• ele alinan olaylari sembolik halde dusunme ozelligi. insana ozgu oldugu savunulur ama yapilan deneylerde bazi maymunlarin da bunu yapabildiklerini gostermektedir.
    en onemli soyutlamalardan bir tanesi dildir. dunyadaki bir cok kavram ve objeye (nesneye) o kavram ve obje ile direkt alakasi olmayan bir takim sessel degerler verebilmemiz ve bu semboller ile iletisim ve problem cozmeye gidebilmemiz bizi insan yapan en onemli ogelerdendir.
    sembolleme, soyutlama olmadan matematik de mumkun degildir.

    serdar turgut sik sik halkimizla alay eder , soyut dusunce yetenegimzin cok gelismemish oldugunu savunur.
  • soyut düşünce denince aklıma hemen avaritia kavramı geliyor. bunun nedeni "açgözlülüğünün kurbanı oldu" gibi kavram kişileştirmesine eski çağ metinlerinde sık rastlıyor oluşumuzdur. ancak bu türkçede ifade ettiğimiz örneğin "açgözlülüğünün kurbanı oldu" cümlesindekine benzer şekilde yine öznenin hükümranlığında bir kişileştirilmiş kavram olmuyor. soyut kavram bizzatihi bu kişileştirmeyi hak etmiş, o buna lâyıkmış gibi düşünüldüğünden ötürü "açgözlülüğünün kurbanı oldu"nun eski çağcası mantalite olarak açgözlülük durumunun kendisini güçlü bir yapıya dönüştürüyor. hâl böyle olunca kavram tanrılaştırmaları ya da kavramlaştırılan tanrılar (örneğin talih/fortuna gibi) olduklarından daha fazla saygınlık kazanıyor ya da nefret topluyor.

    türkçede "açgözlülüğünün kurbanı oldu" dediğimizde biz aslında biliriz ki, söz konusu "kurban" aslında "kurban" olmayabilirdi, zira açgözlülük kavram olarak da pratik olarak da aşılabilir bir şeydir. oysa latincede avaritia'ya denk düşen açgözlülüğün tıpkı talih/fortuna kişileştirmesinde olduğu gibi insan üzerinde bir gücü olduğu düşünülmüştür. örneğin seneca "urgens avaritia" diyor bir metninde yani "(insanları) zorlayan açgözlülük", oysa türkçedeki "zorlayan açgözlülük" ifadesinin kendisi bile kişinin cibilliyetsizliğini ya da dirayetsizliğini gösterirken (çünkü açgözlülük lâyıkıyla kişileşmiş olmuyor), latincede bu "urgens"le (zorlayan) ifade edilmekle birlikte doğrudan açgözlülüğün kendisi güç sahibi kılınmış oluyor. bu farklılığın nedeni nunc est resurgendi locus'ta bahsettiğim ölçüde kutsallığın bu dünyada etrafa serpilmiş olduğu düşüncesinin romalılar arasında inancın bir parçası olması ve bunun da dile yansımasıdır.

    eski çağ politeizminin sadece etraftaki ota, böceğe, dağa taşa değil aynı zamanda soyut kavramlara da iyi veya kötü kutsallıklar ve değer atfedebilmiş olmasının nedeni, o kavramların sürekli içinde bulunulan yaşamda deneyimlenmesi mümkün soyut duygu ve düşüncelere denk geliyor oluşudur. denilebilir ki, monoteist zihinlerin yaşam alanında da bu tarz bir denk gelme yok mu? evet var, ancak eski çağ politeizminin soyut düşünce anlayışı ile beri yandakinin anlayışı bir değil. örneğin radix omnium malorum (açgözlülük bütün kötülüklerin kaynağıdır) dendiğinde açgözlülük anaymış da kötülükler etrafa saçılan evlatlarıymış gibi düşünülür. kavramla ifade ettiği eylemler örtülü olsun ya da olmasın öyle iç içedir ki, söz konusu eylemin belirli toplum yasaları önündeki durumu da söz konusu olsa, bizzat kavramın kendisi ön plana çıkar. açgözlülüğe dayanan kötü eylem yargı önünde açgözlülüğün neticesi olarak görülür. elbette o suçtur, yanlıştır, cezalandırılmalıdır; ancak önce onun açgözlülükten beslendiği akla gelir. çünkü düşünce tarzı pratik eylemlerde bile ilkin soyut bir düzlemde işler.

    burada çizilen karakterinden ötürü avaritia'daki kaçınılası açgözlülük idraki, kaçınılası zina idrakinden farklı işler. "avaritia mı? ha onu tanırım, o felâket bir şeydir, ham yapar" gibi düşünülür. seslenilen kişi avaritia'nın öznesi değil, bizzat soyut düşüncenin kendisidir. biri size vaizlik ettiğinde "aman evladım açgözlülükten uzak dur" dediğinde, sizin ondan uzak durabilecek yetkinlikte bir zihne sahip olduğunuz düşünülmüş olur. oysa roma'daki etik duyuşlardan birinde olduğu gibi "aman evladım açgözlülüğün esiri olma sakın" dendiğinde, romalı zihin bunu "hm evet avaritia benim üzerimde güç sahibi olabilir gardımı alayım" diye düşünür. bu yüzden söz konusu çağda soyut kavramların neredeyse tamamına yakını belli ulvî güçlerin temsili olarak görülmüştür. avaritia bu tarz bir insan istencine external/dışsal müdahale edebilirliğinden ötürü kötülürken, kafalardan geçen aslî önlem fikri başka birtakım değerli soyut güçlerin yitirilebileceği fikrine dayanır.

    bu şekilde adı konmamış bir karşıtların uyumu düşüncesi hakim olunca, ister istemez insan istenci aciz kılınmış olur. bunu eros ile psykhe hikâyesiyle de teyit edebiliriz sanıyorum. psykhe ruhsa, ki öyle, yine "tutkulu istek" anlamındaki himeros ve "özlem" anlamındaki pethos'la arkadaşlık kuran şehvetin ve aşkın simgesi eros ile psykhe arasındaki ilişki aslında insan ruhunun/zihninin tıpkı avaritia'da olduğu gibi türlü soyut kavramların öpücükleri altında kaldığını gösterir. eros şehvetin, psykhe ruhun simgesi. her gece karanlıkta çöken şehvet, gün ağarmasıyla yiter. ruh istese odayı terk eder ama etmiyor. çünkü eros'ta tanrısal bir çekicilik var. oysa bu hikâyenin başında eros'un annesi aphrodite, psykhe'yi kıskandığı için oğlunu ona musallat etmişti. şimdi ise gelinen noktada aphrodite kıskançlığı da eros şehveti de insanın kendi tercihiyle oluşmuş gibi duran türlü durumların aslında görünmez bir soyut düşüncenin etkisinde olduğunu düşündürebilir, antikçağ zihninde bunu görebiliyoruz.

    pierre derlon'un adını "büyücüler ve efsuncular arasında" diye çevirebileceğimiz eserinde soyut düşüncenin egemen olduğu bir mistisizmin farkındalık yitimi anlamında insan yaşamından çekilmesini, salt insanın kendisine yabancılaşması olarak algılar. şöyle diyor:

    "çünkü insan, kendi mekanizmasını harekete geçiren bir makinedir. o durugörüye ya da acılarını hafifletebilme yeteneğine sahip olabilirse de bunun farkında değildir. dahası hem bir makine hem de bir teknisyen olduğunu bilmediğinden giderek doğadan uzaklaşır ve yapay kavramlardan yardım umar. bu yapaylık onu ağır ağır mahvederken doğal yasaları ve yaşam denen hareketi yeniden keşfedip belirleyebilen birine rastladığında, ona büyücü der."

    bu tarz büyücülerin ya da psi yetenekli paranost'ların çok eskilerde çok daha fazla ve güçlü olduğunu, zaman içinde soyut düşünce kabiliyetini yitiren insanoğlunun doğal olarak bu tarz insanları da kaybettiğini düşünebiliriz. müzikal yetilerini ve bilincini yitirmiş kişilerin melodilerle karşılaştığında, bu duruma anlam verememesi gibi bir şey. belki de etrafta psi yetileri dolaşıyor, biz farkında değiliz. talih yanar-döner diyor mesela, ondan domuz gribiymiş gibi bahsediyor. adı konmamış nice hastalığın sonradan adlanarak var edilmesi gibi. ad koyma bir nevi var etme anlamını taşıyor. aslında değişen bir şey olmamasına rağmen biz soyut düşünme yeteneğimizin ve onun karşısında duran bizim taktığımız maskeyi değiştiriyoruz. ilgi ve ihtiyaçlara göre farklı soyut düşünme tipleri de icat ediyor olabiliriz. bunların hepsi spekülasyon. rosemary brown diye bir kadın var, iddiasına göre franz liszt her gece ona görünüp öte dünyadan bestelerini sunuyormuş. bizimki de piyanoyla çalıp bu eserleri "ölümsüz" kılıyormuş. birileri bizimle maytap geçiyor sanki. kafasına tuğla düşüp ölenler var. bazı şeyler basit, somut düşünceye saplanıp kalmışları da anlamadan geçmiyorum. tuğla yahu bildiğin tuğla, kafana düşünce ölüyorsun. istediğin kadar avaritia olsun, eros olsun. bir tuğla kadar her şey.

    sıkıldığım için entiriyi burada kapatıyorum, birazdan gidiyorum. nereye gittiğimi sormayın mümkünse. soyut düşüneceğim biraz, ele avuca sığmaz düşüncelerim var. içlerinden birini seçip ona yoğunlaşacağım. hatta alın bakın sizin yanınızda, gözünüzün önünde seçiyorum: ımmmmmm ımmm ramak! evet seçtim ramak. ben biraz ramağı düşüneyim.
  • soyut düşünce veya eski tabirle mücerret fikir yoluyla olayların üstüne yükselip genel prensipleri keşfedebiliriz. böylece eylemlerimizde hata yapmaktan, istikamet bozukluğundan büyük ölçüde kurtulmak mümkün olur.

    ancak genelde halkın aklı gözünde olduğu için, soyut düşünceye itibar eden olmaz. tabii bunda laf ebesi felsefecilerin de payı büyüktür.

    mesela, soyut düşünce ile sanayi toplumlarında darbe veya ihtilallerin başarı şansının çok çok düşük olduğunu rahatlıkla tespit edebiliyoruz. ben de bu yönde tespitlerimi ekşide son 3-4 senedir yeri geldikçe yazdım. bu entry'lere mutlaka cemaatçiler de denk gelmiştir ama gülüp geçmişlerdir muhtemelen.

    niçin itibar etmediler?

    çünkü benim bir ünvanım yok; prof değilim, evliya, mehdi, kutup değilim, sıradan bir insanım...

    hz. ali'nin bir sözünü hatırlatayım o zaman onlara:

    "doğruyu söyleyene bakarak öğrenme, doğruyu öğren, söyleyeni de öğrenirsin"
  • morgan neville'in yapımcısı olduğu, netflix'in yeni belgesel dizisi. her bölümde farklı bir alandaki tasarımcıyı konu alıyor. ufuk açıcı ve eğlenceli bir belgesel, izlenmeye değer.
  • tasarım ile ilgilenenlerin kesin, ilgilenmeyenlerin ise izlese zevk alabileceği bir belgesel.

    şordan
  • “nesnelere atfedilen kelimelerin kökleriyle ilgilenmezsek, yahudiliği ve özellikle bu inanışın parayla ilişkisini anlayamayız. yaratılış’ta; kelimelerin insanlara, bu kelimelerle anılacak nesnelerden önce verildiği, kelimelerin nesnelerden bağımsız bir hayatı olduğu yazar. yahudiliğin ekonomiyle ilişkisini çözümlemek de, her şeyden önce yahudiliği anlatan kelimeleri incelemek, bu kelimelerin geçmişini ve diğer kelimelerle ilişkilerini anlamaya çalışmak demektir. mesela aynı sessiz harflerle yazılan kelimeler (ibranicede sesli harfler yazılmaz; birçok kelime ise aynı sessiz harflerle yazılabilir.) veya aynı sayısal değere sahip kelimeler (ibranicede her harf bir sayıya, her kelime ise bu kelimeyi oluşturan harflerin her birinin sayısal değerinin toplamına eşittir.) arasındaki ortak noktaları ortaya çıkarmak gerekir.

    sina’yı aştıkları dönemden bu yana yahudiler, işte böyle bir düşünce mekanizmasını kullanarak zihinsel kurgulamanın, ilk bakışta birbiriyle alakası yokmuş gibi duran olayların arasındaki ortak değişmezleri ortaya çıkarmayı hedefleyen bilimsel anlatımın temellerini atarlar. bundan 3200 yıl önce yaşamış yahudiler, kelimeleri inceleyerek gelecek kuşakları soyut düşünceye hazırlarlar. ileride göreceğimiz gibi soyut düşünce; finans, bilim ve sanat için gerekli en temel yetidir.

    soyut düşünebilme göçebenin en büyük zenginliğidir. bunu kimse ondan alamaz. işte soyut düşünerek ekonomik kelimelerle nerelere varılabileceğine dair örnekler:

    var olmak ve sahip olmak
    ibranicede “sahip olmak” diye bir fiil yoktur. “olmak” veya “var” anlamına gelen yeş kelimesi, “var olanın” nesnelerle ilişkisini de belirtir. “sahibim” cümlesinin karşılığı yeş li’dir. yeş li, “bu bana ait” ya da “bu benim içindir” demektir. bir başka deyişle, sahip olunan nesne bu nesneye sahip olandan ayrılamaz. nesneler, onlara sahip olanların hayatını yaşar; sahip olduğu nesneyi elden çıkaran kimse, satışın getirdiği paradan daha çok yaşam gücü kaybeder.

    para
    para anlamında en çok kullanılan kelime kessef, kitab-ı mukaddes’te toplam 350 defa geçer. ksf sessizleriyle yazılır, kossef olarak okunur. kossef, imrenme ve özlem demektir. her iki duygunun da parayla alakasız olmadığı açıktır. öte yandan, aynı sessiz harfler kassaf veya başka bir şekilde okunacak olursa, kitab-ı mukaddes’te sadece beş kez geçen ve her seferinde de “arzulamak” fiiline yakın bir anlam taşıyan bir fiil elde edilir. nitekim bu fiilin geçtiği yerlerde de paranın giderebileceği arzulardan bahsedilir.

    para, insanın hakkı olan şeyi talep etmesine yarar. eyüp peygamber’in tanrı’ya dediği gibi: “sen çağırırdın, ben yanıt verirdim; ellerinle yaptığın yaratığı talep ederdin.” (eyüp 14, 15)

    para, insanın sabırsızlığını giderir. davut’un düşmanları hakkında dediği gibi: “parçalamak için sabırsızlanan aslanlar gibiler.” (zebur 17, 12)

    para, sevilme arzusunu tatmin eder. sefanya peygamber’in bildirdiği gibi: “kendine gel, ey arzudan yoksun insanlar!” bu cümle hâlâ “sevilmeyi hak etmeyen insanlar” olarak çevrilir. (sefanya 2, 1)

    para, çekilen acıyı dindirir. şairin dediği gibi: “ruhum acıdan kendini tüketiyor.” (zebur 84, 3)

    son olarak para, uğrunda hırsızlık dışında her şeye hazır olduğumuz şeyi elde etmemizi sağlar. lavan’ın, rahel’in çaldığı putları da yanına alarak evinden ayrılan yakup’a dediği gibi: “ama ilahlarımı niçin çaldın?” (yaratılış 31, 30)

    böylece para; talep, arzu, acı, aşk ve ihtirasla bağlantılıdır. para, bütün bunları şiddete başvurmadan, medeni bir şekilde tatmin etmemizi sağlar. tek şart, para tutkusunu kontrol etmektir; zira vaiz’de en iyi şekilde dile getirildiği üzere: “parayı seven paraya doymaz.” (5, 9) yeni bir ekonomi dersi daha: arzu arzuyu doğurur.

    ancak ibranice harflerle oynamayı sevdiğine göre, kessef kelimesini oluşturan harflerin yerlerini veya harflerden birini değiştirerek de para anlamına gelebilecek kelimeler elde edilebilir: kachef (büyücülük), hessef (keşfetmek, ortaya çıkarmak), sahaf (tahrip etmek) ya da sekef (zayıflatmak, hevesini kırmak, üzmek). kessef, kes (kesmek, feshetmek) ve sof (son) olmak üzere ikiye de bölünebilir. yani kelime “feshin sonu” anlamına da gelir. para, bir bozuşmanın veya şiddet eyleminin sonunu, iletişimin yeniden başlamasını gösterir. para da zaten buna yarar. para için anlam tamamlayıcı başka kelimeler de kullanılır.
    nakit para anlamına gelen maot, başka şekilde okunacak olursa meet (zamana bağlı olan) olur. bir başka deyişle para; zamanı, işi, uzlaşmayı anlamlı kılmanın bir yoludur.

    ödenmesi gereken ücret anlamında para, daha sonraları dam** (kan) kelimesinin çoğulu damim olarak söylenecektir. para, kanın yerine geçer. sunak, kurban edilen hayvanın kanıyla (dam) boyanır; hayvan, adak adayanın parasıyla (damim) satın alınır.

    daha önce mısır’da pek çok defa rastladığımız kan ve para arasındaki bu tehlikeli ve açık ilişkiyi, önce hıristiyanlar daha sonra müslümanlar, yahudileri çocukların kanını içmekle suçlamak için saptıracaklardır. dm, dama (benzemek, kıyaslamak, temsil etmek) anlamına da gelebilir; zira para, kıyaslanan şeyleri temsil eder. son olarak dm, dom (sessizlik) olarak da okunabilir. bu da paranın susturduğu, tartışmayı engellediği anlamına gelir. buna karşılık talmud’un daha sonraki son derece yerinde yorumuna göre (bava kama 92 a), tazminat olarak ödenen paraya rağmen saldırgan, kurbanı kendisini bağışlamadıkça kefaretini ödemiş sayılmaz.

    ibranicede bir kelime daha para anlamına gelir. “servet” demek olan mamone. oysa mamone, ma (ata) mone cümlesinin kısaltmasıdır, ki bu da “ne yapmayı düşünüyorsun?” manasına gelir. bir başka deyişle, para insanı eylemlerini hesaplamaya iter.

    her harfin sayısal bir değeri olduğuna göre, aynı sayısal değere eşit kelimeler arasında ilginç bağlar ve paralellikler bulunabilir. xiv. yüzyılın başlarında yaşamış, ba’al ha-turim olarak bilinen haham jacob ben acher adında bir haham, mamon (servet), sulam (merdiven) ve oni (yoksulluk) kelimelerinin aynı sayısal değere sahip olduklarının altını çizmiştir: 136. jacob ben acher, ilk bakışta alakasız gibi duran bu üç kelime arasındaki bağın, yakup’un rüyasının bir yorumu olduğunu ortaya çıkarmıştır. buna göre, insanları tanrı’ya ulaştıran yakup’un merdiveni, zenginler ile yoksullar arasındaki farkları sıfırlar.

    yahudiler parayı, evrensel ve tek değiştokuş aracı yaparlar. tıpkı tanrılarını, yüceliğin evrensel ve tek aracı yaptıkları gibi.

    ödemek
    leşalem (ödemek) kelimesi, şlemut (dürüstlük) ve şalom (barış) olarak da okunur. bir başka deyişle, borçların ödenmesi barışı sağlar. bir kez daha para değiştokuşu, anlaşmazlıkların çözümünde kavga ve savaştan daha iyi bir yöntem olarak karşımıza çıkar.

    değer
    hesap yapmaya yarayan “değer” anlamına gelen sha’ar kelimesinin türetildiği kök, aynı zamanda “belirlemek”, “hazırlamak” demektir. ayrıca bir şehrin kapısı anlamına da gelir. yani bir mahkemenin adaleti yerine getirdiği, nesnelerin ve eylemlerin değerlerini belirlediği yer. “ruhunun değeri neyse o da öyledir.” (özdeyişler 23, 7) bir başka deyişle, her şey hesaba katılır, her şey yargılanır. bir nesnenin para olarak karşılığı, o nesnenin ahlaki değerinden ayrılamaz. günümüz ibranicesinde aynı kelime nesnelerin geçerli fiyatı, özellikle paraların ve menkul kıymetlerin rayici anlamına gelir.

    ticaret
    “ticaret” anlamına gelen massa umatan kelimesi aynı zamanda “almak” ve “vermek” demektir. bu da demektir ki ticaret; bir kâr hesabının sonucu değil, eşdeğerde iki bağışın kesişmesi, eşit durumda iki oyuncunun eşzamanlı olarak yaptığı tek taraflı ve cömert iki eylemin çakışmasıdır.

    bu semantik yolculuğu alabildiğine uzatabiliriz. mesela “pazaryeri” anlamına gelen şuk aynı zamanda “bacak” (özellikle kavalkemiği), geniş anlamda kullanırsak yürünen yer, yani sokak demektir. akla gelen ilk alışveriş mekânı...”
    jacques attali - yahudiler, dünya ve para, s. 31-34.
  • buna sahip ol(durul)mayan toplum çocuk kalmaya, güdülmeye, kandırılmaya mahkumdur.

    (bkz: çocuk toplum)
    (bkz: geniş grup gerilemesi)
  • günlük hayatta kullanılması kişiye fayda sağlayan bir düşünce biçimi.

    başımıza gelen felaketleri, yapmak zorunda olduğumuz işleri veya bir ortamda bulunurken konuşulan konuları soyut düşünce yöntemiyle akıl süzgecinden geçirip varsayımsal çıkarımlar yapmak kişinin karşılaştığı zorlukların üstünden gelmesini kolaylaştıracaktır. başka bir ifadeyle içindeki duyguları kendine has düşünce biçimiyle soyut bir şekilde ele almak.
    öfkelendiğimizde öfkemize sebep olan şeyin ne olduğunu, atacağımız bir sonraki adımın nelere mal olacağını neden sakinleşmek zorunda olduğumuzu kavramamız ve buna uygun hareketlerde bulunmamız bizi her türlü tehlikelerden korur.

    soyut düşünce matematik, fizik, astronomi gibi diğer bilim alanlarında da kullanılır. örneğin
    soyut düşünce olmadan matematikten bahsetmemiz mümkün değildir.
    çocuklarda 7-11 yaş arasında soyut düşünce yöntemi gelişmediği için sayı saymak için abaküs kullanılır veya parmaklarıyla sayı sayılır.
    soyut düşünce 12 yaşından itibaren ergenlikle birlikte gelişim gösterir.
    bazı insanlar da ise çok az gelişim gösterir ve kişi hep somut düşüncede kalır.
  • ekşi sözlük'te bile hakkında bu kadar az şey yazılmış olması, toplum genelinde ne kadar az bilindiğini ve önemsendiğini gösteriyor.

    soyut düşünce, beş duyumuzla algıladığımız nesneler dışında kalanları nasıl öğrendiğimiz, anladığımız, anlamlandırdığımız, özetle bu veriyi nasıl işlediğimize dair yeteneğimizdir.

    örneğin bir insanın kafasız olduğunu söylendiğinde, gövdesi üzerinde başı olmayan bir insanı algılamıyorsak, bu soyun düşünme yeteneğimiz sayesindedir.

    yaşanan bir veya bir dizi olaydan sonuç çıkarmak; hayat akışı içerisinde bir durumun nereye varacağını kestirmek gibi günlük hayatta çokça ihtiyaç duyduğumuz bir yetenektir. aynı şekilde, "fatih istanbul'u almasa ne olurdu" gibi sorulara cevap verebilmemizi, her şeyden önce bu soruyu anlamamızı sağlar.

    bir yabancı dili öğrenmenin yolu, o dilde düşünebilmek hatta o dilde rüya görebilmektir. türkiye'de yabancı dil eğitiminin başarısızlığının önemli nedenlerinden biri, 12 yaş üstü gençlerin soyut düşünce yeteneğini geliştirmesine dair herhangi bir çalışmanın başarılı bir şekilde yapılamamasıdır. aynı durum; geometri, trigonometri gibi konular için de geçerlidir.

    sevgi, nefret, vicdan, etik gibi soyut kavramları anlamanın ve değerlendirebilmenin yoludur soyut düşünce. manevi konularla ilgili kronik çıkmazın nedeni de benzerdir (bkz: antropomorfizm/@two ball chain)

    ayrıca:
    (bkz: sağduyu)
    (bkz: paradigma)
hesabın var mı? giriş yap