471 entry daha
  • 1- 2001: a space odyssey
    2- 12 angry men
    3- sunset boulevard
    4- forrest gump
    5- ınception
    6- city lights
    7- north by northwest
    8- the departed/goodfellas
    9- fight clup
    10- a clockwork orange
  • hazırlanması pek kolay olmayan listedir. aşağıdaki listeyi uzun zamandır düşünüyorum aslında. ama pek çok filmi de boynu bükük bırakmanın hüznünü taşıyorum. neyse efenim, naçizane listem şu şekilde(iyiden kötüye değil, karışık) :

    1-apocalyse now
    2-blade runner
    3-oldeboui
    4-salinui chueok
    5-12 angry men
    6-bir zamanlar anadolu'da
    7-le samourai
    8-das boot
    9-scarface
    10-dark knight
  • öncelikle şunu belirtmem gerekir; burada, şahsi kanaatime göre "en iyi" değil, "en çok sevdiğim" filmleri sıralamak istiyorum. yani pek tabii, aşağıdaki filmlerden daha iyileri olabilir. en basitinden, 2001 a space odyssey; ya da pek sevemediğim, ama teknik üstünlüklerini de görmezden gelemediğim citizen kane. her neyse, netice itibariyle en çok sevdiğim filmleri listeliyorum.

    not: filmler yapım yıllarına göre sıralanmıştır.
    not 2: türk filmleri istisna tutulmuştur. onun için ayrıca bir liste yapmayı planlıyorum.
    not 3: evet, ağır işsizim.

    1- ladri di biciclette -1948- (bisiklet hırsızları): tamamen amatör oyunculardan kurulu cast, oldukça basit bir öykü, doğal mekanlar gibi özellikleriyle italyan yeni gerçekçiliği'nin bu başyapıtı, başta yılmaz güney ve fransız yeni dalga yönetmenleri olmak üzere, türk ve dünya sinemasını derinden etkilemiştir. aslında vittorio de sica, bu filmi çekene kadar yönetmenlikten ziyade oyunculuğuyla ünlü bir isimdi. sonrasında, milano'da mucize, umberto d gibi yine çok önemli filmler çekti. ama hiçbiri böylesi bir filmi aşamadı. filmin en güzel yanlarından biri, melodrama kaçmadan da dramatik filmler yapılabileceğinin ispatı olmasıdır.

    -film hakkında ilginç not: filmde hiçbir erotik ya da şiddet sahnesi olmamasına rağmen italya'da belli bir süre yasaklı kalmıştır. gerekçe olarak, roma'nın arka mahallelerini göstererek italya'yı kötü tanıttığıdır.

    2 - rashomon - 1950 : kısaca şöyle söyleyeyim; bir sinema filmi, bir edebi metne en fazla bu kadar yaklaşabilir. film, adeta modernist bir edebiyat metninin iskeletine sahip. zaten bir öykü uyarlaması olduğu da biliniyor. dolayısıyla ben bu filmin, sadece sinema okullarında değil, edebiyat fakültelerinde de şiddetle izletilmesi taraftarıyım. özellikle sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi dalları dahi etkileyen bir film sonuçta. hatta psikoloji bilimine bir kavram dahi kazandırır: rashomon etkisi. peki nedir binlerce kitap uyarlamaları içerisinde bu filmi öne çıkaran? şiirsellik, bakış açısı, siyah-beyaz tonlarının uyumu, yağmurun başka hiçbir filmde olmadığı kadar görselliğe etkisi, eşsiz hümanizması, sıradışı kamera açıları vb...
    şahsi bir kanaat gerekirse, sinema tarihinin en iyi birkaç filminden biri.

    -film hakkında ilginç not: sinema tarihinde, bilindiği kadarıyla güneşin böylesi net biçimde gösterildiği ilk filmdir. yani 1950 yılına kadar kimse de demiyor ki "aga güneş nerede" . kaynak :http://en.wikipedia.org/wiki/rashomon_(film)

    3 - persona -1966 : inanın benim açımdan bu listede, yorumlanması, çözümlenmesi, görüşlerimi dile getirmesi en zor film. hele birkaç cümleyle geçiştirebilmek neredeyse imkansız. o derece derin bir filmdir ki, kadın psikolojisi, kimlik bunalımı ve gerçeklik üstüne, sinema tarihinin en iyi sinematografisi üstüne, en iyi oyunculuklardan ikisi üstüne, sessizlik üstüne söylenecek o kadar şey var ki! insan nereden başlayacağını dahi bilemiyor. zira woody allen'dan andrey tarkovski'ye, alfred hitchok'tan godard'a kadar büyük yönetmenlerin çoğunluğu için zirve bir film mevzu bahis olan. "anlatılmaz yaşanır" cümlesine uygun bir film.

    film hakkında ilginç not: bergman'ın bu filmin senaryosunu, zatüreden dolayı hastanede kaldığı süre içerisinde yazması. akla ister istemez bergman'ın edebiyatçı versiyonu olan dostoyevski'nin, psikolojik çözümleme yüklü (persona gibi) suç ve ceza'yı hastanede karısının başucunda yazması geliyor. her ikisi de kendi alanlarının en iyi psikolojik yapıtları arasındadır. her ikisi de hastanede yazılmıştır. her ikisi de kuzey'in insanları üzerinden evrensele ulaşır. (bkz: yönetmenlerin edebiyattaki karşılıkları/@kafkaesque)

    4- a clockwork orange -1971 (otomatik portakal): bireysel şiddet mi daha tehlikelidir, yoksa devletin bu şiddete çözüm bulma yöntemleri mi? peki hakim otoritenin bu yöntemleri ne kadar meşru? ya da nedir bireyi şiddete yönlendiren etmenler? işte bu filmi ilk defa izlediğimde, bende uyandırdığı sorular bunlardı. stanley kubrick'in bu distopik filmi, hiç şüphesiz sinema tarihinin en iyilerinden biri. özellikle psikoloji biliminin birçok yönteminin kullanıldığı filmde, en çok etkilendiğim sahneler de işte bu bilimsel yöntemlerle uygulanan şiddet sahneleriydi.

    -film hakkında ilginç not: bilindiği üzere, içerdiği yoğun şiddet ve seks sahneleri nedeniyle, çekildiği yıllardan (1971) kubrick'in ölümüne (1999) kadar ingiltere'de yasaklıydı. ancak elden ele geçirilerek izlenebilen filme talep o kadar yoğundur ki, yasaklı yıllar boyunca video satan dükkanlarda " otomatik portakal filmi yoktur" yazılı olduğu rivayet edilir. bir başka ilginçlik de başroldeki malcolm mcdowell'ın, kubrick'in aşırı titizliği sebebiyle kör olma noktasına gelmesi.

    5 - naked -1993 (çıplak) : taparcasına sevdiğim ve belli aralıklarla mutlaka yeniden izlediğim başucu filmim. oldum olası evreni, varoluşu, tanrıyı sorgulayan filmleri (azrail'e satranç oynatan bergman'a selam olsun) sevmişimdir. bu film ise bunları bazen bazen trajik, ama çoğu zaman mizahi bir dille veriyor. bunun yanında, antik yunan'a, modernizme, alışkanlıklarımıza, iş hayatımıza, kapitalizme de darbe üstüne darbe vuruyor. gerçi film bittiğinde hayata küsmeniz de ihtimal dahilinde. öylesi varoluşçu, öylesi de pessimist hava hakim. ama diyaloglarının kalitesi bakımından kesinlikle benzersiz. bu bakımdan, ingiliz mizahını ve ingiliz aksanını sevenler için gerçekten de eşsiz bir film. bence bu film, bir bakıma woody allen kitlesine hitap ediyor. yani az çok ingilizce bilmeniz ve kültürel anlamda kısmen de olsa donanımlı olmanız, filmden alacağınız hazzı katlayacaktır. bu arada, burada entel triplerine falan girdiğim düşünülmesin. bu filmle ilgili bir realite. filmi izlemiş olanlar, ne demek istediğimin farkındadır zaten.

    film hakkında ilginç not: malum, film daha çok diyaloglarıyla meşhur. filmdeki diyalogların önemli bir kısmını, canlandırdığı karaktere benzer bir süreçten geçen başrol oyuncusu david thewlis'ın film çekim sürecinde doğaçlama olarak söylediği rivayet edilir.

    6 - three colours 1993-1994 (üç renk üçlemesi) : bana öyle bir üçleme söyleyin ki, hangisinin daha iyi olduğu hala ve ısrarla tartışılsın! bana öyle bir üçleme söyleyin ki, birbiriyle organik bağları bu derece sağlam olsun! bana öyle bir üçleme söyleyin ki, her biri kendi başına farklı bir şeyi ifade ederken, ortak söylemleri aynı olsun! söyleyemezsiniz, çünkü daha önce ilgili başlıklarda dile getirdiğim gibi, sinema tarihinin en bütünlüklü ve birbirini en iyi tamamlayan üçlemesidir. polonyalı dahi yönetmen kieslowski'nin fransız bayrağının renkleri (mavi, beyaz, kırmızı) ve o renklerin simgelediği anlamlarından (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) hareketle çektiği bu mükemmel seri, yönetmenin de son ve en önemli eseridir. zbigniew preisner'ın insan ruhunu delik deşik eden olağanüstü müzikleri, hepsi birbirinden yetenekli juliette binoche, julie delpy ve ırène jacob'un oyunculuk şölenleri, olağanüstü sinematografisi ile üçleme, avrupa sinemasının zirvelerinden sayılır.

    film hakkında ilginç not: bilindiği üzere kieslowski, ağırbaşlılığı ve amerikan sinemasına karşı duruşuyla da ünlüdür. üçlemenin son filmi oscar'a aday gösterilince, kieslowski filmlerinin amerika'daki dağıtımcısı onu büyük bir heyecanla arar. kieslowski ise gayet sakin bir dille ona kendi arabasının sigorta sorunlarını anlatır. kieslowski, konuşmanın sonlarına doğru asıl konuya gelerek "oscara aday gösterilmenin kendisi için bir başarı olmadığını, çünkü başarı sayılması için çok istediği bir şey olması gerektiğini" söyler. dolayısıyla da oscarı iplemediğini ima eder. kaynak kitap: avrupalı yönetmenler, derleyen: kitle yayınları

    7- requiem for a dream -2000 -(bir rüya için ağıt): insanda karma karışık duygular uyandıran bir başka film. nefretle hayranlık arasında gidip gelinilen kişiler vardır ya, işte öylesi çetrefilli duyguları uyandıran bir film. öyle bir film ki, film boyunca çıkış kapılarınız kapalı, ama algılarınız ve tüm duyularınız ardına kadar açık bir biçimde kendinizi filme hapsolmuş hissediyorsunuz. bir nevi karabasan. kımıldanmanıza izin yok! film bittiğinde ise, sersemleşmiş bir vaziyette kalıyorsunuz. filmde mide bulandıracak her hangi bir sahne olmamasına rağmen, kişide kusma isteği bile uyandırıyor. kurgusu öylesi sert ve acımasız ki, filmi ikinci kez izlemek cidden cesaret gerektiriyor. insanın psikolojisine adeta tecavüz ediyor. kanımca, bu bakımdan bir benzeri yok. zaten filmin adı, adeta özeti mahiyetinde.

    film hakkında ilginç not: filmin başrol oyuncusu jared leto, filmin etkisinden kurtulmak için saçlarını kazıtarak, belli bir süreliğine portekiz'de bir manastıra kapanmıştır. bir başka anektod daha verelim. yukarıda, filmin insanlarda kusma etkisi yarattığını söylemiştik. bir de ispatı mevcut. cannes film festivalinde, filmin gösterimi sırasında salondan bir kadın koşarak çıkar ve tam da kırmızı halının üstüne kusar. daha sonra filmi çok beğendiğin belirtecektir. kaynak

    8- fa yeung nin wa 2000 - (aşk zamanı) : "estetik film" dendiğinde aklıma gelen ilk film. bir şiirin dizeleri, bir tablonun fırça vuruşları, mimari bir harikanın işlemeleri gibi ince ince, tek tek, sahne sahne düşünülmüş muhteşem bir başyapıt. içinize işleyen müziğinden, benzersiz senaryosuna; enfes renk ve mekan kullanımından, zarif kostümlerine kadar tamamen kusursuz olan ender filmlerden biri. adeta, sinemanın neden "sanat" olarak adlandırılması gerektiğinin ispatıdır bu film. ayrıca ne tensel temas, ne de çıplaklık; ne klişe aşk sözcükleri, ne de el ele gezmeler! saf aşk...aşk'a bundan daha iyi bir tanımlama, daha iyi bir bakış açısına henüz hiçbir filmde rastlamadım. hani içerisinde olmayı arzuladığınız bazı filmler olur ya, işte bu ve fellini'nin tatlı hayat'ı filminde ufacık da olsa emeğim, rolüm olmasını öyle isterdim ki! ah azizim, yanlış zamanlarda, yanlış hayata tutunmuşuz resmen!

    film hakkında ilginç not: bu filmin ve birçok önemli wong kar wai filmlerinin (chunking express, happy together, 2046) başrol oyuncusu tony leung'un aslında uzakdoğu'da bir pop star olması . bu bilgiden sonra, bir an için bizim pop-starımız enerji yüklü tarkan'ın, nuri bilge ceylan'ın durağan filmlerinde başrol oynadığını tasavvur etmeye çalıştım da, titreyerek ancak kendime gelebildim!

    9- dogville - 2003: sinema tarihinin en çok tartışılan filmlerinden olan dogville hakkında birçok farklı kaynaktan okumalar yaptım. kısa da olsa sözlüğe birçok entry girdim. ama film öylesine derin ki, anlatmak istediği o kadar çok şey var ki, ne kadar yazarsanız yazın, hiçbir zaman filmin anlatmak istediklerini tam olarak yansıtamazsınız. evet ahlakçı bir yanı var filmin. ki bu lars von trier'in en belirgin iki özelliğinden biri. malumunuz diğeri provokatif yanı. bu filmde trier, hem filmin temel kahramanı nicole kidman'ı, hem de izleyiciyi şiddetli bir provokasyona tabi tutuyor. hümanist modunda izlemeye başladığınız filmi, kabaca hitler modunda bitiriyorsunuz. çünkü film bittiğinde, sonuna itiraz edemiyorsunuz! filmin brechtvari devrimci biçimciliğine ise girmeye bile gerek yok. zira filmin ilk 15 dakikası adeta bir holywood izleyicisi turnosolu. bu 15 dakikalık şoku atlatan her izleyici, avrupa sinemasındaki her filmi rahatlıkla izleyebilir.

    film hakkında ilginç not: bilindiği üzere film, buz gibi bir yerde (isveç), köhne bir fabrikada dört haftada çekilmiştir. dolayısıyla holywood filmlerine alışkın nicole kidman, çekim süreci boyunca bayağı zorlanır. hatta ikide bir ağlaması nedeniyle çekimler çok sık tekrarlanır. daha da ilginci, isveç'e kidman'ı ziyarete gelen russel crowe'un, bu nedenle lars von trier'den hesap sorması. kaynak kitap: lars von trier, yazan: jack stevenson, agora kitaplığı.

    10- onuncu ve son filmi yazmak benim için oldukça zor. zira birisini yazarsam, diğer birçok favori filmim dışarıda kalacak. işte bu nedenle birkaç film birden yazmak istiyorum, affola:
    modern times- (charlie chaplin),
    sonsuz sokaklar - (federico fellini),
    sekiz buçuk - (federico fellini),
    seven samurai - (akira kurosawa)
    au hasard balthazar - (robert bresson),
    konformist - (bernardo bertolucci),
    blow up - (michaelangelo antonioni)
    videodrome - (david cronenberg),
    brazil (terry gilliam)
    çingeneler zamanı - (emir kusturica),
    american beauty- (sam mendes),
    truman show (peter weir),
    oldboy- (chan park wook),
    rosetta - (dardenne kardeşler),
    ulis'in bakışı - (theo angelopoulos),
    puslu manzaralar (theo angelopoulos)
    sonsuzluk ve bir gün (theo angelopulos)
    eyes wide shut (stanley kubrick)
    ayna (andrey tarkovski)

    edit : uyarısı için geldiler ve humanist nazi nickli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
712 entry daha
hesabın var mı? giriş yap