• (bkz: esrarkeş)
  • sıradan, gerçekten sıradan bir adamı, bir profesörü konu alan ama polisiye roman kadar heyecanla okunan john williams klasiği. beş üstünden beş. karakterler mükemmel yaratılmış, yazılmış. bir günde 180 sayfa okuyup romanı bitiriverdim ve çok sevdim. son derece etkileyici, duygulandırıcı olduğu kadar bazı karakterleriyle sinirleri de bozan, dolayısıyla satırları hızla okutan bir eser. williams döktürmüş resmen. ne yazık ki 1965'te basıldığında pek beğenilmemiş ve okunmamış. ancak 2000'lerde tekrar keşfedildiğinde ünlenebilmiş ve hemen klasikleşmiş. bizde 2013'te basıldı. bu arada bu kadar konuşulan bir romanın filminin çekilmemesi imkansızdı. çekilecek. joe wright filmi yönetecek, casey affleck stoner'ı oynayacak. romanın hakkı verilirse ortaya kaliteli bir film çıkabilir, gişede gümlemez ve olumlu eleştiriler alırsa casey affleck'e 2. oscar adaylığını getirebilir. ama bu muhabbetler için erken. kim bilir ne zaman çekilecek film. döneyim romana.

    spoiler

    stoner çok tanıdık bir karakter. görüp beğendiği ama karakterini bilmediği bir kadınla evlendikten sonra yanlış bir evlilik yaptığını üzülerek fark eden, hayatın akışını değiştirmek için pek kasmayan, mücadele azmi çok olmayan, hayatın akışına kendisini bırakmış, aşkı geç keşfedip mücadelesizlik yüzünden kaybeden, tüm eksiklerine rağmen sevdiğimiz bir karakter. stoner, edith'i görür görmez ona aşık oluyor ama evlendikten sonra edith'in tuhaf karakterine (seks sırasında tecavüze uğruyormuş izlenimini vermesi, kocasına tahammül etmemesi, kendisini odasına kapatıp saatlerce nedensizce ağlaması, ev işlerini, kızının bakımını stoner'a bırakması) tanık olunca hata yaptığını fark ediyor ama mesela ondan ayrılmıyor. stoner eşinin tüm şirretliklerine rağmen ondan ayrılmıyor. evi çekip çeviriyor, kızını büyütüyor, memur hayatına devam ediyor. sonra aşık oluyor, genç bir kıza hem de. ama dekan yüzünden ondan ayrılmak zorunda kalıyor.

    stoner ara ara güçlü olsa da genelde mücadele edemeyen bir karakter. eşi edith kızını kendisinden kopardığında kızı için mücadele etmiyor, ki kızı bu yüzden genç yaşta hamile kalıyor, sonra alkolik oluyor. 40'larında aşkı ilk kez gerçek anlamda tattıktan sonra çok sevmesine rağmen sevdiği kadınla ilişkisini koparıyor, kadın için mücadele edemiyor. aynı şekilde kendisine takmış dekana yer yer haddini bildiriyor ama onunla da tam anlamıyla mücadele edemeyip bir öğrenci konusunda ona yeniliyor. stoner gençliğinden beri öyle birisi. hayatın akışına kendisini bırakan, o akışı değiştirmeye ara ara çalışıp sonra yorulup usanıp bundan bıkan bir karakter. çok tanıdık. stoner'ı sevmemek, onun eksiklerle dolu hayatından etkilenmemek zor. etkilemesinin nedeni de zaten bu eksiklikler. williams koca bir hayatı anlatıyor. karakterin yanlış evliliği, kızıyla ilişkisi, eşi ve sevgilisiyle ilişkileri, profesörlüğü, kendisini işine adamışlığı, dekanla mücadelesi, savaşla ilgili görüşleri (dünya savaşları), pişmanlıkları, ezikliği, güçlü tarafları, mücadelesizliği ve mücadeleye karar verişi... kısacası williams, stoner'ın her şeyini anlatıyor.

    ama öyle bir anlatıyor ki 200 sayfa bir günde okunabiliyor. mesela edith'le evlendikten sonraki anlar epey sürükleyici. ya da kötü karakterli sakat bir öğrencinin tezini reddettikten sonra öğrencinin danışmanıyla ortaya çıkan savaş da çok sürükleyiciydi. williams koca bir hayatı anlatırken abartıya kaçmıyor, klişelere fazla rağbet etmiyor, süslü cümlelere yer vermiyor. klişeden kasıt: istiyoruz ki stoner kitabın bir yerinde çıkıp düşmanına haddini bildirse, savaşı kazansa, bokstaki gibi defalarca yediği yumruklara rağmen ayağa kalkıp karşısındakini yense. ama öyle olmuyor, bu hollywood klişesi kullanılmıyor. stoner dekan yüzünden kötü sınıflarda ders veriyor, kötü bir ders programı oluyor yıllarca, gene dekan yüzünden öğrencilerle arası açılıyor, dekan yüzünden sevgilisinden ayrılıyor. mücadeleyi kazanamıyor. kitabın ilginç karakteri edith'i ise fazla tanıyamıyoruz. aslında yazar onu çokça anlatıyor ama karakterinin neden bu şekilde olduğunu açıklamıyor: neden kocasıyla yatmak istemiyor, neden kocasını fazlalık olarak görüyor ve onunla aynı çatı altında yaşamak istemiyor, neden kocasıyla kızının ilişkisini bozuyor? öğrenemiyoruz ama edith de kitabın sinir bozucu karakterlerinden.

    velhasıl enfes bir roman. defalarca kez okunabilecek kalitede.

    spoiler
  • 50 yıl önce yazılmış ancak geçtiğimiz yıl patlama yaparak ingiltere'de en çok okunan kitap haline gelmiş john williams kitabı. bir akademisyenin hayal kırıklıklarıyla dolu yaşamı üzerineymiş. akademisyenlerin okuması gereken bir eser deniyor.

    http://www.theguardian.com/…-williams-julian-barnes
  • bir insandan tavsiye alıp uygulamak ve bu uygulamadan memnun kalmak kolay bir iş değildir. genellikle bir insan bana tavsiye vermeye başlayınca aklımdan 'ulen senle hangi konuda aynı zevklerimiz var ki bana kalkmış tavsiye veriyorsun, bir de uygulamama mı bekliyorsun' derim.

    o yüzden kendi zevklerime yakın zevkleri olan insanlardan veya benden çok çok daha üst seviye zevklere sahip insanlardan tavsiyeler almak bana daha mantıklı geliyor.

    instagram'da takip ettiğim bir hesap vardı. adı daily paintings. adı üstünde her gün bir tane resim paylaşır. sanat tarihinin derinliklerinden veya yakın dönemin eserlerinden. altında da bazen açıklama yapıyor. çok az sayıda takipçisi varken takip etmeye başlamıştım. kendisi aynı zamanda bir futbol yorumcusu. en sevdiği iş müze gezmek ve resimlerle ilgili de güzel bir zevke ait.

    instagram'da soru cevap yaptığı bir gün en sevdiği kitap soruldu. cevabı 'john williams - stoner' oldu.

    nacizane kitaplara düşkün bir insanım. orta halli bir kütüphanem var. yazarlara, edebiyatlara, yayınevlerine, çevirmenlere bir hakimiyetim vardır. ama daha önce ne john williams duymuştum, ne de stoner. hemen google ile bakındım. türkiye'de zamanında yine adını hiç duymadığım koton kitap adlı bir yayınevi basmış. şu an büyük kitapçıların stoklarında yer almıyor. hemen sahafları araştırmaya başladım. sonunda bir sahafta kitabın tanıtım kopyasına ulaşabildim.

    büyük heyecanla okumaya başladım. kitapta 50 sayfada bir büyük bir olay dönüyordu. ve gereksiz ayrıntıya girmeden, sade sade, sakin sakin o kadar güzel anlatım vardı ki. stoner karakterinin lan biten karşısında umursamaz oluşu, çok kafa yormayışı, içinden gelen sesi dinlemesi. kitabın içerisindeymiş gibi dahil olarak okudum. en sevdiğim kitaplar listesinde ilk 5'e rahatlıkla girdi.

    doğru kişiden aldığım tavsiye beni yarıyolda bırakmadı.
  • daha çok usa'de esrar kullanımı sonrası olduğu söylenen uyuşukluk halini* hayat felsefesi haline dönüştüren insanlar için kullanılan tabir.
  • john williams’ın 1965 basımlı romanı. adını, başkarakteri william stoner’dan alır ve aynı adı gibi sade, tanjansiyel fikirlerden uzak, direkttir.

    hani uzunca bir süre baklava, soslu etler ve doldurulmuş herbal soslu piliçler yersiniz de, artık usanıp lezzetli ve sulu bir tencere yemeği istersiniz ya; işte stoner da buna benzer şekilde beyni ve mideyi rahatlatan bir onarıcı güce sahip.

    son dönemde konusu fantastik, dili fantastik, kendi fantastik bir sürü kitap okudum. uzun süredir, yaşanan duyguları bir bıçak gibi gözüme sokmayan bir kitap özlemi içindeyken stoner bir merhem gibi geldi.

    ziraat eğitimi için üniversiteye başlayan, burada edebiyata aşık olup bölüm değiştiren ve akademik çevresinden uzaklaşmayan william stoner’ın evliliğinde ve iş hayatında yaşadığı sorunlar, düş kırıklıkları ve travmalar; okuyan herkesin rahatlıkla doğrulayabileceği bir gerçek ve (iyi anlamda) sıradanlıkla aktarılıyor. bu “sıradan hayatı romanlaştırma ve ilginç bir hale getirme” meselesine örnek olarak en son karl ove knausgaard’ın kavgam kitabını okumuştum. ama orada yazarın egosu yüzünden kusacaktım; bu öyle değil.

    stoner, taşkınlıklarıyla tanımlayabileceğimiz bir karakter asla değil. kendini tanımlamak konusunda sıkıntıları var çünkü sadece çevresi onu zorladığı için bunu yapma ihtiyacı duyuyor. diğer zamanlarda gereksiz buluyor muhtemelen. talepkar değil. çevresini zorlayan bir adam değil. çok duygusal değil. dışarıdakiler tarafından yargılanıp, aynalanmadığı sürece belli bir iç görüsü olduğunu belli edecek harekette bulunmuyor (yaşlanıp aksileşene kadar). başkalarının gözünde oluşturduğu portreyi korkunç bir şekilde farkettiği ana kadar varlığıyla bir çatışma yaşamıyor. aç gözlülükten ve hırstan muaf; sınıf bilincinin farkında. en önemlisi, hayattan ne istediğini bilmiyor. tabii ki depresyonda ama roman bu durumu sayfa sayfa anlatacak kadar “ukala” değil.

    ukala değil derken... romanı okuyan hiç kimsenin, bir cümle veya paragrafı alıntılayıp, yazarın bir portresiyle beraber, instagram sayfasında paylaşabileceğini zannetmiyorum. john williams’ın kelimeleri cımbızla çekilip, diğer hayatlara yön verecek aforizmalara dönüşecek kelimeler değil; olması gerektiği gibi sadece roman içinde anlamlılar. o yüzden herkes, akıcı diyor ya zaten.

    zannedilmesin ki edebi anlamda kitabın bir handikapı var. optimal şartlarını bozmayan yazar karakter yaratmada oldukça usta. kişisel görüşüm; stoner’ın nevrotik karısı edith (ki psikiyatri çevrelerince çok sevilebilecek bir yapıya sahip), hayatım boyunca okuduğum tüm kitaplardaki en gerçek karakterler listesine girdi bile. yazarın ekonomik tarzına rağmen çok boyutlu ve her zaman, her yerde karşılaşabileceğimiz karakterleri yaratabilmesi ustalık değil de nedir.

    stoner, iyi bir kitap, gerçekten iyi. “ hayatımı köklerinden sarstı” diyebileceğiniz bir kitap değil. öyle kitaplar var ama o kitaplar şerbetli tatlılar zaten.

    edit: yazım yanlışı düzeltme
  • ing. üflenti
  • muhteşem akıcı. bir başyapıt.
  • joe wright 'ın yöneteceği proje. casey affleck, tommy lee jones ise şimdilik kadroda bulunan isimlerden.

    imdb
  • john edward williams'ın bir romanı. yakın zamanda augustus'u okumuş ve tahminimin ötesinde çok beğenmiştim. bu kitabını da haliyle bir beklentiyle aldığımı itiraf etmem gerekir. augustus'un çok bariz, elle tutulur bir çekim alanı vardı benim için, bunda da onu arayıp bulamayacağımı fark ettiğimde, zaten ne yazarın ne de kitabın böyle bir yükümlülüğü olduğuna kanaat getirdim. beklentiden azade olmak beraberinde bir özgürlük alanı sundu. alan açtığımızda da mutlaka dolduracak bir şeyler meydana çıkıyor. bir adamın basit yaşantısını anlatıyor: ilk gençliğini, ilk aşkını, evliliğini, çocuğuyla ilişkisini, üniversitede hocalık yapmasını ve mücadelesini -spoiler verme gereği duymayacağım kadar düz ayrıntılar- ilişki kurduğu insanları ve nihayetinde ölümünü. hayat nasıl yaşanmalıdır değil de hayat nasıl yaşanırı anlatan bir kitap. bize sunduğu şey rutin, o nedenle stoner değil ama kitabı okuyanlar hissediyor galiba hayal kırıklığını. henüz ilk sayfalarda bu ifade aklımdan geçtiyse de, başta anlattığım gibi, bu hissi bir kenara koydum. bu hisle devam edecek olsaydım da kitabın sonlarına doğru gözüme sokulurcasına karşılığını bulacaktım: “ne bekliyordun?”

    bir de şunu alıntılamak isterim, vazgeçme ve kabullenmenin oldukça basit bir şekilde dile getirilmesinin ifadesi olarak:
    “çünkü o zaman, hiçbir şeyin anlamı olmazdı… yaptığımız hiçbir şeyin, olduğumuz hiçbir şeyin. ikimiz de başka bir şey olurduk, kendimizden başka bir şey. biz… hiçbir şey olurduk. ve bundan, en azından kendimiz olarak çıktık. var olduğumuzu biliyoruz… ne olduğumuzu.”
hesabın var mı? giriş yap