• sekizinci nesil yazar.
  • "tarihler yazmasın. ben kendimin tanığıyım. hep başkalarının kalbiyle sevdim. başkalarının yerine hissettim. lisan bilmez bir mütercim ya da büyülenmiş bir büyücü olmadığım bunca ortada iken sırrımı henüz kimseler yazmadı benim. sağımdaki ve solumdaki melekler, yani ki sırrımın katibi olan ve bir gece çok ağladığımda bunu yazan meleklerin dışında. ben sırlar katibi, katibul-esrar. yıl iki bin, isa'dan sonra, bu gece çok ağladım, mevsim ocak, gün unuttum... " (nazan bekiroğlu)

    sabır ile.

    böyle başlasın söz.
    döksün esrarını katipliğimin incelmiş divanına. azalsın anlattıkça, bende çoğalsın. yani ki azalarak artsın. esrarının es verdiği noktada döküleyim ırmakları kıskandırasıya yazıya. yazı ki sana, yazı ki, bana. toplamının biz etmediği ne varsa, ona. bırak tarihin kenarı yanık, yalnızlık karası sahifelerini. tüm sahâiflerim uğruna. içimi yazıya boğan aşkına. içimi aşka bırakmayana. içime yanık telvelerini bırakan kırk yıllık kahvenin hatırına. sen esrarının yusufu, ben yazının yalnızlığının, yalnızlığın yazısının züleyhası. hiçbir lisanın söyleyemeyeceğini fısıldayayım kulağına. hani doğduğunda fısıldadılar ismini, uzunca bir yol manası, bir’e ulaşan nihayetiyle, evvelden ve ezelden ne biliyorsam hepsi adına. söz ki yazacağım. söz ki susma. can yakar esrarın. sırrı ne manaya gelir bilinir olsun, sırrı aynaların ardında, bir kırık yüz, bir kırık bakış, yeter ki söz olsun, susma. sen sırlar sahibi esrar, gizemin kâtipliğimde. başkaları için başkalarının yerine yine o başkalarının diğerlerini sevemeyeceğince, sevdim. bülbülden çok maşuktum güle, bülbül yerine. mecnundan çok mecnun, keremden çok kerem oldum güzele. atlaslardan taşan kalbe, esrarını mı sığdıramayacaktım? kalp ki bir yumru büyüklüğünde, misal o ki bir devin yumruğu, geldi oturdu içime nihayetinde. ahirim de ne yazılı sen söyle. sen ol susma, söyle. sırlarını bir ayna ardına değil, bakışlarına gizle, söyle. ben kâtibim, ben katibin, yıl iki bin dokuz, yıllar birbirinin ardında tespih boncukları edası, diz dize, mevsimlerin zemherisi, ocak, günü hatırlasam kaç yazar, ağladım-ağlayacağım göz yaşım yeterse…

    söz devam etsin.
    hani tanburun o cızlayan yeri, asıl ki makamın gönül dalını titrettiği yeri, nasıl ki tüm rengi gizine işlemişse ya rabbi, öylesin bana. ömrümün muhâciri efkâra, bir acı şarkı, bir damla yağmur yetiyorsa, kabullenirim esrarını da. bilinir ki buz gibi bir ayrılıktan düştüm, tüm sözlerim ayrılığı söyledi, tekrar ve yine tekrar, kederim bir öncekinin ardışığıydı. teğet geçtiği yerde esrarın, kâtipliğime, inan olsun yalnızlığımın arkadaşıydı. mürekkebin ucunda bir damla kan, bir damla ayrılık, bir damla sır ve dahi sevinç yatardı. zira anlayanı, zira paylaşanı, zira alışanı vardı. şimdi vakit susma vakti değil, şimdi gitmek yol değil, uzakların denizi tek deniz değil, zamanı vardı.

    bildim seni.

    bilir gibi bunları, bildim.
    uşşak makamının niye âşıklar demek olduğunu, suzidilin kalp ateşi olmasından mütevellit suzinakın yakıcı olduğunu bildim. saba’nın seher yelini, muhayyerin vüsatını, hüseyniyi, segâhı bildim. yegah ile birinci yerdim. hal o ki şarkıyı bildim, sonra ki şiiri bildim. iştiyakımın sebebini bildim. gördüğüm güzelliğin manasının ehemmiyetinin yüce sahibini bildim. şükrettim. tasavvufi kudretin kuvvetini yüreğimde hissettim. ağladım, kirpiğimde hissettim. üşüdüm saçlarımda hissettim. isındım ellerimde hissettim. coştum kanımda hissettim. bildim ahirinde. evveli bildim ahirin ötesinde. derdi, dermanı, hastalığı, sıhhati, cefanın tezadı sefayı bildim. gönlümde çalan tanburun tellerine dokunan nâzeni bildim. bilmeseydim, öleceğimi bildim. sadece bir “biliş farkı” değil miydi aradaki incecik çizgi. küçücük bir damlanın bile vazifesi denizini bulmak, denizlerin okyanuslara koşmak değil miydi görevi. bu işleyişin ışığını bildim. güneşi, ayı, yıldızları ve tabii beşeri, canlıyı, ki ruhu olmayanı, cansızı, eşyayı, eşyanın hikmetini, esrarını, esrarın katipliğini, bildim. yaşamı bildim. sevesiye bildim. nisyanı bildim, nisyan hakikatiyle ölümü. bildim. üstüne bir tarih başlangıcı ve bir tarih yine sonuyla, isteği bir fatihayla, bir adı bir de soyadıyla, toprağı bildim. toprağın üzerinde can bulan kırmızı gülü bildim. gülün kokusunu bildim. yaşam-ölüm-yaşam-ölüm… arada tek bir çizgi. bunu bildim. başlayanın sonunu, sonun noktasını, noktanın acısını, acının kaynağını bildim. bildim de şükrettim. güldüm bilip, bildim ağladım. mühim olanın kendine kendin bilmek olduğunu bildim çünkü. yine ağlıyorum, yıl iki-çift sıfır-tek dokuz. biliyorum.

    bildin beni.

    saçlarımın renginin müsebbibi olanı. gözlerimin gece karasını. ellerimin zemheri soğuğunu. yazılarımdaki hüsranı, yazılarımdaki yenilgiyi bildin. tanburumdaki nağmeyi, nağmedeki ince nakışı, nakıştaki yaprağı, yapraktaki yeşili bildin. bakışımın kırılacak yerini, tutulsan ağlayacak halini, dokunsan ürkecek ceylanını bildin. sen bildiğin için, esrarında gizledin. esrarının kuvvetiyle, bilmeyi sevdin. dudağımın kenarındaki uçurumu, o uçurumdan sözümün düştüğü yeri bildin. sesimdeki ölüm tonunu, ölümsüz bildin. unutulmamın arta kalanını, bana ettiğini, eğik ve uysal boynumu, içli nefesimi bildin. bunları bildin önce. sen şairlerini bildin, şarkılarını bildin. denizine kıyısı olan asıl şehrini bildin. o denizin mavisine gönlünden sürme iskeleler çektin. gönlümün dürr-i yegânesi olan ya şehri istanbul’dan ayrılışı ferah, kendi şehrini fezâ bildin. yılları yakın, yolları uzak ettin. sen aşkı, ayrılığa mahsus, ayrılığı zamana bağlı bildin. üzmeyi, en çok da üzülmeyi bildin. günlerden ne bilmiyorum, günleri esrarına gömmeyi bildin…

    sözün sonu olmasa,
    ağlatmasa bunca şarkılar,
    şairin dediğince “hele nihavent, hele buselik” , hele ki bu saz, hele ki bu yürek bendeyken, söz sesine es vermese. söz esrarına yenik düşmese, dil şâd olsa,
    nazan hanım’ın dediğince “ne mutlu kalbine sen düşene, ne mutlu senin kalbine düşene” dese tüm ayrılıklar,
    zaman mefhumu ebedülâbâd olsa, farz-ı misal ölüm olmasa, ben hep böyle farazi konuşsam, aşk sadece adem ile havva da, leyla ile mecnun da, bülbül ile gül arasında zuhûr etse, ben bildiklerimi bilmesem, sen bildiğinden vazgeçsen, ölüm olsa yani hatırlananlara.
    işte ben ki o vakit bırakırım esrarının kâtipliğini. şehâdet olsun fezâya…

    şükür ile.
  • pazar, tatil, ulan biraz uzanayım filan demeden makale aranıyor duyurularına göz atıp, hafta sonu mutluluk sebebi olmuştur. eline sağlık.
  • "sırları yazan, sırlar katibi” anlamına gelir. ve dahi 2002'de, trabzonda küçük bir sınıfta karşılaştığım, sevdiğim, tatlı mı tatlı, zeki mi zeki, dost mu dost velhasıl adam gibi adam ekşisözlük yazarı.

    2004-2006 arasında aynı çalışma odasını, trabzonun yağmurunu, meydan parkını, uzun sokağı, tanjantta gece eve teslim saatlerini, bazen karadenize bakan mutfakta atıştırmalarımızı, hayallerimi paylaştığım.

    2006-2010 arasında istanbulda aynı mesai koridorlarını, üsküdar-eminönü-beşiktaş vapurlarını, 28-t otobüs beklemelerini, kabataştan ıhamurdereye yürüyüşleri, yaz sıcağında gecenin ikisinde ıhlamurdere caddesine bakan balkonda cola-çekirdek eşliğinde aşk acıları odaklı muhabbetleri, akşam yemeği niyetine televizyon karşısında atıştırmaları, otogar-havaalanı beklemelerini, yaz sıcağında kendinden geçmiş fotoğraflarını görüntülediğimiz nişanımı ve nihayet düğün arabamda önde oturup yol kesen çocuklara para dağıtışının güzelliğini paylaştığım güzel insan.

    kırmızı halıları serdim, bekliyorum trabzonda. gelecen elbet, karşılama muhteşem olmayabilir ama eski günleri özlemiş, bu adamı az ortamda kıymetini daha bir anlamış bir dostun olarak söz veriyorum: bu kez herşey daha güzel olacak.

    en dipnot: ne oldii, seni anlatmama engel olabilir misin sandın? anladın sen oni.
  • bu güzel gününün ilk notu tarafımdan düşüldü: ne mutlu bana!

    bugün onun doğum günü, mutluluk sarhoşu olmasını diliyorum. güzel dostum, abim ve -en sevdiğim sıfatıyla- hocaaam; doğum günün kutlu olsun.
  • bir ölüm haberinin ardından geldiği memleketinde, trabzonunda, yeni yaşını yorgun, dağınık ama gene eskisi gibi kalpleride muhabbetini taşıyan kardeşleriyle kutlamış abimdir kendisi.

    çoluk çocuk derdinden, yetiştirmeye çalıştığı işlerden hocasının-abisinin halini hatırını sormayı günlerden aşıp haftada bir sormaya düşürdüğünün farkında bile olmayan pis bir herifle; doktora tezinin tüm bunaltıcılığıyla trabzonun dolmuşçusundan çöp toplayan elemanına kadar her ferdine laf etmeye programlanmış bir haldeki sinir küpü arkadaş yanlarına bir zamanlar ne etsek de kendisini dövsek diye hakkında planlar kurdukları adamla –ortamdaki pis herifin kayınpederiyle- katibulesrarla saat beşte kalkacak uçağından önce buluşur ve trabzonun konaklar mahallesi mevkiinde yeni açılmış sade bir pastanede birer dilim meyveli olmayan çikolatalı pasta ve ardından kokusuna dayanamayarak birer peynirli poğaçayla doğum günü kutlaması yaparlar. dertler, umutlar; söylenenler, söylenemeyenler arasında geçen durgun kutlamadan sonra katibulesrar istanbuldan verilen siparişleri bavuluna koyması için evine bırakılır.

    an itibariyle kendisi uçağında uçak düşme tehlikesi geçirirse en yakışıklı nasıl ölünür anonslarını dinlerken ben “acaba cam kenarında mı oturuyor? kampüsün üzerinden geçerken benim kaldığım yere bakmış mıdır?” diye meraklanmaktayım. kaç saatten beri yüreğime gelip çöken hüznü nasıl atlatacağımı bilemiyorum hocam. eski günleri, doyasıya ve hiçbir şeyi umursamadan muhabbet ettiğimiz günleri, 2006 kışında “ama sen de hastaydın unuttun mu hocam” serzenişleri arasında kampüste karlar arasında yol aldığımız günleri özledim hocam.
    hicrî olarak tam kaç yaşındasın bilemeyeceğim ama inşallah miladî olarak net bildiğim bu yeni yaşın sana cennet huzurunu hissettirecek güzelliklerle geçsin. zira sen herşeyin en güzeline fazlasıyla layıksın. cenazeden dolayı annen doğum gününü hatırladı mı bilmiyorum ama ben senin 2005’te sinemadan sonra gidilen kılıçoğlunun ikinci katında şimdinin sinirli doktora tez yazarı ve allahın babaeskilisiyle pasta yerken annene “ne yapacam ben seninle” gibi birşeyler dediğin o neşeli doğum günü partine benzer bir şeyler planlamıştım ama biliyorsun şartlarımız ve bu haftaki halin…
    arabada inerken dediğim gibi “ikinin biri gitti gene kaldım biriyle”. allah bana yaza kadar sabır, sinirli gence sükûnet sana da bol mutluluk ve huzur versin.

    bunları paylaşmak güzeldi. yeni yaşın tekrar kutlu olsun. tamam, bitti.
  • (bkz: #12190757)

    yıllardır hiçbir karadeniz türkücüsünün aklına gelmeyen şeyi düşünmüş yazar. ve cemile cevher çiçek'in oy benim sevdiceğim yorumuyla da düşüncesinde sonuna kadar haklı olduğu görülmekte. yazdığı entry için teşekkürlerimi sunuyorum.
  • bu güzel gününde bizden ve trabzonundan uzakta, istanbullarda gününü gün etmesini gönülden dilediğim abim. zira bugün onun doğum günü.

    iyi ki doğdun ve iyi ki ben sana hocam ve abim diyebiliyorum güzel insan.

    bu sefer gerçekten bu son olsun diyorum. bu son olsun ve sabaha kadar konuşabileceğimiz bol çekirdekli sohbetlerle kutlayalım bu günleri. ama önce şu tezi verelim artık be hocam. böyle de mesaj verir ve buz gibi bir hava katarım entarime hocaaam. * *
  • bu aralar çok meşgul, yoğun, kafası dağınık olan hocam, abim.

    trabzon'dan ayrılırken kalbime, aklıma kazınacak ilk insan.

    tarihe kayıt düşmek için yazıyorum bu yazıyı: ben senden razıydım, hakkım varsa helal olsun. kalbinde bana dair varsa bir kırgınlık, hüzün vs. affet ve dahi helal et hakkını hocam!

    seni seviyordum, şimdi de ailecek seviyoruz. benimle eşimin abisi, kızlarımın amcası; bizi unutma! kalbinde ve dualarında...
  • mevlânâ'nın dîvân-ı kebîr'ini yazan-kaydeden- kişilere verilen isim. bu kişiler onun çoğu farsça olan, türkçe, arapça, rumca şiirlerini kaydetmeyi kendilerine görevbiliyorlar ve onlara sırlar yazıcısı anlamına gelen katibü'l-esrar deniliyor.
hesabın var mı? giriş yap