*

  • bir şeye acaip gönül koymak, öyle bir gönül koymak ki, ölmek uğruna.
  • galatasaray'lı bir kısım taraftarın kurduğu güzel grup..
  • 24 kasim 2002 genclerbirligi galatasaray maci boyunca özkan canaydın aleyhine tezahuratlar çığıran haklı grup. 'kaldırsın kaldırsın parmak kaldırsın kadiköy'e gidenler parmak kaldırsın' ve 'taraftarı satan, hakeme bırakan, olmaz böyle başkan, sktir ol git özkan' diye açıklamasını veren güzide insanlar. ultraslan ankara'lılarla kavga filan çıkıyor oldu bir ara zira bizim mal taraftarımız halen 'feeenerbahçe köpeğine..' türküsünü söyleyebilmekteydi ancak bu namuslu kadıköy görmüş noldor usulu taraftar klubumuz namuslu ve haysiyetli bir şekilde fenerbahçe yenilgisine ve sonrasında çıkan olaylara gem vurmaktalardı.
  • (bkz: delicesine)
    (bkz: hayvan ara)
  • dağlar duvar olsa önüne yine heryere gidebilecek ve gitmiş grup. uyesi olduğum arkadaslık hareketi. bir nevi ideoloji. (bkz: ua ölümüne)
  • tribunde pek sevilmediklerini duydugum, fakat son zamanlarda mac oncesi acilan beyaz bez ustune spreyle yazilan ve moda olan pankartlarda imzalari bulunan, yuruyedur gibi galatasaray tribunlerine faydali oldugunu dusundugum taraftar grubu.
  • “herkes gider, biz kalırız” diye bağırıyordu galatasaray kapalısı ligin en son maçında. galatasaray tarihinin en önemli kahramanlarından, taraftarın gönlüne taht kurmuş efsanevi futbolcu hagi’nin teknik direktör olarak son maçında. hem de mükemmel oynanan bir oyunun sonunda “i love you hagi” diye bağıranlara, hagi’mizi layık olduğu şekilde uğurlamaya, yönetimin yaptığı ayıbı örtmeye çalışanlara saldırarak. ilk defa görmüştük galatasaray tribünlerinde bu keskin ayrılığı. tribün insanlarının çok sevmediği, hoş olmayan bir durumdu ama yaşanmıştı.

    yozlaşma olarak da adlandırabileceğimiz tribün çözülmesi bir yıllık olimpiyat stadı macerası sonrasında hızlanmış, ali sami yen kapalısında kaynaşmış ortak özellikleri sadece “galatasaray ve sarı – kırmızı” olanlar olimpiyadın ruhsuz betonarmesinde neredeyse 1000 ayrı parçaya bölünmüşlüğe teslim olmuşlardı. 14 senelik şampiyonluk özlemiyle yetişen, “eski açık, yeni açık, kapalı” hiyerarşisi ile tribün çocuğu olan; derwal gibi bir efsane ile futbol seyretmeyi, mustafa denizli ile iddialı olmayı, kalli ile futbolu okumayı, fatih terim ile evrenselleşmeyi, lucescu ile azla da yetinilebileceğini, hagi ile “futbolun sadece futbol” olmadığını öğrenen ve “ali sami yen hell” deyimini uluslar arası futbol literatürüne sokmayı beceren, soğuk bir şubat akşamı, sevgililer gününde “only you” diyerek sevginin sadece sarı – kırmızıya ait olduğunu bilen bilmeyen herkese gösteren kapalı tribün, o melun denizli maçında bitişine hiçte yakışık olmayan bir gösteri ile noktayı koymuştu.

    galatasaray yönetiminin ısrarla anlayamadığı bir gerçektir kapalı tribün ve galatasaray taraftarı. hiçbir zaman anlamak istememiş, her türlü iletişimi kapamış bir yönetim sergilemekte yönetim. başkan seçildiği gün taraftarlarına “müşteri” deme cesaretini gösteren özhan canaydın da anlayamadı galatasaray taraftarını. galatasaray taraftarının galatasarayı çıkarsız sevdiğini, her türlü zorluğu sineye çektiğini, galatasaray taraftarı için sahaya çıkan sarı – kırmızı giymiş hangi aslan olursa olsun “ölümüne” destek verdiğini anlamadı, anlayamadı. başka takımlar gibi yıldız aradığımızı, aşkımızın kişilerle kaim olduğunu, taraftarına emir – komuta zinciri içerisinde hükmedeceğini zannetti. yanlışların en büyüğünü kadıköy’de taraftarını korumayarak, (koruyamayarak değil!..) dışarı atılmasını engellemeyerek, (engelleyemeyerek değil!..) her türlü kötü muameleye göz yumarak, taraftarın orada rezil rüsva edilmesine neredeyse memnun olarak seyretti. üstüne üstlük yediği golleri fair play soytarılığına dayandırma pişkinliğini göstererek alkışlamayı kendisine yedirdi. taraftarı onursuz zanneden, müşteri olarak gören zihniyet galatasaray taraftarının neler yapabileceğini hiç hesaba katmadı.

    taraftar… hem de galatasaray taraftarı. gerçekten dünya üzerinde takımını bu kadar aşkla seven bir taraftar bütünü daha var mıdır acaba? o katıksız sevginin kaç kıskancı vardır acep? kimlere ne yalanlar söyleniyordur, kimler bilebilir? sadece ali sami yen’de sarı – kırmızı giyinmiş aslan parçaları için kimler nerelerden kilometreler tepiyorlardır, kimler farkındadir ki?

    bu aşkı anlamak çok zor. o aşkı paylaşanların belki de tek ortak yanı galatasaray. belki üniversite kantininde karşıt görüş oldu bu tribün insanları, belki mahkemede birbirlerinden davacı oldular. kim bilebilir belki ev sahibi - kiracı ya da patron – işçiydiler. bu kadar keskin ayrılığa rağmen o kapalı tribün içerisinde rakibe atılan her golde bu insanları sarmaş dolaş oldurabilen bu aşkı nasıl anlatabileceğiz? bu sevgiyi aslında anlaması gerekenler nasıl anlayacaklar? bu sevginin satılık olmadığını, hiçbir paranın bu aşkı satın alamayacağını zihinlere çakmak için ne gerekir ki?

    tribün havasını almış, tribünde ömür geçirmiş, tribünde arkadaşlık kurmuş, tribünde aşık olmuş bir insanı tribünden ayırmak çok zor. ya hastalık ya da ölüm ayırabilir tribüne alışmış insanları. ancak kimi zaman olur ki, sevdiğin çok hastadır ve çare sadece senin sevdiğinden uzak kalmansa eğer galatasaray taraftarı onu da yapar. sevdiği iyi olacaksa eğer ondan ayrılmayı bile göze alır. sevginin gerçeği de katışıksız olanı, zor olanı gerçekleştirmek değil midir?

    galatasaray hasta. uzun zamandır hasta. galatasaray beceriksiz ellerde daha da kötü hallere doğru gidiyor. o beceriksizler, galatasaray’ı kendi çıkarları için kullanıyorlar. galatasaray’ın hasta olduğunu görmezden geliyorlar. galatasaray’ı kurtarmak bir yana kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. kaygısızca, ellerinden geleni artlarına koymadan ve hayasızca sanki sarı – kırmızıyı yok etmek, sanki galatasaray’ı bitirmek için çabalıyorlar. karşılarında hiçbir gücün olmadığını, hiç engel bulunmayacağını zannediyorlar. o kadar çok yanılıyorlar ki!...

    yıllardır kapalı tribünde yer alan, galatasaray’ı karşılıksız sevmeyi şiar edinen, her türlü platformda galatasaray’ı temsil etmekten onur duyan, kendi çıkarı için değil, galatasaray’ın çıkarı için neler yapacağını düşünen bizler galatasaray için, taraftarın gücünü göstermek için, galatasaray’a yapılan saygısızlıklara dur demek için, “herkes gider, biz kalırız”cıların da dileğine uyarak bu yönetim kurulu gidene kadar kapalı tribünden kombine bilet almayacağız, resmi ürün satın almayacağız ve dergi aboneliklerimizi iptal ettireceğiz.

    taraftarın gücünü fark etmeyenler, taraftarın gücünü görmek istemeyenler, tepki gösteren taraftara bir avuç çapulcu muamelesi yapmayı akıllarına koyanlar ve galatasaray’ı sahipsiz sanan zihniyet şunu iyi bilmelidir ki, galatasaray’ı galatasaray yapan değerlerden biri de taraftarıdır. galatasaray gücünü taraftardan alır. biz de galatasaraylılıktan gelen gücümüzü kullanarak yönetim aymazlıklarına son verilene ve bu yönetim gidene kadar kombine bilet ve resmi ürün almamayı ve dergi aboneliğimizi iptal ettirme yolunu seçiyor ve hareketimizin sembolü olarak sarı – kırmızı kurdelayı seçiyoruz.

    galatasaray için bir şey yapmak isteyenler, yaptığımız bu hareketi desteklemek isteyenler aşağıdaki kurdelayı sembol olarak kullanabilirler. ister internet sitenize banner olarak ekleyin ya da forumlarda avatar olarak kullanın.

    seçtiğimiz yol tribünde “yönetim istifa” diye bağırmaktan daha zor biliyoruz. ancak biz galatasaraylıyız ve zoru seviyoruz. galatasarayı çok sevdiğimiz için gidiyoruz. kalan herkese selam olsun.

    “bizi bilmeyen ne bilsin
    bilenlere selam olsun”
    yunus emre
  • kenter tiyatrosu'nun yeni sezon oyunlarından. bir sovyet kara komedisi. konuşmak için illa ölmek mi gerek? bazen yaşayanların söyleyemeyeceği şeyler vardır. peki insan ne uğruna ölürse kahraman olur? aşk için? idealler için? dinsizlere örnek olmak için? yoksa rusya için mi?

    karısı ve kaynanasının eline bakan işsiz güçsüz tutunacak bir dal arayan semyon semyonoviç, son umudu tubadan da bir hayır gelmemesi üzerine ölmeye karar verir. fakat ne uğruna ölecektir? o zamana kadar kimsenin umurunda olmayan semyon ölmeye karar verdiği andan itibaren birden çok umudun sesi olur ve birbirinden cazip(!) intihar sebebi teklifi almaya başlar. iki perde ve ara dahil 2 saat 30 dakikalık bu oyunun ikinci perdesi, karar aşamasındaki ilk perdeye göre daha tempolu.

    engin hepileri'nin (semyon) kökeninde bir rusluk var mıymış acaba? izlerken aklımdan bilumum rus edebiyat eserinin karakteri geçti. rolüne müthiş uymuş. güneş sayın (masha), böyle çantayı düşürmek üzereyim, biraz sonra psikoya bağlayacağım vs. hani biraz oynuyor muyuz ne? zaman zaman oynadığını vurgularcasına oynuyormuş tadı verdi. kadriye kenter (serafima) dehşet bir kaynana olmuş. performansı kadar sabit durduğu anlarda bile ifadesiyle güldürmeyi başardı. bülent şakrak (alexander) açıkçası beklemediğim kadar doğal geldi. hare sürel (margarita ivanovna) de keza. karşılıklı uyumları da iyiydi. kiki, peder, şair ve dominokoviç olumsuz bir etkileri olmamakla birlikte karakter olarak abartılı tiplemeler. bu sebeple anahtar deliğinden marksist bakış açısıyla bakan yoldaş yegor rolünde ferdi alver az ama öz rolüyle bir adım öne çıkıyor bence.

    oyun aynı zamanda teknik ekip başarısıyla da dikkat çekiyor. artık belirtilmese bile kesin barış dinçel bu dedirtecek kadar kendini belli eden dekor, dostoyevski romanlarından fırlamışçasına doğal duran kostümler (başak özdoğan), aralarda çalan müzikler (çiğdem erken) ve oyunun içeriğindeki kısıtlı olanaklara uygun seyirciye kolaylık sağlayan ışıklandırmalar (cem yılmazer) bu başarılı uyarlamayı dört koldan desteklemiş.
  • nikolai erdman tarafından kaleme alınan zamanın düzenine bir sanatçının eleştirisi/başkaldırısı olarak özetlenebilecek metnin ingiliz dramturg moira buffini tarafından dying for adıyla uyarlamasına kenter tiyatrosu yorumu. nikolai erdman yaşadığı on yıllar boyunca oyununun sahnelenişini yasakçı zihniyetin marifeti sonucu ne yazık ki göremedi. ama yazılışından seksen sonra bizler onun uzgören büyük bir sanatçı olduğuna tanıklık edebildik. yaşarken kimsenin önemsemediği, kenara iteklediği bir adam ölmeye karar verirse bir anda herkesin kahramanı olabilir mi? bir adamın yaşamını asalaklığa indirgeyen bir düzeni adamın ölümü ile düzeltmek ne kadar samimi bir çabadır? ikiyüzlülük sadece muktedirlerin bir meziyeti midir?
    bu kadar ciddi soruyu elbette bir dramın içinde vermek geçen çağın insanını da bu çağın insanını da aşırı zorlamak olacağından yazar sorularını fars gibi kaba komedinin içinde verince ortaya grotesk bir kara komedi çıkıyor. kenter tiyatrosu da bu kara komediyi başarılı bir şekilde sahneliyor. dekorundan kostümüne oyuncusundan yönetmenine iyi bir takım çalışması ortaya konduğu ve her şeye rağmen hala iyi tiyatro örnekleri verme azimleri ve çabaları için tebriklerimizi iletmek lazım.
    kenter tiyatrosu rus menşeili metinlerden lezzetli oyunlar çıkarmakta usta. 2006'da sahneledikleri "anna karenina" ile damağımızda kalan lezzeti bu oyunları ile tekrar tattırıyorlar.

    artık usta oyuncular sınıfından sayılması gereken engin hepileri semyon semyonoviç rolüyle rus klasiklerinden çıkmış havası ile, oyunun başından sonuna kadar düşmeyen yüksek performansı ile adeta oyunun lokomotifi. oyunun açılışındaki performansı, tabut sahnesindeki oyunculuğu, tuba çalmayı öğrenmesindeki naifliği bir tiyatroseverin bir aktörden isteyebileceği tüm renkleri barındırıyor.

    gerçek oyuncuların yan karakterlede dahi nasıl devleşebileceğine yemeğe konan baharat gibi oyunun lezzetinin onlarsız nasıl eksik kalacağına adeta yürüyen bir kanıt gibi kadriye kenter.

    oyun türkiye'de her şeye rağmen, desteksizliğe, değersizleştirilmeye, kültürel yozlaşmaya, seyircisizliğe rağmen, iyi tiyatro oyunları yapılabildiğine dair umudumuzu tazeliyor.

    http://www.youtube.com/watch?v=cut6n6eh9ku
hesabın var mı? giriş yap