• 30 cm genişliğinde, 2 metre uzunluğunda bir hans holbein tablosu. adından da anlaşılacağı üzre, tabutundaki ölü isa konulu, şu şekil.

    oldukça sansasyonel olduğundan şüphe yok. ayrıntılı wiki bilgisi için.
  • genç hans holbein'in 24 yaşında yaptığı tablo. bu tabloyu 1867 yılında isviçre’nin basel kentindeki kunstmuseum’da karısı anna ile birlikte ziyaret eden dostoyevski’nin tablodan çok etkilendiğini, hatta yanından ayrılıp on beş dakika sonra dönen karısının onu resmin başında yüzü solmuş bir şekilde bulduğunu barna'nın makalesinde okuyoruz. kristeva'nın da tabloyla ilgili muhteşem saptamalarını okumak lazım.
  • tabloyu o güne kadar olan diğer isa tablolarından ayıran en önemli özellik isa'nın çarmıhtan sonra tabuta konulma sahnesinin olduğu gibi, bir insan gibi tüm güçsüzlüğüyle resmedilmiş olmasıdır.

    dostoyevski'nin tablo hakkındaki yorumlarını ippolit terentyev'in yazdığı mektupta görürüz.

    "bu resme bakan inancını kaybeder."

    "bu tabloda belki de, özellikle, herkesin boyun eğdiği ve sizi de ister istemez etkisi altına alan o karanlık, küstah, anlamsız-sonsuz güç canlandırılmış. ölünün çevresinde yer alan ve hiçbirini tabloda görmediğimiz insanlar o akşam bir anda bütün umutlarını, hatta belki de inançlarını paramparça eden korkunç bir acıyı ve kuşkuyu yaşamış olmalıydılar. asla kurtulamayacakları bir düşünceyi de içlerinde götürerek her biri bir yana dağılıp gitmişti belki de.

    isa da öldürülmeden önce kendisinin şu tablodaki halini görebilseydi, çarmıha kendiliğinden çıkar ve şimdi olduğu gibi ölür müydü? tabloya baktığınızda işte bu soru da karşınıza dikiliyordu.”
  • dostoyevski'ye aynı zamanda stendhal sendromunu yaşatan tablo. dostoyevski budala adlı romanında bu tablodan bolca bahsetmiştir.

    "tablo isa’nın çarmıhtan indiriliş anını gösteriyordu. genelde ressamlar çarmıhta ve çarmıhtan indirilmiş isa’yı daima eşsiz bir güzellikte resmetmişlerdir. en korkunç işkenceler bile bu güzelliği yok edememiştir. oysa rogojin’in evinde gördüğüm tabloda, bu güzellikten eser yoktu. bu, çarmıha gerilmeden evvel de sonsuz acılar içinde kıvranmış, işkence görmüş, yaralanış, taşıdığı çarmıhın ağırlığıyla ezilmiş, askerlerle halkın dayağını, sonunda da (en azından benim hesabıma göre) altı saat süren çarmıhın azabını çekmiş bir insanın ölüsüydü. bu gerçekten de çarmıhtan yeni indirilmiş bir adamın yüzüydü… ölümün sertliği başlamamıştı henüz. yüzünden sanki hâlâ acı çektiği okunuyordu. sanatçı bunu büyük bir ustalıkla yansıtmıştı. böyle işkencelerden sonra, kim olursa olsun, kesinlikle böyle görünürdü. hıristiyan kilisesi’nin, isa’nın çektiği ıstırabın sembolik değil gerçek olduğunu savunduğunu biliyorum. buna göre onun bedeni tabiat yasalarının etkisindedir. tabloda, darbelerden bozulmuş, çok şişmiş, kanlı çürüklerle dolu bir yüz gösteriliyordu. açık gözlerinde ölüm okunuyordu; göz bebekleri kaymıştı. ama işin garibi, işkence çekmiş bu insanın ölüsüne bakarken insanın aklına çok ilginç bir soru beliriyordu: onun müritleri, gelecekteki havarileri, onu izleyen ve kendilerini çarmıhın dibine atan kadınlar, ona inanan bütün insanlar önlerinde böyle bir ölü gördükleri halde nasıl oldu da onun dirileceğine inanabildiler? eğer ölüm böyle korkunç ise ve tabiat yasaları bu denli güçlüyse, bunları nasıl alt ederiz? yaşarken tabiata hükmedebilen, “talifa kumi!” diyerek bir genç kızı, “lazar, dışarı çık!” diyerek bir erkeği dirilten, yasaları yenemediğine göre bizim elimizden ne gelir? insan bu tabloya bakınca, tabiatı, kocaman, acımasız sessiz bir hayvan ya da ne denli tuhaf olsa da, yeni icat edilmiş kocaman bir makine olarak hayal ediyor. bu makine, ulu, değeri hiçbir şeyle kıyaslanamaz bir varlığı, bütün tabiata, onun yasalarına ve belki de sırf o varlığın vücut bulması için yaratılmış bütün evrene bedel o varlığı duygusuzca yakalamış, parçalamış, yutuvermiştir. bu tabloda her şeye hükmeden o karanlık, çirkin ve anlamsız, ölümsüz güç canlandırılmaktadır; ister istemez sizi de etkisi altına alan bir güç… tabloda yer almayan ama o anda ölüyü çevreleyen insanlar, bütün umutlarını ve belki de inançlarını parçalayan o gece, büyük bir acı duymuş olmalılar. her biri, içlerinde asla peşlerini bırakmayacak bir düşünceyi yanında götürmüş olsa da, korku içinde dağılmış olmalıydılar. kendisi de işkence sonrası hayalini görebilseydi, çarmıha kendisi çıkar, böyle bir ölüme katlanabilir miydi? tabloya baktığınızda, aklınıza ister istemez böyle bir soru da geliyordu."

    (bkz: antik dünya klasikleri)
  • "cenevre’ye giderken müzeyi ziyaret etmek için bir gün basel’de kaldık; kocama, bu müzede bulunan bir tablodan çok söz edilmişti. holbein’ın bir tablosuydu bu, tabloda mesih’in, haçtan indirilen, insan görünümünü yitirmiş, çürümeye yüz tutmuş bir din şehidini sırtında taşıması resmedilmişti. kanlar içindeki şişmiş yüzün görüntüsü feciydi; o sıradaki ruhsal durumum tablonun önünde daha uzun süre kalmama elvermedi, bir başka salona geçtim. fakat kocam resmin önünde donup kalmıştı. tablonun fiyodor mihailoviç üzerinde bıraktığı izlenimin bir yansımasını budala’da bulmak mümkündür. yirmi dakika sonra tablonun yer aldığı salona döndüğümde, kocam sanki zincirle bağlanmış gibi hala orada, aynı yerdeydi. aşırı heyecanlı yüzü çoğu kez sara nöbetleri öncesi dikkatimi çekmiş olan o müthiş korkunun izlerini taşıyordu. usulca koluna girdim, salondan çıkardım, bir sıraya oturttum, sara nöbeti geldi gelecekti; neyseki beklediğim gerçekleşmedi. yavaş yavaş sakinleşti, fakat müzeden çıkarken tabloyu ısrarla bir kez daha görmek istedi”
    fyodor dostoyevski: bir yaşam - anılar, anna dostoyevski
    https://www.babil.com/…anna-grigoryevna-dostoyevski
hesabın var mı? giriş yap