• içinde şu anekdotu barındıran kitap:

    ikinci dünya savaşı sırasında japon imparatoru güneydoğu asya’daki askerlerine emretmiş: ne olursa olun, teslim olmayın! teslim olmak hem ailenizin hem de ülkenizin şerefini ayaklarınızın altına almanız demektir.

    onada’nın komutasındaki askerler filipinler’e ait bir adaya gönderilmişler ve burada savaşmışlar. ormana giren herkesle savaşmışlar, bazen yerlilerin de düşman ajanı olmasından şüphelenerek onlarla da savaşmışlar. savaşmasına savaşmışlar, bir kısmı yakalanmış ve bir kısmı teslim olmuş ama onada da dahil olmak üzere kalanların savaşın bittiğinden haberleri olmamış. ormana giren herkesle savaşmaya devam etmişler.

    japonya’nın bu adalar üstünde o kadar çok askeri varmış ki, savaşın bittiğini ilan etmek için havadan japonca “savaş bitti” diyen bildiriler atmak zorunda kalmışlar. ancak, onada “kesin düşman bize tuzak kurdu” diye düşünerek birliğini yerinden oynatmamış. çoğu birlik de yerinden kımıldamamış.

    havadan bildiri gönderme işlemini birkaç kere ve birkaç dilde tekrarlayınca birçok asker geri dönmüş ama onada (ve birkaç kumandan) tuzağa düşmemek için adada kalmışlar. 30 yıl boyunca ormandan beslenmişler. bir de ormana giren yerlilere saldırmışlar bol bol. onların ekinlerini çalmışlar. sinirlenen halk 1980’lere doğru “alın bu manyakları adadan. 30 yıldır gün yüzü göstermediler” diye ayaklanmış. bunun üzerine japonya ‘dan bir arama ekibi gelip aramış ama onada birliğini arama ekibinden gizlemeyi başarmış. peşinden, filipinler ve amerika’dan bazı ekipler gelmiş ama onlar da hem başarısız olmuşlar hem de ekipten bazıları onada’nın askerlerine yem olmuş.

    en sonunda, japon ve maceracı bir üniversite öğrencisi “ben onu bulacağım” diye elini kolunu sallaya sallaya adaya gitmiş ve ormanda “onada!” diye bağırmaya başlamış. dört gün sonra onada’yı bulmuş. onada hem silahsız hem de kendi ülkesinden birini görünce gelen kişiye kendisini göstermiş ve savaşın bittiğine ikna olmuş. adadan birlikte çıkmışlar.

    japonya’ya döndüğünde “bana sakın teslim olma dediler. ben de teslim olmadım” diyerek kendisi ile gurur duyduğunu söylemiş onada. aradan geçen 30 küsur yılın sonunda ise japonya’yı çok değişmiş, çok batılılaşmış bulmuş ve bunalıma girmiş. bir süre sonra “uğruna 30 yıl savaştığım japonya’m burası değil” diyerek hayatının geri kalanını geçirmek üzere brezilya’ya yol almış.
  • mark manson adlı blogger'ın kişisel gelişim kitaplarına bir tık farklı yaklaşım gösteren kitabı.
    yazarın kimliğinden ötürü şaşırtmayacak şekilde kitabın üslubu bir blog okuyormuşsunuz gibi hissettiriyor, sanki bir blog gönderisi alınıp kitaba uyarlanmış gibi hani. kimisini rahatsız edebilir, kimisi de fark etmeyebilir tabii. bence konusundan ötürü biraz samimiyet katıyor.

    eğer halihazırda hafif vurdumduymazlık huyu olan birisiyseniz kitabın size yapacağı pek bir katkı kalmıyor, ama oldukça hafif ve hızlı bir okuma için veya merak gidermek için okunur mu, rahatça okunur.

    açıkçası biraz ironik geliyor, kitabı okuyup hayatım değişti diyebilen biri gerçek anlamda olmuş mudur, pek sanmıyorum. bana sanki en ideal hali keyfi okumakmış gibi geldi. o açıdan beklentiyi fazla yükseltmemek lazım gibi kapaktaki altyazının aksine (a counterintuitive approach to living a good life).

    not: bu entry kitabın orijinal ingilizce versiyonuna göre yorumlanmıştır.
  • iyi bir yaşam için sezgilere aykırı bir yaklaşım.

    çabalama
    istekleriniz sizi mutlu edecek şeyler değildir. isteklerinize bir bakın, hatta şunlar olursa çok mutlu olurum dediğiniz şeylere bakın. onlar gerçekleştikten 10 dakika sonra tüm mutluluğunuz(isteklerin sonucu oluşan) gitmiş olacak ve eski mutluluk-mutsuzluk seviyenize geri döneceksiniz.

    mutluluk bir sorundur
    doğamız gereği mutsuz olmamız bize fayda sağlayan bir durumdur. yani mutsuzluk iyi bir şeyken; mutluluk bir sorundur. tabi ki buradaki mutluluktan kasıt: kendini sürekli harika hissetme zorunluluğunu ortaya çıkaran kişisel gelişimcilerin bahsettiği mutluluk kavramı.

    mutsuzluk sorun tespit mekanizmamızdır. bunu doğru kullanırsak mutsuzluğumuzun sebebini bulup onu çözebiliriz. bütün mesele şudur: ''mutsuzluğun sebep olan sorunu bul, sorunu çöz, mutlu ol.''

    özel değilsiniz
    bazı insanlar vardır sürekli kendilerini diğerlerinden üstün görürler. bazılarıysa diğerlerini kendinden üstün görürler. size bir sır vereyim: gerçek hayatta başarılı olanlar bu iki gruptaki insanlar değil. kendilerini diğerleri gibi görenlerdir. diğerleri gibi olduğu için daha çok çalışanın kazanacağını bilirler ve gerekeni yaparlar.

    ıstırap çekmenin değeri
    2. dünya savaşında fazladan(savaş bittikten sonra) 30 sene savaşmış japonun hikayesini araştırın okuyun.
    ıstırap çekmek bazen sizin istediğiniz şeydir. bunu realize etmek için de olmayan sorunlar yaratırsınız yada sorun olmayan durumlara sorun gibi yaklaşırsınız.
    3 adımda özetliyorum. 1- nasıl hissettiğini tanımla. 2- hislerinin sebebini bul. 3- hislerinin sebebinin gerçek bir sorun olup olmadığını anla.

    seçim sizindir
    kafaya hiçbirşeyi takmamak! mümkün mü? açıkçası hayır. herkes kafasına birşeyler takar. ama kafanıza neyi takacağınızın seçimi sizindir. hayatınızda başınıza gelen herşeyi kendi sorumluluğunuza alın, kimseye suç atmayın. sonra kafanıza takacağınız durumları kendiniz seçin vee evet bildiniz sonraki aşama: ''onları çözün.''

    her konuda yanılırsınız
    evet, her konuda. tüm düşüncelerinizdei kararlarınızda yanılabileceğinizi anlamak çok önemlidir. birşeye bağlı olmamak çok büyük bir güçtür. ''bir şey ne kadar fazla kimliğinizi tehdit ediyorsa, o kadar fazla ondan kaçınırsınız.'' kendinizden emin olmayı bırakın.

    başarısızlık ilerlemektir
    bir şeyler denemek ve sonucunda başarısız olmak, başarıya giden yolda ilerlemektir. ama denememek o yarışa girmemektir. her zaman birşeyler yap.(do it, fucking do it)

    ''eylem motivasyonun sonucu değil aynı zamanda sebebidir de.''

    ne yapacağınızı bilmiyorsanız endişelenmeyin. hayat zaten hep böyledir. piyangoyu kazandığınız anda veya en mutlu olduğunuz anda bile ne yapacağınızı bilemeyeceksiniz merak etmeyin. sadece bir şeyler yapın.

    hayır demenin önemi
    esas olarak hayır demek ve insanlara gerçeği söylemek çok önemlidir. sizi güvenilir yapar ve insanların da size karşı dürüst olmasını sağlar. x'i istiyorsanız x olmayan şeyi istemiyorsunuzdur. bunu açıkça söyleyin. sürekli herkese yeşil ışık yakmayın.

    ve ölürsünüz
    insanlar kendilerine gereksiz ve fazla önem verir ve düşüncelerle kendini yorar. bir köpek asla kariyerini düşünmez ya da bir balina asla boyum daha uzun olsaydı diye kahrolmaz.
    ölüm bir gerçektir. ve insanoğlu bu gerçeği görmemek için, bundan kaçınmak için herşeyi yapar. ancak ölümün gerçek olduğunu da unutmamak gerekir. ölümün farkında olduğun için yaşamanın keyfine bak.

    ''bir idam mahkûmu ölümünden biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü: 'yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört bir yanım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtınayla sarılmış vaziyette yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmam da gerekse, o şekilde yaşamak, şu anda bir saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir' yeter ki yaşasındı, sırf yaşasın! nasıl olursa olsun, ama yeter ki yaşasın!... '' -dostoyevski
  • içindeki küçük anektodlar ve mark manson'ın sarkastik diliyle oldukça farklı bir kişisel gelişim kitabı olmuş, severek okudum ve çoğu yerde "aynen yaa, ben de kendimi bu şekilde değiştiricem." dediysem de henüz bir gelişme kaydedemedim.
  • bu kitabı mark manson değil, demesi kolay tabii yazmış olmalıydı.

    en azından ilk okuduğumda bende yarattığı etki bu olmuştu keza uzun zamandır yazdığı deneyimler ve girdiği dönüşüm serüveninde aslında temellendirmeye çalıştığı ve her geçen gün neye dönüştüğü konusundaki kaygılarından arınışı bana böyle bir kitabı yazsa yazsa demesi kolay tabii yazar dedirtmişti.

    ilk olarak sesli kitap versiyonunu dinlemiştim. olumlanabilecek pek çok içeriği olsa da aslında ben de bıraktığı intiba şu oldu; sanki bu anlatılardaki deneyimleri bizzat kendisi keşfetmiş ve insanlığa sunuyormuş havası var. oysa milattan öncesine dayanan öğretilerin ve düşüncelerin günümüze uyarlanışı çoğunlukla.

    keşke bu anlatılarında bunun tarihsel geçmişine de gönderme yapıp örneğin epiktetos'un kontrolümüzde olan ve olmayan ayrımını yaptığı konusuna atıfta bulunsaymış keza beslendiği kaynakları açığa vurmaması tarih ve felsefeye kıyısından köşesinden ilgisi/merakı olmayanları manipüle edip kendisine haddinden fazla önem atfedilmesinin kapısını aralıyor. manipülatif olmasından kastım şu; mevcut sosyal yaşamı ve insan psikolojisini rasyonel bir takım anlatılarla okuyucu üzerinde bir tür aklı iknaya yönelik bir akışı var.

    rasyonel ve irrasyonel aklı insanlardaki duygulara indirgemesini, duyguları rasyonalize etmesini manipülatif bulduğumu söylemeliyim keza uzmanı olmadığı konularda hakikatin kendisini aktarıyormuş havasıyla kendi yorumunu sunuyor olmasını ahlaki bulmadığımı söylemeliyim.

    referans aldığı ve örneklediği pek çok konuda neden böyle bir tutum sergilediğini kendisine sorduğumda cevaben;

    "kitabın akışın bozmamak ve okuyucularda bir bütünlük hissi sağlamak maksatlıydı" dedi. devamında "yoksa sözünü ettiğin şeyleri ben de biliyorum fakat bunu felsefe konularına açıklamalar getiren bir kitap olarak düşünmediğim için böyle yazmayı uygun gördüm." diye de eklemişti.

    bana kalırsa kendi pazarlaması açısından uyguladığı bir yöntem. kaynağın kendisi değil, günümüze uygun nakleden biri olarak okunursa daha yerinde olur düşüncesindeyim.
  • karşılaştığımdan beri açıp açıp okuduğum, ara sıra his olarak aklımdan geçen cümlenin bulunduğu kitap:

    “daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. ve paradoksal olarak, insanın negatif deneyimini kabul etmesinin kendisi pozitif bir deneyimdir.”
hesabın var mı? giriş yap