• açık bir alanda sırt üstü yatıyorum ve gökyüzü kuşatıyor beni. büyüklüğü karşısında güçsüzüm. öylesine uçsuz ve bucaksız ve uzakta ki, kendi önemsizliğim elle tutulur hale geliyor. ama gökyüzünün beni reddettiğini hissetmiyorum. onun bir parçasıyım ben, ufacık elbette, ama müthiş muazzamlığın yanında her şey ufacık kalır. ve yıldızlara, gezegenlere ve hareketlerine yoğunlaşınca, karşı konulmaz bir makine, saat gibi bir düzen duygusuna, ne kadar kendini beğenmişçesine yüksek amaçlarımız olsa da yanında cüce gibi kalacağımız ve kibirimizi kıracak bir boyutta, mükemmel işleyen bir hassasiyet duygusuna kapılıyorum.
    *
  • farklı bir bakış açısıyla yaklaşırsanız olabilecek en farklı ve yeri geldiğinde tüylerinizi diken diken edebilecek bir eylemdir. çünkü çıplak gözlerinize geçmişi gösterebilecek tek şey yıldızları seyretmektir.
  • öncelikle bilmenizi istediğim bir şey var; bu yazıyı sahilde, titreten nisan soğuğunda, yıldızların altında yazıyorum.

    tek başımayım fakat hiç korkmuyorum çünkü ay var, önce ona selam verdim: merhaba sevgilim! sonra denize... deniz selamımı aldıktan sonra hırçınlığını yitirdi, bir deniz ne kadar yitirebilirse o kadar yitirdi. insan hiç bir denizi, suyu okşamak ister mi? ben okşadım.

    burada ölebilirim fakat ölmek istemiyorum. sadece bir parçası olduğum bu manzaranın içinde erimek, kaybolmak, içine karışmak istiyorum. ben iliklerime kadar aşığım bu manzaraya, sırılsıklam aşığım. çocukluğumdan beri aşığım hem de, belki de doğduğum andan, annemin karnına ilk düştüğüm andan beri aşığım. biraz sarhoşum ve "gözlerim doluyor aşkımın şiddetinden, ağlamak istiyorum". çıplak ayakla ıslak, buz gibi kuma bastıkça yaşadığımı hissediyorum. sadece ayak izim çıkacak kadar sert basıyorum kumlara, yürümüyor da bir nevi kayıyor, uçuyorum. küçükken hep yaptığım gibi iki ayağımı da kumların içine gömüyorum, ben gitmek istesem de bu ufacık taş yığınları gitmeme izin vermesin diye...

    şimdi denize girsem, yüzüm yıldızlara dönük kaybolana dek içinde ilerlesem bu denizin, ölmüş sayılabilir miyim bu kadar yaşarken?
  • her gün iş yerinde iken o anı hayal ediyorum. tam balkonumun dibine yerleştirdiğim yatağıma uzandıktan sonra sağa dönük yatarak onları seyre daldığım o anları. şu suya bak, şu ağaca, şu giden insana, şu gözlerindeki nemi saklayıp arkasını dönüp giden adama bir bak. çaresiz başını önüne eğiverene, gözlerini kaçırana. bugün burada biri ölüverdi ona bak. kayıp giden ömürlere bak. bavullara bak. şu yolculuklara. yani kısacası şu yaşadıkların, akıp giden şu zaman yani işte, şu gece vaktinde, hepsi birden, bir şey, küçük bir şey bırakacaklar kaleminin ucuna.

    yıldızlar...
    uzaklarda, çok uzaklarda ışıkları açık unutulmuş beyaz evler. içerisinde türküler, dolunay yüzlü sevdiğin, küçük prens, terasın, şu üşüten zaman, sardunyalar, yayla tutyaları, dağ tutyaları, sigaran, bitmeyen, soğumayan, hep taze kalan bir demlik çay ve elbet hatıraların var. orası bir öteki oda sana. sen... orası o kadar siz, yani kendiniz, yani içiniz. o yüzden 4+1 eviniz. bir sigara odası, bir vuslat odası orası. ay'a bir selam verilir ve dağlardan geçilir. bir tesbih asılı kaldığı ağaçta her rüzgarla 'huu' der. bir zikre mütemadi devam eder hatıraların emanetçisi. bu yolda rüzgarın sesi, sahra yağmurlarına katışır. böyle rüzgarlı bir akşamda hele yağmurun sesi suya katışmışsa bir aşığı yerine kim raptedebilir? köpekler ağlaşır. sahibini bekleyen gözü yaşlı birileri bir mezarın üstünde uyur. ağlar demeliydim. bazen bir asmayı uzatırsın oralara. bazı bazı da dünya tepetaklak olur. ters düz olur bütün bir alem. insanlar düşmemek için evlerine tutunur. evleri... sen yıldızına kaçarsın, uzaklara. altında kocaman deniz. koyu mavi. hani o ilkokul defterlerindeki gökyüzüne olta sallayan adam gibi sallayıverirsin sen de oltanı aşağılara. şaşarsın. oltana şiirler takılır, şarkılar, zarfsız mektuplar, 100 defa okunup üzerine göz yaşları akıtılmış mektuplar, bir çantaya saklanılmış epeski anılar, sonlar, su şişeleri, mavi, sarı, siyah, 9 10 yıllık bir aşığın gözleri, sakız çöpleri, bir günlük, güzel gün fotoğrafları, 23 nisan resimleri hepsi hepsi anıların takılıverir oltana. hem de en saçmaları bile. ah bir de onun o bembeyaz yüzü ve masmavi gözleri... bir kez daha bakarsın onlara. yıldızlarda ağladığında gözyaşların nerelere akar. yağmur derler. öyle tatlı olur geceleyin köpek sesleri. sevilir mi bu? hop talihine oltana bu ses de takılır. bütün sevdiğin o şeyler... işte başucunda.

    rastgele.
    bir daha sallarsın oltanı...

    bir gece...

    hani....
    annen sağ yanı üzerine yatmış. terasınızdasınız. asma ağacı, birkaç sinek ve sokak sesleri uykunuza eşlik ediyor. onları izliyorsun. bir ara bu yüze dalıyor, dalıyorsun. belki, diyorsun, uyumadan biraz evvel sağ yanına gözyaşlarını akıtmıştır. elinde bir peçete kalmış. yastığının sağ yanı ıslak gibi. neler geçirmiştir aklından uyumadan evvel? arzu ettiklerini verebildik mi ona? ailevî bir koku hakim bu evde. bu aile kokusunu seviyorsun.

    bir kuyruklu yıldız gibiymişsin hani şu günlerde. işte talihine o gün takılmış oltana bugün.
    hani nasıl güneş bir kuyruklu yıldızın donmuş kalbini eritiyorsa aynen öyle senin de donmuş kalbini yalnızlık eritiyormuş. kuyruklu yıldızın kuyruğu uzuyor. seninse saatlerin. işte tam da öyle günlerden birinden geçmişsin bir gün annenle saatlerinizin uzadığı, annenin yalnız ağladığı. işte talihine o onca dakikaların arasından o dakika takılmış oltana.

    hani... yine bir gün...
    küçük bir ışıkta... su içerken... bir an... gölgen ve sen... yer değiştiriyordunuz. karanlık bir şeye dönüşüyordun aniden. içinde renkler... renkler içine akıyordu. dışın birden kararıyordu.
    gölgense seviniyordu yüzüne bir renk geldiğine. gidip ilk iş bir aynaya bakıyordu. yüzüne, ellerine, kollarına, gözlerine bakıyor. el yordamıyla renk gelen bu yeni kendisine dokunuyor. içinde karanlıklar. içinde... karanlıklar... karanlıklar içine akıyordu.
    sense bir şiir yazıyordun ilk iş.
    bu yeni renginle dolaşıyordun sokakları birkaç gün kurumuş yapraklar gibi. deli gibi koşuyordun sokakları. kah bir otomobilin gölgesine karışıyordun, kah bir apartmanın. karanlıkta hiç gözükmüyordun. hem de hiç. gözyaşların da gözükmüyordu. aydınlık gözyaşlarını akıtıyordu karanlık gözlerin. içinden renkler akıyordu dışarıya. seviyordun ama bu yeni halini. seviniyordun. sonra... biraz zaman sonra... gölgen... bir an... yalnızlığını anlamış olacak ki... çağırıyordu seni. gel diyordu, sevmedim ben bu rengi. gecenin o aynı saatinde, aynı yerde diye sözleşiyordunuz.
    küçücük bir ışıkta kimseye gözükmeden oluyordu bütün bunlar. buzdolabının tam önünde, su içerken şişeden, duvara yansıyan gölgeni görüyordun. yalnızlığını anlıyordun.

    işte o gün de takılmış oltana. işte yalnızlığını anımsadın şimdi şu saatte. tüylerin ürperdi... aman allah'ım.

    çok şükür ama yine de. yine de hatırlayabilmek ah... en güzeli dedin. en güzeli onun yanına oturmak. ah o gün geldi işte oltana. o merdivende saatlerce oturuşunuz işte... o limanda öpüşmüştünüz ya. hani ağladığınız güldüğünüz her şey bir anda orada ya ah... oltanı savurursun savurursun.. bir daha bir daha bir daha... daha fazla hatırlamak istersin. daha fazla anı içinde onun olduğu...

    sonra... sonra bir sigara yakar savurursun uzak yıldızlara. ah dünya. dünya... babamı ver bana. sevgilimi ver. annemi ver. oltaya gelmez bağzı şeyler...
    işte bütün bunlar tam da bu saatlerde olur.
    bir rüzgar deli gibi eser.
    bir saat tik taklarına devam eder.
    bir perde kapanır.
    açılır bir perde.
    bir silgi siler.
    bir kalem yazar...
    bir adam...........
  • seyredilen görüntünün kaç milyon yıl öncesine ait olduğu düşünüldüğünde adeta tüyler ürpertici olan eylem.
  • an itibariyle yaptığım eylem. sessizlik ve gökyüzü...
  • bozkırda misafir olmanın en keyif veren hallerinden biri ya da teki...

    sayısız yıldız, bozkır insanının resmi adeta, öylece duruyor, karanlıkta sadece var olduğunu hissettiriyor...

    bu bir yanı, tatsız..

    şehrin çok renkli ve aynı anlama çoğu zaman kişiliksiz ışığından kaçıp içinin rengini arayan biri için bulunmaz bir dinginlik, saatlerce izleyebilirim...

    her yıldız, kentte bıraktığım, yanımda taşıdığım, zihnime hapsettiğim, unutmak istediğim, umut duyduğum insanların resmi adeta, arada kayan yıldızlar ise yaşamımdan benim dışımda kayıp gidenler...

    birkaç gün önce annem ameliyat oldu o illetten, o akşam gözlerimi özellikle kaçırdım yıldızlardan, ya biri kayarsa, hayır, birkaç gündür hiç yıldız kaymadı, iyi ki...

    kentte en özlediğim görüntülerden biridir, dolunayın odamı da aşarak gönlümdeki yeriyle söyleşmek ve kayıp giden dolunayın ardında kalan yıldızların varlığını hissetmek... öyle ki, penceresinde ay ve yıldız olan sevdiklerimin sözlerinde görmeye çabalamak bu sonsuzluğu, ama ah, pencereyi kapama kayan yıldızlar kimsesiz kalmasın, diye hayıflanmak... ama ah!

    bozkır, tam da bunun için, bir de tagore şiiridir benim için bu geceler;

    yıldızlı uyanık geceler gibiyim
    yıldızlı uyanık geceler gibi bekliyorum
    konuşmuyorsun, yüreğim dolup dolup boşalıyor
    karşı duruyorum, dayanıyorum
    susuyorum, yıldızlı uyanık geceler gibiyim

    elbet sabah olacak, biliyorsun
    karanlık toz olup dağılacak
    sesin göğe erecek, biliyorsun
    altın ırmaklar gibi yeryüzüne akacak gökten

    kanat açıp türkülerle uçarlar
    sözlerindir, kuşlarımı yuvalarından eden
    çiçek olup fışkırıyormuş topraktan

    senin ezgindir, senin sözlerindir..
  • yildizlar en guzel sehirdisindan izlenir.
  • cumartesi gecesi (bkz: ankara universitesi gözlemevi)nde gerçekleştireceğim aktivite. uzaya ve astronomiye olan merakımı, yeni öğrenmiş olduğum bu gözlemevi ile bir nebze olsun gidereceğim (belkide daha da derinleşecek) güzel bir aktivite olacak gibi.
  • bu kadar atıl, böylesine durağan huzur veren bir başka eylem var mıdır?
hesabın var mı? giriş yap