettim.

    2) "daß es bruckner gegeben hat, ist für mich das größte geschenk gottes." (bruckner'in var olmus olmasi, bana tanrinin en buyuk lütfudur.)
  • berlin filarmoni'nin 6. asil şefidir. orkesta ile geçirdiği 7 yıllık süreçten çok, sonrasında orkestra ile geçirmediği süreç sanki daha ilgi görmektedir. görev süresinin sonlandığı 1952 yılından sonra bu topluluğu ilk yönetişi tam 40 sene sonrasına (kimi kaynaklara göre 37 sene), 1992'ye, tekabül eder. bu kahve hatrına yapılmış konserde bruckner senfoni no 7 seslendirilmiştir. yapıtın kayıt ve temsil tarihindeki bu en ağır seslendirilişi sanırım topluluğu son yönetişi olmuştur. bu konserin görüntü kaydı vardır ve 'the triumphant return' adıyla piyasaya sürülmüştür.
  • anton bruckner senfonileri için yaptığı kayıtlar referans olmaktan uzaktır. deneysel açıdan ilgi çekicidir ancak bu bestecinin yapıtlarını ilk kez dinleyecek birisine asla tavsiye edilecek kayıtlar değildir. tabii burada bir noktanın altını çizmek de lazım :

    yorumcunun adının kendisiyle en çok anıldığı besteci olan anton bruckner senfonileri için yaptığı kayıtlar ikişer tanedir. bunlardan tarihsel sıralamada önce yapılanlar deutsche grammophon'dadır. kaydedilen senfoniler 3, 4, 5, 7, 8 ve 9 dur. bu kayıtlar isveç radyo senfoni orkestra* ve stuttgart radyo senfoni orkestra*ile yapılmıştır.

    taihsel sıralamada sonra gelen kayıtlar emi'dedir. kaydedilen senfoniler; yukarda sıralananlar ve ilaveten 6.'dır. bu kayıtlar ise münih filarmoni orkestrası ile yapılmıştır.

    simdi bu kayıtlardan önce yapılmış olanlarla sonra yapılmış olanlar birbirinden gündüz ile gece kadar farklıdır. yorumcunun o kendisi ile çokca özdeşleştirilen işte efenim 'müzik yavaş çalınmalıdır ki ses dalgaları birbirinin üstüne binmeden dinleyicinin kulağına varsın, yoksa ses yığılması olur ve birşey anlaşılmaz' lafları filan aslında açıkça görüldüğü gibi kariyerinin sonralarında uygulamaya koyduğu görüşlerdir.

    önce kaydedilmiş olan kutuda mevcut son kayıt ile sonra kaydedilmiş olan kutuda mevcut ilk kaydı arasındaki zaman farkı 5 yıl kadardır ancak bu süreçte ne olduysa kendisinin yorum anlayışı ilginç bir ses felsefesine * oturuvermiştir. neyse...

    peki sonuç? ilk kayıtlarında genel geçer sürelemelere uyan ama bunlarla ilginç bir içerik elde edemeyen yorumcunun ikinci kayıtlarında da sonuç bence dediğim gibi deneyselden oteye gitmemiştir. 105 dakika süren bir bruckner senfoni no 8 kaydı en fazla ilginç olabilir. bu yapıtın 90 dakika süren bir yorumun dünyanın her köşesinde tek kelimeyle ağır denir. böyle bir süreleme ile gayet iyi sonuçlar elde edilebilir, o ayrı * * *. aynı yapıtın 80 dakika süren bir yorumu ortalamadır * * *. 75 dakika yahut daha kısa sürenler ise hızlıdır * * *.

    105 dakika bu spektrumun fazlasıyla dışında kalmaktadır. benzer oranlarda ağırlaştırılmış bruckner senfoni no 7 * kayıtlarını beğenebilenlere gıpta ile bakıyorum. bence görece mantıklı bir sonuç elde edebildiği senfoniler sadece 3. ve 4.'ler.

    bu tip, bence abuk sabuk, sürelemeler sadece yaptığı anton bruckner senfoni kayıtlarında gözlemlenmez. aynı tip sürelemeler ludwig van beethoven senfonileri için de yapılmıştır. sonuçlar oldukça kötüdür.

    hal böyleyken kalkıpta devirdaşı başka yorumculara deve güdücü demesi komiktir ve terbiyesizliktir*. eminin bu laflari albüm arka kapaklarına yazmasını ise nasıl ve neyle açıklayabiliriz bilemiyorum.
  • bu adam aynı zamanda bildiğin seksisttir. bilmem kaç sene yönettiği münih filarmoni orkestrası'na alınmış bir kadın trombonistin orkestradan atılması için elinden geleni ardına koymamıştır. bu kadın ve kocası tarafından başlarından geçen olaylar (ki insanin aklini durduracak cinsten entrikalar dönmüştür) bir internet makalesinde ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. uzundur ama tl dr demeyin, okuyun. sergiu bu kadına demediğini ve etmediğini bırakmamış, münih şehir yönetimi ve orkestra müdürlüğü bu rezalet tangoda sergiu'nun yanında dansetmiştir.

    yeri gelmişken : avrupa klasik müzik topluluklarının *** konser görüntü kayıtlarında ilk hangi yıldan itibaren kadın çalgıcı görmeye başladınız? tarihleri 1980'lerden daha geriye çekmekte zorlanırsınız. abbie conant olayı bunun bir yansımasıdır. bir başka ilginç yansıması sabine meyer-berlin filarmoni-herbert von karajan olayıdır. iki olay farklı nedenlerle çıkmış ve çok farklı şekillerde seyredip bitmiştir ancak ortak noktaları da mevcuttur.

    burada bir noktanin altini cizmeye ihtiyac duyuyorum. kalbalik bir muzik toplulugunda kadin olmasi gerektigini soylemiyorum ama normal sartlarda olmamasi ihtimal olarak dusunulemez. nasil kalabalik bir sinifa girdiginizde sinifta hic kadin yahut hic erkek ogrenci yoksa ufak bir saskinlik yasarsiniz, bu da o misal. konservatuarlardan her sene cok miktarda kadin mezun olmakta, belki erkeklerden daha fazla. her mezun her toplulukta is bulabilecek diye bir kaide yok, sonucta bu kisinin liyakati ile alakali bir durum. ote yandan kadinlarin muzikte erkekler kadar liyakat sahibi olabildiklerinin 10larca ornegi muzik tarihi sayfalarindan tasmaktadir. bu konuda yorum yapmaya dahi gerek yoktur.

    hal boyleyken kimi nedenlerden dolayi kimi avrupa orkestralarinda uzun yillar hicbir kadin calgici bulunmamistir. tabii bu durum ceyrek asir oncesinde kaldi. ote yandan hala kadinlarin bu is icin uygun olmadigini dusunen ve bunu cirkin ifadelerle dile getiren (artik leyla *) kisilere 2017 yilinda da rastlayabiliyoruz:

    https://imgur.com/a/jz2zo

    "o kadar zavallı o kadar zavallı ve ezik.. celi’nin başlığında bu adam bildiğin seksisttir yazma soytarılığı var yahu. o yüzden müzik’in üç büyük b’si, bach,beethoven, bruckner kadın değil mi?

    kadının evrimdeki payı annelik ve yeni bir insan yavrusunu önce karnında taşımak ondan sonra emzirmek ve o’nu yaşama hazırlamaktır.

    tanrı değil, evrim böyle bir güç vermiştir xx kromozomuna yani homo sapiens’in kadın cinsine. erkekte kendini göstermek, yaratmak vasfını almıştır. bu yüzden büyük sanatçıların yüzde 90 ından fazlası hep erkektir ve onların karınlarında taşıyan biricik anaları olmuştur.

    bu yüzden ben anacığımın ayaklarından öperim, o istemez ama ben giderim.

    birde baba nasihati vardır. nedir o, o hayattır, hayat. babam rahmetli bir kere az ve öz konuşurdu, tam yerinde ve az öz ama nokta.

    işte baba nasihati budur. celi’de bu yoldadır. mecburdu yani orkestrasını erkeklerden oluşturmaya, çünkü en iyiye ancak böyle ulaşabilirdi ve o erkekleri de bir ananın karnında taşıdığını, emzirdiğini, bakıp, büyüttüğünü çok iyi biliyordu.

    o analara karşı asla bir saygısızlığı, hadsizliği, zevzekliği olmadı. sadece orkestrasına sızmaya çalışan eksik eteklere, orkestrasını beceremeyeceklerini çok iyi bildiği ama modern kapitalizm ve tüketim döngüsü için her yere sokulmaya çalışılan ve karman çorman edilmeye çalışılan xy ve xx kromozomlarının çorba olmasına karşı korudu celi.

    çünkü adı gibi biliyordu 1-2, oda belki varsa iteleme xx kromozomu yeri orkestra içi değildi.

    sergiu celibidache bunu biliyordu ama yalaka zevzekler bunu asla anlayamazlar ve seksist deme soytarılığını yaparlar. komediye bak, çünkü asıl seksist mantık budur. bir tarafta orkestramı nasıl daha iyi yaparım ve korurum bilgeliği diğer yanda bu seksistler ve orkestrasını korumaya çalışan bir bilge yaşlıyı kendileri gibi görme, hahahaha haaaaaa"

    bu patetik, ciddiyetsiz ve cagdisi ciglikta yankilanan dusuncelerin ne kadar yersiz oldugu bu entry'nin ana metninde verilen linkte okunabilecek olay silsilesinden ve olayin magdurunun liyakatindan anlasilabilir. bu kepazeligin savunucusu olan yazar bir aile hekimidir:

    * anoktale = nejat brohi= apple manyağı ilginç doktor yazar
  • geçmişte yaşamış, deha çapındaki müzik insanlarından bir diğeri.

    youtube'de arandığında, zamanında; rumence, fransızca, almanca, ingilizce ve italyanca dillerinde tedrisatta bulunmuşluğu olduğu görülebilir. (szekely bölgesinden olsaymış (ki, doğduğu yer çok da uzak sayılmaz aslında) macarca'yı da konuşabilirmiş. öyle bir gerçeklikte, vay ki ne vay!)

    bu açıdan değerlendirildiğinde, benim bildiğim, kendisine en fazla yaklaşabilmiş isim herbert von karajan: onun da ingilizce, fransızca, italyanca ve tabi ki almanca muhtelif ses kayıtlarına ulaşılabilir.

    yine de şahsen karajan diyorum celi vs h.v.k. hususunda.
hesabın var mı? giriş yap