• yıllardır ismini gelin nazlanması olarak kabullendiğim türkü. konuyla ilgili olarak ayrıca (bkz: zeytinyağlı yiyemem) ve (bkz: zeytinyağlı)
  • marshall yardımlarıyla alakası olduğu söylenen türkü.

    o dönem, abd bize mısırözü yağını satmak için zeytinyağına karşı çıkmış.

    (bkz: http://www.acikistihbarat.com/…rdetay.aspx?id=10086)
  • amerikanın ülkemize margarin ve mısır yağı satmak için zeytinyağından soğutmak maksatlı tasarlanan şarkı sözü. o dönemlerde ihracatı yapılan mısır yağı ve margarinlerin satılabilmesi için zeytinyağının zararlı olduğu konusunda da asparagas haberler yapılmış. ayrıca kadınların basmadan kıyafet yani fistan giymesi de hor görülüyor. pamuktan plastiğe yönelimin olması için.
    konuyla ilgili detaylı bir yorum için (bkz: http://www.infethiye.net/…m-turkusunun-hikayesi.htm)
  • belki amerika yaptırmamamıştır ama yapımında katkısı(!) olduğu kesin. her zaman acı acı dinleyeceğim türkü olacaktır.

    http://sozcu.com.tr/…n/kim-cahil-kim-efendi-644412/

    bir de içimde çok ukte kaldı bu bakınızı vermek istiyorum:

    (bkz: sen yeme lan ayı)
  • bugün türkünün esas yüzünü öğrendim, yıkıldım. moğollar versiyonu ile eğlenip coşardım, meğer komple suni bir türkümüz imiş :(
  • arkadaş türk halk müziği nazariyatı alanında ülkede ender rastlanan meraklı adamlardan biriyim, neymiş amerikan mısır özü yağı satışı için sipariş edilmiş birinden de popüler edilmiş bilmem neymiş. bunu koskoca profesör bile ciddi bir şeymiş gibi referans falan vererek yazmış. şaşılacak şey bilen biri için.

    neden peki, öncelikle türkülerin günümüze nasıl ulaştığından kısaca bahsedeyim. 1937 yılında ankara devlet konservatuvarı'ndan anadolu'daki halk ezgilerini (bugün türkü diye bildiğimiz) derleyip toparlaması (yani o zamanki teknolojiyle bu parçalar kaydedilsin, sözleri yazılsın, sonra notaya alınsın ve parçadaki nitelikler keşfedilsin gibisinden bir şeyler, buna 'derleme' denir. böylece o ezgi, o halk ezgisi kaydedilir ve onun zamanın içinde kaybolup gitmesi önlenir. söz uçar yazı kalır sonuçta. kim bilir şu güne kadar kaç tane ezgi geldi geçti unutuldu, çünkü yazıyla kaydedilmediği sürece kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarıldıkça kaybolur gider. ancak aktarılan ve kaybolmayan her eserin de nitelikli olması, hepsinin ortak özelliğidir. nitelik derken kendimce kullandığım bir tabiri açmak isterim. bugün bir şarkı çıkıyor piyasaya, seviliyor, ömrümüz boyunca kulağımızda, dilimizde, aklımızda. bence nitelik budur; sevilen, kulağa hoş gelen niteliklidir. teorisini aramaya gerek yok. kimisi 'tutar' kimisi tutmaz halk şarkılarının da. halk şarkısının oluşumunun temelinde şu yatar: insanın yaşadığı çevredeki insanlardan duyup öğrendiği, kendi çalıp kendi söyleyip yine kendisinin eğlendiği, müzik ihtiyacını karşıladığı müziktir halk müziği. diyeceksin ki bugün de öyle, hayır öyle değil. bugün dünyanın her tarafından gelen şarkıları dinleyip öğreniyoruz, söylüyoruz, bunlarla kulağımız ve yatkınlığımız, zevkimiz oluşuyor. ama eskiden sadece yaşadığı köyde son derece homojen bir ortamda çalınıp söylenen ezgilerle büyüyordu insanlar, yani dedelerimiz ninelerimiz. zevkler ve iç döngü içindeki kültür böyle oluşuyordu; ezgiler insanın yaşayışının, aklının, bilgisinin, görgüsünün aynasıydı. neyse işte, tutan ezgiler nesillerce, her kuşağın kendinden de bir şeyler katmasıyla aktarılır. işte bugün bizim türk halk müziği diye dinleyebildiğimiz eserler de bu yüz yıllar içinde oluşup gelişen, devinen halk kültürünün ezgisel ürünleri. son derece nitelikli, kurallı, adeta her biri kendi içinde birer sanat abidesi denebilecek eserlerdir.) tek bir merkezde toplanıp bilimsel değerlendirmeye tabii tutulması, yeni kuşaklara öğretilmesi ve devletin de sahip olduğu bir müziğin olması amacıyla derleme yapması istendi.

    böylece o zamanki müzik otoritelerinden bir ekip kuruldu, yazın 'derleme gezisi'ne çıktı bu ekip. ilk gezi sivas'tan başlayıp kuzeydoğu anadolu'yu içine alacak bir geziydi. derleme gezisinde az önce belirttiğim amaçları gerçekleştirmek için elektriği olan köylere, kasabalara gidildi (hatta yanlarında eşek sırtında jeneratör götürmüşler çoğu yere. bugün milyon verseniz o çileyi çekecek insan bulamazsınız büyük ihtimalle. fakat sarısözen hakikaten büyük adammış. bütün anadolu'yu gezmiş bu işi yapmış). o zamanda farklı yörelerdeki ezgilerin iletişim ve etkileşimini sağlayan âşıklar bulundu, sesi güzel olan ve halkça sevilen köylülerden 'bize bildiğin şarkıları söyle' talebiyle bir şeyler söylemesi istendi. kimisi tekerleme mırıldandı, kimisi de eşi benzeri olmayan şaheserleri döktürdü, sonuçta daha gün yüzüne (daha doğrusu bu otoritelerin, hatta yöre insanı dışında birilerinin ilk defa duyduğu) çıkmamış ezgiler kaydedilmeye başlandı. böylelikle ilk gezide yaklaşık 600 ezgi derlendi. bunlar yalnızca mum plaklara kaydedildi ve sözler yazıldı. az bir kısmı hariç notaya halen geçirilebilmiş değiller.

    sivas'a gelen ekibe burada muzaffer sarısözen isimli o zamanki müzik öğretmeni bir beyefendi katıldı. kendisi yöreyi, yöre insanını, müziğini çok iyi biliyordu, çok da seviyordu. ekibe oldukça yardımcı oldu. daha sonraki her gezinin, hatta halk müziğinin, beyni de emekçisi de o olacaktı. işte bahsettiğim bu geziler 1950 yılına kadar her yaz tüm anadolu'yu kapsayacak şekilde sırayla yapıldı. yaklaşık 9000 ezgi kaydedildi plaklara (ki çok kısıtlı şartlar altında elde edilmiş, halk müziğimizin nicel miktarını da kısıtlı gösteren bir sayıdır bu). ilk geziden sonraki yıllarda muzaffer sarısözen'in kurduğu ankara radyosu yurttan sesler topluluğu'nun (1942) repertuvarının bir kısmını bu ezgilerin notaya alınmış olanları oluşturacaktı, diğer kısmı ise radyoya gelip bir şeyler okuyan aşıklardan, mahalli sanatçılardan, ünlü kişilerden notaya alınanlardan oluşacaktı. işte muzaffer sarısözen gezilerden derlediği bu ezgilerin yaklaşık 300 kadarını vefat ettiği 1963'e kadar notaya aldı, daha doğrusu onun notaya aldığı şeklinde kayıtlara geçti; çünkü o dönemde hem hoca hem şefti kendisi, öğrencileri (yani yurttan sesler topluluğunun üyeleri) de onun verdiği türküleri notaya alır, çalışır, okurdu. böylece günümüze kaldı bunlar.

    muzaffer sarısözen'den sonra günümüze kadar da içlerinden 600 kadarı alındı 1973'te oluştutulmaya başlanan trt 'thm repertuvarına'(benim anadolu'daki çiçek bahçesinden derlenmiş bir demet gül diye tabir ettiğim, trt radyolarında thm programlarında okunan ezgilerin kataloğu, bugün 4989 kırık hava yani türkü vardır repertuvarda, 1053 uzun hava, 682 de oyun havası. konu açılmışken, radyoda düzenli thm yayınları yurttan sesler topluluğuyla başladı, sarısözen yönetimindeki topluluk bugünkü repertuvarın temelini oluşturacak, yine onun derlediği türküleri seslendirmekteydi. program radyoda en çok dinlenen yayın olacak, m. sarısözen belki de anadolu'daki en popüler kişilerin başında gelecekti. işte radyoda thm yayınları başlayınca belirttiğim homojen ortamlarda yalnızca belli yörelerde söylenen türküler yurt sathına taşınmış oldu, yani egeli karadeniz türküsünü öğrendi, ankaralı kars'ınkini. böylece halk müziği de, onu halk müziği yapan en önemli niteliğini, yani yerelliğini kaybetmeye başladı. bir müzik türü haline geldi. zamanla demode olduğu söylendi, karşısına rakip niyetiyle olmasa da farklı ezgi türleri çıkarıldı. arabesk tarzı adeta halk ezgilerini katletti. bugün o azaldığı söylenen arabesk tarzı halk müziğiyle harman yapılarak elektrosazlarda devam ediyor, söylemeden edemeyeceğim. fakat örneğin bugün düğünlerde egede zeybek oynayanları, doğuda halay çekenleri, kıyıda yaylasında horon vuranları görüyorsak bu halk müziğinin kaybolmadığının, kendisini zor da olsa bir şekilde koruduğunun ve koruyacağının göstergesi aslında. nida tüfekçi 'babadan oğula, ustadan çırağa geçen' demiş halk müziği için.).

    bu derlemeler yapılan ilk ciddi çalışmadır ve sonrakilerin de yapılmasına yol açmış ve yol göstermiştir, bunlar sayesinde bizim ilk repertuvarımız oluştu, yurttan sesler kuruldu, daha sonra hoca ve hem kendilerinden hem de çevrelerinden derlemeci olacak öğrenciler yetişti. (eğer bu derlemeler yapılmasaydı ne olurdu derseniz, bildiğimiz meşhur türkülerin hiçbiri günümüze kalmazdı, kalsa bile eyyvah eyvah'ta hüseyin'in bizim buralarda çok söylenir diye fürüzan'a verdiği fasulye türküsü örneğindeki gibi, birkaç güzel eser 'modern' yorumlara maruz kalıp ortaya çıkardı.) o bildiğiniz birkaçı içinden ne gesi bağları olurdu ne yeşil ördek gibi olurdu ne karahisar kalesi olurdu ne de zeytinyağlı olurdu. ama neşet ertaş olurdu. çünkü o, aşıklık, abdallık geleneğinin, yani homojen ortamın temsilcisi. aşıklar aynı bugün olduğu gibi olmasa da olurdu. ama işte sabahtan beri söylemek istediğim, sadece bir 'yerel unsur' olurdu halk müziği. olması gereken de bu mudur bilmiyorum ama olmamasından yanayım. çünkü halk müziğimiz gerçekten çok ama çok güzel. bakın türküleri bugün 'modern' yöntemle, elekrosu efekti bilmemnesi, çok seslilik özentileriyle yapılmış icralardan dinliyorsunuz. zara, orhan hakalmaz, ibrahim tatlıses ünlü türkücüler işte. inanın gerçek bir aşık, bir abdal, veya köyün sesi güzel ninesinden dinleyeceğiniz ezgi çok farklı olacak. hiç trt istanbul radyosunun icralarını dinlemediniz ki, bilmiyorsunuz lezzetini. ah ezgiler, yaktınız beni. yok işte sözleri çok ince falan diye klasik şeyler söylemiyorum, ezgilerinin tadı leziz ya. neyse, halk müzikolojimizin kısa tarihçesi bu.

    gelelim zeytinyağlı'ya. bahsettiğim derleme gezilerinin ikincisi 1938 yazında iki koldan yapılmış. birisi ege kolu, öbürü güneydoğu tarafları, m. sarısözenin olduğu ekip güneydoğu'ya gitmiş (bugün bildiğimiz şanlıurfa türkülerinin çoğu o gezide derlenmiş. örneğin:
    urfa'nın etrafı dumanlı dağlar
    ciğerim yanıyor aney gözlerim ağlar
    benim zalım derdim cihanı yakar
    gezme ceyran bu dağlarda seni avlarlar
    aneydan babeyden yardan ayrı koyarlar
    her tekrar edişimde duygu seline kapıldığım bir parça, hele muzaffer sarısözen'in yurttan sesler programının birindeki anonsu kulaklarımda çınladığında. "muhterem dinleyicilerimiz, bugünki programımıza urfa'nın ceylan havasıyla başlıyoruz" yine duygulandım.) keşke ege'ye gitseymiş diyorum çünkü ege ekibi ne adam gibi zeybek ne denizli havaları, doğru dürüst hiçbir şey derlememiş. nice ezgiler gitti kim bilir. işte ege ekibi kütahya domaniç'te ihsan kaplayan adlı bir dedemize rastlamış ve ondan türküler derlemiş. nerden anladık, derleme listesinde aynı kişiden 7 türkü derlendiği yazıyor; ondan. tarih temmuz 1938 başı. bugün trt repertuvarında aynı kişiden derlenmiş, 'domaniç dağlarında yıldız ışılar' isimli türkü var. bunu notalayan da muzaffer sarısözen yazıyor. trt repertuvarındaki zeytinyağlı'da derlenme tarihi 1954 yazıyor fakat bu tarihler doğru değil çoğu zaman, notaya aldığı tarihi derleme tarihi diye düşmüşler derleme gezisi derlemelerinden gelen ve notaya alınan türküleri. sonuç olarak bu türkü son derece otantik bir kütahya/domaniç türküsüdür. (edit'e bakın) muzaffer sarısözen ihsan kaplayan'ı bir daha bursa'da denk getirdi de derledi demek saçmalık. yok kendisi bir türkü uydurdu da ihsan kaplayan yazıverdi kaynak kişi diye, olacak iş değil, çünkü muzaffer sarısözen haydar haydar'ı bile özel izinle radyo repertuvarına almış biri, otantiklik konularında çok hassas

    2 yıl sonra gelen edit: türküyü muzaffer sarısözen'in birinci kuşak öğrencilerinden yurttan sesler topluluğu üyesi saniye can derlemiş. o yıllarda (1948-60 arası) muzaffer sarısözen ve öğrencileri birlikte ya da tek olarak turnelere çıkarlar, hem konser verirler hem de denk gelirse türküler derlerlerdi. yurttan sesler çok meşhur ve sevilen bir müesseseydi o yıllarda. saniye can da muzaffer sarısözen'in çok sevdiği naif sesli ve çalışkan bir hanım sanatçıydı. pek çok turneye çıkmış ve onlarca türküyü radyoya ve muzaffer sarısözen'e getiren biri olmuştu. yine bir gezide bursa'da, yukarıda da bahsettiğim, varlığından şüphe duymadığımız ihsan kaplayan'dan derlemiş bu türküyü. tarih 1950'lerin başı. derleyen ve notaya alan sarısözen yazıyor ama pek çok türküde olduğu gibi bunda da onun ismi yazılmış. lakin kaynak kişi yine 1937'de kendisinden derleme yapılan ihsan kaplayan ve türkü sonuç olarak domaniç türküsü. aşağıdaki linkte saniye can'la sohbet edilirken sunucu soruyor, neden zeytinyağlı diye. saniye can da gülüyor ve çeşit çeşit şeye türkü yakılmış diyor. 'bu türkü amerikadan sipariş geldi zeytinyağlı yemesin halk diye' şeklinde belirtirdi herhalde böyle bir durum olsa(!)
    http://www.trtarsiv.com/…-kalan-bu-kubbede-14-bolum

    peki türküde ne demek istiyor: bazı yazarların da anlatmaya çalıştığı gibi, ikinci ve üçüncü kıtalarından anlaşılacağı üzere bu bir gelin türküsü. gelin giderken bu türden maniler düzer, bunun zamanla bestesi oturur ve çevresindekilerce de dillendirilip seslendirildikçe anonim halk türküsü niteliği kazanır. çoğu türkümüz de buna benzer yollarla türkü olup gider. burda gelinimiz 'nazlanıyor', yöresinde binlerce yıldır besin kaynağı olan zeytin yağından bıkkınlığını belirtiyor manisinde. herkes zeytinyağı sevmez zaten, kokusu ağır gelir bazılarına. hep basma giydiklerinden ona da 'yeter' diyor. hoş, bunlardan başka pek alternatifleri de yok o zaman için. buna rağmen gelin biraz da anın verdiği şımarıklıkla kendince eğleniyor. eşi olacağı damada da çatıyor, etrafında sanki çok okumuş adam varmış gibi 'cahile efendi demem' diyor, tabii burada hayat tecrübesini kast ediyor damadın okuryazarlığından, eğitim durumundan ziyade :) türkümüzün ikinci ve üçüncü kıtaları gelinimizin içinde olduğu durumu daha güzel anlatıyor. türkülerimizin en önemli özelliği üretildiği halkın ve onun hayatının içinden olması, yaşamın her anından kesitler sunabilmesi ve bunlara uygun karşılıklar bulabilmesidir; halk edebiyatının tipik bir temsilcisidir yani. bu yüzden 'ana sütü gibi candan, ana sütü gibi temiz'dir, 'nerde onu söyleyen varsa yanına otur, ondan zarar gelmez' güzelliğine nail olmuştur.

    bir de allah aşkına hala saçma sapan amerikan türküsü, zeytinyağından soğutmak için falan diye entri girmeyin ya. hakkında fikriniz olmayan, kulaktan dolma uydurma şeyleri benimsemeyin. zahmet edip şu entriyi okuyun.

    talepler üzerine paragraflara ayrıldı ve küçük eklemeler yapıldı.

    edit: erol mütercimler'i takip ederdim fakat araştırmadan, bilgisi olmadan bu konuya girmesi ve şehir efsanesine inanıp bunu öne sürmesi hoş olmamış. umarım bu yazıya rastlar.

    şeyler için edit: basma fistan giyemem deyince ihracat şampiyonu adana'yı batırmak amaçlanmış, cahile efendi diyemem'le efendi olarak köylü kast edilmiş. üç dizeye bu kadar komplo sığdıranları rockefeller görse ayakta alkışlar. amerikanın işler kesat, türkiye'ye satacağı margarinle zengin olacak türkiye'yi batıracak. neymiş türkiye'nin en güçlü olduğu ihracat kalemlerinden birisi zeytinyağıymış, maksat onu baltalamakmış. dp döneminin zararlarını daha doğru yerlerden tutturup ortaya dökerseniz çok daha inandırıcı olacaktır bu tarz uydurma komplo teorileri yerine.

    edit2: sen de mi soner ağabey ya, her gün yazılarını itinayla okurken üzdün vallahi. demek ki kimsenin dediklerine körü körüne güvenmeyeceksin onu anladım. canan karatay'a karşı çıkan hocaları da bilgileri eski diyerek küçümseyen bir yazın olmuştu, ordan tarafıma bir duygu zedelenmesi bırakmışken zeytinyağlı muhabbetine senin de katılmış olman bağlarımızı epey sarstı :( tamam komplo iyi hoştur ama gerçeklikle çakıştığında kendi kendini imha etmesine izin vermek gerekir.

    edit3: ihsan kaplayan bursa merinos fabrikasında memurluk yapıyormuş ve ordan emekli olmuş, bugün kaplayan ailesinin pek çok ferdi halen bursa'da yaşamına devam ediyor. türküyü saniye can yukarıda yazdığım gibi bursa'ya geldiğinde ihsan kaplayan'dan derlemiş. fakat ihsan kaplayan'dan tavşanlı'da ya da kütahya'da da türkü derlenmiş olduğunu biliyoruz. (bkz: domaniç dağında yıldız ışılar) (bkz: celal volkan kaya yüksek lisans tezi) fakat trt'deki kopya derleme fişlerinin bazılarının mürekkebi uçtuğu için elimizde net bilgi yok. türkünün kesin olarak derlendiğini bilmekle birlikte sorunun kesin cevabı, hacettepe üniversitesi devlet konservatuvarının yaklaşık 40 yıldır akıl almayacak şekilde herkese kapalı tutulan folklor arşivindedir. muzaffer sarısözen'in el yazısından ihsan kaplayan'ın kaynaklık ettiği türkü fişlerini bulup ortaya koymaktır. büyük ihtimalle zeytinyağlı yiyemem türküsünün ilk kaydı da orda çıkacaktır. buradan yetkililere sesleniyorum: allah aşkına araştırmacılara ve bana açın şu arşivi de ne var ne yok ortaya çıkaralım. gönüllüyüm, hiçbir maddi talebim yok, tek amacım muzaffer sarısözen'in çalıştığı yerin havasını soluyup saklı kalmış hazineleri onun gibi ortaya çıkarmak.
  • kanal 7'de yayınlanan bir film veya dizi. izleyemedim, izleyen varsa aydınlatsın.
  • türkünün ne amerikan marshall yardımıyla, ne zeytinyağı karşıtı propagandayla ne de bursa'yla bir ilgisi yoktur. türkümüz adı üzerinde bir gelin nazlanmasi olup kütahya domaniç derlemesidir. herşeyin zeytinyağıyla yapıldığı bir sofrada yemek beğenmeyen, herkesin basma giydiği yerde giysi beğenmeyen, domaniç dağlarında kalan ve aklı muhtemelen eski sevdiceğinde olan bir mızmız gelindir bahse konu olan. gelin geldiği evi beğenmemekte, yeni kocasına efendim diyememektedir.

    sonra bir gün bir gün bir çocuk oturmuş bu türküyü nasıl becerip marshall yardımlarıyla birleştirmiş, ordan gelmiş halkı zeytinyağından soğutmak için diye bir hikaye sallamis ve bir sürü de inananı çıkmış anlayamadım doğrusu. ..

    bu türkünün söylendiği ilk 50 yıl boyunca böyle bir söylenti dahi olmamıştır. bildiğiniz internet uydurmacasıdır.
hesabın var mı? giriş yap