• (1886-1978) armidan'li bir anadolu cocugu, ekmekci, yemci, yazar. tarih vakfi yurt yayinlari arasindan cikan istanbul anilari 1897 1940 isimli kitabinin bir bolumunde soyle diyor: "ben evde oturarak yazmam. eserlerimin sadece dortte birini evde yazmisimdir. hatta o kadar bile diyemem. onun da pek azini bir masa ustunde yazabildim. cunku, biricik masamizda cogu kez bos yer bulunmazdi."

    hikayelerinden iki kitap olusturdu: gabuyt luys(mavi isik) ve armidan. gazetelerde bircok yazisi yayimlandi. nazar isimli bir tiyatro eseri, ikinci evlilik diye de bir romani vardir. bir aralar hagop demirciyan adini kullanarak yazdi.
  • calismaktan beyniniz sulandıgı zaman ara verip (eger verebiliyosanız) okudugunuzda sizi rahatlık ve huzura sevkeden hikayelerin yazarı. turkce cevirisi bulunan kitaplari: armidan-firat'in ote yani, atina tuzun var mi, istanbul anilari (1897-1940)
  • armıdan, atina tuzun var mı?, istanbul anıları kitaplarının yazarı. ermeni taşra edebiyatı ve köy hikayeleri yazarı. 1915 olaylarından bademcik ameliyatı olmak için istanbul'a gelmiş olması sayesinde kurtulan edebiyatçımız.
  • "kapandı kirve kapıları" adlı yeni bir hikaye kitabı daha çıkan yazar.
  • dün anılarını* okumayı bitirdiğim yazar. 88 yaşındaki dedesini, 55 yaşındaki annesini, 29 yaşındaki karısını, 6, 4, 2 yaşlarındaki üç çocuğunu ve henüz yaşını doldurmayan 9 aylık bebeğini tehcirde kaybeden; anlattığına göre, onlar gibi ölmeyip yaşamasını bahçekapı'dan galata rıhtımına soluksuz gelmesine karşın onu memleketine götürecek gemiye 25 dakika gecikmesine borçlu olan yazar. oysa şişip duran bademciklerini aldırmaya karar verip ayrılırken memleketinden, uzun boylu vedalaşmamış bile hemen döneceğim diyerek ailesiyle, 1914 yazında. yine onun deyişiyle "kim tahmin edebilirdi ki sırbistan'da avusturya veliahtı öldürülecekti?... avrupa tutuşacak, altı büyük devlet savaşacaklar..."

    kayıplarını anlattığı yere kadar sayfalar aktı gitti elimde. 160 sayfalık kitabın 128. sayfasında başlayıp birbirini izleyen üç beş sayfada dağınık duran ve bu kayıplarını anlattığı toplasan bir sayfayı ancak dolduran kısmı okuduğumda sayfalar taşa döndü elimde, kelimeler boğazımda.

    durup bakıyorum: hakkında konuşmak da yazmak da göründüğünden zormuş bazı şeylerin...
  • armıdan- fıratın öte yanı adlı kitabını okuduğunuzda "işte köy!" diyorsunuz. insanı tekrar tekrar okumaya davet ediyor, belki atladığım birşey vardır, yeni bir hayal canlanır gözümde ümidiyle...

    hayatta kalma azmine hayran olmamak elde değil yaşadıklarını düşününce.(bu arada, empati de bir semt adı olsaydı daha fazla anılırdı hiç değilse)
    hikayeler gözümüzün önünde ve hala abuk subuk konuşabilenler var. offf off
  • yok olana, edilene, dair anlatısıyla, felaketin yok ettiğini var etme çabasıyla yaşamış ve "rehin" kalmış bir "köylü" istanbul'da.
  • türkçe eserleri: istanbul anıları 1897-1940 (tarih vakfı yurt yayınları), armıdan fırat'ın öte yanı (aras yayınları-a.y.), atina tuzun var mı (a.y), kapandı kirve kapıları (a. y.) ve turna nerden gelirsin'dir (a.y.).
    mıntzuri, öykülerinde ezici çoğunlukla 1915 öncesi günlük hayatı armıdan (bugün erzincan, iliç küçük/büyük armutlu) merkezli olarak ermeni, kürt, türk, alevileri abartısız doğal hallerinde anlatmıştır. karakterleri sıradan köylülerdir. genellikle büyük adamlardan değil de kendi halinde, bazen toplumun kıyısında kalmış karakterlerdir hikayesini anlattıkları, öykülerde karakterler gerçekten mıntzuri'nin bildiği gerçek kişilerdir, kimi hikayeler kurgu olsa da. öykülerinde köyün rutin işleri ve mıntzuri'nin bildiği şekliyle o coğrafya vardır. öykülerde bazen coğrafya o kadar galebe çalar ki hikaye bir ayrıntı olur, mekan başrolü alır çünkü karakterlerin anlam dünyası coğrafyayla iç içe geçmiştir.
  • hem dili hem de yüreği tertemiz bir insan.
    kimsenin tavsiyesiyle değil, tamamen bir tesadüf eseri yazılarına denk geldim ve yaşadığım hayata ışık olan yazarlardan biri oldu.
  • öncelikle, soyadı ''mintzuri'' değil ''mıntzuri'' olan edebiyatçımız. yöneticiler belki bu yazdığımı görürler ve değiştirirler. mıntzuri daha bir ermenice fonetiğine uygun geliyor hem.

    aslında gayet ''sokaktaki'' yahut ''köydeki adam'' izlenimi veren fakat temeli, entelektüel birikimi olan... örneğin; o dönem, söylemesine göre etrafındaki kimse okuma yazma bilmezken kendisi osmanlı türkçesi, fransızca ve ermenice okuyup yazabilen bir edebiyatçımız.

    o dönem istanbulu'nda kendisi gezerken, kısmen siz de geziyormuş gibi oluyorsunuz...

    kısmen diyorum çünkü nehir söyleşi misali yazdıkları akıyor, biraz konudan konuya atlayabiliyor.

    bir bakıyorsunuz akaretler'desiniz, ekmek dağıtıyorsunuz... bir bakıyorsunuz beşiktaş'tasınız...

    gözlemleri, sezgileriyle besleniyor. köylü bakışı var. almanların dediği ''şehir hayatı özgürleştirir'' özdeyişine katılan ben için, açıkçası pek de çekici, sürükleyici bir bakış değil.

    yazdıklarını yine de, tarih biliminin süzgecinden geçirerek değerlendirdim ve tarihle ilgili olan kısımları daha çok nakşetmeye çalıştım, hafızama.

    başına gelenler hakikaten, insanı çok zorda bırakan şeyler olsa gerek. hakikaten imkânsızlıklardan bir imkânsızlık, öyle böyle üzücü değil. öyle böyle yaralayıcı değil... ermeni meselesiyle ilgili yazdıkları da kesinlikle tarih ışığında değerlendirilmeli.

    ve düşünün, onca zorluktan sonra dahi, neredeyse bütün aileniz bir boşvermişliğin kara deliğinde yitip gidiyor ve siz onlardan kilometrelerce uzakta, koca bir şehirde ''esir'' kalıyorsunuz...

    bu da tamamen bir kader-i ilâhî sayesinde oluyor. nasıl hissederdiniz?

    bütün bu yazdıklarımı, elbet, istanbul anıları (1897-1940) kitabının ışığında yazdım.

    sanırım, belki, ileride eklemeler yaparım bu yazdıklarıma...

    toprağı bol, cennet mekân olsun hagop mıntzuri.
hesabın var mı? giriş yap