• $arkinin hemen ba$inda nicko mcbrain'in soyledigi bir cumlenin tersi bulunur. tersten calindiginda $u cikar:
    "what ho sed de t'ing wid de t'ree bonce
    don't meddle wid t'ings you don't understand
    (gegirme)"
    ilk cumle agir aksanlidir, "what ho said the monster with the three heads" demi$tir aslinda. bu cumle 70'lerde yayinlanmi$ idi amin'in taklit edildigi bir radyo programindan alinmi$tir.
    mesajin hedef kitlesi de onceki albumden* sonra grubu satanistlikle suclayan kimi fanatikler ve bir kisim medyadir.
  • opeth'in kanımca ilk olgun albümüdür.
    şöyle de güzel bir hikayesi vardır, parça parça gidersek;

    the moor: karakterimiz 15 yıldır sürgündedir, çünkü hristiyanlığın hayata etkisinin çok fazla olduğu bu dönemde yaşayan kasabadakiler ona "allahsız ucube" diyerek kovmuşlardır. melinda adlı bir adet sevdiceği vardır. bu şarkı kısaca hikayenin başını ve karakterin dönüşünü anlatır.

    godhead's lament: beyefendi dönüşünü gizli tutmaya çalışır, ve çok riskli olduğu için köyden ayrılmak ister. ama melinda'yı görme arzusu riskleri umursamamasına neden olur. uzaktan izler onu ve bir rahibe olduğunu farkedince şaşırır, sonuçta karakterimiz ateisttir. melinda onun geri döndüğünü anlar.

    benighted: beyefendi hayatının aşkı, kömür gözlü kara saçlı güzel melinda ile bur gece gizli saklı da olsa buluşmayı başarır. sevdiceğine onunla kaçması gerektiğini, dinî zırvalarla beyninin yıkandığını söyler.

    moonlapse vertigo: karakterimiz yakınlardaki şatoya gizlenir, eğer birisinin onu görürse öldüreceğinden emindir. zamanı azalmaktadır, melinda'yı alıp kaçması lazımdır. kasabadaki büyük biraderlerin ondan haberdar olduğu hissine kapılmıştır.

    face of melinda: melinda beyefendiye ahlaki sıkıntılar çektiğini söyler. kendisi genel olarak depresif bir kızdır. beyefendi melinda için hayatını riske attığını söylediğinde melinda kendini bile şaşırtıp hala beyefendiye aşık olduğunu söyler.

    serenity painted death: melinda ve beyefendinin aşkından haberdar olan büyük biraderler* melinda'yı kilisede asar. bunu öğrenen karakterimiz deliye döner ve melinda'yı asmakta parmağı olan herkesi öldürür, kendini tutamaz ve gördüğü her askeri öldürür. yorulduğunda büyük biraderler onu beklemektedir.

    white cluster: son parça hikayenin kimine göre trajik sonunu anlatır. manyakça davranan beyefendi yavaşça gerçek dünyaya döndüğünde dinî heyet onu pişman olduğunu söylemeye, günahları için af dilemesine zorlasa da karakterimiz inat eder. darağacında omzuna bir elin dokunduğunu hisseder, arkasına baktığında melinda'nın hayaletini görür. sonunda birbirlerine kavuşurlar.

    ekleme: yıllar sonra çıkan storm corrosion birlikteliğinin drag ropes şarkısı bu hikayeye çok benzer. klibi size hikaye hakkında görsel fikirler verebilir.
  • festivalin en güzel filmlerinden biri. adı gibi durgun. yönetmenin film başlamadan önce söylediği gibi; bu filmde macera yok, aşk yok, heyecan yok, gerilim yok ....

    ingilitere'de kimsesiz ölenlerin cenazelerini kaldırmak ile görevli kendisi de son derece yalnız bir adamın öyküsü.

    çok iyi işlenmiş, herşeyi tadında ... umarım daha çok insan izler ve tek kişilik hayatlarımıza bir de bu pencereden bakar ....

    http://www.imdb.com/…tle/tt2395417/?ref_=fn_al_tt_1
  • değeri bilinmeyen bu iron maiden şaheseri, habersizlere döverek de olsa dinletilmeli. girişine kapılıp gidilir.
  • albüm konseptini aşağıda bulabileceğiniz konsept albüm.

    aşağıdaki hikayeyi yazmaya albümdeki şarkı sözlerini yorumlayarak, türkçe’ye ve düz yazıya çevirerek ve uç uca ekleyerek başladım. daha sonra mesleki reflekslerim devreye girdi ve belki de yüzlerce kere hikayeyi baştan sona okuyarak redakte ettim. anlaşılmaz yerleri düzelttim, boşlukları doldurdum. sonuç olarak ortaya senaryosu mikael akerfeldt’e üslubu ve kelime seçimi bana ait aşağıdaki grotesk hikaye çıktı.

    herkese iyi okumalar.

    ...............

    gecenin ortasında, ay ışığı sis bulutundan süzülerek bataklığı aydınlatırken; doğa uyumuş, yıldızlar sükûnete gömülmüşken, karanlığın içinden çıkan bir çift titrek ayak durdu surların girişinde. gölgelerin içinden gelerek 15 yıl sonra ilk defa ayak bastı o surların önüne. adımlarının hazin hışırtısı şehrin surlarında yankılandı.

    yılların omuzlarına yüklediği yükün ağırlığını ruhunda hissediyor, yılların kendisinden aldıklarını düşündükçe kendini daha da bitkin hissediyordu. bedeninin aksine zihni hala ilk günkü kadar berrak ve açıktı. bu sefer başaracak mıydı, yoksa yine geçmişin ayaklarına doladığı prangalara mı takılacaktı?

    buraya gelene kadar attığı her adımda ciğerleri ayaklarına görünmez çapalar bağlamış, ancak kalbi onu arkasından iteklemişti. nehirleri aşarken ıslanan bedenini feneri ile ısıttı, bataklıkların kirlettiği cildini sisin ve çiyin içinde yıkadı. sarp yamaçların, ayaklarını parçalayan taş yolların içinden adımlarken bir kulağında panayır sesleri, diğerinde ağıt çınlıyordu. nehirler dağları aştı, ovalar tepeleri ağırladı, yollar birbirini kovaladı. son tepe de aşılıp son yola ayak bastıktan sonra doğup büyüdüğü kent şatafatlı surları ile sislerin ardında belirmişti.

    15 yıldır görmediği, görüntüsü dahi zihninden silinen kent gözlerinin önündeydi artık. her şeyin doğduğu, geliştiği ve kaybedildiği yerdi burası. etrafı cisimleşen bir kasvet ile sarılmıştı.

    o an acıdan ve nefretten başka hiçbir şey hissedemedi. kentin sisler ardındaki silueti hatıralarını canlandırmaya ve onu felç etmeye yetmişti. en son bu surların içindeyken hakir görülmüş, aşağılanmış, “ete kemiğe bürünmüş günah”, “inançsızlıktan içi boşalmış”, “ölüm maskesini doğduğundan beri yüzünde taşıyan”, “uğursuzluk getiren”, “bereket kaçıran”, “kirletici “ gibi ithamlara maruz bırakılmış, defalarca dövülmüş hatta işkence görmüştü. defalarca tanrı’ya inanmayı denemişti, ancak tanrı’nın kucaklayıcı olduğu söylenen elleri o kadar görünmezdi ki bir türlü onu hissedememişti. sonunda “inançlı olmadığı” gerekçesiyle yargılanmış, o esnada kent meydanına dolan kalabalığın hatırına canı bağışlanarak sürgün edilmişti. o kadar canından bezmişti ki, sürgün fikri o an gözüne bir sığınak gibi görünmüştü. böyle yaşamaya tahammülü kalmamış, hayatı ve vücut bütünlüğü tehlikeye girmişti.

    15 yıl önceki hatıraların canlanmasıyla öfkeden dişlerini sıkmaya başladı, yüzü kıpkırmızı oldu. onca kötü muameleye, işkenceye ve gölgelerde geçen onca yıla rağmen hala hiçbir tanrıya sadakat yemini vermemişti; insanların hayatlarını üzerine kurduğu onlarca kutsal yemin halen muhafaza ettiği sert, kendinden emin ve keskin inançsızlığı karşısında kül gibi dağılıyordu. zihni hiçbir teslimiyete yer vermeksizin hala 15 yıl önceki gibi açık ve berraktı. “gözlerimdeki ateşi görüyor musunuz” diye hırladı göğsü aşağı yukarı hareket ederken. “adımı dahi duyduğunuzda titreyeceksiniz artık.”

    gözlerini kapatarak nefes alış verişinin sesini dinlerken bir anda buraya neden geldiğini anımsadı, ruhu adeta iç çekti; dişleri gevşedi, yüzüne silik bir gülümseme yerleşti. “içimde hiçbiriniz için merhamet yok” diye söylendi kendi kendine. “biriniz dışında. şu sis perdesi kalksın artık. buraya yalnızca melinda için geldim.” bir ayıp gibi, suç gibi gördüğü gülümsemesine engel olamıyordu. onun adını kendi sesinden duymak yüzündeki gülümseme ile birleşerek nefes alış verişlerini yeniden düzensiz hale getirdi. gecenin olanca soğukluğunda ve karanlığında içini ısıtan yegâne şey melinda’nın hayaliydi.

    gözlerini açıp yeniden duvarlara baktığında melinda’nın şu an nerede olduğu gerçeğiyle yüzleşti. yeniden dişlerini sıktı. melinda bir alev topunun içinde kalmış saf, berrak bir su damlasıydı. ona ulaşmak için alev topunun içine girmesi gerekiyordu.

    bir anda silkinerek üzerindeki durgunluğu attı ve yeniden surların içine doğru süratle yürümeye başladı. her şeyin başladığı, bittiği, kaybedildiği yer ve kaybettiği her şey elini uzatsa tutacağı mesafedeydi. “beni asla kaderimi yaşamaya bırakmadınız” dedi dişlerini sıkarak. “eğer yine benimle uğraşacaksanız, bu sefer benden korkacaksınız!”

    içeri adım attığı andan itibaren hiçbir şeyin geri dönüşü olmayacak, o an gelirse hiçbir merhamet onun yardımına koşamayacaktı. sağanak yağmur bir kere başladı mı hiçbir şey artık eskisi gibi olamazdı.



    surlardan içeri adımını attığı an daha önce hissettiği korkular sardı bedenini. hiçbir şey değişmemişti, en çok da insanların bakışları. karşılaştığı bakışlar onu geçmişe götürmüş, hatıralar zihnine hücum etmişti. bir zamanlar parçası olduğu o sözde kardeşliğin artık dışında olduğu için geri dönüşü insanlar tarafından zehirli bakışlarla karşılanmıştı; arkasından ayak bastığı toprağı kirlettiği söylenmiş, oradaki varlığı bile günah sayılmıştı.

    bu tanıdık duygudan o kadar tiksiniyordu ki… ne var ki yoluna devam etmeli, geçmişinden gelen yaraları saklamalıydı. ne var ki bunu başarmak söylemek kadar kolay değildi; yaralarını saklayabilmesine rağmen onlardan saklanamıyordu. onun gözler önüne atıldığı, parçalara ayrıldığı ve sonunda yok olduğu yerdi burası. bu yüzden bütün öfkesini içinde yaşamak zorundaydı, zira yakalanması durumunda olacakları düşünmek dahi istemiyordu. çıkardığı tek bir ses, attığı tek bir yanlış adım hayatına mal olabilirdi.

    melinda’yı son görüşünün üzerinden tam 15 yıl geçmişti, 15 yılda nelerin değişmiş olabileceğini tahmin bile edemiyordu. oradan güvenlik kaygıları ile ayrılmıştı; ne bu nedenlerde ne de onun inançlarında en ufak bir değişiklik olmuştu. üstelik yakalanması halinde bu sefer yeniden sürgün edilmeyecek, sürgün kararına karşı gelmiş olacağı için idam edilecekti. ayrıca melinda’nın bıraktığı gibi kalması, başka kimse ile evlenmeyerek hiçbir zaman geri gelemeyecek bir sürgünü beklemiş olması ihtimali mucizelere dahi eşdeğer olamazdı. uzun uzun düşündü, bütün ihtimalleri, önündeki bütün seçenekleri teker teker hesapladı. onu bir kere daha görebilme arzusu, 15 yıldır onu görememenin ağırlığı içindeki diğer bütün arzuların toplamından daha ağır basıyordu. o an kararını verdi; bazı şeyler için hiçbir zaman çok geç değildi. hayatta yaptığı son şey de olsa melinda’yı elde etmek için o çukura geri dönecek, göreceği son şeyler de olsa onun gözlerine bir kere daha bakacaktı.

    bir an irkildi, bütün dikkatini toparlamaya çalıştı. oraya geliş nedenini anımsadı, kalmak, yerleşmek için değil; alev topunun içinde kalmış su damlasını bulup çıkarmak için gelmişti buraya. yoluna devam etmeye, içinde bulunduğu bilinmezliğin içinde yolunu bulmaya çalışıyordu ki tam o anda kalabalık içinde fark ettiği bir çift göz kalbini yerinden sökmek için yeterli oldu.

    gözlerindeki o ışıltı… bütün gün ışığını toplayıp hare yapsalar ve melekler o hareyi altın tepside sunsalar, gökyüzündeki bütün yıldızları toplayıp başına taç yapsalar, gökkuşağında olmayan renkleri bulup omuzlarına pelerin yapsalar o ışıltının yanında değersiz bir teneke parçası gibi kalırlardı. o an anlamıştı ki melinda da onun geri geldiğini öğrenmişti.

    melinda’nın gözlerindeki o ışıltı onu sarhoş etmeye yetmişti. kendini ele verecek olmasına aldırmadan mutluluktan şarkı söylemeye başladı:

    “buradaki son gecenin şafağında
    her şey daha ne kadar kötü olabilir derken.
    bilemezdim buraya bir daha gelebileceğimi
    o her şeye gebe günün ardından
    ne olmuş buraya geri geldiysem,
    kimler bilecek ki hem
    kimin umurunda buraya geri geldiysem
    kimseler bilmesin ki hem”

    bilinmezliğin içinde yolunu bulmaya çalışırken sonunda peri güzeline ulaşmıştı. hayallerinde gördüğünden biraz örselenmiş ve kırışmış, teni biraz daha koyulaşmıştı; ancak insanoğlunun yaratıldığı gün bahşedilen masumiyeti zerre eksilmemişti. melinda’nın solgun yüzü simsiyah saçlarının ardında karşısındaydı. yüzünde mutluluğun emaresi dahi yoktu, adeta hüzün ete kemiğe bürünmüştü.

    o an hiçbir söz duyduğu acıya merhem olamazdı. buraya kendine biçtiği bir görev için gelmişti ve başarısızlık, bırakın ufukta görünmeyi, çoktan kapıdan içeri girmişti bile. buraya gelirken yüreğinde taşıdığı umut melinda’nın ettiği yeminler karşısında un ufak olmuştu. melinda’nın solgun yüzü sadece siyah saçlarının ardında değil, aynı zamanda siyah rahibe çarşafının üzerindeydi de. melinda onun yokluğunda başka bir erkeği hayatına almayı reddetmiş ve kendini tanrı’ya adamıştı. “ete kemiğe bürünmüş günah”, büyük tanrı tanımazın hayatındaki yegane manevi değer, onun can düşmanının yer yüzündeki fahişelerinden birine dönüşmüştü. böylelikle yokluğunda melinda’nın neler yaptığını da gözleriyle görmüş oldu. yüzünde o kadar boş bir aşk ifadesi vardı ki…

    yeniden buraya geliş nedenini hatırladı. bu durum onu elde etmesinin önünde bir engel olmamalıydı, dolayısıyla ona ulaşmak, onu elde etmek için yeni bir plan yapmalıydı. böyle düşününce içindeki boşluk yerini öyle bir mutluluğa bırakmıştı ki, o ana değin çırpınan ruhu huşu içinde iç çekti.

    melinda’nın yanına gittikten sonra kelimeler ağzından istemsizce döküldü. uzun süren bakışmalardan sonra ağzından çıkan ilk söz “gecemin üzerine doğ, karanlığımın güneşi ol” oldu:

    “gel gecemin üzerine, gözlerinden silinen ışıltıya yeniden kavuşmak için, zavallı ve sefil hayatlarımızdan uzaklara doğru. kimler senin aklını çeldi, yılların yalnızlığının ağırlığı seni bu kadar mı karanlıkta bıraktı? omuzlarındaki yükü yalnız taşıma artık. hepimizin kusurları var, hepimiz hatalar yaptık, hiçbir şey geri dönülemez değil. acı çekmeye, kaybettiklerimize tövbe etmek için hiçbir zaman geç değil. senin yegâne evin benim, benim yegâne evim de sensin. yalnız ruhlarımızın kefaretini hak etmiyor muyuz artık? hayatımızda bir kere olsun neye ihtiyacımız olduğunu unutalım, bir kere olsun kaybedelim bütün kontrolü, yüreğimizin tasmasını serbest bırakalım. gece çok uzun, çok soğuk; lütfen gel artık gecemin üzerine. “

    ...

    melinda’nın sarhoş edici aurasından uzaklaşınca kendi gerçekliği ile baş başa kaldı. onların nefretini ve aşağılayıcı sözlerini giderek sırtında hissetmeye başlamıştı. bugüne kadar onları durduran yegâne şey, buraya bir daha geri gelmeme sözü idi. burada görülmesi halinde gözlerindeki o kadim nefreti bakmadan görebiliyordu. en ufak bir yanlış hareketinde parçalarına ayrılabilirdi. .

    ölümün soğukluğunu ensesinde hissederek melinda’nın umudunu ve acısını ağaçlıkların ortasında içinde taşıyordu. bir anda yapraklarla örtülü patikanın ibret olsun diye kana bulandığı canlandı zihninde. onun kentteki varlığından haberdar olduklarını düşünmeye başladı. ölümün soğukluğu artık ensesinde değil kalbindeydi. vakit amansızca tükeniyordu.

    melinda’ya bu kadar yaklaşmışken onu bir daha kaybedemezdi. bunların hiçbiri boşa gidemezdi, gitmemeliydi. o an kararını değiştirdi. onun cevabını beklemek yerine daha fazla vakit kaybetmeden bu gece onu alıp bir daha geri gelmemek üzere buradan gitmeliydi. mazinin bir kez daha önüne çıkmasına izin veremezdi.

    gecenin karanlığında yeniden buluştuğu melinda’nın gözlerindeki ışıltı ona kim olduğunu unutturmuştu. bu sefer konuşmaya başlamadan önce ellerinden tuttu:

    “gerçeklik namına bildiğim her şey silindi gitti. utancın ve dehşetin içine yalnızca senin için geri döndüm. gel benimle, birlikte buradan çok uzaklara gidelim.”

    gecenin gri ihtişamı altındaki bakışmaları sonsuza kadar sürecekti belki de. ta ki melinda zihnindekileri kelimelere döküp konuşmaya başlayana kadar… o son cümleyi söyleyebildiğine, o sözün ağzından çıkabildiğine kendisi dahi inanamıyordu:

    “kalbim halen senin, ancak verdiğim bir yemin var. “



    kış rüyasından uyanmıştı. çevresindeki sesler gökten mermer gibi yağıyordu. yanında olmasını istediği yegâne varlık bir daha geri dönmemek üzere gitmişti. içinden bir ses sürekli orada bulunmasının artık bir nedeni kalmadığını, bir an önce bu ürkünç yerden gitmesi gerektiğini söylüyordu. ne var ki gitmekle kalmak arasında hiçbir fark kalmamıştı artık. kendini eksik hissediyordu, sonsuza kadar da başka türlü hissedemeyecekti;

    dalların arasından kent meydanında kurulan darağacını fark etti. ne oradan uzaklaşacak gücü bulabiliyordu kendinde, ne de uzaklaşmak için bir neden. buradaki geçmiş yılları, sürgündeki 15 yılı gözlerinin önünden gitmiyordu. sahi ne için yaşamıştı ki onca yıl, bu dünyaya neden gönderilmişti, bu hayatı hak edecek ne yapmıştı? içinde biriken öfkeyi harekete geçirmeye dahi dermanı kalmamıştı artık. kaderine razıydı. her şey burada başlamıştı ve öyle görünüyordu ki burada da bitecekti.

    uzaktan puslu gözlerle izlerken darağacına çıkarılan kişinin melinda’dan başkası olmadığını fark etti. melinda, tanrı tanımaz bir kâfir ile yalnız ve gizlice görüştüğü ve tanrı ile olan evliliğine ihanet ettiği gerekçesi ile idama mahkûm edilmişti.

    an be an melinda’nın renginin solmasını seyretti. boynunun etrafını çevreleyen kırmızı bir iz vardı. gözlerindeki olanca mutlulukla ona bakıyordu; ölüm hiç bu kadar sükunet dolu olmamıştı… ne var ki bilinci çoktan kapanmıştı, boşluğa bakan gözleri yalnızca onun üzerine düşmüştü. gözlerindeki o son ışıltıyı ölüm dahi alamamıştı… kollarının arasına almak için canını vereceği melinda toprak tarafından kucaklanmıştı.

    hiçliğin ortasındaydı artık. adeta felç olmuştu, parmağını dahi kımıldatamıyordu. yavaş yavaş içindeki karanlık uyandı, bedenini ele geçirdi. delici bir öfke onu kendinden aldı, bir tür öfke nöbetine götürdü. hayatı boyunca sahip olduğu yegane manevi değere sahip varlığı, hayatındaki en önemli varlığı elinden alanların hepsini teker teker çıplak elleriyle öldürdü, yarattıkları kan gölünün içinde boğdu hepsini. öyle ki, son asker de öldüğünde gücünün son zerresini de tüketmişti, bitkinlik içinde yere yığıldı. güçten tamamen düşmüştü artık, nefesi titremekteydi.

    artık bilinci güç bela yerindeydi. buraya ilk geldiği geceyi hatırladı, gökyüzünde berrak bir ay ışığı vardı. hayalleri henüz beşikte iken orakla biçilmiş, kaderin kendisini mahkûm ettiği sondan kaçınma çabaları beyhude kalmıştı. umutla hareket eden insanın kendini bulduğu son burası olmamalıydı... ay ışığının ve yıldızların aydınlattığı duvarlardaki gölgeler giderek yaklaşıyordu. askerler onu günah bataklığından almak için sonunda etrafını sarmışlardı.



    zaman umarsızca geçip gidiyordu. güneş doğdu, gün ışığını bir daha görmeyi beklemediği için afallamıştı. hayatı için yapılan son çağrı çelimsiz bedeni üzerindeki sihri kaldırmıştı. topraktan başka hiç kimsesi kalmamıştı artık, ona kavuştuktan sonra da bu dünya üzerinde varoluşuna dair her şey silinecek, hiç var olmamış olacaktı.

    ölüme mahkûmiyetinin gerekçelerini açıklayan uzun bir konuşma beklerken sükûnet dolu bir bekleyiş ile karşılandı. o an anladı ki bu infaz değil, bağışlanma töreni idi; tövbe ettiği an bütün günahlarından arınacak ve affedilecekti. duyguları paramparçaydı artık, nefretinden başka güvenecek kimsesi kalmamıştı. gözlerini gökyüzüne dikerek haykırdı: “bana verdiğin bir can vardı, ondan başka sana verecek hiçbir şeyim yok!”

    melinda’nın asıldığı darağacına bir ilmek de onun için atıldı, meydanı dolduran kalabalığı bir uğultu kapladı. herkes idam töreni için beyazlara bürünmüştü. o kadar kayıp ve bitkin hissediyordu ki sadece bedenen oradaydı. ölümün soğukluğu karşısında içini melinda’nın hayalleri ile ısıttı. gözlerini kapattı, “senin için yaşadım, senin için öldürdüm; senin için geliyorum” diye mırıldandı. yüzünde iç hafifletici bir gülümseme vardı.

    tabureye çıkıp ilmik boynundan geçtiğinde hiç bu kadar hafif ve doğru hissetmemişti… son nefesini vermeden önce omuzunun ardında havada asılı bir varlık fark etti. melinda onu karşılamak, bu son yolculuğunda ona eşlik etmek için oradaydı... son nefesini de vererek ruhu sonsuzluğa dağıldığında melinda artık yanındaydı. melinda ile sonunda, ölümde kavuştular.

    ...

    bu entrynin yazımında şu ekşi sözlük entrylerinden yararlanılmış, durum yazarlara ayrıca mesaj ile bildirilmiştir: (bkz: #4674238) (bkz: #13438730)

    not: bu entry sonsuza kadar editlenebilir.
  • "nefis bir albümümüz var bu ay (ee olmadi ama): opeth'ten still life. daha önce duymami$ iseniz -pe$inen söylemek gerekirse- kendinizi büyük bir müzikal $ölenden yoksun birakmi$siniz demektir. opeth sessiz sedasiz ünlü olan gruplardan. daha önce orchid, morningrise ve my arms your hearse gibi her biri birbirinden güzel albümlere imza atan grup still life ile yine müzigin doruklarina cikmi$. opeth'in müzigini tanimlamak zor. karma$ik, ic ice gecmi$ bir türler gecidi var sanki ama denge o kadar da mükemmel! $arkilar uzun (bazilari 15 dakika) ve bu uzun $arkilar asla sıkmıyor insani. o $arkilardan ba$ka bir albüm bile cikar. ama opeth'in en büyük ba$arisi tüm albümlerinde yer alan ve dinleyeni peri$an eden o atmosfer. ba$ka hicbir grupta olmayan o büyülü atmosfer, opeth'i dinlemeniz icin en büyük neden. fanatikleri "opeth ne yapsa dinleriz" diyorlar. ben de onlara katiliyorum. mutlak dinleyin."

    - polat yari$ci, gameshow, ocak 2000
  • yönetmenliğini the full montynin yapmıcılığını üstlenmiş uberto pasolininin yaptığı ve venedik film festivalinden ödülleri toplamış, 2013 ingiltere yapımı film.

    film yalnızlığı anlatıyor. yönetmen de söyleşi esnasında biraz espirili de olsa bu konuyu vurguladı. çünkü eşinden 30 sene sonunda boşandığı bir sırada bu filmi çekmeye kalkışmış. ve ana karakterle kendini yalnızlık noktasında bütünleştirmiş. film hakkında derinlemesine yorumlar yapıp şurada filme bir şekilde rastlayıp merak edip izlemeye kalkışacak insanın hevesini kıracak değilim. çünkü bence bu reklamını bas bas yapıp "ay ne acıklı film!" ya da "ay ölümü normalleştiriyor, ne güzel!" denilecek bir film değil. izlemek lazım. özellikle oğuz atayseverlere şiddetle tavsiye ediyorum.

    film festivalinde bilet bulunamadıysa bile umarım başka sinema vesilesiyle daha çok seyirciye ulaşır. filmi izlerken oğuz atay'ın korkuyu beklerkenini okurken aldığım zevki aldım açıkçası. ve belediyede cenaze işleri için çalışan sosyal görevli karakteri, benim gibi yalnızlık korkusu olan bir insana aslında "yalnız olmadığını" hissetiriyor.

    din mevzusu ise bazı seyircilerin algıladığı gibi misyonerce kullanılmamıştı. (bazen bir ateist bir rahipten daha vicdanlıdır, bu da filmden çıkarken aklına din konusunda birkaç şey takılmış arkadaşların kulağına küpe olsun.) çünkü yönetmen de bunu doğruladı, söyleşi esnasında ana karakterin sadece insan sevgisine sahip olduğunu vurguladı.

    filmin ana teması yalnızlık, geri kalan yorumlar seyircinin ana ve yan karakterlerle olan otobiyografik benzerliklerine kalmış diyebiliriz.
  • iron maidenın en sevdiğim ve hakkının verilmediğini düşündüğüm şarkılarından biri.
  • melinda rahibe midir ya da baska biri ile beraber midir o konu hakkinda cesitli tahminler yapilmistir ve hepsi de mantik dahilindedir.. lyriclerden cesitli fikirler yurutulebilir.. ancak bu album icin tarafimdan olumsuz bir fikir bile yurutulememektedir.. bastan sonra, her saniyesi her cumlesi yenilip yutulacak, degil gece yatarken gunun hangi saati olursa olsun dinlenebilecek sarkilara ve sozlere sahip yarmis,bitirmis opeth albumu olarak olene dek beynimin ve kalbimin en mustesna yerlerinde saklanacaktir.. kanimca da en iyi albumleridir..

    bu album; kendisine bir anlam ifade eden insanlar icin ifade ettigi anlam sadece "bir" ile kalmayacak, eminim ki hafizada yer edecek,kisiye obur boyutta bir begeni silsilesi ile baglanma gudusu saglayacaktir.. begenmeyen mi? keyfi bilir..
  • gayet ucuza kotarılmış, insanı geren, başarılı bir kısa film.

    http://youtube.com/watch?v=la6t8bq6csu
hesabın var mı? giriş yap