• olayın bir şehir hatları vapurunda yaşandığını belirterek girizgah yapayım. yılbaşı gecesi büyükada'da bir arkadaşın evinde kalınır, ertesi gün 12:30 kadıköy vapuruna binilir, hava güzel olduğundan vapurun dışında kıç tarafındaki koltuklardan birine oturulur arkadaşlarla. ilk 15 dakika her şey normal bir vapur yolculuğu şeklinde seyreder, taa ki hemen yan koltukta oturmakta ve her halinden akşamdan kalma olduğu belli olan, sarhoş ama 15 dakikalık kulak misafirliği sonucu hoş sohbet olduğu anlaşılan amcanın çantasından kemençeyi çıkarmasına kadar. yanında oturan genç arkadaş da klarnet çıkarır ve başlarlar yavaştan çalmaya bunlar. çevredekiler ilk önce yadırgasa da sonra tebessüm eşliğinde merakla izler, sonra baktılar tepki iyi, müzisyenler iyice coşar ve bir horon havası çalmaya başlarlar, tam o anda 8-10 kişilik bir arkadaş grubundan cevval 4 genç orta yere fırlar ve horon tepmeye başlar, çevreden bir kaç kişi daha katılır ve yaklaşık 8-10 dakika horon teperler, biz dahil çevredekiler de alkışla tempo tutarız. lan nooluyo demeye kalmadan, bu sefer iyice havaya girmiş amca ile yancısı oyun havasına geçerler, bir anda ortalık ana baba gününe döner, gerdan kıvıranlar, biraz önce emekli memur havasında otururken bir anda nesrin topkapıya dönüşenler ortalığa saçılır. bu sırada vapurun alt katından, üzerlerine çöken horunun etkisiyle "nooluyo lan yukarıda acaba" merakıyla koşup gelenler de seyre durur. kadıköy'e yanaşmaya yakın eğlence sonlanır. sonuç olarak bu fantastik yolculuk boyunca beni şaşırtmayan iki şey olur, birincisi arkalarda bir yerde gördüklerine inanamayıp fotoğraf çeken japon (ki inansa da çekerdi ya o ayrı mesele), ikincisi ise kendi kendimizi eğlendirmeyi ne kadar iyi başaran bir millet olduğumuz.
  • 90'lı yıllardan biridir, bu sefer hayattan dersini almış ve uykusuz bir şekilde vapura binmemesi gerektiğini öğrenmiş "druid" kişisi (bkz: #7870104) lisesinden x bir nedenden ötürü geç çıkmış, evine gitmek üzere standart yağmurlu ve soğuk sonbahar-kış mevsiminde karaköy iskelesine doğru yol almaktadır. iskeleye geldiğinde zaten vapur tayfasından pek bir kimsenin kalmayacağını tahmin ediyodur. muhtemelen sıkıcı bir 20 dakika olacaktır. vapur yanaşır, neyse ki güruh bu sefer çok kalabalık değildir, işten çıkan insanlar çoktan evlerine varmışlardır. kalorifer kenarında yer kapmak için birazcık acele edilirse durum gayet müsaittir. 2şer 3er adımlarla, gençliğinin verdiği radikalliğin adına* yağmur-çamur demeden ayağındaki converselerden vazgeçmeyen genç, donaraktan kaderin ve ısı dalgalarının onu çağırdığı en yakın kaloriferin dibine yerleşir. üstündeki ıslak montunu çıkarır ve sony walkmaninin play düğmesine basar. havaya uygun olarak vitalogy albümü çalmaktadır. 5-6 dkk sonra bugs başlar, gözleri kalorifere dalmış ısınmaya çalışan insan bi anda kaloriferde bi hereketlenme hisseder. ızgaradan yukarı* bir hamamböceği çıkmış ona bakıp antenlerini sağa sola sallamaktadır. hamamböceğinin iğrençliğinden yada herhangi refleksten öte, böceğin hareketlerinin şarkıyla olan uyumundan dumur olan ve alt çenesi deniz seviyesine düşmüş olan aynı şahıs, buna başka birilerinin daha şahit olup olmadığını görmek için soluna bakar ama sadece 2-3 metre ilerde ostura ostura uyuyan bıyıklı bir yurdum insanımız vardır. şarkının sonlarına doğru böceğimiz tekrar ızgaranın içine girer ve sıcak mutlu yuvasında gözden kaybolur. ağzı açık aynı "druid" kişisine de eve kadarki kalan yolculukta ve "bugs" parçası ne zaman nerde çalsa; hamam böceklerinin insanlardan milyonlarca yıl önce ve hala nasıl var olduklarını, iğrençliklerinin ardında gizli bir zeka taşıyıp taşımadıklarını, bizimle iletişim kurmak için mi duvarlarda ve yerlerde garip garip döndüklerini düşünür durur. hamamböceği öldürmek mi? yok almayim, bizim ortak bir geçmişimiz var...
  • eminönü – üsküdar vapurundayım. akşam saati, kalabalık epey. hanım ablanın biri koltuğun kenarında oturuyor, gözümle işaret ediyorum hani ilerlesin de ben de çökeyim diye. anlayıp diyor ki “ama ben yakında incem siz geçin” . zaten söylediği anda saçmaladığını anlamıştı çok üzerine gitmedim. “ nasıl yani” deyip güldüm.

    o kadar alışmış ki aynı hikayeyi anlatmaya süper oldu.
  • yıllar önce bir gün vapurun kıç-alt kısmında yere kıvrılmış, projeyi n'apacağımı düşünerekten deliler gibi tırnak etlerimi kemiriyordum ki; aniden bir adam kucağıma bir tırnak makası bırakıp gitti. salak salak makasa bir süre baktıktan sonra, kafamı kaldırdığımda haydarpaşa sahilinde iki tipin bana el salladığını gördüm, biri de arada tırnak kesme işareti yapıyordu sırıtaraktan...
  • bir insan altı yedi yılını hatta fazlasını, haftada 5 defa vapurla kıta değiştirerek geçirirse sık sık rastlayabileceği durumlardır. aklımda kalmış üçüncü biri de şu çeşit bir anıdır, ancak bu sefer ki dumur durumun iki ana özelliği var: birincisi, olay vapurda değil hemen vapurdan indikten 1-2 dkk sonra gerçekleşmiştir. genede "vapurdan indikten sonra yaşanan dumur olaylar" diye yeni ve kullanışsız bir başlık açmamak için buraya yazmak mantıklı olacaktır.ikincisi, olay benim başıma değil yanımda yürüyen arkadaşımın başına gelmiştir*. bu sefer okul dönüşü değil ama gene yıllar önceki okula giderken vapurdan karaköy'de* inilir bir yandan muhabbet ederken okulun yolu tutulur. bi ara şap diye bir ses gelir ve arkadaşlardan birinin bizimle birlikte olmadığı anlaşılır. arkamıza döndüğümüzde "hasiktir ya, kuş mu sıçtı..." mimiklerinde yavaşça elini kafasına götüren arkadaşımızı görürüz, fakat elinde beklediğinden biraz daha farklı bir şey tutmaktadır. kendisi dumur, biz dumur bakarız elinde duran yarım istavrite e sonunda dayanamaz koparız tabi bi yerde... ama işin komik yanı bu yarım istavritin nerden gelmiş/atılmış/düşmüş olabileceğidir. etrafa eblek eblek bakılır, gizli şaka kameramanı yada mantıklı bir cevap bulunamaz, zaten sabahın köründe böyle bir nişancılık ve şaka anlayışı olan birini bulmakta pek sıradışı bir durum olacaktır... derken, yukardan bir ses duyulur... kraaaa, kraaaa** ve böylelikle olayın sırrı çözülmüş olur. evet, sizin de tahmin ettiğiniz gibi filmin sonunda anlaşılır ki: martılar bokları kalmadığında yada kabız oldukları durumlarda, atıcılık becerilerini kaybetmemek için yarım istavritleri kulanarak insanlar üzerinde ki nişan alma ve bombardıman çalışmalarına devam etmektedirler.
  • bir gün adaya giderken vapur kaçırılmış ve güç bela motorda yer bulunmuştur..

    hemen yanı başımda oturan çocuklu, elleri torbalarla dolu kadın, motor kalktıktan biraz sonra çocuğunu ve torbalarını bırakarak kaptan köşküne girer... o girince kaptan dümeni kadına bırakarak köşkten çıkar ve para toplamaya başlar...

    benim ve diğer yolcuların ifadesi herhalde o kadar şaşkınlık doludur ki kaptan açıklama yapma gereği duyar... "merak etmeyin kocası kaptan... "

    şimdi bu mantığa göre kocası cerrah olan kadınların da ameliyatlara girebileceğini düşünebiliriz netekim...
  • bayagi eskiden, zaman zaman acilan en alt katta (bodrum demeliydim belki de) otururduk, burasi penceresiz, izbe ve pis oldugu icin hanim teyzelerin, ise giden pantalonu utulu sik amcalarin pek itibar etmedigi bi salondu ama vapur cok dolu oldugunda sabahlari acilir, tum bu bahsettigim sik karakoy bankalar caddesi is ahalisi dolusurdu. oyle kalabalik olurdu ki, neredeyse omuz omuz oturulurdu.

    bir gun bir ogleden sonra okul cikisi yine kapisini acik gorup bu salona indik, o saatte bos tabi, sakin, istedigimiz gibi yayiliyoruz koltuklara, hatta uzanip yatmisligimiz bile var. oturuyoruz 3-5 kisi uzak koselerde, o sirada koltuklarin birinin altindan bi fare cikti, normalde evde gorsem iki sokak uzaga kacardim ama nedense orada o fare cok normal gorundu gozume, yedigimiz simitlerden yere koyduk daha da yaklasti, yedi simidi, bi daha verdik falan, fareyi besledik guzelce...
  • vapurun üst katında kapalı bölümdeyim. ancak bir yer var ki üstü kapalı olmasına rağmen yanı açık ve zincirler var. (bunun özel bi adı filan varsa bilmiyorum. her vapur böle değil ama yamulmuyorsam. üst kata çıkmak alışkanlığım değil) neyse bu bölümün orada oturdum, karşımda da bir adam. adam önce kendi kendine konuşmaya belki şarkı filan söylemeye başladı. mırıldanıyor filan. ben kilitlendim adamı izliyorum, ne yapıyo filan diye. neyse bu bi ara ayağa kalktı, zincirlerin oraya gitti, zincirleri aştı. elim ayağım boşaldı, ayağa filan kalktım da tırsıyorum adama bi şey demeye. sağa sola bakıyorum insanlar oturuyorlar kayıtsız, fütursuz oturuyorlar. "aaa bak kuş" havasında hepsi. hangisine dümur olayım bilemeden adam, kendini epey bi sarkıttıktan ve beni adamakıllı perişan ettikten sonra, geri döndü. ben de yerime yığıldım.

    bu da böyle bir anımdır aklımdan hiç çıkmayan.
  • yanımdaki kızın martıya attığı simitle hayvanı kafasından vurması...martının afallaması...hafif bir pikenin ardından yoluna devam etti kuşcayiz..
  • kadikoye gidilirken haydarpasaya gelmeden onceki silolarin oldugu noktadasinizdir. disarda oturuyor ve yaninizda iki kiside konusuyordur
    -abey istanbul cok guzelmis yafss!
    -valla ole be gulum bende once sıkıldım ama alistim!
    -hilmi abi bu ne be abey (yukleme yapan tankerleri gostererek)
    -onlara denizalti diolar. belli bi derinlikten sonra denizin icine giriolar ordan gidiolar
    -vayyy bee!!!
hesabın var mı? giriş yap