• sinema tarihinin en başarılı üçlemelerinden biridir. aynı yönetmen ve aynı oyuncu kadrosunun gittikçe güçlenen ekip ruhlarını ve gittikçe iyileşen teknolojik olanakları kullanıştaki başarısı takdire değerdir.

    spider-man 1

    spider-man’in film hakları 1999’da columbia/sony pictures tarafından satın alındı. film 8 ocak 2001’de çekilmeye başlandı ve karakterin bir dergide gözükmesinden tam kırk yıl sonra, 3 mayıs 2002’de vizyona girdi.

    beyazperdeye uyarlanması bu kadar uzun süre beklenen bir karakter için, üstün bir çalışma yürütüldü. yönetmenlik koltuğuna daha önce “evil dead”, “darkman” ve benim de çok sevdiğim bir film olan “the gift” ile adını duyurmuş sam raimi oturtuldu. sete her gün takım elbiseyle gelen bu müthiş adam, spider-man’in çizgi romanlardaki sayı sayı gelişimini açıklayabilmesiyle ve küçüklüğü ile ilgili anlattığı bir anıyla (büyük bir spider-man fanatiği olan raimi’nin ailesi 12 yaşında bir ressama kahramanın tablosunu yaptırarak odasının duvarına doğum günü hediyesi olarak asmışlar) rakipleri arasından sıyrılıp işi aldı. yaklaşık on yıllık bir dönemde spider-man’in hiçbir sayısını kaçırmadığını iddia ediyor sam raimi. bunun büyük bir fanatizm olduğu ortada, çünkü bahsettiği dönem yaklaşık beş derginin aynı anda yayımlandığı zamana denk geliyor.

    işine tutkuyla bağlı ve yetenekli bir yönetmen bulunduktan sonra sıra ikinci önemli aşamaya geldi: oyuncu seçimi. bu evre başladığında senaryo da şekillenmekteydi. filmdeki kötünün green goblin olacağı kararlaştırılmıştı. çünkü spider-man çizgi romanlarının en derin ve hikayesi en gelişebilecek kötü karakteri, peter’ın en yakın arkadaşının babası olması münasebetiyle norman osborn’du. sinemada da bu gelişmiş hikayenin güzelce kullanılabileceği düşünüldü. peter parker rolü için çeşitli oyuncuların adı geçtiyse de, tobey maguire bir ekran testi yaptıktan sonra hem yönetmen hem de yapımcılar onun bu rol için mükemmel olduğu kanaatine vardı. mary jane watson için ise görüşülen oyuncular arasından tobey ile en iyi bağı kurmuş olan kirsten dunst seçildi. birçok hayran hala bu seçime lanet okusa da, şahsi kanaatimce kirsten dunst iyi bir seçimdi, rolünün hakkını da fazlasıyla verdi. çizgi romanın en önemli karakterlerinden may hala içinse tony ödüllü başarılı oyuncu rosemary harris seçildi. filmin önemli karakterlerinden norman osborn ise, oyuncu bulması en zor rol oldu. nicolas cage ve john malkovich’in adı geçse de rolü alan williem dafoe oldu. james franco ise peter parker rolü için seçmelere katılmış olsa da, onun en yakın arkadaşı harry osborn rolünü aldı. tüm bu başarılı oyuncular, karakterler için iyi seçimlerdi ancak bir kişi vardı ki; onun seçilmesiyle hedef tam on ikiden vurulmuştu. j. jonah jameson, j.k. simmons tarafından mümkün olabilecek en mükemmel şekilde canlandırılıyordu. böylece, aslında bir hollywood filminde görülmesi zor olan derecede iyi bir kadro kurulmuş oldu. filmde konuk oyuncu olarak yer alan sam raimi filmlerinin demirbaşlarından bruce campbell ve ted raimi yine muhteşem performanslar sergilerken, bütün marvel filmlerinde saniyeler içinde gözüküp kaybolan efsane stan lee de filmin değerine değer kattı.

    1989 tarihli batman’in tema müziği de dahil olmak üzere birçok filmde çalışmış başarılı müzisyen danny elfman filmin müziklerine imza atarken, “star wars” filmindeki çalışmasıyla oscar kazanan john dykstra görsel efektlerle ilgilendi. filmin senaryosunu ise jurassic park’ı da yazan david koepp yazdı. böylece filmin mutfağı da sağlam isimlerle kurulmuş oldu. yüzden fazla set için bir sene uğraşıldı. bu kadar kaliteli bir ekipten, başarısız bir filmin çıkması elbette ki çok düşük bir olasılıktı. filmin çekileceğinin açıklandığı andan itibaren yerlerinde duramamaya başlayan spider-man hayranları tabii ki çıkan işten çok memnun kaldılar.

    --- spoiler ---
    film, spider-man’in ilk büyük sinema deneyimi olduğundan işe karakterin doğuşunu anlatmakla başlandı. peter parker, okul gezisinde kendisini ısıran bir örümceğin güçlerini kazanır. aşık olduğu kızı, yani kapı komşusu mary jane watson’u etkilemek için araba almaya girişince; para kazanmak üzere kendi tasarladığı kostümle boks maçlarına katılma kararı alır. amcası ben’e yalan söyleyerek gittiği ilk maç sonrası parasını alamayınca, mekanı soyan hırsızı yakalamamayı yeğler. sonrasında kaçan hırsızın amcasını öldürmesi sebebiyle suçu kendinde bularak, bir süper kahramana dönüşür. üstelik ben amca’sından ölmeden önce duyduğu son cümleyi felsefesi olarak benimseyerek: “with great power, comes great responsibility.” bence bu replik, “i see dead people,” ile birlikte sinema tarihinin en tanınabilir repliğidir. ortalama bir sinema seyircisi olan herkes hangi filmde kullanıldığını bilir. en yakın arkadaşı harry ile lise bitince birlikte yaşamaya başlarlar. harry, hızlı davranıp mary jane’e çıkma teklif eder ve böylece çizgi romanlarda olduğu gibi sinema üçlemesinde de büyük bir sorun oluşturacak aşk üçgeni doğmuş olur. mary jane ise büyük bir şıpsevdilik örneği göstererek sırasıyla önce harry’e, sonra spider-man’e ve son olarak peter’a aşık olur. tabii peter, sevdiği kızı tehlikeye atamayacağı için mary jane’le birlikte olma fırsatını geri teper. geriye ikinci ve üçüncü filmlerdeki gidişatı da etkileyecek ve seyircinin yıllarca aklından çıkmayacak yağmur altındaki spider-man/mj tersten öpüşmesi kalır. harry’nin babası ise çok güçlü bir şirketin başı olan norman osborn’dur. insanlara üstün özellikler kazandıracak bir serum üzerinde çalışmaktadır ve devletten aldığı ödenek kesilince söz konusu serumu kendi üzerinde kullanmaya karar verir. evet, insanüstü güçlere kavuşmuştur ancak aynı zamanda akıl sağlığını da yitirmiştir. ödeneğini kesenlerden öcünü aldıktan sonra, kendisini şirketten uzaklaştıran genel kurul üyelerine de gereken dersi verir. ancak bu sırada spider-man ile ilk karşılaşmasını yaşar. green goblin’in bundan sonraki amacı, bir çok süper kötüde olduğu gibi “dünyayı ele geçirmek” olur. spider-man’e sunduğu ortaklık teklifi reddedilince de, onu baş düşmanı ilan eder. çeşitli saldırıların finalinde mary jane’i kaçırır ve sınırı aşmış olur. savaştan spider-man galip çıkar ve norman osborn, kendi silahıyla ve kendi hatası sonucu ölür. fakat oğlu harry bu kanıda değildir. babasının ölümünden spider-man’i sorumlu tutmasıyla, üçlemenin devamında işlenecek bir düşmanlığı da başlatmış olur.

    hikayesiyle çizgi romanın gidişatına uysa bile, film olaylar başladığı andan itibaren kendi efsanesini yazacağının ipuçlarını veriyor. zaten sam raimi hikayeyi güncelleyeceğini ve daha ziyade “ultimate” serisinin yolundan gideceğini çekimler başlamadan belirtmişti. daily bugle’da geçen bir sahnede de julia roberts’a yapılan bir gönderme ve festivalde sahne alan macy gray ile filmin orijinal spider-man’de olduğu gibi 60’larda geçmediği, günümüze uyarlandığı kesin olarak gözüküyor. ilk yenilik peter’a güçlerini veren örümcekte yapıldı. çizgi romanda radyasyona maruz kalmış bir örümcek tarafından ısırılan peter, filmde genetik mühendisleri tarafından dna’larıyla oynanmış ve filmdeki gezide de görülen üç farklı örümceğin özelliklerini bünyesinde barındıran bir örümcek tarafından ısırıldı. bunun sebebi günümüzde radyasyondan çok, genlerle oynanmasının revaçta olması ve ilgi görmesiydi. spider-man’ın çizgi romanda hala kaynağı açıklanmamış olan duvarlara tırmanma yeteneği ise, ellerinde uzayan “kıl”lara bağlandı. spider-man adını bulma işi peter parker’ın kendisi yerine, boks maçını sunan adama bırakıldı. tabii ki bu, rolü canlandıran bruce campbell’a önemli bir görev verme isteğinden kaynaklanıyordu. filmde ben amca’yı öldüren hırsız, ayağı takılıp düşüyor ve ölüyor. bu, peter’ın üzerine yıkılmak istenen pişmanlığın bir parçası. yazarlar, süper kahramanların asla adam öldürmemesi kuralından vaz geçmeden, görünmez bir kazayla peter’a vahşi bir intikam aldırmış oldular. oysa çizgi romanda hırsız, klasik olarak polise teslim ediliyordu. aslında senaryo yazarları bu noktada kendileriyle çelişti. hırsızın ölmesini istediler ama süper kahramanlarına öldürtmediler, tamam. ancak filmin sonunda norman osborn’un ölümüne dolaylı da olsa spider-man’in katkıda bulunduğu söylenebilir. peter’ı, bir ağ atarak green goblin’in aracını savurmak yerine; sıçrayarak aracın bıçaklarının tam karşısındaki osborn’a saplanmasına izin vermekle suçlayabiliriz. fakat ben bunu, peter’ın süper kahramanlık mesleğindeki acemiliğine vererek diğer filmlerde iddia edeceği gibi norman osborn’u öldürmediğine inanmayı tercih ediyorum. mary jane karakteri için de değişiklikler yapılmıştı. çizgi romanda peter’ın ilk aşkı gwen stacy ile mj’in bir karmasını filme yansıtmışlardı. çizgi romanda mj, fazlasıyla popüler ve burnu kalkık bir karakterdir. tam anlamıyla bir parti kızıdır. özgüveni çok yüksektir. tüm erkeklerle flört halindedir. çok dobradır, zaman zaman peter’ı azarladığı bile olmuştur. oysa filmde iç dünyasını fazlasıyla dışa vuran, depresif bir karakter olarak çizilmiş. sorumluluk bilinci ve aklı başında hareketlerini gwen’den aldığı söylenebilir. mj bu haliyle daha sevilebilir ve empati kurulabilir bir karaktere dönüşmüş olsa da, çizgi romandaki karakterinin “cool” halinden eser kalmamıştır. büyük çoğunluğun kirsten dunst’tan memnun olmamasının sebebi de aslında yazarların karakterde yarattığı bu değişikliktir bence. tabii tobey maguire’ın ekran testinde mj’i oynayan, “buffy the vampire slayer” ve “tru calling” adlı dizilerden tanıdığımız eliza dishku rolü alsaydı karakter daha erkeksi, daha dobra, daha enerjik ve daha işveli oynanarak çizgi romana uygun olabilirdi. ancak ben mj’i seda sayan formatında değil, böyle narin ve kırılgan görmekten daha çok tat aldığımdan; yapılan bu değişiklikten memnun olduğumu söyleyebilirim. zira çizgi romanda sevmediğim bir karakterdir kendileri. ayrıca çizgi romanda ailesinin boşanmasının ardından, may’in komşusu olan halası anna’nın yanına taşınan mj filmde ailesiyle birlikte yaşıyordu. böylece peter-mj aşkının en önemli etkenlerinden anna da hikayeden çıkarılmış oluyordu. oysa çizgi romanlarda may ve anna’nın, peter ile mj ile ilgili planlarını okumak; çöpçatanlık girişimlerine tanık olmak her zaman çok zevkli olmuştur. filmdekinin aksine çizgi romanda, peter’ın harry osborn ile tanışması üniversitenin ilk gününde oluyordu. filmde harry’nin peter’ın liseden arkadaşı olması; daha genç olan peter’la norman osborn arasındaki tanışıklığı daha eskiye dayandırma isteğinden kaynaklanıyor olmalı. peter’ın belki de norman osborn’un bilim adamı yönüne hayranlığından harry ile arkadaş olduğu bile düşünülebilir. aynı şekilde delice babasının takdirini kazanmakla uğraşan harry; babasının çok sevdiği bilimle ilgilenen peter gibi biriyle, sırf onu memnun etmek için arkadaşlık kurmuş olabilir. yine de harry, peter’ı muhtemelen yiyeceği birkaç dayaktan kurtarmasıyla lisede de işe yarıyor. filmin süper kötüsü green goblin üzerinde de büyük değişiklikler yapılmış. kostümü tamamen değişen ve günümüze uyarlanan karakterin oluşumunda da farklılıklar görülüyor. çizgi romanda hiç yer verilmeyen bir devlet bağlantısı ve “üstün asker” yaratma projesinden bahsediliyor filmde. oysa işin aslında norman osborn, ortağı dr. stromm’la geliştirdikleri serumu üstünlük kompleksiyle kendine uygulamaya karar veriyordu. babasının ilgisizliğinden şikayetçi harry, bilmeden serumun formülüyle oynayınca norman süper güçlerle birlikte delilik de kazanıyordu. tüm bu değişiklikler hayranlar tarafından nispeten iyi karşılandı ama öyle bir değişiklik vardı ki, büyük eleştiri topladı. spider-man’in ağı organik hale gelmişti. yani “ağ yapmak” da bir süper güç olarak gösteriliyordu. böylece yıllardır “the non-mutant super hero” şeklinde tanıtılan spider-man, mutasyona uğramış bir insan haline geliyordu. oysa çizgi romanda peter parker karakterinin bilim aşkını pekiştiren bir düzenlemeyle, örümcek ağı karışımı ve kullanılan mekanizma, oturduğu evin bodrumunda parker tarafından icat edilirdi. bunun yanı sıra örümcek ağı kartuşları çizgi romanlarda bir gerginlik yaratmakta kullanılırdı. en olmayacak anda spider-man’in ağı biter ve çok zor durumda kalırdı. filmde ağı organik yaparak tüm bunlar hikayeden çıkartılmış oldu. neyse ki doğallığı abartıp, ağın gerçek örümceğin çıkarttığı yerden çıkmasına karar vermediler. yaratıcı stan lee "ben de karakteri ilk yarattığımda ağların organik olmasını düşünmüştüm ve öyle istiyordum aslında ama sonra arkadaşlarla uzun fikir teatileri sonucunda mekanik olmasına karar verdik ve öyle gelişti, film için de organik olmasını ilk öneren ve sam raimi'nin aklına sokan benim aslında." diyerek “suçu” kendi üstüne alsa da film yapımcıları ateşin altından kaçamadı. bir diğer eleştiri alan yön ise spider-man’in yıllardır bu kadar popüler olmasının temel sebeplerinden olan espri anlayışının ve kendi kendine konuşmalarının filme yeteri kadar yansımamış olmasıydı. bu eleştirilere katılmadığımı belirtmeliyim. çünkü çizgi romanda aksiyon tek bir karede resmedilirken bir balon çıkarıp espri patlatmak ne kadar kolaysa, bir aksiyon filminde onca hareket ve adrenalin yüklü müzik arasına bir espri yerleştirmek o kadar zordur. gerektiği anlarda, dozunda konulan esprilerle seyircinin aksiyondan hakkıyla zevk almasına izin verilmiş sadece. yine aynı şekilde filmin temposunun düşmemesi amacıyla peter’ın kendi kendine konuştuğu sahneler çekmek yerine, olaylara bakış açısı sahnelere başarıyla yedirilmiş zaten. bütün bu değişiklikler karakterlerin yine de yerli yerine oturmasına engel teşkil etmiyordu ancak hikayeye katılmayan bir detay seyirciye şu soruyu sorduruyordu: “j. jonah jameson’ın spider-man ile alıp veremediği ne?” gerçekten de bu büyük düşmanlık, filmde karakterin tirajıyla kafayı bozmuş; daha çok para kazanma derdinde olan birine dönüşmesine yol açıyor. oysa çizgi romanda bu düşmanlık çok akıllıca bir altyapıyla desteklenmiştir. jameson, ilk eşi maskeli biri tarafından öldürüldüğünden dolayı özellikle spider-man’e ve diğer tüm “maskeli” kahramanlara sonsuz bir düşmanlık beslemektedir.
    --- spoiler ---

    filmde teknik açıdan üst düzey bir iş çıkartılmış. spider-man’in şehirde ağ atarak dolaşmasını izlemek büyük bir zevk veriyor. ancak bazı sahnelerde cgi, animasyon izlendiği hissini yaratacak kadar başarısız. özellikle spider-man’in hangi sahnede gerçek, hangisinde cgi olduğu kendini fazlasıyla açık etmiş. bu da filme zarar veriyor. yine de ekip, ellerindeki teknolojiyi o güne kadar kullanılmamış derecede iyi kullandığı için kendini affettiriyor. teknolojinin daha fazla gelişebileceği ve büyük ihtimalle bu gelişimden spider-man serisi üzerinde çalışan teknik ekibin sorumlu olacağının belli olması ise insanı sevindirip ikinci film için daha da fazla heyecanlanmasına yol açıyor. en başarılı efekt çalışmalarından biri ise, daha sonraki filmlerde nedense büyük oranda ihmal edilen “örümcek hisleri” üzerine yapılmış. ikinci ve üçüncü filmde çok nadir sahnelerde duyulan garip bir ses olarak varlığını fark ettiğimiz örümcek hisleri, ilk filmde görünür biçimde ortadalar. hele peter parker’ın flash thompson ile okulda yaptığı dövüşte gayet başarılı bir şekilde bu süper gücün işleyişi seyirciye açıklanıyor. etraftaki hareketler yavaşlarken, peter’ın hızla yumruktan kurtulması ve durumu değerlendirecek vakit bulması ve bu yüzden iki katı büyüklüğündeki flash’ı alt etmesi; örümcek hislerinin peter’ın cılız ve güçsüz oluşunu nasıl telafi ettiğini açıklıyor. fakat fazlasıyla “matrix”vari efektlerle kotarılmış bu sahneler daha sonra tekrarlanmıyorlar. belki de başka bir filmin kullandığı teknolojiyi sadece gücü açıklamak için kullanıp, daha sonra kendi orijinal yöntemlerine dönmek istemişlerdir. ancak sadece spider-man’e has olan bu süper güç daha güzel kullanılabilirdi.

    filmde kullanılan setler ve kostümler de hikayenin gelişimine katkıda bulunan etkenler olarak kullanıldılar. new york zaten başlı başına bir film karakteri olarak karşımıza çıktı. peter parker’ın odası da karakter hakkında önemli ip uçları veriyordu. masa üstündeki fen kitapları ve duvardaki albert einstein posteri, peter’ın bilime olan aşkını simgelerken; ağ motifleriyle süslü duvar kağıdı gücünü aldığı örümceği simgeliyordu. peter’ı ısıran örümceğin renkleri kırmızı ve maviydi: yani giyeceği kostümün renkleri. oscorp. binasında ve osborn malikanesinde, norman’ın alt benliği green goblin’i simgelemek adına baskın olarak yeşil renk kullanılmıştı. şükran günü yemeğinde ise norman osborn spider-man renklerini üzerinde taşırken, peter parker’da da green goblin’i hatırlatan renkler vardı. asıl ilginç olan ise arada kalan karakter harry osborn’un üzerinde iki tarafın renklerinin de olmasıydı. spider-man kostümü ise seyircilerin karakterden kopmalarını ve bir robot izlediklerini düşünmelerini engellemek üzere modifiye edilmişti. çizimlerde gözükmeyen kulak çıkıntıları ve burun kabarıklığı maskeye eklenirken, göz çukurlarına yerleştirilen ve görüntüyü yansıtan lenslerle daha gerçekçi bir karakter tasarlanmış.

    --- spoiler ---
    “to kill a mocking bird” ve “batman” gibi klasiklerin yanı sıra çizgi roman dünyasına yönelik göndermelerin az da olsa bulunduğu bir film “spider-man”. j. jonah jameson’ın, parker tarafından çekilen fotoğrafları görüp “crap!..crap!..crap!..” demesi, “batman” filminde joker’in vicki vale’in fotoğraflarına yaptığı muameleye bir göndermedir örneğin. peter’ın ağ atma denemeleri yaparken söylediği “up,up it away” filmdeki ilk superman göndermesi. bir diğeri ise festival alanına green goblin saldırdıktan sonra, koşarken gömleğini açarak kostümünü ortaya çıkartması. yine ağ atmayı denerken sarf ettiği “shazam!” sözcüğü ile captain marvel’a gönderme yapılmıştır çünkü o, değişimini bu sözcüğü kullanarak yapar. bugle’daki bir sahnede geçen “eddie, spider-man’i yakalayıp fotoğrafını çekemiyor,” repliği çizgi roman karakteri ve 3. filmde ortaya çıkacak olan eddie brock’a bir gönderme. peter, ev arkadaşı harry’e “dr. connors geç kaldığım için dersten kovdu,” diyerek 2. filmde gözükecek olan bir çizgi roman karakterine gönderme yapıyor. son olarak norman osborn’un üstünde çalıştığı “üstün asker” projesi, bir diğer marvel karakteri captain america’nın doğmasına yol açan projeye yapılan bir göndermeydi. en mest eden gönderme ise kostüm için skeçler çizen peter’ın siyah beyaz bir kostümün altına “need more color!” yazmasıydı. oysa çizdiği kostüm, çizgi roman hayranlarının delicesine sevdiği simbiyot kostümünün aynısıydı.

    amerikan milliyetçiliği çizgi romandan sonra, filme de fazlasıyla yansımış durumda. bunun sebebi film vizyona girmeden önce 11 eylül olaylarının yaşanması. filmin ilk senaryosunda spider-man kostüm renkleri ve bazı klasik amerikan üstünlüğü göndermeleri dışında bir amerikan yanlısı tavır sergilenmezken 11 eylül’den sonra eklenen sahnelerle adeta vatandaşlara moral verildi. ilk olarak, piyasaya çıkan spider-man fragmanının yayını durduruldu. sebebi ise görüntüde ikiz kuleler’in olması. filmle paralel olarak çıkacak bilgisayar oyunundan da bu sebeple bazı bölümler çıkarıldı. üstelik hem filmin, hem de oyunun çıkış tarihini ertelemek zorunda kalmayı göze alarak. her şeyin uzun süre önceden, en ince detayına kadar hesaplandığı bir endüstride bunun yapılması filme olan ilgiyi daha da arttırdı tabii. filme eklenen sahneler de amerikan halkını fazlasıyla memnun edecek cinstendi. kahramanları spider-man’e saldıran green goblin’e new york halkının köprüden taş ve sopalarla karşılık vermesi ve vatandaşlardan birinin “you mess with one of us, you mess with all of us” demesi ülkeyi o duruma getirenlere apaçık bir meydan okumaydı. filmin sonundaki amerikan bayrağı ve özgürlük heykeli olayları ise emperyalizmin doruk noktalarıydı adeta.
    --- spoiler ---

    “spider-man” vizyona girdiği ilk üç günde 100 milyon dolar barajını aşarak rekor kırdı. en iyi açılış günü rekorunu da 39.4 milyon dolarlık gişesiyle kırmış oldu. 130 milyon dolarlık bütçeye sahip olan film, tüm dünyada 800 milyon dolarlık bir gişe başarısı elde etti.

    spider-man 2

    serinin ikinci filmi, ilkinin gişe başarısından alınan cesaretle 200 milyon dolarlık bir bütçeyle çekildi. 2005’te vizyona girdi ve ilk filmin kırdığı “açılış günü gişesi” rekorunu kırarak daha da yukarıya çıkarttı. seyircilerden çoğu filmden çok memnun ayrıldı. eleştirmenlerin büyük kısmının ise hemfikir olduğu bir nokta vardı: “spider-man 2” en başarılı çizgi roman uyarlamasıydı.

    ilk filmdeki oyuncu kadrosunun hepsi ikinci film için kamera karşısındaydı. gerçi tobey maguire’ın kronik sırt ağrıları sebebiyle rolü jake gyllenhaal’a bırakması söz konusu olmuştu. hatta gyllenhaal rol için çalışmaya bile başlamıştı ancak son anda maguire filme devam etme kararı aldı. gyllenhaal kardeşlere olan sevgim nedeniyle maguire’ın dönmesine pek sevinmesem de üçlemenin devamlılığı açısından bu önemliydi. sam raimi ise yine yönetmen koltuğundaydı ve “aksiyon filmi nedir, nasıl çekilir” dersi verdi herkese. michael chabon’ın yazdığı hikayeyi alvin sargent senaryolaştırdı. filmin kötü adamını ise başarılı oyuncu alfred molina canlandırdı. çizgi romanlarda daima elthon john’a benzerliğiyle dikkat çeken doc ock, seriden beklenecek güzellikte beyazperdeye yansımıştı. sam raimi’nin hemen her filminde gözüken bruce campbell ve ted raimi yine iş başındalardı. özellikle sürekli kadraj dışından filme dahil olan ve ted raimi tarafından canlandırılan hoffman fazlasıyla güldürmeyi başardı. stan lee ise yine yüzünü göstererek çizgi roman fanatiklerini yalnız bırakmadı.

    --- spoiler ---
    spider-man 2’de iki ayrı hikaye iç içe anlatılıyor. “the amazing spider-man”in 50. sayısında yer alan “spider-man no more” macerası ile doc ock adlı süper kötünün macerası bir arada seyirciye sunuluyor. ikinci filme “spider-man no more” hikayesini dahil ederek her zaman okunması veya izlenmesi zevkli olan bir olaya el atıyorlar: süper kahramanın sürekli karşılık beklemeden yaptığı iyilikler sonucu özel hayatının mahvolması sebebiyle canına tak ederse ne olur? ayrıca ilk filmde dışlanan “aniden ağ atamayarak hayatı tehlikeye giren” spider-man seyirciyle buluşuyor. hayranlar, organik ağ fikrinden vazgeçilip peter’ın ağ formülünü icat edeceğine dair umuda kapılsalar da; peter’ın gücünü yeniden kazanmasıyla ilk filmdeki spider-man de geri dönmüş oluyor. kötü adam olarak doc ock’un seçilmesi ise, sam raimi’nin isteği doğrultusunda gerçekleşiyor. raimi, karakteri sinemaya çok iyi aktaracağından emindi. çizgi romanda da en ilginç dövüş sahnelerinin doc ock ile gerçekleştiği düşünülürse, çok iyi bir seçim yapıldığı görülebilir.

    spider-man 2, ünlü çizer alex ross tarafından çizilen ve ilk filmden sahnelerin resmedildiği harika bir jenerikle başlıyor. böylece seyircilere hikaye hatırlatılıyor ve serinin ilk filmini izlemeyen biri düşük bir ihtimalle de olsa kaldıysa, hikayeyi kavrayabilmiş oluyor. filme, ilk filmin ardından mary jane ile birlikte olmaktan kaçınan ve norman osborn’la yaşadıklarından dolayı en yakın arkadaşı harry’den uzaklaşan peter’ın yeni hayatına tanık olarak başlıyoruz ve hiç de iyi bir durumda olmadığını görüyoruz. aynı anda hem daily bugle’da, hem de pizzacıda çalışan peter yine de yaşadığı dairenin kirasını bile çıkartamıyor. okuldaki derslerine, çalıştığı ve aynı zamanda spider-man olduğu için yetişmekte zorlanan peter; arkadaşları ve may hala’sına da yeterince vakit ayıramıyor. kafası, doğum gününü bile hatırlayamayacak kadar dolu. fakat kendisi için verilen küçük çaplı partide arkadaşları ile yeniden bir araya geliyor. harry’nin spider-man düşmanlığı tavan yapmış durumda, mj ise bir tiyatro oyununda oynamaya başlamış başarılı bir manken. peter, harry’nin yardımıyla; doktor connors’ın dersi için üzerinde ödev hazırladığı doktor otto octavius ile tanışma fırsatı yakalıyor. hatta octavius’un eşi rosey ile olan müthiş uyumu ve aralarındaki aşk, ona bir gün kurmak istediği ailenin birebir yansımasını sunuyor. octavius’un üzerinde çalıştığı projenin ilk halka açıklandığı günde de orada olma şansına erişiyor. bu proje oscorp. tarafından finanse ediliyor. oscorp.’un yeni başkanı harry, babasından görmediği takdiri başkalarından görme çabası içerisinde olduğundan böyle projelere kendini ve parasını adamış durumda. ancak deney ters gidiyor ve spider-man’in de müdahalesiyle octavius’ın karısı dışında kimsenin hayatını kaybetmesine sebep olmadan, deney sonlandırılıyor. tabii bu arada laboratuar da yok oluyor. dr. octavius deneyde kullanmak üzere icat ettiği kendi yapay zekalarına sahip kollarla bütünleşiyor ve kaldırıldığı hastaneden kaçarak, klasik süper kötü sığınaklarından birinde deney mekanizmasını yeniden kurmaya başlıyor. peter ise halasına ben amca’sının ölümü ardındaki gerçeği açıklıyor ve beklemediği bir tepki alarak may tarafından da yalnız bırakılmış oluyor. bu olayla birlikte hayatından iyice bıkmış olan peter, örümcek güçlerini kaybetmeye başlıyor. bu ilk başta onu epey sevindiren bir olay oluyor ve spider-man olmaktan tamamen vazgeçiyor. bu kararı vermekte bugüne kadar yaşadığı ikilem ise mj’in oyununa giderken gardırobundaki iki askının birinde takım elbise, diğerinde de kostümünün asılı olduğu sahnede görülebiliyor. film, peter’ın süper kahraman tarafının ortadan kalkmasıyla, depresif havasından kurtuluyor. renkler aydınlanıyor, güneş parlamaya başlıyor. peter ise lisedeki “inek” haline geri dönüş yaparak, spider-man’in karakterine kattığı tüm özelliklerden kendisini soyutluyor. arkadaşlarıyla yeniden vakit geçirebiliyor, derslerine yetişebiliyor, çalışma hayatı da düzene giriyor. may halasıyla barışıyor. mary jane ile ilişkisi düzene giriyor. ancak güçlerini kullanamadığı için bir masum insan ölünce büyük güçle büyük sorumluluğun geldiğini hatırlayarak bireysel fedakarlığın dibine vurup rayına oturmuş hayatına elveda diyerek güçlerini geri kazanmanın yollarını aramaya başlıyor. bunun için doktora bile gidiyor ve öğreniyor ki “bir arkadaşı” rüyasında spider-man olduğunu ve güçlerini kaybettiğini görüyorsa, istediği şeye odaklanarak sorununu çözebilir. peter başta odaklanmakta zorlansa da mary jane, deneyini mahveden ve yeniden mekanizmayı kurmak için gereken parayı bankadan çalarken işine karışan spider-man’i hem kendi intikamını hem de harry’de bulunan ve ele geçirmek için böceği öldürmek üzere anlaştığı deney malzemesini almak için yok etmeyi kafasına koymuş doc ock tarafından kaçırılınca gereken motivasyonu sağlayarak güçlerine kavuşuyor. deneyini tekrar gerçekleştirmeyi başaran doc ock’u durdurmak ve sevdiği kadını kurtarmak için savaşan peter, mj’i kurtarmayı başarıyor. ancak deneyi durdurmak, aklı başına gelen dr. octavius’a kalıyor. bu yolda ölen doktorun ardından, maskesi düşmüş peter ve mj karşı karşıya geliyor. gizli kimliğinin ortaya çıkması ile birlikte aradaki duvarı gerçek anlamda da (!) mecazi anlamda da kaldıran peter, mj’e ilan-ı aşk ediyor ancak mary jane j. jonah jameson’ın oğlu john ile evlenmek üzere. ne var ki john ile spider-man’le yaptığı efsanevi “tersten öpüşme”yi yeniden canlandıran mj, onu sevmediğini zaten anladığından (ne kadar şıpsevdi olduğunu söylemiştim) en sonunda düğün günü kendisinden bekleneni yapıyor ve evlenmekten vazgeçerek peter’a kaçıyor. bu arada harry de babasının gizli odasını bulup onun green goblin olduğunu öğreniyor ve üçüncü filmde bu konunun da işleneceği açıkça belirtilmiş oluyor. film peter ile mj arasındaki bir sahneyle bitiyor. söz konusu sahne, bütün çizgi roman fanatiklerini coşturabilecek ve zevkten ağlatabilecek güçte bir replikle sona eriyor: “go get ‘em tiger!”

    film, her anlamda ilk filmin başarısının üstüne çıkıyor. “spider-man”in, karakterin komikliğine yeterince yer vermediği eleştirisi karşısında ikinci film adeta bir komedi filmine dönüşüyor. çizgi romanlarda olmayan bir şekilde, diğer karakterlerden de doğan durum komedileri filmde büyük bir yer tutuyor. yeni karakterler dr. connors, ev sahibi bay ditkovich ve kızı ursula filme zenginlik katıyorlar. çizgi romanlarda daima bir sorun olan kirayı ödeyememe durumu, işlevsizlikle eleştirilen ditkovich karakterinin filme getirdiği artı aslında. mızmızlıkla itham edilen mary jane ise çizgi romandaki haline biraz daha yaklaşarak filmin sonundaki büyük kavgada doc ock’a saldırmaya yelteniyor. başarılı olamasa da hiç olmazsa üçüncü filmdeki final dövüşünün kaderini değiştirecek “tuğla atışı” için yeterli cesarete artık sahip olduğunu gözler önüne sermiş oluyor. film çocuklara da hitap ettiği için şiddet sahnelerinde asla kan kullanılmıyor. doc ock’un laboratuardaki saldırı sahnesi teorideki tüm vahşetine rağmen gölgeler aracılığıyla ve ahtapot kollarının gözünden anlatılmasıyla korku oranı azaltılmış ve karikatürize edilmiş bir şekilde seyirciye sunuluyor.

    filmde yine çizgi roman sıkı sıkıya takip edilmiyor. ancak bu sefer de yapılan değişiklikler çoğunlukla olumlu yönde. peter parker’ın güçleri, olaya odaklanmasına bağlanmış. odağını kaybettiği, kahraman olma isteğini yitirdiği anda güçler yok oluyor. böylece çocuklara “yaptığınız işe yüzde yüz kendinizi verin” mesajını vermekle birlikte, ilk filmde peter’ın ilk başta neden ağ atmayı beceremediği de açıklanıyor. filmin süper kötüsü doc ock ise daha insani bir karaktere bürünüyor. çizgi romanda eşini kaybedince kötülük yapmaya ve spider-man’den intikam alma girişimlerinde bulunmaya başlayan karakter, filmde insanlığa iyiliği dokunacak deneyini başarabilmek amacıyla suç işliyor. spider-man’e olan düşmanlığı da yoluna çıkmasından kaynaklanıyor sadece. filmin sonunda ise adeta peter gibi o da büyük güçle büyük sorumluluğun geldiğini anlıyor ve insanlığa zarar gelmemesi için deneyinden de canından da vazgeçerek tehlikeyi kendi sonlandırıyor. doc ock’da yapılan bir diğer değişiklik ise kollarına yapay zeka verilmesi ve octavius’la iletişime sokulmalarıydı. doktorun kişiliğinde bölünme yaratılmıştı. transformasyon ilk tamamlandığında octavius hala iyilik peşindeyken, bankayı soymayı onu ikna eden “canavar” kollar oluyordu. bu yapılan değişiklik, doc ock’u daha “insan” yapmak yolunda atılan bir adımdı. o aslında iyi biri olmak istese de, kontrol edemediği yaratıklarca yönlendirilmiş oluyordu.

    ikinci film, göndermeler açısından da ilk filme oranla çok daha doyurucuydu. özellikle spider-man hayranlarını fazlasıyla mutlu edecek şeyler filme yerleştirilmişti. örneğin 1967 tarihli animasyonun jenerik şarkısı “spider-man spider-man/does whatever a spider can” dizelerinin icrası keyif verirken, kostümünü çöpe atan peter’ın çıkmaz sokaktan boynu bükük bir şekilde uzaklaştığı sahne derginin en meşhur maceralarından “spider-man no more”un en meşhur çiziminin ete kemiğe bürünmüş haliydi. doğum günü partisinden sonra çöpü atmak için may halanın arka bahçesine çıkan peter’ın mj’le yaptığı arkadaşlıklarını yeniden başlatan konuşma, ilk filmde ikisini yakınlaştıran konuşturmayla benzer bir şekilde kurgulanmıştı. gömleğini açarak kostümü ortaya çıkartma suretiyle superman’e bir kere daha gönderme yapılırken, ev sahibine ditkovich soyadı verilerek spider-man’in yaratılmasına katkıda bulunan steve ditko hatırlatılmış oluyor. peter’ın gücünü geri kazanıp kazanmadığını test ederken yaptığı atlamayla “matrix” filmine gönderme yapılırken; düşüşü esnasındaki “i’m back! i’m back!” ve düştükten sonraki “my back! my back!” replikleriyle tobey maguire’ın neredeyse rolünden vazgeçmesine yol açan sırt ağrılarıyla dalga geçiliyor. filmde maguire ile uğraşılan tek sahne o da değil üstelik. “spidey and doc ock robs a bank!” manşetli daily bugle’da sür manşet olarak da "can chronic back pain lead to brain shrinkage?"cümlesi yer alıyor. çekimler esnasında tiyatro oyunu “fiddler on the roof”ta da rol alan molina, filmde “if i were a rich man”i mırıldanıyor ve kolları onunla birlikte hareketleniyorlar. spider-man ile doc ock’un binalara tırmandığı sahnelerde daire sakinlerinin pencereden sarkıp yukarıya bakmaları ile klasik batman dizisine gönderme yapılıyordu. çizgi romana yapılan bir diğer gönderme ise derste canı sıkılan peter’ın yüzünün yarısını çizip, diğer yarısını spider-man olarak resmetmesiydi. bu çizim yıllarca çizgi romanda örümcek hislerinin devreye girdiğini anlatmakta kullanılmıştı. büyük bir sinema klişesi olan, başına büyük kötülükler gelen karakterin ellerini havaya açarak “hayır” diye bağırması sorunsalı doc ock’a uygulanarak kolların hepsinin havaya kalkması ile seyirciyi güldürmeyi başarıyordu. daily bugle’da mutasyon geçiren octavius’a isim ararken önerilen adlardan biri olan “dr. strange” aslında bir diğer marvel süper kahramanı olduğundan jameson “that’s taken,” diyor. tüm çizgi romanlarda görülebilen zor anlarda süper kahramanın asıl kimliğinin ortamdan kaçmasının diğer karakterlerce korkaklık olarak yorumlanması filmde iki sahnede canlandırılmıştı. meşhur tren sahnesinde spider-man’ın ayağını raylara koyarak treni durdurmaya çalışmasıyla superman’in daha önce pek çok kere kullandığı yöntem uygulandı. tabii işe yaramayınca trendekilerden birinin “anymore bright ideas?” sorusuyla aslında zekasıyla günü kurtarabilen tek kahramanın spider-man olduğu yeniden hatırlatıldı. doc ock’a yapılan ameliyat sırasında gerçekleşen katliamda kollardan biri elektrikli testereyi silah olarak kullandı ve bu bir gölge olarak gösterildi. gölgeye dikkatli bakan seyirci bunun eli elektrikli testere olan bir adama benzediğini görebilirdi. sam raimi’nin “evil dead” filminde bruce campbell’ın canlandırdığı adama örneğin. film göndermeler konusunda o kadar zengindi ki, seyircilerin hayatlarına bile bir gönderme barındırıyordu. may hala’nın taşınırken peter’ın küçüklüğünden kalan tüm çizgi romanları çöpe atmış olması, dergi okuyucularının çok derin bir iç geçirmelerine sebep oldu.
    --- spoiler ---

    film teknik açıdan ilkini de gölgede bırakarak teknolojinin sınırlarını zorluyor. cgi spider-man’in ilk filmdeki animasyonvari görüntüsü, yerini gerçekçi bir canlandırmaya bırakıyor. şimdiden kült statüsüne erişmiş tren sahnesiyle efekt kullanımı mükemmelliğe erişiyor. spyder cam adlı bir kamera tekniğiyle spider-man’in new york’da ağ atarak dolaşma sahneleri insanın nefesini kesebilecek bir gerçekçiliğe bürünüyor. spider-man’in ağ atarken aldığı pozlar çizgi romandaki çizimleri birebir yansıttığından, kamera da o pozlarla birlikte sahne hiç kesilmeden açı değiştirdiğinden; seyircinin bazen mutluluk ve heyecandan başı dönebiliyor. doc ock’un kolları bazı sahnelerde cgi ile yaratılırken, bazı sahnelerde kukla misali ekran dışındaki görevliler tarafından iple oynatılıyorlar. bu da onlara inandırıcılık sağlıyor. hele deney esnasında gerçekleşen kazadan sonra paslanan, demirleri eriyen ve adeta derileri soyulan kollar; mükemmel hareketleriyle gerçekçiliğin sınırlarını zorluyorlar. spider-man serisinin teknolojiyi geliştirecek güçte olduğunu belirtmiştim. 2. filmle gerçekten de bu başarılıyor. filmin sonunda doc ock’un suyun dibine battığı sahnede, neredeyse mükemmel bir cgi alfred molina izliyoruz. bir çok kişinin bunu anlamadığına eminim. ilk defa gerçek bir insan, bu kadar yakın çekimle cgi olarak beyazperdeye yansımış oluyor. bu kadar emekten sonra alınan oscar ödülü de şaşırtmıyor elbette.

    --- spoiler ---
    amerikan halkı 11 eylül sendromunu kısmen atlatmış olsa da, çizgi romanlarda görülen amerikan milliyetçiliği filmde de varlığını sürdürüyor. trendeki amerika’lıların kahramanlarını korumaları ve gerçek kimliğini görmüş olmalarına rağmen kimseye söylememeyi taahhüt etmelerinden bunu anlayabiliyoruz. peter parker’ın yeniden kahraman olması gerektiğini fark etmesine neden olan yangın olayında kurtardığı çocuğun bir asya’lı olması işi doruk noktasına ulaştırıyor. ayrıca o dönemdeki yaklaşan seçimler ve iç politika gereği filmde kullanılan bayrak görüntüleri, amerikalı olmayan seyircileri rahatsız edecek seviyeye ulaşıyor diyebiliriz.
    film, her ne kadar çok beğenilse de bazı kimseler tarafından acımasız eleştirilere maruz kalmaktan kurtulamadı. en çok dile getirilen eleştiri peter parker’ın fazlasıyla duygusal, ezik ve kaybeden olarak gösterilmesiydi. bir diğer eleştiri de filmin fazla mesaj kaygısı taşıdığını belirtiyordu. verilen mesajlar arasında başkalarının iyiliği için kendi hayallerinden vazgeçmek, erdemli olmak, çalışkan olmak, ülke ve millet için her şeyin feda edilebilecek olması ve benzerleri vardı. fakat yapılan bu iki eleştiri de belli ki çizgi romanı bir kere bile eline almamış kimselerden geliyordu. birazcık spider-man okumuş insanlar, hele şanslı olup ilk sayıları ele geçirebilmiş olanlar bilirler ki peter parker aynı evrelerden geçmiştir. onu diğer süper kahramanlardan ayıran ve bu kadar sevilmesini sağlayan aynen bu yaşadıklarıdır üstelik. çünkü hepimiz hayatın bir döneminde üst üste gelen dertlerden muzdarip olmuşuzdur. belki de seyircilerin şikayet etmesine yol açan da, kendilerini bu kadar gerçekçi bir biçimde perdede görebiliyor olmaktır. ayrıca filmde o durumdaki peter, sadece iki yıl önce hayatındaki tek baba figürü olan ben amcasını kaybetmiş, bakmakla yükümlü olduğu yaşlı may halası borç harç içerisinde olan yirmili yaşlarında bir gençtir ve başka türlü bir ruh halinde olması düşünülemez. filmdeki mesaj kaygısı marvel comics’in yapıtaşlarından birinin sinemaya aktarılmış halidir sadece. çünkü tüm marvel çizgi romanlarında, onları okuyan çocuk ve gençleri doğru yola sokmak, ülke sevgisi aşılamak, uyuşturucudan uzak tutmak gibi amaçlar vardır. filmin de aynı zamanda çocuklar için yapıldığını düşünürsek, çizgi romanın bu yönünü de başarılı bir şekilde yansıttığını söyleyebiliriz. son ciddiye alınabilecek eleştiri ise spider-man’in maskesinin ilk filme oranla çok daha fazla sayıda çıkartılmasına dair olanlardır. gerçekten de filmdeki tren ve son dövüş sahnelerinin neredeyse tamamında spider-man maskesizdir. bunun sebebi seyircinin karakterle kolayca özdeşleşebilmesini sağlamaktır hiç kuşkusuz. unutulmamalıdır ki çizimle kolayca anlatılabilen şeyler, sinemaya geldiğinde bazı sorunlar doğurur. spider-man’in mimiklerin görünmesine ve oyuncunun seyirciyle iletişim kurmasına engel olan maskesi de bu sorunlardan biridir. bunun çözümü, maskenin zor bir durumda derhal parçalanmasıdır. tren sahnesinde fren kolundan sıçrayan kıvılcımla, son dövüşte de deneyden yayılan ışınla yırtılan maske seyircinin karakterin özünde olan genç peter parker’ın yaşadıklarını görmesine olanak verir. böylece hem empati kurulması sağlanır, hem de çizgi romanlarda bir baloncukla verilebilecek iç dünya oyuncunun mimikleriyle yansıtılmış olur.
    --- spoiler ---

    “spider man 2” gelen tüm eleştirilere rağmen, özellikle tren sahnesiyle bu güne kadar yapılmış en iyi aksiyon sekanslarını barındıran; çizgi roman uyarlamalarının ise mükemmelliğe ulaştığı film olarak tarihe geçti. gişe başarısı da bunu destekler nitelikteydi.

    spider-man 3

    ikinci filmin büyük başarısının ve çok beğenilmesinin ardından efsaneleşen serinin üçüncü filmi, daha ikincisi vizyona çıkmadan belirlenen tarih olan 4 mayıs 2007’de vizyona girdi. tüm dünyayla aynı anda türkiye’de de. bu noktada bendenizin de beyoğlu’nda oynatılan ilk seansa sabahın erken saatlerinde kırmızı t-shirt, lacivert pantolon ve bir teki kırmızı bir teki lacivert converse ile gittiğimi belirtmek isterim. işin ilginç yanı sabahın o saatinde yalnız olacağımdan ve beş gün önceden aldığım biletimi kullanamayacağımdan korkmama rağmen salonun neredeyse tamamen dolu olmasıydı. film, ilk iki filmin kırdığı “en iyi açılış günü” rekorunu 59.8 milyon dolarlık gişesiyle tekrar kırdı ve bu rekoru hala elinde bulundurmakta. yine başarılı bir gişeyle vizyon macerasını kapatmış olsa da, film fazlasıyla eleştirildi ve genelde beğenilmedi. bu eleştirilerin çoğunu, “devam filmleri berbat olur!” tabusunun yıkıldığına şahit olmak istemeyen bir kısım medya ve istedikleri şeyi istedikleri gibi göremeyince küsen büyüyememiş seyircilerin yaptığı haksız eleştiriler olarak görsem de aralarda haklıları vardı tabii ki. bunlara daha sonra değineceğim.

    film yine sam raimi tarafından yönetildi. senaryo, raimi’nin kardeşi ivan raimi ve alvin sargent tarafından yazıldı. ilk iki filmdeki oyuncu kadrosu yine iş başındaydı. tobey maguire, peter parker’ı olabilecek en doğal şekilde oynadı. artık karakterini yüzde yüz tanıdığı belliydi. yeni karakterler, yine her zamanki oyuncu seçimi başarısıyla rollerine tam oturmuşlardı. thomas haden church, flint makro rolünde inandırıcılığın sınırlarını zorlarken; topher grace, eddie brock rolüyle göz doldurdu. senaryonun kendisine verdiği yeni bir aşk üçgeni oluşturma görevini iyi bir şekilde yerine getiren bryce dallas howard güzelliğiyle dikkat çekti. oyunculuğuyla can sıkan tek isim, sürekli diş macunu reklamları için oyuncu seçmelerine katılmış gibi sırıtan james franco oldu. harry’nin hikayede geçirdiği değişim, daha güzel canlandırılabilirdi.

    “spider-man 3” herkesin isteğine kavuştuğu bir film oldu. son kez spider-man filmi yönetecek olan raimi ve büyük ihtimalle son kez spider-man’i oynayacak olan tobey maguire’ın isteği üzerine ana kötülerden biri sandman oldu. yapımcıların, hayranları memnun etmek ve biraz daha para kazanmak amacıyla filme eklemek istedikleri karakter venom da kendine yer buldu. fakat sam raimi’nin, tutkuyla bağlı olduğu karakterleri haklarını vererek perdeye yansıtmasının ardından, yıllar içerisinde hiç sevmediğini defalarca beyan ettiği venom’u çekmesini istemek haksızlıktı. filmde, raimi’nin venom’u istemediği çok anlaşılıyordu açıkçası. daha büyük yaşlara hitap etmek isteyen raimi, siyah spider-man’i ve getirdiklerini anlatmayı bu yüzden kabul etmiş olmalı. zaten üçüncü film, seride doğru düzgün kan gösteren tek film. özellikle venom’un kollarını kesen darbede fışkıran kan biraz fazla kaçmış bile diyebiliriz. filmin tüm özellikleri dikkate alındığında, artık serinin olgunluk dönemine geçtiğini söylemek yanlış olmaz.

    --- spoiler ---
    hikaye başladığında peter parker’ı, hayatı mükemmel bir şekilde rayına oturmuş bir genç olarak izliyoruz. sevgilisi yanında, işi ve okulu iyi gidiyor, halk spider-man’e resmen aşık. ilk filmde yeni kimliğine alışmaya çalışan ve sorumluluğunu kabullenen, ikinci filmde bu sorumluluğun yakınlarına değil tüm dünyaya karşı olduğunu ve kendisine bahşedilen yeteneğin tüm dünyaya bir armağan olduğunu kavrayan peter; üçüncü filmde bunun tadını çıkarmaya başlıyor. mükemmeliyeti bozmaya başlayan kişi mj oluyor. hayatı boyunca babasının onayını alamadığından dolayı sevgilisinde de bir baba figürü yansımasını arayan mary jane, peter’ın kendisiyle yeterince ilgilenmediğini düşünüyor. babasının öcünü almaya hala kararlı olan harry ise, onun ilk filmde kullandığı serumu kendisine uygulayarak süper güçlere kavuşuyor ve peter’a saldırıyor. dövüşün sonunda hafızasını yitirmiş olarak sağ kalmayı başarıyor. bu arada klasik bir çizgi roman kazasıyla, hasta kızını görmek için hapishaneden kaçan flint marko sandman’e dönüşüyor. daha öncesinden uzaydan göktaşıyla düşen ve peter’ın motosikletine yapışan simbiyot ise çeşitli sahnelerde gözükerek, açacağı derdin sinyallerini veriyor. hikaye, flint marko’nun aslında ben amca’nın katili olduğunun öğrenilmesiyle yön değiştiriyor ve peter, intikam duygusuyla dolup taşıyor. simbiyot ise ortamı müsait bulduğu o anda devreye giriyor ve peter ile birleşiyor. böylece daha güçlenen ve sertleşen spider-man, sandman’i öldürerek intikamını alıyor. siyah kostümüyle çeşitli işler çeviren peter, zaten çeşitli sebeplerle aralarının açık olduğu mj’e tokat atmasıyla işlerin raydan çıktığının farkına varıyor ve kostümünden kurtulmak için çabalamaya başlıyor. bu noktada, işten kovulmasını sağlayan peter’dan öç alma ateşiyle yanıp tutuşan fotoğrafçı eddie brock (burada üçlemede bir devamlılık hatası yapılıyor. çünkü kısa zaman önce bugle’da işe başladığı belirtilen eddie’nin adı ilk filmde fotoğrafçı olarak geçmişti. “dünyada tek bir eddie mi var?” diye bir savunma öne sürülebilse de bunun saçmalık olacağı, marvel evreninde eddie adının daima brock soyadıyla bir araya geleceği su götürmez bir gerçektir. belki de ilk filmdeki eddie bu filmdekinin babasıdır ve bu yüzden üçüncü filmde eddie brock jr. ismi bu kadar vurgulanmıştır), kilisede bu isteği doğrultusunda dua ederken; peter’ın kurtulduğu simbiyotla birleşerek venom haline geliyor. artık kimliğini bildiği spider-man’i yok etmek için sandman’i de yanına alarak mj’i kaçırıyor. hafızasını geri kazanan ve ardından peter’la girdiği bir diğer kavga sonucunda yüzünün yarısı yanan harry, uşağından aslında babasını spider-man’in öldürmediğini öğreniyor ve son savaşında peter’a yardım ederek bir kahramanlık örneği göstererek sevindiriyor. oysa, zaten kolayca aşık olduğu erkeği değiştirme yeteneğiyle kendine hayran bırakan mj’i kışkırtmasıyla epey nefretimizi kazanmıştı kendisi. filmin sonunda eddie ve simbiyot bir patlamayla tarihe karışırken, sandman affedilerek uzaklara uğurlanıyor. harry ise yaptığı fedakarlık sonucu peter’ın hayatını kurtarmak suretiyle hayata veda ediyor. film, peter ve bir süredir arasının bozuk olduğu mj’in tekrar barışmasıyla sona eriyor. böylece üç film boyunca süregelen osborn hikayesi bitirilirken, doğumunu ve gelişimini izlediğimiz süper kahramanımız olgunluğa erişmiş oluyor.

    “spider-man 3” serinin çizgi roman mantığına en çok yaklaştığı, ancak uyarlandığı çizgi roman karakterlerinden bazılarına en çok uzaklaştığı film oluyor. film, adeta aylar süren bir çizgi roman macerasının iki buçuk saate sığdırılmış hali. ne zaman bir düşmandan veya sorundan kurtulduğunuzu düşünseniz, başka bir formda tekrar karşınıza çıkıyor. harry hafızasını kaybedince hikayesinin bittiğini sanıyorsunuz ama sonra yepyeni bir planla tekrar karşınıza çıkıyor. sandman lağıma çamur oldu diye seviniyorsunuz, daha da güçlenmiş bir şekilde geri geliyor. bu açıdan bakıldığında, çizgi romanlarda asla tamamıyla yok olmayan kötü adamların tadı yakalandığı görülebilir. serinin ilk iki filminde olduğu gibi bunda da çizgi roman üzerinde bir takım küçük değişiklikler yapılmış durumda. simbiyotun bir göktaşıyla dünyaya düşmesi ve çıkartılabilen bir siyah spider-man kostümüne dönüşmesi gibi. özellikle simbiyotun dünyamıza gelmesi çizgi romanda iki değişik ama fazlasıyla uzun hikayeyle açıklandığından, aynı hikayenin filmin vaktini fazlasıyla çalacağından sinemaya uyarlanması beklenemezdi. fakat “spider-man 3”de yapılan değişikliklerden bazıları ölümcül hata niteliğinde. çizgi romanı okuyan herkes bilir ki, peter’ın en çok korktuğu düşmanı venom’dur. çünkü aslında venom iki kişidir: hayatı peter parker tarafından mahvedilmiş eddie brock ve spider-man tarafından reddedilmiş ve bu yüzden ortak yaşamsız kalmış simbiyot. bu yüzden venom sürekli “biz” zamirini kullanarak konuşur. bazen eddie’nin, bazen simbiyotun suratıyla görülür. iki kişinin sonsuz nefretini bünyesinde birleştirdiğinden diğer tüm düşmanlardan daha güçlüdür. spider-man’e benzeri güçlere sahip olmasıyla daha da tehlikeli hale gelir. diğer süper kötülerin aksine o dünyayı ele geçirmeye çalışmaz, sadece peter parker’ı yok etmeye odaklanır. bu yüzden de peter’ın kabuslarına giren, köşe bucak kaçtığı bir karakter haline gelir. çizimleriyle de küçük çocukların günlerce uykusunu kaçırabilecek pozlara girebilir. simbiyot, kostümün her tarafından fırlayan küçük uzantılar halinde görülebilirken; keskin dişler ve tükürükler saçan upuzun bir dil karakterin insan olmadığını sürekli hatırlatır dururlar. açıkça söyleyebiliriz ki filmde, aslında önemli bir karakter olan venom’a büyük bir haksızlık yapılmıştır. upuzun bir filmin son on dakikasına sığdırılmasının yanında, çok pasif kalmasıyla aylarca kendisini görmeyi bekleyen seyircileri hayal kırıklığına uğratmıştır. tek avuntu ise en azından yok edilişinde çizgi romana sadık kalınmış olması ve yok olduğu duruma bakacak olursak rahatlıkla geri gelebileceği bir halde bırakılmış olmasıdır. bir diğer yanlış seçim ise (hata diyemeyiz zira film yapımcıları uyarladıkları materyalde istedikleri değişiklikleri yapmakta serbesttir) aşk üçgenini karmaşıklaştırmak için felicia hardy gibi bir karakteri devreye sokmak veya ursula gibi sıfırdan bir kadın yaratmak yerine çizgi romandaki spider-man’in hayatında önemli yer tutan gwen stacy’nin filme sokulmasıdır. gwen stacy çizgi romanda peter’ın ilk aşkıdır ve green goblin’le yaptıkları bir savaş sonucu köprüden atılmıştır. spider-man aşağı düşmeden gwen’ı yakalar ancak kız ölmüştür. o andan itibaren peter’ın suçluluk duygusuna bir etken daha eklenmiştir: gwen’ı green goblin köprüden atmadan önce mi öldürmüştür yoksa spider-man’in attığı ağ kıza zarar vererek ölmesine mi sebep olmuştur? ilk filme gwen’ı eklemeyerek bu hikayeyi anlatmak istemediğini kanıtlayan yazarlar, mj’e de gwen’ın bazı özelliklerini yedirerek ikisinin karışımı bir karakter elde etmişlerdi. dolayısıyla karakteristik özellikleri mj’de zaten kullanılmış olan gwen, bu filmde oldukça işlevsiz kalıyor. mj’i kıskandırmaktan ve spider-man’in kahramanlığını daha da üste çıkarmaktan başka bir işe yaramıyor ve seyircinin ilgisini çekmeyi başaramıyor. hem model olması, hem güzel olması, hem de çok akıllı olmasıyla ütopik bir kız arkadaş portresi çizerken; cıvıl cıvıl hareketleriyle çizgi roman mary jane’ine daha çok yaklaşıyor. fakat filmde yapılan öyle bir değişiklik var ki, diğer karakterlerin farklı yansıtılmasından çok daha büyük bir önem taşıyor. ben amca’nın katilinin değiştirilmesi, bir yazarın spider-man üzerine aklına gelebilecek en kötü fikir olmalı sanırım. çizgi romanda da ben amca’nın ölmesine ilişkin çeşitli senaryolar yazılmış olsa da işin ucu daima peter’ın gitmesine izin verdiği hırsıza bağlanır. peter’ın “büyük güç büyük sorumluluk getirir” felsefesini benimseyerek süper kahramanlığa başlaması ve ne olursa olsun devam etmesinin sebebi gitmesine izin verdiği hırsızın amcasını öldürülmesidir çünkü. katili flint marko yaparak, peter’ın üzerindeki büyük suçluluk duygusunun sebebi ortadan kaldırılmış oluyor ki bu çok kötü bir karar. peter’ın, ikinci filmde dünyanın kendisine ihtiyacı olduğunu anladığından süper kahramanlığa her halükarda devam edeceğini bilsek de kırk yıllık karakterin temeli birden yıkılmış olduğu için senaryonun bu noktası çizgi roman hayranlarını rahatsız etmekten öteye geçemiyor. sandman’e verilen kum olup uçabilme yeteneği de yine gereksizliğiyle sinir bozan detaylardan biri oluyor. senaryonun son kötü noktası ise harry’nin doğru yola dönmesini sağlayan olayın kurgulanması. uşağın gerçeği bildiği halde bunca yıl susması, harry’nin en yakın arkadaşını katletme planları kurmasını arka plandan izlemesi ve ne olduysa birden ağzındaki baklayı çıkarmaya karar vermesi senaryo yazarlarının bu noktada tıkandığını bize gösteriyor. seyirci de o sahneyi izlerken gülsün mü ağlasın mı, yazarlara küfür mü etsin, yoksa serinin belki de tek kötü performansını sergilemekte olan john paxton’la dalga geçmeye devam mı etsin bilemiyor.

    üçüncü film senaryo olarak, birkaç kötü yanını göz ardı edersek, gayet başarılı. 40’ların müzikallerine benzer dans sahnesi gerçekten eğlendiriyor. daily bugle sahneleri ise mükemmele ulaşmış durumda, keşke daha uzun olsalar diye düşündürtüyor. bruce campbell’ın ağzından dökülen ve “bol şans!” şeklinde telaffuz edilen fransızca tabir türk seyircileri epey eğlendiriyor ve “acaba doğru mu duydum?” sorularıyla kendilerinden şüphe duymalarına yol açıyor. gwen stacy’nin “after all, who gets kissed by the spider-man, right?” sorusuna mary jane’in verdiği “i can’t imagine,” cevabıyla diyalogların ne kadar özenle yazıldığı belli oluyor. ilk iki filmde eksikliğiyle eleştirilen spider-man’in kendi kendine konuşması ve esprileri bu filmde yerlerini alıyorlar. sandman’le yapılan ilk dövüşün ardından maskesinin ve ayakkabısının içindeki kumları temizleyen peter’ın “where do all these guys come from?” deyip ağzına giren kumları tükürmesi tam bir çizgi roman karesi gibi. stan lee ise her marvel filminde olduğu gibi yine sahnede. bu sefer çok anlamlı bir şekilde üstelik. “i guess one man can make a difference. ‘nuff said!” diyor ve gidiyor. ‘nuff said, marvel’ın son yıllarda konuşma bolunu olmadan sadece çizimlerle anlattığı hikayeleri içeren sayıların genel adı. ayrıca bu replikle lee belki de oyunculuk kariyerini noktalamış diyebiliriz. yeterince konuştum ve gözüktüm demiş olabilir çünkü bir sonraki marvel uyarlaması “ghost rider”da kendisini göremiyoruz. üç filmin de vazgeçilmezi olan ayna sahnesinde norman’ın “remember me?” diye sormasıyla hamlet’e gönderme yapılırken, mj’in restoranda söylediği “i’m through with love” şarkısıyla “some like it hot” hatırlatılmış oluyor. ilk filmde green goblin’in fırlattığı balkabağı bombasıyla maskesinin yarısı havaya uçan spider-man, aynı şeyi harry üzerinde deniyor ve etki aynı oluyor: harry’nin yüzünün yarısı yanıyor. ilk filme yapılan bir diğer gönderme ise peter’ın komodininde, okul gezisinde çektiği mj fotoğrafının yer alıyor olması. peter’ın odasında görülen dr. jekyll ve mr. hyde romanıyla, spider-man’in yaşadığı kişilik bölünmesi sembolize ediliyor. filmde venom adı hiç geçmese de simbiyotun peter’ın motosikletine yapışınca aldığı “v” şekli hayranların heyecanla beklediği süper kötünün yolda olduğunu müjdeliyor. ve benim yorumuma göre daha adı bile geçmeyen bu karakterin aslında bir sonraki filmde işleneceği mesajını veriyor. filmde, çizgi romana da yapılan göndermeler mevcut. venom’un ağlara yazdığı mesajın yazı karakteri “sensational spider-man” dergisinin ambleminin aynısı. goblin’in gizli odasında yeşil goblin maskesinin yanında sarı goblin maskesinin gözükmesiyle de çizgi romandaki hobgoblin karakterine gönderme yapılıyor. filmin en rahatsız eden yönünü oluşturan gönderme ise osborn ailesi ile uşak bernard arasındaki ilişkinin batman’deki bruce-alfred ikilisine çok benzemesi. bernard ailenin tüm sırlarını biliyor. belli ki harry’i de o büyütmüş. tıpkı bruce gibi babası ölen harry’nin yaşam tarzı bruce wayne’i fazlasıyla andırırken aile namına elinde kalan tek kişi bernard olması işin abartıya kaçmasını sağlıyor. ve batman çizgi romanlarında işleyen bu mekanizma, spider-man’de ters tepiyor ve saçmalık halini alıyor.
    --- spoiler ---

    filmin özel efektlerini yapan ekip değişmiş olsa da, teknik açıdan hiçbir sorun göze çarpmıyor. en aksiyon dolu spider-man filmi olması dolayısıyla cgi görüntülere büyük iş düşse de hiç sırıtmıyorlar. zaten dövüşlerin çoğunda maskesiz görülen karakterler, gerçeklik duygusunu fazlasıyla hissettiriyorlar. film vizyona girmeden önce halka sunulan peter-harry dövüşünü onlarca kere izlemiş olan ben ve diğer hayranlar, iki insanın gökyüzündeki bu kompleks dövüşünü ekrana nasıl bu kadar canlı yansıttıklarına hala inanamıyoruz. artık anlaşılıyor ki film yapımcılarının istedikleri her şeyi çekecek güç ellerinde mevcut.

    --- spoiler ---
    amerikan milliyetçiliği filmdeki yerini yine alıyor. fragmanda da görülen bir sahnenin filmdeki haline devasa bir bayrak eklenmiş olması sinir bozuyor. “tamam, süper kahraman size ait ama bırakın iki saatliğine de olsa sizin “süper güç” olduğunuz fikrinden uzaklaşıp ağız tadıyla bir film izleyelim,” diyor insan. bu filmin önceki ikisinden farkı ise milliyetçilikten çok din unsurunun öne çıkarılmış olması. adeta bir hıristiyan propagandası yürütülmüş. kendini ve başkalarını affetme, huzuru arama gibi olgular filmi izleyen çocukları eğitmek üzere yerleştirilmiş mesaj içerikli sahneler olsa da, diğer filmlerin aksine burada dine bağlanmışlar. spider-man simbiyotla yaptığı hataları anlayınca günah çıkarmak ister gibi, kostümden kurtulma işini kilisenin çan odasında gerçekleştiriyor. eddie brock ise kilisede isa’dan birinin canını almasını istemek gafletinde bulunuyor ve işlediği büyük günah sonucu filmin sonunda ölüyor. sandman ise peter’a günah çıkartıp, affedilip, cezalandırılmadan kurtulan tek kötü adam olarak uçup gidiyor. biraz abartmak gerekirse arkadaşının aşkını çalmaya çalışarak “zina”ya yeltenen harry de kendi suçluluk duygusunu yenmek ve affedilmek için arkadaşına yardıma gidiyor ve sonunda kendini feda etmek zorunda bırakılıyor. yani o da işlediği günah sebebiyle ölüme mahkum edilen bir karakter olarak yorumlanabilir.

    “spider-man 3” hak ettiğinden fazla eleştiriye maruz kalan bir film oldu. her ne olursa olsun filmi çok sevdiğimden dolayı, bu eleştirilerin çoğunu haksız bulduğumu söyleyebilirim. filmde çok fazla konunun işlendiği eleştirisiyle başlayalım. bunu söyleyen kişiler belli ki 22 sayfalık bir maceraya konu olabilen ve mysterio, electro, doc ock, vulture, kraven ve sandman’den oluşan “sinister six” grubundan haberdar değiller. filmdeki üç kötü adam da varlıkları gerekli olan karakterler. üçlemenin sonlandırılması açısından now goblin olmazsa olmaz bir karakter. spider-man’in simbiyottan kurtulmasından sonra venom’un doğması ise kaçınılmaz bir olay. venom da üçlemenin hikayesinin sona ermesi gerekliliğinden yok olmaya mahkum edilmiş. simbiyotla birleşen spider-man’in karanlık tarafının ve üstün güçlerinin görülebilmesi için de sandman gibi bir üçüncü kötüye de ihtiyaç var. filmde espri anlayışının eksikliğini hissedenlerin ise daily bugle sahnelerini, özellikle j. jonah jameson ile betty brant’in arasındaki ilişkiyi ve hoffman’ın reklam kampanyasını tekrar izlemeleri gerekmekte. tobey maguire’ın ağlarken çok komik olduğu, oyunculuk yeteneğinin olmadığını ileri sürenler, gerçek hayatlarında ağlarken tüm yakışıklılıklarını ve güzelliklerini koruyorlar mı, merak etmekten kendimi alamıyorum. çizgi romanla alakası olmayanların öne çıkardığı bir diğer olay ise, simbiyotun etkisi altındaki peter’ın tam bir züppe olması. new york sokaklarında dans eden, kızlara laf atan, kendine özgüveni sonsuz olan bir züppe. oysa peter’ın geçirdiği bu değişim tam olarak çizgi romana uygundur. çünkü simbiyot, ortak yaşar olarak bağlandığı her kişinin tam zıt özelliklerini su yüzüne çıkarır. özünde pısırık, çekingen, içine kapanık peter parker’ın bir züppeye dönüşmesi de bu yüzdendir. filme yapılan eleştiriler bunlarla kalmıyor. bazıları figüranları saplantı haline getirmişler. oysa, birden “aa!” diye şaşkınlık nidası atan bir kadının gözükmesi, ellerini başında birleştirip “amanın aman!” hareketi yapan bir kadının yüzlerce figüran arasından tüm seyircilerin dikkatini çekmeyi başarması, filmi çizgi romanların eğlenceli ve hayali havasına yaklaştırıyor. filmin sonundaki dövüş sahnesinde halkın mekandan uzaklaşmamaları, hele türk’lerin hiç eleştiremeyecekleri bir nokta olsa gerek. ne de olsa bir yerde olay çıktığı anda, seyircileri mutlaka hazır ve nazır bir şekilde olay yerinde biterler. zaten izlemekte olduğumuz olayların bir haber spikerinin ağzından da anlatılması ise çok yaygın bir çizgi roman anlatımının denenmesidir. tüm süper kahraman hikayelerinde inatla eleştirilen “kız arkadaşların sürekli kaçırılması” hususu, bu filmde de bir kısım seyirciyi rahatsız etmiştir. ancak on yıllardır mary jane’in, lois lane’in başına gelenlere bakacak olursak süper kahraman hikayeleri son tahlilde bireysel hikayelerdir ve kişisel hayatları fazlasıyla tehlikeye girince görkemli bir savaşa tanık olabileceğimizden dolayı kahramanların en yakınlarının başına daima işler açılır. sevgilisi spider-man olan birinin, harry’nin zoruyla ondan ayrılmayı kabul etmesini eleştirenler ise izledikleri şeyi anlamamışlardır. köprüdeki o sahne boyunca mj kendi isteğiyle peter’dan ayrılmak istemektedir. söylediği tüm cümleler kendi hislerini tercüme eder. ne zaman ki peter yüzüğü gösterip bir nevi evlenme teklif eder, mj’in aklı karışır. belki de kabul etmek ister ama harry’nin kendini izlediğini hatırlayarak birden yanlış kararı verir ve hayatında başka birinin olduğu yalanını atar. yalnız rol yapmaya başladığı anda, oyunculuğunun kötülüğü sebebiyle, biz seyirciler işin aslını anlamışızdır. en azından filmi gerçekten izleyen seyirciler…
    --- spoiler ---

    spider-man üçlemesi film müzikleriyle de hep ilgi gören bir seri olmuştur. “hero” ve “we are” ilk iki filmin soundtrack’inden çıkan başarılı single’lardı. ilk filmin cd’sinde yer alan spider-man şarkısının aerosmith yorumu ise ilgi çekiciydi. ancak filmde kullanılan en güzel parça 3. filmdeki snow patrol’un “signal fire”ıydı. şarkının sözleri filme çok uyumluydu: “the perfect words never crossed my mind/cause there was nothing in there but you/i felt every ounce of me screaming out/but the sound was trapped deep in me/all i wanted just span right past me/while i was rooted fast to the earth/i could be stuck here for a thousand years/without your arms to drag me out/there you are standing right in front of me/there you are standing right in front of me/all this here falls away to leave me naked/hold me close cause i need you to guide me to safety/no i ain't gonna wait forever/in the confusion and the aftermath/you are my signal fire/the only resolution and the only joy/is the faint spark of forgiveness in your eyes”. şarkının videosu o kadar güzeldi ki “en beğendiğim klipler” listesinde fiona apple-“paper bag”, alanis morissette-“so pure”, sia-“breathe me” ve radiohead-“paranoid android” kliplerinin arasındaki yerini ilk seyredişte aldı. klipte küçük çocukların, okullarında sergiledikleri spider-man oyunu gösteriliyordu. kendi imkanlarıyla spider-man’i tavandan indirip, tersten öpüşme sahnesini bile gerçekleştirmeyi başaran bu öğrenciler çizgi roman havasını adeta eksiksiz yakalıyorlardı. filmin vizyonda olduğu dönemde ülkemizde fazla gösterilmeyen bu videonun hakkının yendiğini düşünmüyor değilim ama neyse ki filmin dvd’sinde yer alıyor.

    spider-man 4’ün de çekileceğinin açıklanmış olmasıyla bu noktada 4. filmde yer alacak karakterler hakkında tahminlerde bulunabiliriz. üçüncü filmde fazlasıyla gözümüze sokulan dr. connors’ın en sonunda lizard’a dönüşmesi olası. onun laboratuarında kalan simbiyot parçasının sahibini bulup carnage’a dönüşmesi bir diğer ihtimal. ama filmin bir çizgi roman uyarlaması olduğunu düşünürsek, patlamadan önce simbiyotla tekrar birleşen eddie brocck’un venom olarak geri dönmesi en mantıklı olanı. yapımcıların çok akılsız olduklarını ve spider-man’in en dişli düşmanını yirmi dakikada harcadıklarını kabullenmek istemiyorum. onların asıl planları bunu yapmaktıysa da, onca eleştiriden sonra fikirlerini değiştirmiş olmaları gerekir. yine de, 4. filmin 2009 yılının en ses getiren filmi olacağını şimdiden söylemek yanlış olmaz. her gün imdb.com’a girip kadroda bir belirginleşme var mı, yeni bir haber var mı diye bakan benim gibi fanatiklerin ise istediklerini almaları için biraz beklemek zorunda olmaları gerçekten üzücü.
hesabın var mı? giriş yap