• cephedeki asker ne düşünür? o an ne vardır aklında? korku, ölüm, karısı, memleketi, çişi, yeşil çimenler, gökyüzü, rütbesi, terfisi, sigara, tanrı, peygamber, sevişmek, deniz, dalgalar, ecel, cennet, cehennem, boşluk, acı...
    işte hepsi var bu filmde...
  • defalarca izlediğim film. belki de en sevdiğim film diyebilirim. her defasında gözlerim doluyor izlerken. çünkü bu bir savaş film değil kanaatimce. insanın nerden geldim nereye gidiyorum, gibi çok temel sorulara cevap aradığı bir film. sadece bunu savaş sahnesinde soruyor. ama çok yalın bir şekilde.
  • çocukluğu vieatnam filmleri izleyerek geçmiş ve artık silah zoruyla dahi savaş filmi izlemeyen biri olarak, izleyip de beğendiğim (ve buna çok şaşırdığım) savaş filmi olmuştur. ölümün acılığı, savaşın canavarlığı son derece gerçekçi bir şekilde ama çiğ bir gerçekçilikle değil şairane bir şekilde anlatılmış. sanat budur işte.

    --- spoiler ---

    özellikle çok genç askerlerden biri ölürken yaprakların arasından sızan gün ışığı hem görsellik açısından hem ölümle hayatın tezatını göstermek açısından filmin en güzel sahnesidir, hatta şimdiye kadar izlediğim en güzel sahnedir bile diyebilirim.

    --- spoiler ---

    edit: oskar almış olmaması, almış olmasından çok daha büyük bir onurdur bence.
  • idi i smotri, das boot, voskhozhdeniye ve saving private ryan gibi filmlerin klasmanında nefis bir ikinci savaş filmi. film boyunca eksik olmayan senfoni ve edebi yanı güçlü monologlar, çatışmalar esnasındaki askerlerin jestleri ve tepkileri... anti-militarist, öcü yaratmadan savaşın kendisini öcü olarak gösteren, ayrıca bol hollywood yıldızı içeren nefis bir sanatsal üretim.
  • yarbay rolündeki nick nolte'nin telsiz başında verdiği hücum emrini dinlemeyen ön cephedeki yüzbaşı staros'a köpürme sahnesini defalarca seyretsem de sıkılmayacağım film.

    kesinlikle her orduda var olan bir komutandır. hatta bizde muvazzaf subaylarla asteğmenler arasında çok benzerini gerçekte gördüğüm, muhteşem bir oyunculuk sergilenen bir sahnedir bu. sırf bu sahne bile bu filmi, en beğendiğim savaş filmlerinden biri yapmaya yetmiştir.

    --- spoiler ---
    tepedeki japon makineli tüfekleri her çıkanı istisnasız indirmektedir. "tüm birliğini siperden çıkar ve tepeye saldır" diyen yarbaya cevaben telsizde, yanındaki askerlerinin şaşkın bakışları arasında yüzbaşı: "i've lived with these men, sir, for two and a half years and i will not order them all to their deaths"
    yani kısacası; "komutanım, ben bu adamlarla üçyüz yıldır beraberim ve tüküreyim emrinize, siz istiyorsunuz diye hepsini birden ölüme göndermeyeceğim" demiştir yüzbaşı.
    --- spoiler ---

    askerliğini yapanlar bilir, normal şartlar altında bunu söyleyen astınızın ağzını burnunu kırmanız doğal olandır. (kitapta yazmaz bu, kitapta yazan askeri mahkemedir tabii ki) askerliğe tamamen ters bir harekettir, yani her ne kadar yüzbaşı haklı gibi gözükse de askeri açıdan tamamen haksızdır ve orada yarbay bu duruma ithafen ağzından köpükler saçarak, "lan şaka mısın olm sen, sayıyla mı verdiler ulan sizi bana, geliyorulm lan bittin olm sen bittin, askerliğin bitmez senin" homurtuları arasında saçını başını yolarak tepki verir.

    geniş ve kaliteli oyuncu kadrosu yanında muhteşem replikleri olan, savaşı ve insan psikolojisini iyi anlatan filmdir kısacası. bazen temposu ve anlatımı çok yavaşlasa da göreceli olsa da, bazı şiirleri ile bence en romantik filmlerden de biridir ilginç bir şekilde.

    --- spoiler ---
    if i never meet you in this life, let me feel the lack; a glance from your eyes, and my life will be yours.
    --- spoiler ---
  • savaşın anlamsızlığının işlendiği en iyi flimlerden biri ancak savaşın anlamsızlığını tüm karakterlere yayarak anlatmaya çalışmak flimin başarısını gölgelemiştir. tüm karakterler flimin başında sonuna kadar savaşı, savaşmayı, ilişkilerini, doğayı sorgulamakta, albaydan yüzbaşıya çavuştan ere ve hatta düşmanları japonlar dahil tüm askerler bunalım ve buhrandan çıkmamaktadır. tüm karakterler bu buhranın içinde tek düze bir hale gelince flim hem gerçeklikten uzaklaşıyor hem de sıkıcı olmaktan kurtaramıyor. yönetmen flimin ana temasını bir kaç karakter ve doğa ile sınırlı tutsaymış belkide hakkettiği övgüyü daha fazla alırmış.
  • aynı zamanda the mentalist birinci sezon sekizinci bölümünün adı.
  • hayata dair her şeyin olduğu bir klasik. savaş, ölüm, aşk, öfke, merhamet ve özgürlük.

    hap gibi kabul edilen pek çok kavramı alıp bambaşka şekillere sokarak karşımıza çıkaran bir eser.
  • terence malick'in yıllar sonra çektiği ilk film olmasından ötürü yıldızlar iki üç dakikalık da olsa filmde oynamak için birbirleriyle yarışmışlardır. seçilmeyenler ve sahnesi silinenleri çıkarsanız bile filmde bir hayli yıldız bulunmaktadır. sean penn, nick nolte, john travolta, john cusack, woody harrelson, james cavaziel, george clooney, nick stahl, kirk acevado,adrian brody, jared leto,ben chaplin.
    bu yıldızların bazıları daha o zamanlar fazla tanınmamakla beraber şimdi kadroya bakınca muazzam diyoruz. gerçi bazı karakterler sadece birkaç dakikalığına filmde görünüp çıkıyorlar. örneğin john travolta, george clooney, nick stahl.
    film aslen james cavaziel (er witt), ben chaplin (er bell), sean penn( başçavuş welsh), nick nolte (yarbay gordon tall), elias koteas (yüzbaşı staros) karakterlerince paylaşılmış. onların yaşadıkları ve psikolojik çözümlemeleri ile geçiyor.

    ---spoiler---
    filmin başında kaçak er witt (james cavaziel) kendisini tropik adaların birinde yerlilerle ilkel ama son derece mutlu bir yaşam sürerken yakalayan abd devriye gemisi vasıtasıyla önemsiz görünen bir adaya üst kuran japonları o adadan atmak için gönderilen bir birlikte bulur. asıl önemli konuşması kendisini daha önce tanıyan başçavuş welsh'le (sean penn) geçer. başçavuş ona defalarca kaçtığını daha iyi bir dünya olup olmadığını alaycı şekilde sorar. er witt evet var onu gördüm der. filmin sonlarında japonlara esir düşmektense kendisini öldürtmesi yerlilerle cenneti yaşadıktan sonra cehennemi yaşamak istememesindendir. zaten çeşitli çatışmalar boyunca yüzünde, ölen arkadaşlarını uğurlarken hayatı anladım tebessümü belirir. o artık hayata üstten bakabilmektedir.
    başçavuş welsh ise sadece işini yapan ve savaşın anlamsızlığını ve aptallığını anlayan birisidir. yarbay tall yüzbaşı staros'a japonların elindeki iyi istihkam edilmiş tepeyi doğrudan cephe hücumuyla ele geçirmesini söyler. bu sırada çok sayıda adam kaybedilir. tepeyi yandan dolanarak daha geç ama daha az adam kaybıyla ele geçirebilirler ama yarbay buna yanaşmaz. onun için asker kaybı zaman kaybından daha önemsizdir.başçavuş cephe hattında kalan ölmekte olan bir askere canı pahasına acı çekmesin diye morfin götürür. yüzbaşı staros bunu bildirip senin madalya almanı sağlayacağım der. o sırada başçavuş sinirlenir ve "bu yaşanan sadece gösteriş,başka bir şey değil. eğer beni madalya almam için bildirirsen bu bölüğü kendin yönetirsin bundan sonra. ben çeker giderim " der. olayın özetini geçmiştir başçavuş. bundan sonra yarbay ile yüzbaşının emre itaat konusunda atıştığı muhteşem sahne yaşanır. yarbayın damarları sinirden patlayacak gibi şişer. sonucunda yüzbaşı yarbayın emrini dinlemez ve yandan saldırma kararı alır. akabinde, adamlarını kolladığı ve daha az can kaybı ama daha uzun bir zamanda hedefi ele geçirdiği için yumuşak davranmakla, sert olmamakla suçlanır ve yarbay bölüğü yüzbaşının elinden alıp madalya verilmesini sağlayarak cephe gerisine yollar.
    filmin belki en yürek burkan hikayesi er bell'inkidir. adam rütbelidir. karısını o kadar çok sevmektedir ki ondan ayrı kalmaya dayanamaz ve istifa edip onu yanına gider. savaş çıkınca da er rütbesiyle cepheye sürerler. adamı cephede hayatta tutan tek şey karısına olan aşkı, özlemi ve tekrar kavuşma tutkusudur. zaten defalarca onunla tekrar beraber olma hayallerini gösterir yönetmenimiz. neyse o kadar badire atlattıktan sonra uğruna hayatını, işini mahvettiği karısından mektup alır. karısı bir rütbeliye, yüzbaşıya aşık olmuştur. boşanmak ister. yönetmen, er bell'in mektubu aldığı andaki çaresizliğini ve acısını çok iyi yansıtmış. hareketleriyle aşırıya kaçmadan nasıl bir yıkıntı ve çaresizlik içinde oldugunu iyi göstermiş ben chaplin de.

    ---spoiler--

    kısaca dostoyevski canlanıp yönetmen olmaya karar verse ancak bu tarz bir film çekerdi herhalde. yönetmen savaş başlığı altında psikolojik bir film çekmiştir. her izlenildiğinde farklı şeyler alınabilecek bir filmdir. bazen küçük bir bakıştan, jestten bazen de kıyıda köşede kalmış bir diyalogtan. filmi bir cümleyle özetle derlerse "şu muhteşem dünyada doğayla içiçe mutlu yaşamak varken insanların birbirlerini boğazlayıp, öldürmelerinin anlamsızlığını anlatmış " derim.
hesabın var mı? giriş yap