• en az iki kere okunması gereken bir kitaptır.

    hem çocukken hem de büyüyünce.

    küçük eşyaların bırakıldığı ağaç kovuğunun gizemini hissedebilmeniz için çocuk olmanız gerekiyor.
    ve evet siz de romanın çocuk kahramanı gibi ortada dönen olayı kavrayamıyorsunuz. ve yetişkinlerin neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyorsunuz.

    büyüdüğünüzde yeniden okumanız gerekiyor. o zaman romanın ağaç kovukları ve yaz tatili maceraları ile sınırlı olmadığını ve ırkçılık üzerine yazılmış bir roman olduğunu anlıyorsunuz.

    kişisel not: çocukken filmini izleyip, sebepsiz yere atticus'a hayran kaldıysanız eğer;
    büyüdüğünüzde kaşlı, gözlü ve köşeli çenesi olan esmer erkekleri seçme ihtimaliniz yükselmiştir.
  • harper lee nin babasindan ve kucuklugunden esinlenerek yazdigi romanin filmi de muhtesemdir. muhtesemdir cunku,

    az-basroldeki kucuk cocuk scout bu filmle oscar'da en iyi yardimci kadin oyuncuya aday gosterilmistir, ki bu kisi henuz 10 yasindadir. filmi izleyenler ne kadar buyuk oynadigini gordukten sonra sasirabilirler fakat, bu filmden once herhangi bir oyunculuk deneyimi de olmamistir.

    gregory peck'i ise bu filmden sonra cok ayri sevmisimdir, super aktordur gozumde. imdb den arakladigim bilgilere gore, filmin cekimleri sirasinda peck, gercek atticus finch olan amasa lee ile tanismis ama filmin cekildigi zamanlarda amasa amca hayata gozlerini yummustur. bunun uzerine romanin yazari harper lee, babasindan kalma saati ve zinciri peck e hediye etmis ve peck de bu hediyeyi oscar toreninde uzerinde tasimistir. duygusal ve buyuk olay..

    ayrica, robert duvall da boo karakteri ile sinemaya adim atmistir.

    tum bunlarin yaninda, heralde cocuklugunu sokaklarda gecirebilmis her insanin kucuklugunu gorebilecegi film olmus, onu hissettirebilmistir. bu filmi ne zaman izlesem cocuklugumdaki perili evler aklima gelir, daha ne olsun. filmi izlerken de surekli bir roman okuyormus hissi alabilirsiniz, bunun icinde yonetmeni tebrik etmek lazim. tebrikler yonetmen.
  • kitabını okuyamadım henüz, alayım alayım dedim bir türlü nasip olmadı. baktım nasip olmuyor, bari filmini izleyeyim dedim.
    1962 yapımı filminden bahsedeceğim sizlere.
    o nasıl zamana meydan okuyan bir filmdir arkadaş!
    şimdi beni içine soksanız, çıkmak istemem, büyümek istemem... kalayım ben orada, tekerlekten yapılma salıncaklarda sallanayım, esrarengiz olayları merak edeyim falan, yaşar giderim.
    oyunculuklar müthiş, küçücük boylarıyla koca koca adamlara taş çıkartan afacanlar var.
    bir yanda çocuklar, bir yanda yetişkin dünyası, adalet, mahkeme, aile, empati, intikam, ahlak... ne ararsan muntazam biçimde konulmuş, hiçbiri de "ay ben burada olmadım gideyim" demiyor, öyle iç içe.

    --- spoiler ---

    çocuklarla başlayan bir hikaye, tekerlekten yapılmış salıncaklarda sallanmacalar, ağaç evlere çıkmacalar, koşturmacalar, mahallede oynamacalar, yeni gelen bir arkadaşı önyargısız hemen içlerine almacalar falan. unuttuğumuz şeyleri nasıl da aniden harekete geçirdi.
    iki kardeş ve yaz aylarında gelen bir arkadaş...
    yazın gelen arkadaşlarım vardı benim de, dedesinde kalmaya, her sene okul açılınca gidip, kapanınca gelirlerdi de arkadaşlığımızdan hiçbir şey eksilmezdi hani... bak nasıl tebessümle gözlerim doldu. en son yıllar yıllar sonra kuzenimin düğününde görmüştüm, nasıl da büyümüşüz ama gözlerinden tanımıştım hemen. gözler değişmez zira...

    sonra mahalledeki esrarengiz olayları, kişileri, yerleri merak edip araştırmak vardı hani... boo'da onlardan birisiydi işte, merak edilen, hiç görmedikleri, görmeye çalıştıkları boo. bazen sizin hiç görmediğiniz, bilmediğiniz kimseler, sizi çok iyi tanırlar ya, öyle işte.

    sağdan soldan bulduğumuz -ki filmde boo'nun bıraktığı- eşyaları kutularda saklamak vardır bir de. kutular hep özeldir, gizemlidir.

    çocuk korkusuzluğu var ya bi, ne olursa olsun birbirini tutmak, korumak- kollamak. öyle ki, babalarını kollamaya kadar gidiyor iş. bir evlat anasını babasını kurda kuşa yem eder mi tabii. isterse ordu gelsin, etmez. durur dim dik karşılarında.
    ve o çocuk saflığı, ortalığı yakar geçer! büyüklerin uzlaşamadığı, anlaşamadığı ne konu olursa olsun, o çocuk saflığı girdi mi devreye iş biter, ortalık dağılır, ortaklar barışır, azcık duyarlı olunsa savaşlar da bitebilir bence...

    korkulan bir komşu vardır hep, ne yapacağını kestiremediğimiz. scout'un bu kadına selam verip, kafasını karıştırıp, canını sıkıp kaçması falan... ben genellikle beni göremeyeceği bir yere geçip, onları gıcık edecek cevaplar yetiştirirdim öyle komşulara "inersem aşağıya!" diye edildiğim tüm tehditler de karşılıksız çıkmıştır.

    çocuk merakı da en yerinde sorularla gösterilmiş, bunun için "sorularla scout" başlığı bile açılabilir.

    ve yazın gelen arkadaşlarının babasına özleminden oluşan palavraları... insan gülsün mü ağlasın mı bilemiyor işte.

    bunların yanında bir de baba dünyası var. nasıl güzel bir evlat yetiştirmedir o. hem gereğince ilgileniyor, hem sözünü dinletiyor. daha ne istesin bir baba? çocuklara çocuktan ziyade bir birey olduklarını aşılayıp konu ne olursa olsun onların anlayacağı dilde anlatmak. bıkmadan, usanmadan anlatmak, uzlaşmaya çalışmak ve kestirip atmamak... hem anne, hem baba olmuş da atticus, hiç eksik bırakmamış evlatlarını.
    neler olduğunu anlatıp, "bu konu hakkında okulda laflar duyacaksın ama ne olursa olsun kimseyle kavga etmeyeceksin scout, anlaşıldı mı?"
    -yes sör!

    atticus aynı zamanda avukat, siyahilerin itelendiği, ezildiği, sömürüldüğü bir zamanda siyahi birinin avukatlığını yapıp ırkçılığa karşı nasıl da göğsünü gere gere ayakta durur. kimin ne dediğini, diyeceğini umursamadan nasıl da davasına sahip çıkar ve gereğini yapar. sanığı kurtaramaz belki ama insanlık adına, kalıplaşmış düşüncelere müthiş bir pencere açar.

    hele ki o mahkeme sahnesi, nasıl etkileyici bir sahnedir. göz kırpmadan izletti. atticus elinden geleni yapsa da jurinin siyahilere olan fikrini değiştiremedi elbette, çok bir şey beklemiyorduk onlardan da, adam değilsiniz olm!
    atticus'un mahkeme salonundan çıkış sahnesi yok muydu hele, bütün siyahilerin saygıdan ayağa kalkması ve papazın scout'a "ayağa kalk scout, baban geçiyor" demesi... bak yine tüylerim diken diken oldu.

    siyahiyi savunduğu için düşman olan diğer taraf, psikolojik baskılar, tehditler, yüzüne tükürmeler ve en sonunda atticus'dan intikam almaya çalışıp çocuklarına saldırmışken boo'nun yardıma koşup çocukları kurtarması ile bob'un (bob du sanırım) ölmesi, beter olsun şerefsiz herif! el kadar çocuklardan ne istiyorsun? belki kendi kızına yaptığı eziyeti onlara da yapacaktı, bak o kısım çok iyi anlaşılmadı. belki adam manyak ve çocuk tacizcisi, bu yüzden çocuklara saldırdı falan?
    ve bu yüzden belki şuradaki mutlu mesud ağaçların altından evine gitmeye çalışan çocuklara saldırdı?
    iyi de neden başka çocuklar değil de bu çocuklar diyoruz ve bu kısmın nasıl da anlaşıldığı ortaya çıkıyor işte, olay tamamen intikam gençler.
    neyse ki gizli dost boo, geliyor da anasından doğduğuna pişman ölüyor mikrop.

    sonra bob'un kızına yapılan -yaptığı- saldırının -ve taciz mi demeliyim- ört bas edilip başkasının üzerine yıkılması. kız da doğruları söyleyemiyor zira mahalle baskısı tee o zamanlardan varmış yani, daha da bitmez diyim ben.

    ani bir kararla filmin başına dönüp durumu iyi olmayan insanlara nasıl davranılması ve utandırılmaması gerektiği de vurgulanmıştır. nasıl bir nezaket! çocuğum olursa çizgi film yerine bu filmi izlettiricem, hadi bakalım.

    bir de empati olayı var, ince ince nasıl da işlediler hayretle irkildim.
    "birini tanımanın en iyi yolu, kendini onun yerine koyup, onun ayakkabılarıyla dolaşmaktır."

    son sahne de ayrı bir dokunaklı... çocukları kurtarmak için bob'u öldüren boo... içine kapanık, ailesi tarafından işkence gören, hiçbir şekilde kimsenin göremediği, bilmediği, tanımadığı boo...
    bob'u boo'nun öldürdüğünü mahkemeye bildirmektense "kendi bıçağının üzerine düşüp kendi kendini öldürdüğünü" bildirmeyi seçiyor şerif.
    zira aksi olursa, böylesine kendi dünyasında yaşayan boo'nun yoğun ilgi ve sevgi gösterilerine maruz kalıp huzurunun kaçacağını, dünyasının yıkılacağını düşünüyor.
    her ne kadar bob çocuklarına saldırıp, onları öldürmeye niyetlenmiş ve onlara zarar vermiş olsa da yine de avukat ya, adil yanı tutuyor atticus'un, içi rahat etmiyor. ama şerif'in ve scout'un sözlerine uyarak durumu kabulleniyor. zaten aksi, bülbülü öldürmek olurdu...

    "sebepsiz yere öldürülmüş bir zenci var, bunun sorumlusu olan adam şimdi ölmüş bulunuyor. bu kez ölüyü, ölüler gömsün bay finch"

    adalet bazen de böyle geliyor işte...
    ölüyü şimdi ölüler gömüyor olmalı.
    --- spoiler ---

    gideyim de tez vakitte kitabı temin edip okuyayım ben en iyisi mi, az öyle içerleneyim.
    bi değişik oldum, mal oldum, sincap gibi bir şey oldum yeminle.

    eyseyirler diler, çocuksu özlemlerinizden öperin.
  • çocuk oyuncuların oyunculuklarıyla hayran bıraktığı, gregory peck'in yine muhteşem olduğu film. kitabını okumadım, filmi izlemeden okumuş olmayı isterdim. kitabın ya da filmin anlattığı günümüzde belki yeni bir söz değil, ama tekrar tekrar hatırlanması, hiç unutulmaması gereken bir konu.

    --- spoiler ---

    filmin en etkileyici sahnesi burada pek çok kişinin de bahsettiği gibi atticus mahkemeden çıkarken tüm siyahilerin ayağa kalktığı sahneydi. benim için ikinci etkileyici sahneyse adaletin adalet sistemiyle -ne yazık ki- elde edilemeyeceğini gördüğümüz son sahneydi. herkes mahkemenin (jürinin) kararının yanlış olduğunun o kadar farkındaydı ki, boo adamı elleriyle öldürerek ilahi adaleti tecelli ettirdiğinde yasanın temsilcilerinden biri olan şerif bile cinayete sessiz kaldı, boo'yu adalete teslim etmeyi göze alamadı. adalet için adaletin ellerine bırakılsaydı boo, bir bülbül daha ölecekti. bu durum filmde insanı tam tatmin etmeyen bir rahatlama yaşatsa da bunu genele dökmek insanı gerçekten sıkıntıya sevkediyor.

    --- spoiler ---

    kitabın okunmasıyla yıllar sonra gelen spoiler'lı edit: naif bir roman kendisi. film tek başına yeterli ve güzel gibi ama tabi kitabı okuduktan sonra ayrıntıdan ne kadar yoksun olduğu farkediliyor. scout ile dill'in aşkı, çocukların kiliseye gitmeleri, alexandra hala gibi önemli noktalar ister istemez es geçilmiş belki ama bunların eksikliğinin dışında sanırım bir fark da var filmle kitap arasında. o da tom robinson'ın ölümüyle ilgili. kitapta tom, hapishanede idman saatinde birden çıldırıp çite tırmanmaya başlıyor ve bu kaçış denemesi esnasında on yedi kurşunla öldürülüyor. tom'a yapılanları fazla bulan alexandra hala'ya atticus, onun iki yüz zenci içinde sadece kaçmaya çalışan bir mahkum olduğunu söylüyor. kazanma şanslarının yüksek olduğunu düşündüğünü, bunu tom'a söylediğini ancak tom'un beyaz adamların ona tanıdığı şanslardan bıkarak kendi şansını kendi yaratmaya karar verdiğini de ekliyor sözlerine.

    filmde ise; tom'un mahkeme sonrası, mahkemeden başka bir yere götürülmesi esnasında kaçmaya çalıştığını, polisin kaçmasını engellemek için ateş ettiğini ve hedefi şaşırarak onu öldürdüğünü öğreniyoruz. atticus, kitapta olduğu gibi, tom'a umudunu kaybetmemesi gerektiğini, temyizde kazanma şanslarının çok yüksek olduğunu söylediğini anlatıyor. gerçi mahkeme çıkışında bunları söylediği anda tom'un yüzünde umuttan çok vazgeçmişlik ve pes etmişlik vardı, atticus'a "bi git başımdan avukat" der gibi bakmıştı ama ben yine de olayın şu şekilde gerçekleşmiş olabileceğini düşünüyorum: atticus çok umutlu, bunu tom'a söylüyor. bu umut üzerine onun kaçma olasılığının düşük olduğunu, tom'un aslında kaçmadığını, kaçmış gibi gösterildiğini ve bu süs altında öldürüldüğünü düşünüyor. temyize gidilip de cidden atticus'ın düşündüğü gibi tom suçsuz bulunsaydı, pek çok beyaz bundan hoşnut olmayacaktı. tom'un mahkemede suçsuz bulunması ihtimali ewell ya da diğer 'redneck'ler için o kadar korkunçtu ki, mahkemeden bir önceki gün tom'u öldürmek için toplanıp gelmemişler miydi? neden sonrasında da temyizde aklanacağını ve bunun işlerine gelmeyeceğini düşünen bir beyaz tarafından öldürülmüş olmasın ki? eğer durum böyleyse, ikinci öldürme girişimleri başarılı oluyor ve kafesteki bülbül, özgürlüğüne yaklaşacağı hissedildiği anda öldürülüyor.

    bir de alakasız not: mahkeme günü siyahiler daha keskin tadı olan nehi kola içiyorlar. nehi, günümüzde rc olarak bilinen royal crown kolanın eski adıymış.
  • keşke annem babam bu kitabı bana küçükken okutsaymış da scout'un henüz 9 yaşında fark ettiği şu gerçeği anlasaymışım: "sonunda insanların garip yaratıklar olduğuna, zorunlu olmadıkça uzun uzun onları düşünmemeye karar verdim"

    umarım günün birinde scout gibi bir kızım olur ve bu kitabı onunla birlikte yeniden okuruz.
  • su an izledigim bir filmde adi gecti, harper lee'nin yazmis oldugu bu kitap.

    nasil temin ederim bilmiyorum gerci. yazarin 1936'da yasadigi bir olaydan sonra kaleme aldigi bir esermis; ama adi hosuma gitti ve ilgimi cekti. bir cok bilgi de var. bilinen bir kitap olmasina ve kitaplarla oldukca hasir nesir olmama ragmen daha once hic duymadim. bir sekilde bulup okuyacagim. arastirdim. konusu da hos bir seye benziyor.
  • harper lee'nin yazmış olduğu kitap amerika'da zencilere yapılan ayrımı anlatmak için kaleme alınmış. nedense bende bir 'yeşil yol' havası uyandırdı bu kitap. sadece ten renginden ötürü tecavüzle suçlanır ve hiç bir kanıt olmamasına rağmen sonu hüsranla biten bir hikayedir. yalnızca bu masum esmere yapılan yetmez onu savunan kasabanın en iyi ailelerinden biri olan beyaz savcıda nasibini alır.
  • irkcilik ve onyargi gibi kavramlari sorgular ve sorgulatir. irkcilik karsiti bir hikaye olmakla birlikte aslinda bir cok toplumsal durumun analizi gibidir.

    toplumun, yetistirildigimiz ailenin dusuncelerimiz uzerindeki etki ve yonlendirmesinin mesajini verir. onyargilarimizla dogar miyiz yoksa onyargili olmayi ogrenir miyiz? mesela.

    "lawyers, i suppose, were children once" yani avukatlar da bir zamanlar cocuktu der. scout ve cecil jacobs da zit goruslere sahip ailelelerde yetisen iki ornektir bu noktada. aralarinda cikan tartisma sonucu scout jacobs'la kavga eder. bunun sonunda atticus scout'a sebebi ne olursa olsun kimseyle kavga etmemesini ogutler. bu martin luther king'i ve "love your enemies" hatirlatir.

    atticus kendi dogrularini savunmak ugruna toplumu karsinida almasi da baska bir mesajidir.
    bu da filmin en etkiliyeci sahnelerindendir.
  • harper lee'nin ilk ve tek kitabidir.

    (bkz: zirvede birakmak)
  • benden çok daha doğru tespitler yapabilen bir küçük kızı içerisinde bulunduran harper lee romanı.
hesabın var mı? giriş yap