• türk babür imparatorluğu’nun türk hükümdarı şah cihan tarafından çok sevdiği ölen eşi mümtaz mahal için yaptırılan anıt mezar.

    fransız türkolog jean paul roux’a göre şah cihan dönemi kadınların dönemidir. bu dönem için “kadınların önemli rollere gelmesinde yine bir türk geleneği izini mi aramak gerekiyor? neden olmasın?” der. eşi mümtaz mahal’ı çok seven şah cihan, eşinin ölümüyle yıkılır. tahttan indirilip bir kalede tutuklu kalması bile kendisine acı vermez. nehirden yükselen buharlar arasından tac mahal’ı görmekten mutlu olur. jean paul roux şöyle diyor:

    “şah cihan eşine o kadar büyük ve mutlak bir aşkla bağlanır ki, ondokuz yıl evli kaldıktan sonra, kırk yaşında onu kaybettiğinde bir daha kendini toparlayamaz. kızı cihan nara onu teselli edemez. şah cihan’ın karısını çok sevmiş olduğu söylenir. şah cihan tüm yaşama sevincini kaybetmiştir ve belki de onun için tahttan indirilmiş olmak ve agra’daki bir kalede ömrünün sonuna kadar tutuklu kalmak, saçma da olsa, bir mutluluk olmuştur. çünkü önünden geçen nehirden yükselen buharlar arasından eşinin muhteşem kabri tac mahal’ı görebilmektedir.” (jean paul roux, türklerin tarihi, s. 394-395)

    devamında ise şöyle diyor:

    “tac mahal pek çok başka muhteşem yapıt arasında tek başına bu dönemin tarihini özetlemeye yeter. belki de dünyanın en ünlü yapısıdır. ince mimarisi, son derece latif ve üstün bir zevkle işlenen süslemeleri, malzemeleri, çevresinin güzelliği ve planıyla, sinan’ın başyapıtı edirne selimiye camiiyle aynı ruhani mesajı iletir ve aynı simgeselliği ortaya koyar. köklerini toprağa salmış kozmik bir dağ gibidir, gökteki bulutlara karışan kubbesiyle, son derece dengeli bir biçimde dizilmiş dört minaresi ve dört yönde yer alan sütunlarıyla bir başyapıttır. bu türk prensler eski türk yurtlarından ve gelenek ve göreneklerinden bu kadar uzaktayken, geleneksel büyük uygarlıkların içine bu kadar girmişken, bu anıtlar sayesinde atalarıyla garip bir yakınlık kurmuşlardır.” (jean paul roux, türklerin tarihi, s. 395)
  • yalnız kalmış bir kralın majör depresyondan çıkayım derken 22 yıl boyunca 20bin emekçiyi heder etmesiyle ortaya çıkan dünya harikası.

    öncelikle buraya yazın gelinmez. mart ayında bu kadar sıcak ise yazın nasıldır tahmin edemiyorum. tansiyonu kalbi olan sevmediğiniz teyzeleri gönül rahatlığıyla yollayabilirsiniz.

    özet geçeyim, tac mahal diye tanıdığımız yapı, içinde şah cihan ve mümtaz mahal çiftine ait anıt mezarların bulunduğu, tamamı beyaz mermerden (ama harbiden komple) yapılmış, dış cephesinde 40 küsür değerli taşla işlenmiş motifler bulunan, kapısına dev yasin suresi kazınmış bir adet kubbeli bina

    bulunduğu bahçesi, solunda camisi, sağında hanı hamamı, diğer eşlerinin ufak tefek mezarları, işçilerin kaldığı yerler vs ile birlikte komple bir tesis. bir millet bahçesi*

    batılı turistler için tam bir oh my god bölgesi olmasına rağmen oryantal bünyemi çok etkilemedi. sanırım etrafının çevreleyen pislik deryasında yarattığı kontrast sebebiyle etkileyici geliyor. bi de mermer çok pahalı hacı. şuan aynısını yapmaya kalksan 1milyar dolara falan tutuyor (bu bilgiyi kullanabilirsin yeğenim, doğru bilgi kendim hesapladım).

    bence agra fort daha iyi. tavsiyem önce orayı rehberle gezin, sonra tac mahal'e gidin. zaten yol üstünde..
  • sabahleyin erken vakitte gidilmesi gerekir çok iyi fotoğraflanabilmesi için. benim gibi gün içinde sıcağın alnında gitmeyin.
  • hindistan'ın agra şehrinde olan anıt mezar.
  • kendisi ne kadar turistik ve ünlü bir yapıysa da içinde bulunduğu agra şehri ve uttar pradesh eyaleti hindistan'ın en kirli yeridir.
  • buray’ın, sony music türkiye etiketiyle yayınlanan “kehanet” albümünde yer alan şarkısı.

    söz: gözde ançel
    müzik: gözde ançel, buray
    düzenleme: bahadır tanrıvermiş, buray

    olgaç öke & mehmet kozal imzalı klibi buradan izlemek mümkün.
  • birkaç gün evvel; hem uzun zamandır dinlemediğimi fark ettiğimden, hem biraz meraktan hem de biraz farklı şeyler duyma isteğinden, radyoyu açıp cızırtısız ses çıkaran ilk kanala bıraktım kendimi. küçükken, kitapların başında sızıp kalırken görevini yarım yamalak icra etmeye gayret eden radyolarla kaç gece bitirmişimdir, kim bilir? çalacak sonraki şarkıyı bilmeden dinlemek, sürprizlere kendimizi açık bırakmak çok hoşuma giderdi o zaman. tabii, ayda yılda bir sevdiğim şarkıya denk geleceğimi bilerek dinlemenin umut verici sıcaklığını da yabana atmamak gerekir elbette.

    bu kez bulmaya çalıştığım frekans, cızırtısız ulaşıyordu bana ama kulağıma gelen şarkıların cızırtıdan pek bir farkı yoktu. hepsi birbirine benzeyen duygusuz ezgilere ilgisiz sözler uydurup insanlara sunmuşlar ve insanlar da bunu kabul etmişti, gördüğüm kadarıyla. çok garipsedim, müzik dinlemenin bir ağırlığı olmalıydı çünkü. müzik dinlemek, bir zaman geçirme aracı değildi bildiğim kadarıyla; ruhu besleyen ve eksik bir yanımızı dolduran bir ihtiyaçtı. artık insanların istediği, bu sıradanlık mıydı yani?

    çağın gerisinde kaldığımı fark ederek birkaç şarkıya sabrettim ve karşımda duran küçük cihazın söz konusu modellerinde kronik bir sorun olan açma kapama tuşuna uzandım iç çekerek.

    tam o anda, diğerleri gibi kafa şişirmeyen ve samimiyeti hissedilen bir şarkı başladı. eskisi gibi anonslara da denk gelmemiştim ayrıca, hangi şarkıları dinlediğimi ve hangi şarkıların çalacağına dair en ufak bir fikrim yoktu ama çok yumuşak sesli bir vokal girdi şarkıya, başladıktan sadece birkaç saniye sonra. kaşlarımı hafifçe kaldırarak uzanan elimi geriye çektim.

    belleğini dolduran kötü hatıraları sebebiyle sevmeye korkan, tüm yaralarını sıkı sıkıya kapadığı için iyileşmeye çekinen bir insan dökülmüştü resmen notalara... yumuşak sesli vokalin dinlendiren sesini dinlerken, her bir notasında, her bir cümlesinde o insanı, umut dolu yarımlığını, karşı koyamadığı tamamlanma arzusunu hissettim resmen; sevginin yakıcılığını ve yakıcı olan sevginin aslında ne kadar tedavi edici olduğunu aynı anda bilen ve içerdiği mutluluk ile hüznü, aynı nefeste hissetmeye çekinmesini gördüm, sonsuzluk gibi gelen dört dakikada.

    fazlasıyla gerçekti şarkı. toplu bir sınıf fotoğrafına bakarken kendini bulmanın tuhaf mutluluğunu; o fotoğrafın yıllar öncesinde kalmasının ve elden kayıp giden zamanın hüznü ile birlikte veriyordu adeta. kolalı önlük yakalarına dikkat kesilmişken, sözlerinin ne kadar basit ve haklı olduğuna takıldı kulağım.

    "acımaz oldu belki canım, katılaştım buz kestim.
    bana hiç dokunan olmadı, seni söyle nasıl sarayım?" diye soruyordu ve tüm bu korkularının ardından, kısık sesle devam ediyordu.

    "beni seve seve haydi canına bas, herkes gibi tek bırakıp gitme.
    beni kaderimin elinden al, sakın ola pes etme."

    aynı anda, korktuğunu bağırırken bir yandan da sarılmaya duyduğu özlemi haykırıyordu bu şarkı yahu; tüm yaralarını apaçık gözler önüne sererken şifa bulmayı beklediğini anlatıyordu bize. sevginin, olabilecek en saf, en yalın, en temiz, en tamamlayıcı hâlini dile getiriyordu ve bunu, bizden daha ağır bir korkuya sarılarak yapıyordu. "ben şöyle güçlüyüm!" ya da "bak, neler neler yapacağız, her şey güzel olacak!" diye vaatlerde bulunmuyordu; "benim canım acıyor, tüm gücümle sarmak istiyorum seni ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum." diyordu usul usul.

    bahse konu şarkı bitip kendisinden öncekiler gibi alelâde bir şey cızırdamaya başlayınca, derin bir nefes alarak bozuk tuşu kurcalamaya başladım. radyo sessizliğe gömülünce, bulanık görüşümün sebebini idrak ettim nihayet; sadece içim dolmamıştı dinlediğim kelimeler ile, apaçık ortadaydı. alışkanlıklardan ileri geldiği üzere, gözlerimi iyice belerterek herhangi bir sıvı tasfiyesini önlemeye çalıştım.

    albüm kaydı güzel, video klibi şahane bir buray ve gözde ançel şarkısıymış tac mahal; yıllar sonra dinlediğim radyo yayınında öğreniyorum. kendisini oluşturan nahif kelimeler ile sevginin en saf hâlini izâh etmeye gayret eden bir şarkıyı ve şah cihan'ın, eşi mümtaz mahal için yaptırdığı o görkemli ama aslında söylemek istediği her şeyi söylemeye kudreti olmasına rağmen hiçbir şeye gücü yetmeyen eserini aynı anda tarif ediyormuş.

    şah cihan da, dünyayı dökerek ölümsüzleştirmeye çalıştığı sevgisinin mimarı olan eşinin mezarı başında benzer şeyler hissetmiştir, eminim; bazı duygular, zaman mefhumundan bağımsız zira.
  • hindistan'dan hiç haz etmesem de klibiyle oralara sempati duymamı sağlayan şarkı. gerçi sözlerinin etkisinden de olabilir. *
  • aynı zamanda, kubbe tasarımı itibariyle en bilinen baget uç tiplerinden birinin adıdır.

    görsel
  • aşkım ölümsüz eseri.
    babür devletinin en önemli eseridir. bu devlet ki islamiyetin hindistan’da yayılmasını sağlamıştır. eser islam sentezidir. şah cihan tarafından 8 çocuk doğurtturduğu eşine atfen yaptırır. eşi ölünce 2 hafta sonra evlenir. kendisi flörtöz bir şah imiş.
hesabın var mı? giriş yap