• margaret atwood'un 1985 yılında basılan distopya'da geçen romanının adı. bulabilirseniz anadilinden okumanızı tavsiye ederim. kitap gerçekten şahane bir anlatıma sahip.

    dizisine gelirsek;

    --- spoiler ---

    olaylar offred karakteri üzerinden anlatıldığı için bu rolün altından kalkabilecek çok fazla oyuncu yok. elisabeth moss muhteşem bir iş çıkarmış ortaya. yaşadığı tüm duyguları yüzünde görebiliyorsunuz. diziyi izlerken zaman zaman 'bu nasıl bir oyunculuktur?' diye sormadan edemedim. aynı şekilde aunt lydia karakterini canlandıran ann dowd da muhteşem bir performans sergiliyor bence. aunt lydia kızlara bağırdıkça siz ekran başında geriliyorsunuz.

    sadece iki sahnede gözlerim gerçekten doldu. biri madeline brewer'in canlandırdığı janine karakterinin offred ile vedalaşıp köprüden atladığı sahne. diğeri de alexis bledel'in canlandırdığı ofglen'in sevgilisinin asıldığı sırada ofglen'nin ağzı kapalıyken ki haykırışları.

    görüntü yönetmenleri de güzel bir iş çıkarmışlar ortaya. ceremony, salvaging sahneleri tam düşündüğüm gibiydi. flashback'ler de izleyiciye nefes aldırması bakımından başarılıydı. ama benim en çok hoşuma giden, offred'in o hiç durmak bilmeyen monologlarını duymamızı sağlayan voiceover'lardı.

    dizi ile kitap arasındaki en önemli farklardan biri serena joy. dizide serena joy'un bu teokratik rejimin mimarlarından biri olması olaya farklı bir boyut katmış. ilginç de olmuş...

    kitap aslında dizinin ilk sezonuyla aynı şekilde bitiyor. 2. sezonu nasıl işleyecekler merak konusu.

    --- spoiler ---
  • sanat ve görüntü yönetmenine tapıyorum.
  • --- spoiler ---

    aunt lydia karakterini çok ilginç buluyorum. bu despot dinle kafayı bozmuş kadın aynı zamanda tuhaf bir şefkat sergiliyor handmaidlere. sezon finalinde janine'ni taşlatmayı buyurduğunda dahi bana bunu hissettirdi. konuşmakta güçlük çekiyordu, gözlerindeki yaşı eliyle savuşturdu. çok acayip bir karakter. oynayan oyuncunun da etkisi var tabi bunda. çok iyi bir oyuncu kesinlikle.

    bunun dışında handmaid'lere seremoni haricinde davranılış biçimleri de çok tuhaf. bazen köyden gözü açılmamış besleme gibi bir kız alınmış da evlerine getirilmiş gibi davranıyorlar. hem bu kızları önceki hayatlarında kahpe, yoz olmakla suçluyorlar hem de sanki hayatlarında hiç müzik kutusu görmemiş gibi müzik kutusu hediye ediyorlar, açıklama yapıyorlar uzun uzun. komutan olacak deyyus june'a ruj verip nasıl yapıldığını hatırlıyor musun ayağı çekiyor. ya da kadına cosmopolitan tarzı dergiler veriyor lan o kadın belki önceki hayatında da böyle dergiler okumuyordu. bu dincilerin küçük beyinlerini çekiçle parçalayasım geliyor cidden. handmaid'lere sahiden böyle cahil ya da engelli muamelesi çekiyorlar. gerçi köle-efendi ilişkisi böyle oluyor herhalde. çok da bir şey beklememek lazım.

    fred ile serena birbiriyle seks yaptıkları için suçluluk duygusu hissediyorlar. zira evli de olsalar, üreme haricinde zevk için yapılan seks bir günah onlara göre. ben hayatımda bu kadar sapıkça bir şey görmedim, duymadım. dincilik baki ama belli ki kul hakkı gibi bir konsept de olmadığından gencecik kadınları çocuklarından, eşlerinden koparıp kendilerine köle ediyorlar. dağlara taşlara isyan edesim geliyor dizi de olsa.

    beni en çok etkileyen sahnelerden biri moira ile june geçmişinde koşuya çıkmışken onlara pisliklermiş gibi bakan bir kadının yanlarından geçmesiydi. evet, belki peşpeşe 3 planlı terör saldırısı ardına pattadanak sıkıyönetim, üstüne oldu bittiye getirilen yasalarla bir dikta rejimi kuruldu ama ona gelinen yolda toplumun ne derecede yobazlaştığının küçük bir şekilde görülebileceği bir sahneydi. çok da moralimi bozan bir sahneydi. zira türkiye'ydi resmen. üstüne gidilen cafede servis yapacak olan barmenin hadsizliği, kendinde o kadınlara kahpe orospu deme cüretini bulabilmesi falan nefes aldırtmadı bana. zira çok çok tanıdık geldi tüm onlar maalesef.

    dün terapim vardı. olan bitenden bahsederken terapistim uzanıp sana kötülük yapmalarına izin veremezsin dedi. aklımda direk dizi canlandı, dizi hakkında konuşmaya başladım. komutanların eşleri hakkında, eğer bir çocuk olacaksa o çocuk onların değil kocalarının çocukları olacak, eğer ortada alınan bir haz varsa o hazzı kocaları alıyor. yarattıkları ve işlemesine yardım ettikleri bu sistemde onlara yarar hiçbir şey yok. ama yine de elimizi tutup sistemin bize tecavüz etmesi için oradalar. onlar benim düşmanım diye kendimden geçtim anlatırken. evet, komutanlar güç için orada. kendi güçleri perçinleniyor kendi otoriteleri ilan ediliyor. dünya onlara göre kurgulanıyor, onların kötülüğünü anlamlandırabiliyorum ama ya elimizi kolumuzu tutanlar... elimizi kolumuzu tutup bizi diktatörler tarafından yok ettirenler...
    işte onlar benim düşmanım...

    --- spoiler ---

    izleyin, bilhassa kadınlar izlesin. gerçekten hikayesiyle, sinematografisiyle, müziğiyle, sesiyle, oyunculuklarıyla bir sanat eseri. muhteşem.
  • romanını sinirden ağlayarak okumuştum dizisi de maşallah aratmadı romanı. çok güzel uyarlama olmuş. hem birebir hem değil. çok güzel ayarlamışlar dozu.
    kitabı mutlaka okunmalı.
  • ''başka şeyler gibi, düşünce de karneye bağlanmalı şimdi. düşünmeye katlanılmayacak çok şey var. düşünmek şansını zorlayabilir insanın, oysa benim amacım dayanmak...'' (s.20)

    ''birden fazla özgürlük çeşidi vardır, derdi lydia teyze. bir şeyler yapma ve bir şeylerden sakınma özgürlüğü. anarşi günlerinde, bir şeyler yapma özgürlüğü vardı. şimdiyse size sakınma özgürlüğü veriliyor. azımsamayın bunu... ölmeye yüz tutmuş bir toplumduk biz, derdi lydia teyze, çok fazla seçenek yüzünden.'' (s.40)

    ''büyülendik, ama tiksindik de. çıplak gibiler. çok kısa sürmüş fikrimizi değiştirmemiz, bu tür şeyler hakkında. sonra düşünüyorum: eskiden ben de böyle giyinirdim. özgürlüktü bu. batılaşmış, derlerdi buna eskiden.'' (s.45) -june'un japonya'dan gelen turistlerin dış görünüşü hakkındaki düşünceleri-

    ''dünyayı kaçamak anlarda görmeyi öğrendik.''
    ''geçmişi düşünürken seçtiğimiz şeyler güzel olanlardır. her şeyin bu biçimde olduğuna inanmak isteriz.'' (s.47)

    ''sıradan olan, derdi lydia teyze, alıştığınız şeydir. bu size şimdi sıradan görünmeyebilir, ama bir süre sonra öyle görünecektir, sıradan olacaktır.'' (s.51)

    ''nolite te bastardes carborundorum.'' (s.71)

    ''bilmediğin şeyler sana zarar veremez.'' (s.73)

    ''yaşardık, her zamanki gibi, aldırmadan. aldırmamak cehaletle aynı şey değildir, üstünde çalışman gerekir. hiçbir şey bir anda değişmez: derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz... gazete öyküleri bizim için rüya gibiydi, başkalarının gördüğü kötü rüyalar. ne korkunç, derdik, öyleydiler de, ama inanılır olmaksızın korkunçturlar. aşırı melodramatiktiler, bizim hayatımıza ait olmayan bir boyuta sahiptiler. gazetelere konu olmayan insanlardık biz. baskı kenarındaki beyaz boş alanlarda yaşıyorduk. bu bize daha çok özgürlük veriyordu. öyküler arasındaki boşluklarda yaşardık.'' (s.77)

    ''ellerim titriyor. neden korkuyorum? hiçbir yasağı çiğnemedim, hiçbir söz vermedim, tehlikeye atılmadım, her şey güvenlikte. beni korkutan bu seçme şansı. bir çıkış yolu, bir kurtuluş.'' (s.82)

    ''bedenimi bir haz alma ya da kendimi bir yerlere taşıma aracı ya da kendi isteklerimin yerine getiricisi olarak düşünürdüm eskiden. koşmak, düğmelere basmak, şu ya da bu biçimde bir şeylerin olmasını sağlamak için kullanabilirdim onu. sınırlamalar vardı ama bedenim yine de kıvrak, kendi başına, bütün, benimle birdi.'' (s.97)

    ''serena da her zaman haberleri seyrettirir bize. gerçi pek önemi yok; bu haberlerin doğru olup olmadığını kim bilir? bunlar eski kayıt olabilir, sahte olabilirler. gene de seyrediyorum, satır aralarını okuyabileceğimi umarak. herhangi bir haber, şimdi, hiç olmamasından daha iyi...sadece zaferleri gösteriyorlar bize, yenilgileri asla. kim kötü haber duymak ister ki?...inanmayı arzuladığımız şeyleri anlatıyor bize. çok ikna edici.'' (s.107-108)

    ''ismim fredinki değil, başka bir ismim var, artık kimse kullanmıyor bunu, çünkü yasak. kendi kendime bunun önemli olmadığını, ismin telefon numaraları gibi olduğunu, sadece başkalarının işe yaradığını söylüyorum ama bu doğru değil, aslında önemli. ismimin varlığını gizli bir şey gibi saklıyorum, geri dönerek kazıp ortaya çıkaracağım bir hazine, günün birinde.'' (s.109)

    ''bir çocuktan inanılır biçimde yalan söylemesini bekleyemezsiniz.'' (s.111)

    (atwood, m. (2017). damızlık kızın öyküsü. istanbul: doğan kitap)

    (bkz: el emeği göz nuru)

    tanım: ders kitabı olarak okutulması gereken kitaptır.

    edit: diğer kalan üçte ikilik kısımdaki altını çizdiğim önemli noktaları da zamanla ekleceğim...
  • amerika'ya şeriat gelmesini konu alan dizi.

    amerika'da darbe yapan kişiler, hristıyan şeriatını ülkeye hakim kılarlar. doğum oranlarında sıkıntı olduğu için, kadınların doğurgan olanları cariye olarak komutanlara hediye edilir.

    bu cariyelerden en gıcığı, adi kaltak offred'in, mükemmel insan, güzeller güzeli, akıllı, komutan eşi serena'ya * çektirdiği eziyetleri anlatan dizi...
  • ''kollarımı saracak gerçek bir beden istediğim için suçlanabilir miyim? onsuz ben de bedensizim.'' (s.132)

    ''beden öyle kolay incinebilir ki, öyle kolay elden çıkarılır ki, su ve kimyasallardan oluşmuştur hepi topu, bir denizanasından da pek farkı yoktur, kumda kuruyan.'' (s.133)

    ''gölgesiz ışığın olamayacağına inandığım gibi inanıyorum direnişe; ya da daha doğrusu, ışık olmazsa gölge olmayacağına inandığım gibi. bir direniş olmalı, yoksa bütün o suçlular nereden geliyorlar, televizyonda gösterilen?'' (s.134)

    ''akıl sahip olunacak değerli bir şey; bir zamanlar insanların para biriktirdiği gibi biriktiyorum onu. saklıyorum, zamanı geldiğinde, elimde yeteri kadar olacak.'' (s.139)

    ''böyle bir günde istediğimiz her şeyi yapabiliriz. düzeltiyorum: sınırlar dahilinde.'' (s.142)

    ''siz geçiş neslisiniz, derdi lydia teyze. en güç durumda olan sizsiniz. sizden beklenen fedakarlıkların farkındayız. erkeklerin sizi aşağılamasına dayanmak zor. sizden sonra gelenler için daha kolay olacak. görevlerini gönül rızasıyla kabul edeceklerdir.
    söylendiği buydu: çünkü anıları olmayacak, başka bir yaşama dair.
    söylediği ise şuydu: çünkü sahip olamayacakları şeyleri istemeyecekler.'' (s.150)

    ''erkek dediğin bir kadının başka kadınlar üretmensine yarayan araçtır yalnızca.'' (s.154)

    ''siz gençler, hiçbir şeyin değerini bilmiyorsunuz, derdi annem. sizi sadece bulunduğunuz yere getirmek için neler çektiğimizin farkında değilsiniz. bak şuna -luke'u kastediyor-, havuç doğruyor. şu kadarcık yol almak için bile kaç tank, kaç kadının yaşamını ve bedenini ezip geçti, biliyor musunuz?'' (s.155) -favorilerimden olan muhteşem konuşmalardan biridir-

    ''ama bir kez geçti mi kim acıyı anımsayabilir ki? acıdan geriye kalan bir gölgeden ibaret, zihinde bile değil, sadece bedende. acı insanda iz bırakır, ama görülmeyecek kadar derinde. gözden ırak olan, gönülden de ıraktır.'' (s.158)

    ''özgürlüğün tadını çoktan kaybetmeye başlamıştık, bu duvarları güvenli bulmaya başlamıştık. atmosferin üst katmanlarında parçalanır, buharlaşırsınız, sizi bir arada tutan bir basınç olmayacaktır.'' (s.168)

    ''belki de bunun kontrol ile hiç ilgisi yoktur. belki de bunun kimin kime sahip olabileceği, kimin kime, ölüme varıncaya dek ne yapabileceği ve bundan yakasını sıyırabileceği ile de bir ilgisi yoktur aslında. belki kimin oturabileceği ve kimin diz çöekeceği, ayakta duracağı ya da bacakları açık yatmak zorunda olduğu ile de ilgisi yoktur. belki de kimin kime ne yapabileceği ve bunun için affedileceği ile ilgilidir. sakın bunların aynı kapıya çıktığını söylemeyin.'' (s.171)

    ''biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu: kutsal tekneler, gezgin kadehler.'' (s.173)

    ''istemek zayıflıktır.'' (s.173)

    ''ancak elbiseleriniz üstünüzdeyken sağlıklı düşünebilirsiniz.'' (s.181)

    ''susturulanlar duyulmak için yaygara koparacaklardır, sessizce de olsa.'' (s.192)

    ''arzuların bastırılmasının yapabilecekleri şaşırtıcı.'' (s.192)

    ''o piçlerin seni unufak etmesine izin verme.'' (s.234)

    ''işte, yaptıkları şeylerden biri bu. seni öldürmeye zorluyorlar, kendi içinde.'' (s.241)

    ''ihanet anı en kötüsüdür, şüphe götürmeksizin ihanete uğradığını anladığın an: bir başka insanın senin için bunca kötülük istediğini.'' (s.242)

    ''cennet için sana ihtiyacımız var. cehennemi kendi başımıza da yapabiliyoruz.'' (s.243)
    -june'un geride kalanlar için tanrı'ya dua ederken söylediği bir cümle-

    ''bilmek baştan çıkmaktı. bilmediğiniz şey sizi baştan çıkaramaz, derdi lydia teyze eskiden. belki de neler olup bittiğini bilmeyi aslında istemiyorum. belki de bilmemeyi yeğliyorum. belki bilmeye dayanamazdım. insanoğlunun düşüşü masumiyetten bilgiye düşüştü.'' (s.244)

    (atwood, m. (2017). damızlık kızın öyküsü. istanbul: doğan kitap)

    (bkz: el emeği göz nuru)

    tanım: (bkz: margaret atwood) tarafından 1985 yılında yazılan kitaptır. 2017 yılında da kitaptan uyarlama olarak dizisi çekilmektedir.
  • yavaşlığından dem vurulsa da aslında gayet iyi ilerleyen dizidir.
    anlatmak istediğini gayet net, anlaşılır bir şekilde dile getirmekte, gerektiğinde heyecanı, gerektiğinde dramın ağababasını dozunda yedirmektedir.

    biz türk izleyenler olarak üstelik günümüz şartları ile izlediğimiz için konu, konsept zaten truman show etkisi yaratsa da oyunculukları ile de göz doldurmaktadır.

    izleyin, izlettirin.

    "they should never have given us uniforms, if they didn't want us to be an army."
  • insanlığın yok olma tehlikesiyle karşılaşıldığı bir gelecekte , doğurgan kadınların tek tek yakalanıp damızlık olarak kullanılmalarını anlatıyor kısaca. hiç bir konuda söz hakları yok. düşünmek yasak, aşık olmak yasak, okumak yasak... bu yasakların herhangi birine uymadıklarında acımasızca cezalar. dövülmek, göz çıkarmak , parmak, el kesmek. üstelik sistemin mimarlarından bir kısmı yine kadın. hristiyan yobazlarının da eline fırsat geçse ışid'e falan taş çıkartacaklarını anlıyoruz. yaptıkları her şeyi dine kitaba uydurmuşlar. (incil)

    insanca yaşama şartları tükendiğinde illa da hayatta kalmak, soyu devam ettirmek gerekli mi ? yok olmaktan neden bu kadar korkuyoruz ki ?
  • durağan ve sıkıcı tanımına katılmadığım dizi. daha çok doğal olarak tanımlanabilir. akıp giden bir hikayesi var. çarpıcı diyalogları ya da monologları ise bonus olarak geliyor.

    mekan amerika. bizim kültürümüze çok uzak, kadınlara değer verildiğini düşündüğümüz, tutucu olmadığını düşündüğümüz, çağdaş diye tanımladığımız bir yer.

    oysa ki biz bunların tam tersiyiz. bütün bunlar bizim ülkemizde olsaydı, bu dizi islam kültürü ile yetişmiş bir yerde çekilseydi zaten distopik falan olmazdı, gerçekçi olurdu.

    --- spoiler ---

    yazar kanadalı. tamam uydurukçu bir yazar ama yine de o coğrafyada böyle şeyler düşünebiliyor olması bile beni etkiledi. hele ki daha önce de yazılan bizim hergün kurduğumuz cümlelerin dizide geçiyor olması gerçekten tokat etkisi uyandırdı bende. hani "sistemi öyle kafalarına göre değiştiremezler, bu kadar kolay değil" laflarımız falan.

    sonra iş işten geçtikten sonra insanların çaresizliği, bir şey yapmak istemeleri, sokaklara dökülmeleri ama ellerinden hiçbir şey gelmemesi.

    bizde allahtan çocuk konusunda böyle bir sorun olmaz yakın gelecekte ama bir gün işe geldiğimde patronum kadınların çalışması yasaklandı deyip beni eve gönderebilir. hatta belki bunu 10 dk sonra bile yapabilir. bizim uzunu her dinlediğimde gidelim bu ülkeden diyorum, sonra oturup devam ediyorum tabi günlük hayatıma bir yere gittiğim yok, ama bir gün kendime, "gidelim dediğim o günlerde gidecektik, şimdi çok geç oldu" diyebilirim. ay yazdıkça depresifleştim. duruyorum.

    --- spoiler ---

    dizi güzel.
hesabın var mı? giriş yap