• birinci dünya savaşı'ndan önce musul bölgesi, petrolleri dolayısıyla, ingiltere, fransa, almanya ve hatta birleşik ame-rika arasında rekabet konusu olmuş, lakin 1916 sykes-picot anlaşması ile bu bölge fransa'ya bırakılmıştı. 1920 nisanındaki san remo konferansı'nda fransa, kendisini orta doğu'da desteklemesine karşılık, burasını ingiltere'ye bırakmıştı.

    lozan konferansı'nda türk-irak sınırının çizilmesi meselesi görüşme konusu olduğu zaman, türkiye, musul ve süleymaniye bölgeleri halkının büyük çoğunluğunun türk olması nedeniyle, buraların türk sınırları içine katılması gerektiğini ileri sürmüş ve irak adına, mandater devlet olarak, ingiltere de buna itiraz etmişti. bunun üzerine lozan antlaşması'nın 3. maddesiyle, bu meselenin çözümü, dokuz ay içinde bir sonuca ulaştırılmak üzere, türk-ingiliz ikili görüşmelerine bırakılmıştı. bu görüşmeler 19 mayıs 1924'de istanbul konferansı ile başladı ve 5 hazirana kadar devam etti.

    taraflar, lozan'daki tutumlarında bir değişiklik yapmadıkları için, bir uzlaşmaya varmak mümkün olmadı. türkiye, yine musul ve süleymaniye'nin türk sınırları içinde kalmasında ısrar etti. ingiltere ise bu fikre yanaşmadığı gibi, üstelik hakkari ilinin dinsel çoğunluğunun süryani olduğunu, süryanilerin ise irak'a göç etmeleri dolayısıyla, hakkari'nin de irak'a katılması gerektiğini ileri sürdü.

    istanbul konferansı'nın sonuçsuz kalması ve özellikle türkiye'nin tutumunu yumuşatmaması üzerine, ingiltere türk-irak sınırları bölgesinde sınır olaylarını kışkırtıp, burada karışıklıklar çıkarmaya başladı. bu durum türk-ingiliz münasebetlerinin gerginleşmesine sebep oldu.

    yine lozan antlaşması'na göre, ikili görüşmeler başarılı sonuç vermezse, mesele milletler cemiyetine havale edilecekti. milletler cemiyeti 1924 eylülünde meseleyi ele aldı. türkiye musul ve süleymaniye bölgelerinde plebisit/halk oylaması yapılmasını teklif ettiyse de, ingiltere buna yanaşmadı. öte yandan, milletler cemiyeti musul meselesi hakkında inceleme yapıp, rapor vermek üzere bir komisyon teşkil etti.

    komisyon raporunu milletler cemiyetine 1925 eylülünde sundu. rapor, musul'un irak'a katılması gerektiğini ve ayrıca kürtlerin, haklarının da garanti altına alınmasını tavsiye ediyordu. bu sırada ingiltere milletler cemiyetinde hakim durumda olduğu için, milletler cemiyeti konseyi de bu tavsiyeyi aynen kabul etti. komisyon raporu hakkari'yi türkiye'ye bırakmıştı.

    milletler cemiyeti konseyi'nin kararı türkiye'de büyük bir tepki yarattı ve ingiliz aleyhtarlığının yeniden kuvvetlenmesine sebep oldu. hatta türk basını bir türk-ingiliz savaşından bile söz etti. lakin türk hükümeti daha ileriye gidemedi. çünkü, yıllarca süren savaştan yeni çıkılmıştı ve tekrar savaşmak kolay değildi. kaldı ki, içeride çözüm bekleyen bir sürü ekonomik ve sosyal meseleler vardı. bu sebeple, 5 haziran 1926'da ingiltere ile bir anlaşma imzalayarak milletler cemiyeti kararını kabul etti. bu antlaşma, bugünkü türk-irak sınırını çizmiş ve musul buhranını sona erdirmiştir.

    musul buhranı, türkiye ile sovyet rusya'yı birbirine daha fazla yaklaştırmıştır. çünkü sovyetler, locarno anlaşmalarının imzasından hiç hoşnut kalmamışlardı. bunun içindir ki, sınırlarını çevreleyen devletlerle saldırmazlık antlaşmaları imzalama yoluna gitmişlerdir.

    milletler cemiyeti konseyi'nin, komisyon raporunu kabul ettiğinin ertesi günü, 17 aralık 1925'de paris'te türk-sovyet dostluk ve saldırmazlık paktı imza edilmiştir. milli mücadele sırasında olduğu gibi, ingiltere ile münasebetlerin gerginleşmesi, türkiye'yi sovyet rusya'ya tekrar yaklaştırıyordu.
  • türkiyenin bu tarihte milletler cemiyetine üye olmayışı da ayrı bir noktadır. ingiltere plebisit önerisinide halkın cahil olması bahanesiyle geri çevirmiştir. ingiltere olayı milletler cemiyetine taşımak için çözümsüzlüğü benimsemiştir. türkiyenin milletler cemiyetinin kararını kabul etmesinin bir sebebide seyh sait ayaklanmasıdır.

    1929 tarihine kadar (ingilterenin akdeniz filosunun istanbulu ziyareti) ingiltere türkiye ilişkileri durgun geçmiştir.
  • nutuk'tan...

    "...

    aii ihsan paşa'nın malta'da iken kurtulması için ferit paşa'ya mektuplar yazdığını ve ingiliz mandasını kabul etmek için kendi karşısında saatlerce açıktan açığa konuşmalar ve tartışmalar yaptığını söyledi. ali ihsan paşa'nın davranışlarına bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." astlardan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi göndererek karşılıklı güven duygularmı sarsma şeklindeki davranışlan da ayrıca dikkati çekmektedir. söz gelişi : şeyhelvan dağının düşman eline geçişi ile ilgili yazışmaların olduğu gibi 2 nci kolordu'ya, 5 inci kolordu'dan yazılan bazı raporların da aynen cepheye yazılması gibi. buna rağmen, söz konusu olayın sorumluluğunu 5' inci kolordu komutanı'na yüklemesi ve kendisinden cepheye şikâyette bulunması âmirlik niteliği ile bağdaştırılamaz, tevhid-i efkâr gazetesinde yayınlattığı hâtıraları arasında, ateşkes anlaşması tarihinden bir gün önce, musul güneyinde, şarkat'ta esir olan dicle grubunun esirlik sebebini yalnız o zaman grup komutanı olan (şimdi doğu cephesi nde tümen komutanı imiş) yarbay ismail hakkı bey'in üzerine atması da bu karakterinin delilidir. dicle grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci alaylarla avcı alayından oluşmuştur. bunlardan başka ayrıca 5' inci tümen'den 13 ve 14' üncû alaylar da parça parça esir verildi. ateşkes anlaşması'ndan bir gün önce 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybı, gerçekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak verdiği bir emir yüzündendir. işte bu durum musul ilinin kaybedilmesine yol açtı, halbuki, ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. gruba, keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, ingilizler gruba tesir etmek şöyle dursun yenemezlerdi bile. bu gruba 5' inci tûmen de katılabilirdi. ateşkes anlaşması yapıldığı zaman, esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve musul da bizde kalırdı, fakat sefil bir düşünce mantığa galebe çaimıştır.

    ..."
  • türkiye'nin en önemli dış politika sorunlarından birisidir.

    ‘musul sorunu’ kavramı literatürümüze, i. dünya savaşı’nın sonuyla birlikte girmiştir. ingilizlerin savaşın bitmesinin ardından musul’u işgaliyle başlayan süreç günümüze kadar aralıklara da olsa önemini korumayı başarmış ve bir sorun olarak türk dış politikasında yerini almıştır.
    bu makalede musul bölgesinin tarihi ana hatlarıyla incelenecek ve musul’un irak’a katılmasıyla birlikte gelişen olaylar ve günümüzde coğrafyanın içinde bulunduğu durum irdelenmeye çalışılacaktır.
    musul ve kerkük bölgesi, bulunduğu konum dolayısıyla, anadolu ve asya, doğal olarak da avrupa ve asya arasında yer aldığı için önemli kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir bölgedir. ilkçağların önemli medeniyetlerinden ikisi olan asur ve babil uygarlıkları burada kurulmuş ve yaşamıştır. bölge islam egemenliğine ise hz. ömer zamanında girmiş ve emeviler ile abbasiler devri zamanında da önemini korumaya devam etmiştir.
    bölgeye türklerin gelişi de aşağı yukarı bu zamanlara rastlamıştır(daha önceleri göçebe türkler tarafından yapılan seferler hariç tutulursa). irkçı emeviler’den sonra, islam devleti’nin başına geçen abbasilerin hoşgörülü tutumlarıyla birlikte türkler, islamiyet’e geçmiş ve abbasi halifesinin emri altına girmişti. musul coğrafyasına, türkler, abbasiler tarafından yerleştirilmeye başlanmış ve buralarda bizans imparatorluğuna karşı bir nevi sınır koruyucusu olarak görev yapmışlardır. daha sonra, bölgede ilk türk devleti olan tolunoğulları devleti kurulmuştur. daha sonra bölge, sırasıyla, büyük selçuklular, irak selçukluları, zengiler, erbil atabeyliği, karakoyunlu, akkoyunlu ve safeviler gibi bir çok türk devletinin hakimiyetine girdikten sonra yavuz sultan selim zamanında, 1517 yılında, osmanlı devletinin hakimiyetine girmiştir.
    bölgenin önemi xix. yüzyıldan itibaren artmaya başlamıştır, çünkü bu bölge önemli yer altı ve yerüstü kaynaklarına sahipti; bunların en önemlisi ise şüphesiz petroldü. ingilizler, fransızlar ve almanlar çeşitli bahanelerle(arkeolojik kazı vs.) bölgeye gelip incelemelerde bulunmuş ve bölgenin zengin petrol yataklarına sahip olduğunu fark etmişlerdi. ancak burada bulunan petrolün farkına varan biri daha vardı ki o da osmanlı sultanı ii. abdülhamit idi. abdülhamit’in meşhur paranoyaları bu konuda işe yaramış ve büyük devletlerin bölgeye arkeolojik kazı(!) yapılması amacıyla gönderdikleri bilim adamlarından şüphelenerek k bölgeyle ilgili incelemeler yaptırmış böylece, bölgede petrol olduğunun farkına varmıştı. abdülhamit kendi anılarında durumu şöyle izah eder : ‘merakım büsbütün arttı, fakat kimseye bir şey sezdirmedim. yalnız gelen haberlerden musul’daki ve bağdat’taki heyetlerin kazı çalışmalarını bırakıp kuyular açmaya başladıklarını öğrendim. o zaman amaçları ortaya çıktı. aradıkları kırık küpler, küçük heykelcikler değil, petroldü. daha önce eflak’ta petrol bulunduğunu, hemen kuyular açarak arandığını biliyordum.’ abdülhamit daha sonra bu toprakları ‘hazine-i hassaya’ dahil ettiğini açıkladı, yani topraklar ve elde edilen gelir doğrudan saraya gelecekti. bu adım toprakları koruyabilmek yolunda atılmış bir adımdır. daha sonra abdülhamit buradaki petrollerden yararlanabilmek amacıyla amerika’ya ve japonya’ya kadar bir çok ülkeye elçi yolladı fakat bunların cevabını alamadan ii. meşrutiyet ilan edildi ve tahttan indirildi.
    i. dünya savaşı ve akabinde meydana gelen gelişmelerle ingilizler mondros mütarekesi’nin imzalandığı gün musul’a kadar ilerlemişlerdi. mütareke haline rağmen mütarekenin meşhur 7. maddesindeki, “lüzum görülen stratejik yerleri işgal etme” maddesine dayanarak ingilizler musul’u işgale başladılar. osmanlı kuvvetleri tahliye işlemlerine başladılar ve 30 kasım 1918’te şehir tamamen boşaltıldı.
    anadolu’da başlayan kurtuluş hareketi misakı milli sınırları içinde yer alan musul bölgesine kayıtsız kalmamış ve burada da direnişi örgütlemeye çalışmıştır. bu amaçla binbaşı şevki bey süleymaniye havalisi komutanlığı’na atanmıştır. ingilizler burada tutunmak için şeyh mahmut isminde yerel bir liderle bağlantıya geçerek, burada kürt emirliği kurulabileceğini bildirmişlerdir. buradaki türkmenler böyle bir olaya sıcak bakmamış ve mücadeleye devam etmişlerdir. araplar ise genel olarak bir arap-türk birliğinin kurulması ve türklerle ortak hareket edilmesini öngörmüşlerdir. fakat kürtlere verilen sözlerin tutulmayışı ile birlikte zaho ve yöresinde isyan patlak vermiş ve ingiliz askerleri öldürülmeye başlanmıştı. buradaki türk birlikleri de üstünlüğü ele almış ve ingilizlere karşı üstünlük sağlamaya başlamıştı. bunu izleyen zamanlarda ise kurtuluş savaşı sonuçlanmıştı. musul’da da silahlı mücadeleden vazgeçilip, masa başında işi çözmek yolunda karar alındı. lozan konferansı’nda ise bir sonuç alınamadı ve mesele milletler cemiyetine bırakıldı. yapılan görüşmeler neticesinde 5 haziran 1926 yılında ankara antlaşması imzalandı ve türkiye-irak sınırı kesinlik kazandı. antlaşmaya göre türkiye musul’dan vazgeçmiş irak yönetiminin de türkiye petrol gelirinin %10luk bir kısmını 25 yıl süreyle türkiye’ye vermesi kararlaştırılmıştır.
    türkmenlerin durumuna genel bakış
    peki bu saatten sonra buradaki türkmenlere ne oldu? nelerle karşılaştılar, türkiye’nin tutumu ne oldu? maalesef türkiye’nin ankara antlaşması’nı izleyen süreçle birlikte musul’la ilgili olan bağları zayıflamaya başlamıştır. buradaki türkmen nüfus 1926 yılından irak krallığı’nın yıkıldığı 1958 yılına kadar çeşitli baskılara maruz kalmış ve sistematik olarak sindirilmeye çalışılmıştır. ingilizlerin kışkırtmaları sonucunda, bölgedeki diğer etnik yapılar gibi, sürekli soykırım tehdidi altında kalmışlardır. krallığın yıkılması ile birlikte molla mustafa barzani, rusya’daki sürgün hayatından geri dönmüş ve irak’a gelmiştir. mustafa barzani ile birlikte buradaki kürt gruplar da silahlanmaya başlamışlardır ve 14 temmuz 1959’da kerkük’e girmişlerdir. burada bu silahlı gruplar tarafından 3 gün boyunca katliam yapıldığına dair söylentiler vardır fakat bunlar ispat edilememiştir. daha sonra ise baas partisinin 1970 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, 24 ocak tarihinde ‘kürtlere muhtariyet’ verildiği ve bölgenin tespiti için plesibit yapılacağı açıklanmıştır. bu tarihten sonra bölgedeki nüfus dengeleri değiştirilmeye başlanmıştır. arap kabileler bölgeye getirilmiş türkmen köyleri boşaltılmış ve yerlerine kürtler yerleştirilmeye başlanmıştır. itiraz eden türkmenler ise irak’ın güneyine gönderilmiştir. türkçe konuşmak yasaklanmış, irak anayasası’nın türkmenleri ilgilendiren hususları uygulanmamış, türkçe olan yer adları değiştirilmiştir. kısacası bölgedeki türkmen etkisi yok edilmeye çalışılmış ve türkmenlere asimilasyon politikaları uygulanmıştır. ankara ise bu olaylar karşısında sessiz kalmış ve duruma müdahale edememiştir.
    körfez savaşları ve sonrasında bölgenin durumu
    16 ocak 1990 yılında başlayan i. körfez harekatı ile amerikanın önderliğinde, nato üyeleri ve başta ingiltere, fransa, hollanda, belçika, almanya’nın hava kuvvetleri ve türkiye’nin üs kullanım desteği ile başlayan süreç 27 şubat 1990 tarihinde sona ermiştir. türkiye savaş sonucunda siyasi, ekonomik ve askeri bir çok zararla karşılamıştır. savaş sonunda bm tarafından bir güvenli bölge oluşturulmuştur. bu sınırlar çizilirken daha çok 1970 yılında tanınan kürt özerk bölgesi esas alınmıştır. nitekim musul 36. paralelin üzerinde olmasına rağmen güvenli bölge dışında kalmış, talabani’nin egemen olduğu süleymaniye ise 36. paralelin altında olmasına karşın güvenli bölgeye dahil edilmiştir. böylece günümüze kadar süregelen gelişmelerin temelleri de böylece atılmıştır.
    11 eylül ve onu takiben yaşanan olaylarla birlikte irak’a ikinci kez askeri müdahale gerçekleşmiş ve türkiye bu sefer topraklarının kullanımına izin vermemiştir. harekat bittiğinde saddam devrilmiş, ülkeye demokrasi(!) getirilmiş ve abd’nin hükümranlığında kukla bir hükümet kurulmuştur. savaş sonunda ise irak genelinde büyük bir otorite boşluğu ortaya çıkmış ve irak’ta halk işgalcilerle uğraşacağına, kendi aralarında savaşmaya başlamıştır. irak hızla bölünmeye doğru ilerlemektedir. yapılan tahminlere göre irak üçe bölünecektir: şii bölgesi, sünni bölgesi ve kuzey irak’ta musul ve kerkük’ü de içine alan bir kürt bölgesi. zaten ülkenin kuzeyinde bir kürt devleti fiilen de olsa kurulmuş vaziyettedir. kendi bayrağı ve silahlı güçleri vardır. hatta barzani ‘türk ordusu kuzey irak’a girerse burası onlar için mezar olur’ diyebilmektedir. türkiye bütün bu gelişmelere seyirci kalmakta olaya müdahale edememektedir, çünkü her defasında tezkere krizi başına kakılmaktadır.
    sonuç
    bölgede geçmişte oynanan oyunlar günümüzde de oynanmaktadır. petrolün buradaki keşfiyle birlikte buraya uzanan kirli eller, öyle ya da böyle yıllardır etkilerini sürdürmektedirler. yüzyıllardır bu topraklar üzerinde yaşayan halklar birbirlerine düşman edilmeye çalışılmaktadır. tabi bunun karşılığında da birilerinin cepleri doymakta, buradaki insanlar acı, sefalet ve gözyaşı içinde harap olmaktadır.

    * *
    * * * *
  • 1. dünya savaşı sonrası haritası baştan çizilen ortadoğu'nun, uzantıları bugün bile eko veren sınır sorunu. musul vilayeti mondros mütarekesi'nin hemen ardından ingilizler tarafından işgal edilmiş,5 haziran 1926 tarihli ankara antlaşması'yla da ingiliz mandası altındaki ırak'a bağlanmıştır. sorunun çözümü için milletler cemiyeti bir araştırma komisyonu oluşturmuştur (türkiye, vilayetin kaderini tayin için plebisit yapılmasını istemiş, ancak milletler cemiyeti ingiltere'nin argümanlarına itibar ederek, geniş çaplı bir araştırma yapılmasını uygun görmüştür).
    gerek musul başlığı altında, gerekse yukarda uzun uzun anlatılmış. musul sorunu, bu anlatılanlar kadar, devletlerin kapışmasının, türlü rekabetin dışında ve ötesinde, 1926'ya kadar bir tür "no land's man" (bkz: no man's land) olarak yaşamaya mahkûm olmuş halklarının yaşadığı ve anlattığı bir hikâyedir aynı zamanda. araştırma sırasında insanlara şu soru sorulmuştur mesela: "ingiltere ve türkiye aradan çıksa; musul doğrudan ırak'a bağlansa, ne dersiniz?" raporda yazan şudur: "halk buna ağırlıklı olarak güldü ve ekledi 'ırak mı? ne ırak'ı? öyle bir ülke yok ki?"

    nihayetinde komisyon, ingiliz mandasının en az 25 yıl sürmesi ve kürtlere özerklik, en azından ciddi bir özgürlük alanı yaratılması şartıyla musul'un ırak sınırları içine dahil edilmesi yönünde görüş bildirmiştir. bu şartların - özellikle de manda yönetiminin 25 yıl sürmesi - yerine getirilmemesi durumundaysa, eyaletin göreceli olarak daha istikrarlı olan türkiye'ye verilmesini önermiştir. ırak 1932 yılında "bağımsız" olmuştur.

    musul sorununun memlekette üzerine en çok tartışılan konulardan biri olup, bu sorun hakkında yazılmış eli yüzü düzgün kitap, araştırma sayısının - en azından 3-4 yıl öncesine kadar - iki elin on parmağını geçmemiş olması ise apayrı bir sorun. neyse ki son yıllar biraz daha bereketli o bakımdan.
  • osmanlı devleti'ne bağlı musul vilayeti'nin toprak sorunu.
  • faydalı birkaç link;

    türkiye-ingiltere-ırak 1926 anlaşması metni - http://treaties.fco.gov.uk/…tween turkey & iraq.pdf

    bu konuda bir akademik makale - http://dergiler.ankara.edu.tr/…iler/44/676/8604.pdf

    bu konuda bir yüksek lisans tezi - http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0002508.pdf

    bu konuda bir gazete yazısı - http://www.haberturk.com/…957006-iste-musul-gercegi

    buradan şu sonuç çıkıyor; türkiye, ırak'ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü karşılığında ve 25 sene boyunca bu ülkenin petrol gelirlerinin yüzde 10'unu almak kaydıyla musul üzerindeki tüm haklarından vazgeçmiştir. ancak ırak'ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı ortadan kalkarsa, anlaşma kendiliğinden kadük hale gelmiş sayılacak ve durumda da türkiye'nin bu bölgedeki hak iddiası hukuki bir temele oturacaktır.
  • doç. dr. mehmet akif okur yazdı: musul meselesi uluslararası hukuk ve ‘tarihi haklar’
    01.11.2016

    önümüzdeki beş-on yıllık zaman diliminde ırak’ta bütünlüğünü koruyan bir devlet mi, yoksa bileşenlerinin hükümranlık alanlarına ayrılmış bir coğrafya mı göreceğiz? orta doğu uzmanı doç. dr. mehmet akif okur kaleme aldı.

    doç. dr. mehmet akif okur

    “şüphesiz ki türkiye, haklarından vazgeçmediği müddetçe tartışmalı topraklardaki hukuki egemenliğini korumaktadır. ırak’ın bu toprak üzerinde herhangi bir yasal hakkı ya da fetih hakkı mevcut değildir. düşmanlıklara son verildiğinde, ırak devleti yoktu. hakikatte, mevcut haliyle ırak, yalnızca ülkenin üzerinde tartışma olmayan kısmını kapsamaktadır.”

    (musul’la ilgili milletler cemiyeti raporu, 20 ağustos 1925)

    hukukla siyaset arasındaki dengenin ikincisi lehine en çok bozuk olduğu alan, şüphesiz ki uluslararası ilişkiler. türkiye’nin musul’a yönelik operasyondaki rolünün gündeme gelmesiyle başlayan uluslararası hukuk tartışmasını da öncelikle bu hakikati göz önünde tutarak ele almamız gerekiyor. açıkça yahut ima yoluyla dile getirilen tezler, ırak coğrafyasıyla münasebetlerimizin dününe, bugününe ve geleceğine dönük birbiriyle irtibatlı üç zaman dilimini kapsıyor. meselenin bugünden yarına uzanan cephesi, çözümleyebilmek için dün yaşananları da hatırlamamız gereken bir bilinmeyenler yumağını önümüze koyuyor. daeş’in musul ve civarından temizlenmesini takip edecek süreçte nasıl bir ırak ortaya çıkacak? barzani yönetiminin bağımsızlık talebi biliniyor. ırak’ın diğer unsurları; sünni araplar, türkmenler ve diğerleri kendilerine nasıl bir yol çizmek isteyecekler? önümüzdeki beş-on yıllık zaman diliminde ırak’ta bütünlüğünü koruyan bir devlet mi, yoksa bileşenlerinin hükümranlık alanlarına ayrılmış bir coğrafya mı göreceğiz?

    bu soruları hafızamızda tutarak “bugün” yüz yüze olduğumuz manzaraya bakalım. ırak devletinin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu değişik vesilelerle vurgulayan türkiye, ırak’taki mevcut askeri varlığını kendisinin ve bölgenin güvenliğiyle ilgili hukuki/siyasi argümanlara dayandırıyor. detaylarına aşağıda değineceğimiz bir çeşit “egemenlik devri mukavelesi” mahiyetindeki 1926 antlaşması, türkiye-ırak sınırını bir çizgi değil, 75 kilometrelik bir alan olarak tanımlıyor. 1946 antlaşması’nda da tekrarlanan hükümlere göre, bu bölgeden türkiye’ye yapılacak saldırıları ankara ile işbirliği halinde önlemek ise bağdat’ın sorumluluğunda. ancak, pkk’nın ırak’taki kampları sayesinde giriştiği terörist faaliyetlerin tarihi sicili önümüzde duruyor. terör örgütünün şengal civarında yeni bir kanton oluşturma arayışı ise, türkiye’ye yönelik tehdidin artacağına işaret ediyor. yine ırak’ta sınırlarımıza yakın bir coğrafyayı elinde tutan daeş, türkiye’yi hedef alan saldırılar düzenlemeyi sürdürüyor.

    ırak’taki ‘yönetilemez topraklar’
    bu örgütlere karşı, özel niteliklere haiz bir meşru müdafaa hakkımız söz konusu. öncelikle terör örgütlerinin uluslararası ilişkilerin/hukukun meşru aktörleri/özneleri olmayışları, meşru müdafaa hakkının devletler arası münasebetlerdeki kullanımından farklı bir durum meydana getiriyor. bu husus, tehdidin ortadan kaldırılması için somut saldırının bertaraf edilmesiyle sınırlı bir savunma anlayışının ötesine geçilerek, saldırgan örgütün tasfiyesi gayretlerine meşruiyet kazandırıyor. ırak coğrafyasının belirli bölümleri, terör örgütlerinin eline geçerek “yönetilemez toprak” haline gelmiş vaziyette. bağdat, bu bölgelerden türkiye’ye yönelen tehdidi ya önleyemiyor ya da engellemek istemiyor. her iki durum da türkiye’nin söz konusu örgütlere karşı güvenliğini sağlamak maksadıyla tedbir alma zaruretini ve hakkını doğuruyor.

    terör örgütlerinin yuvalandığı bölgelere operasyon yaparken söz konusu coğrafyalar üzerinde fiilen kullanamıyor olsalar da hukuki egemenliğe sahip devletlerin onayı gerekiyor. ancak, başta abd olmak üzere suriye’de askeri harekat yürüten devletler, bu zorunluluğu yumuşatacak gerekçeler ileri sürerek faaliyet gösteriyorlar. bm güvenlik konseyi’nin 2249 sayılı kararının geniş yorumu bunlar arasında yer alıyor. daeş’in kontrol ettiği ırak ve suriye’deki arazide “bütün gerekli araçlarla” bu örgüte karşı mücadele çağrısı yapılan kararda, türkiye de daeş tarafından saldırıya uğrayan, dolayısıyla meşru müdafaa hakkına sahip ülkelerle birlikte anılıyor. bu argümanı henüz kullanmayan türkiye, başika’daki askeri varlığının ırak hükümetinin talebi ve onayıyla oluştuğunu söyleyerek pozisyonunu savunuyor.

    egemenlik değişimleri
    türkiye’nin ısrarla üzerinde durduğu ikinci nokta, daeş sonrası musul’unun mezhep çatışmalarının sahnesi olması ihtimali, insani kaygıların yanı sıra ırak’ın “yarınına” ilişkin yukarıda özetlediğimiz sorularla bağlantılı. musul’da alevlenecek çatışmalar, ırak’ın parçalanma sürecini hızlandırıcı bir rol oynayabilir. bu durumun şiddetlendireceği stratejik/jeopolitik rekabet ikliminde meseleye müdahil oluşlarını meşrulaştırmak isteyecek aktörler, muhtelif hukuki/siyasi tezlere başvuracaklardır. türkiye de bu güçler arasında yer alıyor.

    ankara, farklı tarihsel bağlamlarda osmanlı devleti’nin eski toprakları üzerindeki egemenlik değişimleriyle yüzleşti. böyle dönemlerde, söz konusu coğrafyaların elden çıkışları esnasında imzalanan anlaşmalardaki hükümlerin yeniden değerlendirilmesine dayanan “tarihi haklar”a dair iddialar da kamuoyunun gündemine taşındı. diplomasimizin bu türden tezlere uluslararası toplum önünde “resmen” başvurduğu en önemli örnek kıbrıs meselesidir. 29 ağustos-7 eylül 1955 tarihleri arasında toplanan londra konferansı’nda, türk dışişleri bakanı fatin rüştü zorlu, kıbrıs’la ilişkimizi kesen uluslararası anlaşmaların ilgili hükümlerini yorumlayarak ingilizlerin çekilmesi durumunda ada’nın tamamının türkiye’ye iadesini talep etmişti.

    ırak devleti’nin eski musul vilayetimiz üzerindeki egemenliğinin ortadan kalkacağı bir senaryoda, ırak’la bugünkü sınırımızı çizen milletler cemiyeti’ndeki maceramız da ister istemez yeniden hatırlanacaktır. musul’un mondoros hükümlerine aykırı biçimde işgalinden başlayıp milletler cemiyeti’nin nihai kararına kadar geçen zaman zarfında yaşananlar, kuvvet sahiplerinin hukuku araçsallaştırarak iradelerini nasıl kabul ettirdiklerini gösteren hazin bir örnektir. söz konusu süreçteki adaletsizliklere rağmen ortaya çıkan sonuç hukuken geçerli sayılsa da herkesin tarihe dayalı iddialarla arzı endam edeceği yeni bir hak arama konjonktüründe tüm tartışmalı meselelerin bir kez daha mercek altına yatırılması doğaldır.

    bağdat’ın eski musul vilayetimiz üzerindeki egemenliğinin ortadan kalkacağı senaryoda, bugünkü sınırları çizen milletler cemiyeti’ndeki maceramız yeniden hatırlanacaktır.

    bu cümleden olmak üzere; 1925’te musul’da incelemeler yapan milletler cemiyeti (mc) komisyonu’nun hazırladığı rapor, önemli bir tarihsel malzeme hüviyetini taşıyor. her ne kadar raporun sonuçları ingilizlerin beklentileri doğrultusunda yönlendirilmiş olsa da, türkiye’nin “tarihi haklar” tezini destekleyen pek çok husus bu metin aracılığıyla mc/bm’nin uluslararası hukuk arşivine dahil edilmiştir. raporda, ingilizlerin mc heyeti’ni yönlendirmek için ahali üzerinde kurdukları baskıya dair şahitliklerden bölgedeki türk varlığı ve türkiye sempatisine kadar pek çok önemli tespit yer almakta, netice olarak sunulan üç seçeneğin ikisinde ise musul’un türkiye’ye bırakılması teklif edilmektedir. bunlardan biri, musul vilayetini kapsayan “tartışmalı toprakların” bütün halinde, diğeri de küçük zap’ın kuzeyindeki arazinin musul ve erbil’i kapsayacak şekilde türkiye’ye iadesini öngören tavsiyelerdir.

    referandum talebine ret
    mc’nin musul komisyonu üyesi kont teleki, 27 ocak 1925’te, heyette yardımcı olarak bulunan cevat paşa ile musul’da yürüyüşe çıkar. cevat paşa’nın üzerinde türk üniforması vardır. daha ana caddeye ulaşmadan bir grup arap etraflarını sarar ve cevat paşa’nın elini öpmek için kuyruk oluşturur. sayıları bir anda iki yüzü bulur. “yaşasın türkiye” sloganları atmaktadırlar. pazar yerine geldiklerinde grup daha da büyür. bir müddet sonra ingiliz polisi müdahale eder. kenara çekilenler sopalarla dövülür. kalabalık dağıtılmaya çalışılır. kont müdahale eder. hükümet konağına, oradan da ikametlerine uzanan yürüyüşte musullular, ingiliz polisine rağmen komisyon üyelerine eşlik etmeyi sürdürürler. raporda yer alan bilgilere göre, gösteriye katılanlar daha sonra tutuklanır. heyetin hareketleri polis takibi altına alınır. heyete yardımcı olan türk görevlilerden ikisi de hapsedilir. türkler, ancak komisyon’un faaliyetlerini durdurma tehdidi üzerine serbest bırakılırlar.

    yaklaşık sekiz yüz kişi ile konuşularak hazırlanan milletler cemiyeti komisyonu raporunun muhtelif yerlerinde, ingiliz baskısının yarattığı etkiye dikkat çekilmektedir. heyetle buluşanlar takibat korkusu yaşamışlardır. görüşmelerde bazıları bir yandan türkiye yanlısı gerçek tutumlarını usulca belirtirlerken diğer yandan da kendilerini kapıda bekleyenlerin duyabileceği yüksek bir sesle ırak’tan yana olduklarını beyan etmeye mecbur hissetmişlerdir. ırak’a katılmaya taraftar olduklarını bildirmeye geldiklerini söyleyen kimi heyetler, özel görüşmeye geçildiğinde türkiye’nin inanmış destekçileri olduklarını ifade etmişlerdir. raporda, temsilcileri ırak lehine tavır koyan bir mahalledeki köylülerin, komisyon’daki türk yardımcı ile karşı karşıya gelince yaşadıkları sevince ibretlik bir örnek olarak yer verilmektedir.

    musul halkındaki türkiye sevgisinin farkında olan ingiltere, bölgede referandum yapılması taleplerine şiddetle karşı çıkmıştır. ankara, “halkların kendi kaderini tayin hakkı”ndan söz edilecekse sandığa danışılmasını ister. nitekim daha önce yukarı silezya, saar havzası, doğu prusya’daki bazı araziler, schleswig ve klagenfurt bölgeleriyle ilgili ihtilaflarda referandum yöntemi kullanılmıştır. “aksi takdirde” der ankara; “doğu halkları, niçin avrupa halklarından ayrı muamele görmeleri gerektiğini anlayamayacaktır.” ingilizlerin cevabına emperyalizmin dünyayı hiyerarşik olarak tasnif eden mantığı hakimdir. ingilizler, “yüksek bir eğitim düzeyine ve medeniyete erişmiş toplumlarda yapılanlar dışında” referandumun uygun sonuçlar vermeyeceğini ileri sürerler. “eğitimsiz seçmenler stratejik, coğrafi, ekonomik ve idari faktörlere yeterli önemi vermeyeceklerdir.” ayrıca referandum kararının alınmasıyla başlayacak türk kampanyasının ırak hükümetini aciz bırakmasından endişe ettiklerini de eklerler.

    ingilizler, ‘yüksek bir eğitim düzeyine ve medeniyete erişmiş toplumlarda yapılanlar dışında’ referandumun uygun sonuçlar vermeyeceğini ileri sürmüştür.

    referandumu reddeden ingilizler, komisyon’un musul’daki nüfusun etnik dağılımı üzerinden ırak lehine bir değerlendirme yapmasını beklemekteydiler. wilson ilkelerinde de kendisini gösterdiği gibi, 1. dünya savaşı sonrasında uluslararası düzen, etnik kimlikler arasındaki farklılıkların doğal karşıtlıklar anlamına geldiği ve her etnisitenin yalnızca kendi devletinin çatısı altında yaşamak istediği varsayımına dayandırılmaktaydı. bu anlayışa göre; türkler, avrupalı benzerleri gibi muhtelif kimlikleri devletlerinin çatısı altında sadece zorla tutabilmekteydiler. fırsat bulanlar, “milletler hapishanesini” hemen terk edeceklerdi. bu yüzden komisyon’un raporu, musul’da yaşayan unsurların köken ve âidiyetlerine ilişkin uzun antropolojik, linguistik ve tarihi referansların resmî geçidi gibidir. ilgili sayfalarda, türk idaresinin bölgedeki bin yılı aşkın tarihi paranteze alınmaya çalışılırken, asur ile babil arasındaki sınırın nereden geçtiğine dair münakaşalara yer verilişi, okuyucuları ister istemez gülümsetmektedir.

    kaynak: http://www.karar.com/…ukuk-ve-tarihi-haklar-293285#
  • aklıma her geldiğinde içime öküz oturmuş gibi hissettiren sorun. bak yine durup dururken aklıma geldi. ulan bu ingilizler kadar müfsit bir ırk dünyaya gelmiş midir acaba? allem edip kalem edip musul kerkük gibi zengin petrol yataklarını elimizden aldılarya be. belki de o topraklar bugün elimizde olsa herşey güllük gülistanlık olmayacaktı ama en azından dışa bağımlılığımız biraz daha azalıp ekonomik olarak daha rahat durumda olacaktık. kimseye de kızamıyorum o dönem için. savaştan yeni çıkmış harap ve bitap bir ülke ingiliz'in türlü türlü oyunları karşısında ne kadar dirençli olabilirdiki?
hesabın var mı? giriş yap