357 entry daha
  • henüz bir fakülte öğrencisiyken ilk defa colin higgins 'in oyunu harold ve maude 'da izmir’de izlediğim ve kulise giderek tanışma onuruna eriştiğim, sonra ‘kent oyuncuları’ olarak turnede bulundukları ankara’ya peşlerinden -deyim yerindeyse ördek yavrusu gibi- giderek elimde bir kutu pastayla kulise daldığımda, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana sarılarak ‘mezun olduğunda gel, seni grubumuza alalım’ sözleriyle beni havalara uçurmuş, ancak mahzun bir şekilde ‘ama ben yabancı dil öğrencisiyim yıldız hocam’ deyişim karşısında ise duygusallaşmış çok eşsiz, duayen bir tiyatro sanatçısı, zarafet ve disiplin timsali bir hanımefendi; evrensel bir kimlik. kesinlikle.

    o tanışma ve buluşmaların akabinde, birkaç yıl sonra itk’da ingilizce öğretmeni olarak göreve başladığımda ise konuk olarak kolejimize davetli geldiği zaman gururla eşlik etmiştim, ne güzel anlardı... sözlükte hakkında bir entry girmeden önce, fb hesabımda onunla çekilmiş 1-2 fotoğrafımı paylaşmıştım. artık bu dünyada yaşamayacağını bilsem de, bu muhteşem sanatçımızla bir araya gelerek sohbet etmiş olmanın hazinelere bedel bir zenginlik kattığı bilinciyle garip, hüzne bulanmış bir mutluluk da duyuyorum öte yandan.

    ve artık yok? biricik kardeşi müşfik kenter, sevgili eşi şükran güngör yanınıza neden çağırdınız ki? hep bizimle kalsaydı ne olurdu ? onun tıpkı amerika’daki ‘özgürlük heykeli’ gibi yıldızlara uzanan, her yerden görülebilecek dev bir heykelini yaparız ama değil mi??? yaparız.
  • türk tiyatrosunun duayenlerinden devlet sanatçımız. kıymetli.

    yıldız kenter'in babası ali naci beyi ailesi okuması için iskoçya'ya yolluyor. londra'da tanıştığı yıldız kenter'in annesi olacak tek çocuklu kadın olga'ya aşık oluyor. istanbul'a geliyorlar ama aile yabancı gelin istemiyor. sevdiği adam uğruna müslüman oluyor, nadide ismini alıp çarşafa bile giriyor. ali naci, ismet inönü'nün kalem müdürü oluyor ama karısının yabancı olması o dönem itibariyle-işgal yılları yani, sorun yaratıyor ve istifa ediyor ama ali naci beyin hayatı kayıyor ve fakirlik yılları başlıyor.

    yıldız kenter o günleri ayşe arman'a verdiği röportajda şöyle anlatıyor:

    ''- en son ben doğmuşum çamlıca’daki köşkte. ama bütün eşyalar zaten satılmış. beni saracak bez yok, çarşaflar yırtılıyor filan. sonra köşk de satıldı. ben kendimi bildim bileli fakirdik.

    - 6 kardeştik. ingiliz gávur ana, her daim sarhoş bir baba... ama sevgi dolu bir aile. fakirdik ama mutluyduk. babam, içmediği zamanlarda inanılmaz iyi bir insandı. müthiş bir centilmen. evimiz dağınıktı, annem tertiple düzenle pek ilgilenmezdi. zaten bütün bu sefaletimize rağmen, evde hep bir yardımcı vardı, nereden nasıl bulunurdu, onlara para ödenir miydi bilmiyorum. hepsi de bizim evimizde yatarlardı. ama ev, zaten yol geçen hanı gibiydi. hastaneden çıkartılmış, 2 çocuklu kadın, sokakta dilenen bir nine, zerzavatçı, mösyö dörö diye bir kaçak fransız, cok diye iskoç, bir de üstüne sokak kedileri, köpekleri... garip bir aileydik. etraftan tuhaf bakarlardı. bir gün hiç unutmuyorum, yine kavga ettiler, babam hepimizi evden kovdu. sarhoştu. annem de topladı bizi, babamın arkadaşlarından birinin evine gittik. e orada kalacak halimiz yok ya, akşam geri döndük tabii. o da ne! bütün komşular pencerede, ne oluyor diye bir baktık, babam var olan üç beş parça eşyamızı toplamış, kapının önüne yığmış. komşular soruyor, ne oluyor diye. evde badana var da diyoruz, babamızı korumaya çalışıyoruz. bu arada baba aç kapıyı diyoruz, açmıyor. bulaşık kapları, domatesler ve tuzluklarla birlikte biz de bekliyoruz, kapının önünde...

    - ingiliz sefareti’nden birtakım adamlar geldi eve. güya bizi kurtaracaklar. bizi ingiltere’ye yollamak istediler, eğitimimizi ingiliz devleti üstlenecek, sosyal güvencemiz olacak... annem, onları eve bile sokmadan gönderdi. babamı görmelerini de engelledi, çünkü babam içeride sarhoş yatıyordu. "ben gitmek istemiyorum. benim çocuklarım türk. babaları da türk. onlar burada, babalarının yanında büyüyecekler..." dedi. babam, annemi boşayabilirdi. o yapmadı, bunu gurur meselesi haline getirdi, kendince annemi onore etti. annem de ona, ingiliz hükümetine sırt çevirerek karşılık verdi.

    en büyük pişmanlığım:

    - rockefeller bursuyla amerika’ya gidecektim. gitmeden önceki akşam, babamla kavga ettik. içkisi yüzünden. "birkaç sene yokum. üç beş arkadaşımı veda yemeğine çağırmak istiyorum. ne olur bu akşam içmesen baba" dedim. acayip sinirlendi. "cehennemin dibine kadar yolun var. git, gelmez ol. gelecek olursan da beni bulma inşallah" dedi. bu sözler kıymık gibi battı yüreğime. kavgalı ayrıldık. ama sonra güzel bir mektup yazdı: "aklım orada diyorsun, yüreğim buruk. af diliyorsun sonra da. anam suratlı kızım, sen de biliyorsun ki, af dilemesi gereken benim. diliyorum da nitekim. ama ne olmuş yani, bağırdık, çağırdık, attık içimizdeki pisliği, arındık. bitti. hayyam’dan bir dörtlükle kapatıyorum yavrum bu bahsi: neylesem bu benim iç kavgalarımla/ pişmanlığım, kendi düşmanlığımla/ sen bağışlasan da, ben yerim kendimi/ neylesem bu yüz karam, bu utancımla..." ne yazık ki canım babam, bu mektubu yazdıktan sonra öldü. çok gençti, 61 yaşında. yanında olamadığım için çok pişmanlık duydum.

    - annem de zatürree gibi bir şey oldu, iyileşti. tekrar yatağa düştü, hastaneye kaldırdık. o gün oyunum vardı. gece geldim hastaneye, "anneniz iyi" dediler, yanında kalmak istedim, ama ertesi gün de iki oyunum vardı, tiyatrodan arkadaşlarım "iyiymiş, hadi gidelim" dediler. uydum onlara, sabah 4’te telefon çaldı. "annenizi kaybettik" dediler. çok fena oldum. ne annemin ne babamın ölümüne yetişebildim.

    - evde genellikle türkçe. ama araya ingilizce girerdi.

    - anne-babam en çok güner ablamı severlerdi. - ablam güner’i. sonra da en küçük bebeği müşfik’i. güner, raşitikti. cumhuriyetin birinci yılında 29 ekim’de annemi ankara’da hastaneye kaldırmışlar. ve babama sormuşlar "anneyi mi kurtaralım çocuğu mu?" anneyi, demiş babam. karnını yarmışlar ve güner’i çıkarıp bir faraşın üzerine koymuşlar. annem de hep anlatır, tanrım koru o küçük bebeği diye nasıl dua ettiğini. ama faraşta yaşamış ablam. ona çok zaafı vardı. güner’i bir gün yatağa yatırdılar, çikolatalar, şekerler, çekirdekler filan. güner de böyle yatıyor. sonradan öğrendim ki, güner regl olmuş, annem ona bir kutlama yapıyor. ben de o günü bekliyorum, ben de yatağa yatacağım, çikolatalar, şekerler. o gün geldi, ben tuvaletten bağırıyorum, "anneeeee geeeeeel" kapı da kilitli. "geldim aç kapıyı" dedi. heyecan içinde açtım, beni de kutlayacak diye. bir tokat. "bir daha kapını kilitleme!" diye.

    şimdi bakınca geriye, heyecanla takdir edilmeyi beklediğim anlarda tokat yediğimi hatırlıyorum.''

    kaynak: 22 nisan 2007- ayşe arman röportajından bir bölüm. tamamı için:

    https://www.hurriyet.com.tr/…in-muthis-aski-6378063
  • (bkz: yıldız kenter/@minnoklokumcuk) 4 yıl önce bugün vefat etmiş duayen sanatçımız. rahmetle.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap