*

  • haftalık dergisinin son sayılarından birinde genel yayın yönetmeni özgür yici yazmış döşemiş, ustası ercan arıklı, "bir işi en iyi yapan değil en çok isteyen alır" dermiş buna, bu da çok istediği için almış bu işi bugünlere gelmiş. tam ercan arıklı ve kısa medya yaşamım üzerine düşünürken, özgür yici sanki destan anlatır gibi devam etmiş yazısına, bayramda deliler gibi çalışmışlar okuyucuları için ve hatta bir çalışan odaya çoşkuyla girmiş, "ne maaşı biz bu dergiyi okuyucularımız için çıkarıyoruz, hadi çalışalım arkadaşlar" demiş mış miş miş miş.....

    işte basın niye kötü medya niye böyle diyenlere soyutlamasız bir gerekçe. aramızda medyada çalışan arkadaşlar alınmasın ama işte bu işi en çok isteyenler yüzünden kötü, işte bu bayram mesai ücreti vermemenin onurundan bahsedenler yüzünden kötü. o övgüyle bahsedilen ercan arıklı'yı bende hatırlıyorum, elemanlar arasinda bedava çalişmayi kabul edenleri tutardi, gerisine de o bedavacilari örnek gösterirdi.

    peki paşam sizler binlerce dolarla bahsedilen maaşlarınızı alabilesiniz diye, bizler bedava çalışalım ve bunun adı da "işi çok isteyen" başarılı gazeteci olsun. türkiye'de medya böyle bir yer işte, altta "medyada çalışayım da para mara istemez hani" diyen bir sürü özenti genç, üstte muhabir gazeteciliğin ne olduğunu çoktan unutmuş, iş kovalayan köşe yazarları.
    sonra geriye kalan halk bunu istiyor cıvırmaları. yedik onu biz
  • " at izgun karışdu it izgun ol sözlükte"
    * göktürk kitabeleri *
  • medyatik kişilerin kapsanmadığı bir sömürü düzenidir.

    medya genel olarak 212 sayılı yasaya tabi gazeteci ve 1475 sayılı iş kanununa tabi işçi çalıştıran kurumlardan oluşur. 212li olanlar genelde işin mutfak tarafı denilen üretim aşamasını gerçekleştirirken, 1475liler temizlik görevlisi, muhasebeci, reklamcı gibi çalışanlardır.

    bu kuruluşlarda kadrosuz çok insan çalışır. bazen 6 ay sonra yaparlar kadro ya da kurulan ufak tefek şirketlerden şirketlere taşır durur, böylece 2-3 ay ssk primlerini ödemezler. ve diledikleri zaman kapının önüne koyarlar. yeni iş kanunu da bu sömürü düzeninde farklı çözümlere neden olmuştur. artık işçiyi gerekçesiz çıkaramayan işveren "görevi kötüye kullanmak" gibi gerekçeler uydurarak yine işten tazminatsız çıkarmalara devam edebilmektedir.

    212li olanlar daha şanslıdır. tatilleri daha uzun, vs. avantajları çok olduğu için zor iş bulurlar ve kadrosuz çalışmaya razı olur bazıları. bazıları da 1475li olarak çalışır. habere giderken de araç beklerler ulaştırmada, araç azdır. çoğu da reklamcıları ya da üst düzeyi biryerlere götürmüş olur. öncelik budur. zavallı gazeteciler doluşur aynı araca kavga dövüş habere yetişmeye çalışır. sonra da kaza olur. şoför uykusuzdur, yorgundur, fazla mesai bile ödenmeden çalıştırılmaktadır çoğu...

    gazeteciler türkiye gazeteciler cemiyetine üye ve sendikalı olmalıdır. habercilikte tarafsızlık için bu çok önemlidir... kendileri de aynı sefalete mahkum durumda olmalarına rağmen, radikal işçi eylemlerini, direnişleri falan lütfen haber yapar, hatta çoğunu görmezden gelir. muhabirler de maalesef patronlarının davulunu çalmayı tercih ederler. bunu anlamak mümkün tabii. çok ağır koşullarda ve risk altında çalışıp, çalışan haklarına bir o kadar da duyarsız olmak... bunun için de en büyük mücadeleyi "yöneticiler" katına çıkmak için veriyorlar. bunun adına medyada köpekleşme diyoruz.

    ilgili bakınızlar:
    (bkz: basin iş davalari)
    (bkz: şehnaz pak/@atlantis)
    (bkz: engin ardıç/@atlantis)
  • mesela şu tebrik konuşmasından da anlaşılabilecek, her sektörde olduğu gibi gençlere yer bırakmayacak şekilde koltuk ve mevki kapmalar:
    - abi ya siktir et paraya mı ihtiyacın var sanki! adres olsun işte... evde oturcana orda otur. gazeteni oku tv seyret. bu saatten sonra çalışcak diilsin heralde.
    - heheeee... doğru diyon canım. gençler çalışsın.
  • paralı haber meselesini tavuk yumurta açmazına dönüştüren sorunlar zinciri.
  • sevgili arkadaşlar ve dostlar'ım,

    bir dost'umdan gelen mesajı paylaşarak, ilk kez ben ayrı bir mesaj iletiyorum sizlere: bugün işten çıkarıldım.
    bugün, en mutlu günüm. hiç ait olmadığım, ama ekmek paramı kazandığım bir dünya bugün bana "teşekkür" etti. yıllardır sesimi çıkarmadığım, içimdeki isyanları ancak dost bildiğim kişilerle öğle yemeklerinde ve rakı sofralarında paylaştığım, bir daha asla peşinden gitmem dediğim insanlara yeniden güvendiğim, yıllardır doğru bildiğimi yaptığımdan dolayı özür dilemiş olduğum ve hep daha iyisi olur diye sabretmiş olduğum için, bugün işten çıkarıldım...
    tüm fikir işçileri sendikası eski destekçilerinden özür dilerim.

    bugün en mutlu günüm. 1994'te işten çıkarılmaktan farklı, veya ben daha farklıyım. bugün, 15 yıldır ilk kez gerçekten özgürüm. 15 yıldır, ilk kez "kurban" ve "cellat" aynı kişiydi. ilk kez devlet dışında, bizler de hem kurban, hem cellattık...
    tüm medya çalışanları adına, övünerek söylüyorum: suçluyuz... eski sendikacılar; sizlere selam olsun.

    bugün en mutlu günüm. ilk kez kaçmayacağım istanbul'dan, kapıcıdan, bayramlaşmaya gelen çocuklardan... onlara verecek birşeylerim var, ilk kez! şeker, mendil, para olmasa da, onlarla ilk kez "bayram"laşacağım. haince, gözlerinin içine bakarak, onlara da soracağım kendime sorduğum soruları. özgürüm, ilk defa, gerçekten.

    tüm inananların, bayramı kutlu olsun...

    ekteki ileti, saygılarımla: birlikte yaşadığımız ama sahip çıkamadığımız kendi iş dünyamızın hatıratıdır.

    "bayramınız kutlu olmasın!"

    e. can
    kağıt topunu müthiş bir oburluk; iştahla yutan makinanın son gazeteleri de kusmasıyla yeri göğü sarsan offsetin uğultusu gecenin alışıldık sükunetine bırakıyor yerini. lacivert tulumuyla kocaman bir yaramaz çocuğa benzeyen baskı şefi eliyle işareti veriyor, ve yavaş yavaş..; devri düşerek yavaşlayan sistem susuyor. martıların arsız çığlıklarıyla başbaşa kalıyor gece.
    ...
    kullanılan kurşun kalıplar ve baskı mürekkebinin vücuda zararını azaltmak için her sabahki mutad yoğurt ziyafetinin kaşıkları arasında, basılan gazetelerde dolaşıyor gözler. ellerindeki gazetelerin hepsinin ilk sayfalarında birer kutucuk asılı. ;"bayram nedeniyle gazetemiz birinci, ikinci ve üçüncü gün yayınlanmayacaktır. bayramınız kutlu olsun!"
    biraz sonra başlayacak, az ötede bekleyen servis aracının koşacağı dinlentinin mutluluğu. birkaç gün boyunca, 'ekstra' bir tatil, aileyle birlikte tam zaman geçirilecek birkaç gün.
    ...
    gün ışımak üzere. tatlı bir tatil sabahının hoş serinliği var havada. kentin büyülü silüetini kuşatan kubbelerin kulelerinden çağrılar bayram buluşmasına. servis aracının, sürttüğü caddeler sokaklarda namaza yetişmeye çalışan mahmur adımların telaşı. biraz sonra birer bıçak darbesiyle telef edilecek yaratıkların son bağırtıları karşılıyor sabahı.
    ...
    yirmidört saat sonra;.. ertesi sabah, aynı anın yaşanmayacaklığının ortak hesabı zihinlerde. yarın sabahı diğer insanlar gibi, sıcacık yataklarında karşılayacak o insanlar da. o insanlar da diğer insanlar gibi, yeni doğmuş sabah güneşiyle karşılayacaklar günü. kahvaltı masasına hep birlikte oturulacak ailecek. kedi yavrusu gibi kıvrıldığı yatağından kucaklanmış bücür babasıyla birlikte kahvaltı yapmanın şımarıklığını çıkartacak reçelli ekmeğini yerken.
    gazetelerdeki başlıklara, yazılara beraber bakılacak. kimi yazılar okunacak birlikte hatta. ardı arkası bitmez sorular soracak çokbilmiş velet. o sorulara birlikte yanıtlar yetiştirilmeye çalışılacak usanmazca. aynı mahmurluğu paylaşan gözlerle bakışacak sevdalılar.
    ...
    uykusamış gözlerin müstakbel birkaç gün ile ilgili muhabbetleri birer ikişer kesiliyor, "iyi bayramlar" dilekleriyle. birer birer vedalaşıp evlerine, bekleyenlerine koşuyor gazete emekçileri. birer birer başlıyor bayram.
    birer birer açılıyor kapılar.
    birer birer kavuşuyor bedenler 'ekstra' mutluluğa...
    ...
    bugün bayram.
    yine "stop!" işaretiyle susacak saatte yarım milyon basan gazete baskı makineleri. gecikmiş bayramcıları, yetiştirmek için motorlarını parçalayan uçakların uğultusuyla yırtılacak sabahın
    sessizliği. sabaha sabırsızlanan gecenin zifiriliği, medya plazaların hemen ötesindeki havaalanının, uçakların ışıklarıyla kesilecek. terkedilmiş kentin, caddelerinde kaçılmış bir bayramın suskunluğu. kaçırılmış belki. acıkmış, yorulmuş, uykusamış.. bedenlerin dudaklarından, tedirgin küfür mırıltıları patronlara.
    ...
    çok değil on yıl önce.. hatta, tüm sendikal hakların birer birer çöpe atıldığı cunta günlerinde bile hayal edilemezdi bu gasp. dinsel bayram günleri gazete çalışanlarının kazanılmış tatil dinlence hakkı sayılırdı. her yıl ekstra bir haftalık tatil kazanımıydı bu. ama, yorgun argın mürekkep kokulu ... koşulan tapınak tonozunda.., ama sabahçı meyhanesinin masasında.. mekanlar farklı olsa da, ortak heyecan, ortak dinginlik.. ortak mutlulukla karşılanırdı bu 'mübarek' dinlenti. aynı kıvançla.
    dinç'in çöplüğü
    pek çok gazetecinin yalnızca adını duyduğu, "yeni asır" diye bir gazete çıkıyordu izmir'de.
    başında da, babadan doğma bir tüccar; dinç bilgin. o kenti ve havalisini babasından kalma bir çiftlik olarak gören bu tüccar , "reklam" adı altında, egeli şirketlerin haracın yer, posta koyanlara saldırıp, dehşet salardı gazetesinin sayfalarında.
    ...
    burada biraz dikkatli olması gerekiyordu tabii ki. işin suyunu çıkartıp, ulusal basın kartelinin pastasına da sarktığı anda, hemen apar topar kurmaylarını toplayıp izmir'e taşınırdı simavi.
    yalnızca ege bölgesi gazete baskılarına mahsus ek, ıvır zıvır, promosyon salvosunu nihayete erdirip dönerken, haddini öğrenmiş; perişan bir horoz bozuntusu bırakırlardı ardlarında.
    ...
    dinç'in bu sefalet serüvenlerini bildikleri için, gazeteci tayfası da pek ciddiye almazdı biçareyi. o da, izmir'deki üniversitelerde talebanlık icra etmekte olan gasteci heveslilerinden derlediği
    güruhu üç kuruşa çalıştırıp kervanı idare ederdi. heyhat; onlar da, biraz palazlanıp özgüvenlerini kazanınca dinç'i satıp gazetelerin izmir temsilciliklerine iltica ederlerdi.
    "kimbilir" belki o zamanlara dayanır dinç'in gazetecilere öfkesi..; kini.
    ...
    bu çöplükte iki horozun fazla olduğunu anlamakta gecikmedi bu kurnaz yahudi. istanbul kartelini istanbul'da vurmak gerekiyordu...
    ;ilk çıkartma.. hatırı sayılır bir borç, atıl bir makine parkı..; bozgunla sonuçlanacaktı. "istanbul yeni asır"ı, istanbul'un kapısından bile sokmamıştı hürriyet grubu.
    ...
    bir yandan yazgısını kabullenip toparlanmaya çalışırken, diğer yandan kıyısına pusulandığı ege denizinin enginlerine bakıp, talihin kendisine güleceği günü beklemeye başladı.
    kısa boylu, koca göbekli, koca gözlüklü, kirpi saçlı bir herifti bu talih..; bir gün dinç bilgin'in gazetesine geldi ve güldü...
    ...
    "iki buçuk gazete" bırakacaktı türkiye'de.
    bu sözü duyunca pılısını pırtısını toplayıp, abdi ipekçi'yi yitirdikten sonra toparlayamadığı milliyet'i satışa çıkarttı karacan. 12 eylül vartasını henüz atlatmanın rehavetindeyken bir de
    bu belayla karşılaşan erol simavi'nin de midesi bulanmıştı. tam bir kaos içerisindeydi basın. gazete sahipleri uzun vadeli planlarını askıya alırken babıali'de, aydın doğan gibi.., ne idüğü belirsiz adamlar geziniyordu.

    "istanbul'un fethi"

    tam aradığı havaydı bu pus. beklediği an gelmişti. bakışları kadar sinsice yaklaştı istanbul'a. babıali'ye hiç bulaşmadan, mecidiyeköy'de peylediği inine zulalandı.
    ...
    rahmi turan denilen, yine simavi'den devşirdiği bir adamı seçmişti partner olarak. başarılı bir 'gazeteci'ydi rahmi. yabancı gazetelerden kırpıklanan, pornografik kadın fotoğraflarının
    altına uyduruk haberler yazıp yayınlayan, 'tan' gibi 'başarılı' bir gazeteden gelmeydi.
    ...
    hatırı sayılır bir sabır sürecinin ardından istanbul piyasasına saldırdı dinç. izmir'den toparladığı hasoğlanları ile birlikte, zevcelerinin bile isyan ettikleri, erol simavi'nin kafasını çevirip bakmayacağı sabah diye bir paçavranın sahibiydi artık. çıkan pespaye, tan gazetesi
    gibi, abazan bir toplumun basını olacak, tiraj limitlerini zorlayacaktı.
    ...
    iyice tadı kaçmıştı 'yuppie'lerin eline düşen gazetelerin. hürriyet'in yurtdışı temsilciliklerini çiftliğe çeviren mit'e yönelik temizlik operasyonu girişiminin yanıtını babasının mezarına konulan bir bomba olarak aldıktan sonra, sevgilisiyle yerleştiği isviçre'de gazete patronluğunu bırakma hesabı yapmakta olan erol simavi'nin dönüp bakacak hali yoktu bu türedi paçavraya. kendi gazetesi bile, salapurya gibi bir o yana bir bu yana savruluyordu.

    "pornografik aile gazetesi"

    yarım yüzyıllık lokomotifliği sarsılmaya başlamıştı, salapurya gibi bir o yana bir bu yana savrulan hürriyet'in. turgut özal'ın pençesinde soluklanmaya çalışan basının ufku belirsizdi.
    sabah'ın yayın politikasını değiştirme hazırlıkları yaptığı dedikoduları dolaşmaya başladı babıali kulislerinde. ;"aile gazetesi" olacaktı sabah.
    ağarmış bıyıklarının altına gizlemeksizin dolu dolu güldüler bu espriye babıali emektarları.
    ...
    ama yanılmışlardı.
    bunca yıllık 'baba'sının eteğin terkedip, rotasını tümüyle iktidarın dümensuyuna çevirdi dinç. aldığı muazzam teşvikler, teminatlar ile tüm dünya basınının bile, dehşete düştüğü bir makine parkı kurdu. bir gazetenin özkaynaklarıyla kuramayacağı, yayın politikasında bağımsız olabilme kaygısıyla asla yapmaması gereken bir 'yatırım'dı bu; 'dünyanın en modern matbaa'larından birisi..
    "gazetecisiz gazete!"
    insan emeğinin asgariye indirildiği, gazetecilerin folluk tavukları gibi istiflendiği bir basın 'endüstri'si kuruldu ikitelli'nin dibinde.
    gazetecisiz gazete çıkartacaktı dinç.
    ...
    elalemin parasıyla kurduğu bu şatosunda ilk intikamını basından alacaktı. "eşeği dövemeyen semerini" hesabı, babıali'den devşirdiği gazetecileri hizaya dizdi, gazetesinin girişine koyduğu turnikelerin önünde.
    ...
    damızlık inekler gibi sıra sıra, kart basılarak girilen bu binanın içerisinde sigara içmek de yasaktı, bilgisayar sistemine zarar verdiği gerekçesiyle. gömleklerinin ceplerinde sallanan plakalarıyla, gazodalarının yolunu tutuyordu kelli felli gazeteciler.
    gazeteci olmanın da hiçbir hükmü yoktu bu 'medya plaza'nın lüks koridorlarında. tam tersi dezavantaj, hatta aşağılanma bile sayılabiliyordu, reklam promosyon servislerine kapak atıp tüm basının hatta kainatın bile kendi çevrelerinde döndüğünü sanan züppelerin gözünde.
    ...
    ulusal basından intikamını acı alıyordu dinç bilgin. derin bir yozlaşmanın, onulması güç bir etik bozuşmanın katalizörü oldu.
    ...

    "hayırlı iş"

    "hiç iyi bir yanı yok mu bu adamın!" diyeceksiniz belki. haklısınız; "yehova'sı var" gazeteci tayfasına hayrı dokunmadı değil. emrindeki gazeteciler, "personel taşıma servislerinin yetersiz olduğu, taa ikitelli'ye nasıl gidip geleceklerini?" sorduklarında, "araba alın" demişti dinç bilgin. "ya alamayanlar?" tepkisinin yanıtı netti; "arabası olmayanlar defolsun gitsin. dışarıda it sürüsü gibi gazeteci bekliyor" külüstür araba pazarına nur yağdı. borç harç otomobillendi 'gazeteci'ler.
    ...
    servis araçlarına özgü kaynaşmayı, gazeteci muhabbetini sabote etmekle kalmadı bu ticari deha. günaydın, milliyet ve hürriyet'te başlayan, sendikasızlaştırmaya tüy dikilen yine sabah grubu olacaktı. gazetenin haber servisleri bile parçalanarak taşeronlaştırılırken temel haklar teker teker tırtıklanıyordu.
    bu yalnızlaşma; yalnızlaşmanın getirdiği çaresizlik, suskunluk.. bir adım daha atmak cüretini kazandıracaktı dinç bilgin'e.

    dinç'in bayram hediyesi

    1993 yılında bayram hazırlıkları yapılırken, sabah grubunun bayram tatili hakkını ihlal edeceği haberi bomba gibi patladı basın çevrelerinde. "maaşını ödediğim, personelimin üç günlük tatilinin 'zarar'ına niçin katlanayım; niçin üç günlük karımı feda edeyim" diyordu sabah patronu ve çömezleri. bu haklarını savunmaya çalışan, tatil süresince gelmeyecek olan personel ise işten atılmakla tehdit ediliyordu.

    bayram sabah'ı

    olurdu..; olmazdı derken, bayram günü geldi ve "bayram" gazetelerinin yanındaki raflarda yerini aldı sabah grubu gazeteleri.
    bir kaç sembolik tepkiden sonra sustu, patronajın denetimine geçmiş olan gazeteci cemiyetleri. açılan davalar komik para cezalarıyla sonuçlanırken, bir daha ki bayram diğer gazeteler.., islamcı basın da katılacaktı bu ihlale.
    ...
    bir gazetecilik geleneği; bayram tatili hakkı da gaspedilmiş; yitirilmişti usulcacık.

    bayramınız kutlu olmasın

    ...
    bugün bayram.
    ;
    yine eski bayramlar üzerine yazılar döşenecek köşelenmiş gazeteciler. eski bayramları yad edip, nostaljik 'ah!'lar çekecekler "geleneksel" olarak. "geleneksel" bir gazetecilik hakkının,
    dinlence hakkının nasıl harcandığını, arsızca feda edildiğini anımsamaksızın...
    inanmayın..;
    gazetecilerin bayramı yok çünkü!..
  • medyada tamâhkârlık, tâlih, torpil demişken bir şekilde iş kotarmışların;
    çalışma masasındaki formikalara sevdiklerinin fotoğraflarını koymamaları, titizleneceği çiçekleri cam kenarına saksılamamaları, odalarını arzu ettiklere renge boyatmamaları, uzun uzadıya süslemeleri tüm bunları yapmaktan daha iyidir.

    kaldı ki, plaza yaşantısının "interior design"ı, insan/çalışan odaklı değil "verimlilik" odaklı olduğundan buna pek müsait de değildir. mekânın üzerinde tasarruf sahibi olan, mekâna manâsını veren insan değildir çünkü.
    odanızda ne yapıp yapamayacağınızın tefferuatlı kuralları vardır. kapıdan girerken okutmak zorunda olduğunuz kartta, kapıdaki güvenlik görevlisinin sizi herhangi bir sebepten içeri almayacak yetkide olması, sempatik emekli bir bekçi değil, epeyce cüsseli ve tavizsiz bir soğukluğu olan bir ızbandut olması da hep çalışana ne için çalıştığını ve kıdemini bildirir, hatırlatır her sabah ve akşam.

    sizi klima hastası edecek o otel görünümlü 'şık' ve 'steril' odayı terk etmek gücüne gider insanın mekânı kendisinden kılarsa. "kılmasın zaten" üzerine kuruludur.

    küçük mukavva bir kutuya sığabilecek kadar eşya getirmek ve on dakikada terk edebilecek ve terk edildiğinde geriye pek az şey kalması, dönüp bakmayı istemeyecek nitelikte olması gerekir. krizde, ilk kesilen masraf tanıtım-reklam masrafları olduğundan ilk işten çıkarmalar da medyada olur.

    peki, bütün bunlar genelde bir insan, özelde bir gazeteci için nasıl bir var oluştur? diye sorulacak olursa, "esnek istihdam piyasasında patronunun kölesi olmuş, verimliliği preste sıkılacak portakal gibi insan/gazeticidir. yerse...

    gazeteci, üniversite kantinlerimizde/sınıflarımızda/işletme kulüplerinde görmeye alıştığımız arkadaşlarımız gibi marketingçi olmalıdır artık.

    (bkz: esnek istihdam)
hesabın var mı? giriş yap