*

  • önsöz :

    öncelikle belirtmek isterim ki, entrylerdeki 102399 karakter siniri sebebiyle yazıyı 3 bölüm halinde göndermek zorunda kaldım. (bkz: #10503408). ilk partisyon cool jazz dönemine kadar, ikinci partisyon, 80'lerin başına kadar, ücüncüsü ise 80'lerden bugüne kadar olan geli$imi anlatmaktadir.
    bu yazı, yeni başlayanlar için jazz yazısının bir devamı ve belki de güncellenmiş/genişletilmiş bir versiyonu niteliğinde de olsa, daha fazla detaya, daha kapsamlı bilgiye ve daha çok örneklendirmeye ve de düzenlemeye yer verdiğim bir yazıdır. ve bu yazıyı yazmamda bana yardımı dokunmuş, yazımda yer alan çoğu dökümantasyonun sahibi olan arkadaşıma teşekkürü borç bilirim: gökhan a.
    eklemek istediğim başka bir nokta ise, daha önceki deneyimimden aldığım dersi, yani kısacası, “türkçe’de jazz a caz denilir” tipinde ki ayarları göz önünde bulundurarak, başlıkta da görülebildiği üzere, yazıda da itina ile “caz” kelimesini kullanmaya çalıştım. buradan, yeni başlayanlar için jazz yazısında ayar veren zatlara selam ederim...*

    “caz tarihi”

    giriş :

    caz, hiç şüphesiz kuzey amerika kıtasının dünyaya en büyük hediyesidir. doğum yeri genelde new orleans olarak bilinse de, elimizde caz öncesi döneme ait hiç bir kayıt veya cazın temel öğesi olan doğaçlamaya yer veren herhangi bir nota yazımı bulunmadığından, cazın tam olarak nereden çıktığını bilinmemektedir.

    cazın kökleri, yoğun olarak afrika kültürüne ve geleneklere dayansa da, caz bir amerikan müziğidir. ritmik kökeni afrika’dan, armonik kökeni avrupa’dan gelmiştir diyebiliriz. amerika’ya köle olarak çalıştırılmak üzere getirtilen afrikalı köleler, avrupa armonisi ve ritmik formlarını kendi müzikal kültürlerini ifade etmek için kullanmışlardır.

    cazın kökenleri kadar bu müziğe “caz” isminin nasıl konulduğu da belirsizdir. batı kökenli önemli birkaç caz eleştirmeni bu konu ile ilgilenmiş ve ortaya çeşitli teoriler atılmıştır. princeton üniversitesi’nden profesör harold bender, caz sözcüğünün batı afrika sahilinden amerika’ya götürülen yerlilerle birlikte geldiğini ve “hızlandırmak” “heyecanlandırmak” anlamında kullanıldığını söylemektedir. glaskow üniversitesin profesörlerinden henry george farmer tarafından ileri sürülen ikinci teoriye göre bu sözcük, arabistan’dan sudan vasıtasıyla afrika’ya gelen “cazib” “cezbe” gibi arapça sözcüklerden türetilmiştir. yazar irving schwerke tarafından ileri sürülen üçüncü teoride ise caz sözcüğü fransızca konuşmak, gevezelik etmek manasına gelen “jaser” sözcüğünden bu müziğe aktarılmıştır.

    kökenlerindeki bu belirsizliğe rağmen açık olan caz sözcüğünün new orleans dolaylarında “jass her up” yani hızlandır, heyecanlandır, canlandır manasında kullanıldığıdır.
    1913’te sanfransisco bulletin adlı gazetenin jaz(z) sözcüğünü dile yeni katılan ve fütürist bir nitelik taşıyan sözcük olarak belirtmesi, önemli bir belge niteliği taşır. gazetedeki makalede jazz sözcüğü henüz bir müzik türü için değil, daha çok, enerjik, ruhsal veya yaşamsal bir hareketlenme ve garip bir çekicilik, keyiflilik veya mutluluk için kullanılmıştır. jazz’ın bir müzik terimi olması, 1917'de original dixieland jazz band in ilk plağı ile gerçekleşmiştir.

    caz amerika kıtasında doğmuşsa da kökeni afrika’ya dayanır. afrika kıtasının zengin ve karmaşık kültürü içinde biçimlenen caz müziğini üç ana bölgeye ayırılabilir. coğrafi konumu gereği oldukça misafir çekmiş olan güney afrika, sömürge devletlerinin yüzyıllarca iştahını kabartmış bir bölgedir ve konumu nedeniyle bölgede oluşan müzik, avrupa müziğinin armoni esaslı yapısından nasibini almıştır.

    kuzey afrika bölgesinin yanı başında bulunan tek tanrılı dinler, bu bölge müziğini oldukça modal tutmuştur. afrika müziğinin karmaşık görüntüsünü en iyi yansıtan batı afrika bölgesinde ise kilometrelerce uzunlukta bir alanda farklı müzik karakterleri ve enstürman çeşitliliğiyle karşılaşılmaktadır.

    kayıtlara göre köle olması için getirilen ilk afrikalının amerika’ya ayak bastığı tarih 1618’dir. beyaz adama her türlü fiziksel iş için hizmet etmek amaçlı getirilen siyah kitleler, 200 yılı aşan bir zaman dilimi boyunca dillerini ve dinlerini bilmedikleri bir ortamda yeni bir yaşama tanık oldular. bu yabancı ortamda kimliklerini ifade etme amaçlı kullanabildikleri tek araçları ise yanlarında getirdikleri müzikleriydi.

    afrika müziğinde karışık bir ritim anlayışı, melodik açıdan ise ilkel bir duygu, armonik olarak da 5 sesli primitif bir gam bulunmaktadır. cazın bugünkü karmaşık yapısını temelini bu ilkel müzik oluşturmaktadır. amerikanın farklı bölgelerinde çalışanlar arasında farklı tür nota kullanımı vardır. gezgin sokak satıcıları arasında pesleştirilmiş “blue note” denilen notalar, tarlalarda çalışanlarda ise “field holler” denilen yanık tarla şarkılarında yine aynı pesleştirilmiş notalar vardır. taş kırma gibi ağır işlerde çalışanların “work song” denilen şikayet şarkılarında yine bu pesleştirilmiş notalar vardır.

    amerika’ya köle olarak getirilen afrikalılar 1861-65 yılları arasında süren amerikan iç savaşı sonrası görece serbestleşmişler, iç savaş sonrası oluşan bu yeni süreçte siyahlar kendi kimliklerini yeniden tanımlamaya başlamışlar ve ifade aracı olarak da yine müziği kullanmışlardır.

    20. yy.da zenciler beyazların arasına, onların eğlence mekanları, kilise gibi mekanlarına daha fazla karışmaya başladı. bu kaynaşma ortamında doğal olarak kimlikleri senteze uğradı. zencilerin beyazların dünyasında zorlanmadan girdikleri ilk kurum din kurumudur. siyah adam kilise destekli hristiyanlık öğretme amaçlı davete fazla direnme göstermedi. kiliseler onların ağır iş yüklü hayatlarında bir rahatlama, huşu bulma faydası sunmaktaydı. zenciler kiliselerde istedikleri gibi şarkı söyleme fırsatı da bulabiliyorlardı. kiliselerin mistik atmosferinde söylenen dinsel ilahiler siyah ırkın müzikte en önemli kimlik ifade etme aracı olan “blues” türünün formunu oluşturmuştu. blues siyah adamın bireysellik serüveninin en önemli göstergesidir. beyaz armoninin siyah blue note’la buluşmasıdır.

    zencileri kiliseden sonra ikinci cezbeden olay marş çalan band'lardır. marşların ritmik yapısı kadar, müzisyenlerin parlak ve etkileyici giysileri ve enstrümanların çeşitliliği onların hayal dünyasını derinden etkilemiştir. cazın 2/4 ve 4/4’lük ritim anlayışının band'lar sayesinde geldiği düşünülmektedir. amerikan iç savaşından sonra kullanılmayan ve oldukça ucuza satılan bir çok bando enstrümanı daha önce kendi el yapmaları telli sazlarla ve bançolarla çalan zenciler tarafından satın alınmaktaydı. bu nedenle caza ilk giren aletler bu gibi bandolarda bulunan trompet, trombon, klarinet gibi bakır sazlardır. her bandoda bulunmayan saksofon ve bandolarda hiç bulunmayan piyano ise caz müziğine çok sonraları girmiştir.

    siyah ırkın caz müziğini etkileyen diğer bir önemli olay ise 20. yy’ın başlarına ait şarkılar, danslar ve vodvildir. oldukça neşeli bir havası olan bu danslar ve esprili vodviller zencilere çok sıcak geldiği gibi genellikle bu devrideki ağır şarkıların temelini teşkil eden 16 mezurluk anglosakson baladlarının hüzünlü tutumu zencileri derinden etkilemişti. nitekim buradan 32 mezurluk şarkı kalıbı gelişmişti. bu devirde kullanılan ve fransız “quadrille”lerine dayanan “cakewalk” gibi danslarda “ragtime”ın temelini oluşturmuştu.

    ragtime: (189* - 191*) *

    cazın ilk hali denince ragtime anahtar bir müziktir. adından da anlaşıldığı gibi bu müzikte parçalanmış(ragged-time), dilimlere ayrılmış bir zaman söz konusudur. ragtime, belli zaman dilimlerine oturan ve kimi zaman farklı tempolarda olan melodilerin sık örgüsü içinde, başlarda doğaçlamayı çok önemsemeyen bir müzik formudur. çoğunlukla besteye dayanır. başlarda piyano için yapılmış olan ragtime besteleri, marş biçiminde düzenlenmiş 16'lik notalardan oluşur ve sol ele ağırlık verirdi. zamanla, basitçe, melodileri yineleyip duran sağ elin de özgürleşmesi ile, caza yönelik ilk adımlar atılmaya başlanmıştı. işte bu tekrarlı ve ritmik çalışlar müziğin yani ragtime'a adını veren tekniği oluşturmaktadır.

    bilinen ilk caz stili olarak kabul edeceğimiz ragtime’ın merkezi bu müziğin en önemli temsilcisi olan, müzisyen scott joplin'in oturduğu missouri eyaletindeki sedalia’dır.

    ragtime müzisyenleri, müzikteki hızları gibi, oldukça hızlı ve üretkendiler. bu müzikte melodiyi üretmek basit, bu melodileri ragtime formları içinde beste olarak tutmak zordur. scott joplin bu konuda büyük bir ustalık göstererek otuzdan fazla rag yazmıştır. bunların içinden “mapple leaf rag” ve “the entertainer” en ünlüleridir. avrupai bir müzik bilgisini siyah kültürü ve hayati ile birleştiren ragtime müzisyenleri, beyazların anlayışı ile ama siyah bir biçimde çalmaktadırlar.

    bu büyük ustalardan bazıları, joseph lamb, eubie blake, j.j.johnson, tom turpin, fats waller’dır.

    ragtime'i caz yapma yolunda ilk büyük adımı, new orleans'lı jelly roll morton atmıştır. müziğinde melodik özgürlüğü öne alıp, doğaçlama öğesini kullanır, ragtime'dan aldığı formları korur ve kendine ait melodileri kullanırdı. morton'in ragtime‘a eklediği en önemli yenilik, caz tarihinde ilk defa seslendiricinin parçada fark edilir niteliği ve kişisel yorumlarının görülebilmesidir. la leggenda del pianista sull'oceano filminde de, değinildiği gibi, jelly roll morton, şaka ile karışık, "cazı, 1902'de ben yarattım" diyerek övünmektedir.

    ragtime öncelikle piyanoyla icra edilen ve beste ağırlıklı olan bir müziktir. cazın temel özelliği olan doğaçlama olayı ragtime’da görülmez. pek çok ragtime formu vardır. teksas’da banço ile yapılan rag’ler, nefesli ve yaylı toplulukları için yazılmış rag'ler ve ragtime şarkıları. bunlara ek olarak da ragtime vals'leri. bugün için sadece piyanoyla yapılmış ragtime'lar hatırlanmaktadır. “klasik ragtime” olarak da tanımlanan bu rag, bugün için sanatsal değeri nedeniyle cazı en çok etkileyen ragtime formudur.

    19.yy müziği olarak rag’ler içinde chopin'den ve özellikle liszt’den marş ve polkaya kadar o dönemde önemli olan pek çok şey vardır; ancak tüm bu farklı müzikler ritmik bir yorum ve siyahların hareketli icra tarzıyla yoğrulmuş ve ragtime’ı oluşturmuştur.

    ragtime amerikan kıtasını boylu boyunca kat eden tren hattı boyunca çalışan işçiler arasında özellikle sevildi ve her yerde çalındı. ragtime piyanistleri eserlerini radyo öncesi bu devirde silindirlere kaydederek insanlara ulaştırıyorlardı. bugün bunlardan çok azı elimizdedir. plak öncesi dönemde bu silindirler tek kaynaktı ve uzun yıllar ortalarda yoktu; ancak 1950’lerde antikacı dükkanlarında bulundular ve plaklara kayıt edildiler.

    ragtime sonuçta siyahlar tarafından çalınan beyaz müziktir ve pek çok caz müzisyenini etkilemiştir...

    --
    ama açık bir nokta var ki, o da, cazın doğmasında etken olan en büyük faktör, 20.yy'ın başında orleans'ta bulunan hafif bir klasik müzik, pop müzik ve yoğun olarak da amerikan siyah halk müziğidir.

    new orleans, her zaman kendine özgü bir kültüre sahipti; deyim yerindeyse, parlak bir yıldızdı. 1700lerin sonu ve 1800’lerde orleans'da çoğunlukla, sanata oldukça değer veren ve müzik ve dans gelenekleri kuvvetli olan, fransızlar oturmakta idi. orleans, çağına ve boyutuna göre müzikal organizasyonlarda bütün amerikan kentlerinden ileride idi. orleans, gerçek bir fırtına gibi idi; operalar, gemi isçilerinin seslerine karışıyor, voodoo ayinleri, menüet ve çeşitli avrupa dansları ile birilikte ayni kentte görülebiliyordu. cazın siyah yönü de gittikçe büyüyordu. orleans, serbest bırakılan güneyli köleler için çekici bir kentti. 1800’ lerin basında gelen son büyük haitili creol zencileri ile birlikte kentte çok büyük bir orana ulasan siyahlar, orleans'i önemli bir siyah kültürü kenti haline getirdiler. new orleans, mississippi nehrinin tam ağzında amerika-karaipler hattında önemli bir ticaret kenti olmuştu. kentin limanı yakınlarında adi "story" olan yaslı bir adam bir bölgeyi kapatıp orada içki, müzik, ve bir çok eğlence maddesinin kullanımını sinirsiz bıraktı. böylece burada, caz tarihine adi büyük harflerle geçen ünlü "`storyville" oluştu. storyville, bir çok caz müzisyeni olacak yetenekli gençler için pratik yapmak amacıyla essiz bir yerdi.

    cazın oluşumunda beş temel öğe vardı; blues yürüyen bandolar ve bakir üflemeli bandolar yeni enstrümanların gelişimi klasik müzik ragtime'lar klasik müzik, avrupa’dan amerika’ya gelmiş ve varlığını uzun süreden beri sürdürmekteydi. bunun yanında, orleans çevresinin festival gelenekleri oldukça fazla müzisyene ev sahipliği yapan müzik guruplarının gelişimini sağlamıştı.
    dört telli banjo ve 6 telli gitar, saksofon, trombone gibi bir çok müzik aleti artık, caz için kullanılıyordu. yeni enstrümanlar, orkestra oluşturmada ve parçaları seslendirmede yeni ufuklar açıyor, farklı tınıların yorumları cazın oluşumunda önemli bir gelişim anlamına geliyordu.

    daha çok güneyde başlayan ve ardından siyahların günlük hayatlarının bütüncül bir anlatısına dönüşen blues, önemli bir psikolojik etki vermişti caza. blues, kölelerin gün boyunca çektiği sıkıntıları ve hayatlarındaki hüzün basta olmak üzere her yönü anlatan büyük ve baslarda dinsel sayılabilecek bir müzikti. caz ise, bu etkileri daha aza indirip, öncelikle eğlenceyi anlatmayı kendine görev alan bir yapıdaydı. ama avrupai kökleri, ona, hüzünlü durumları ne kadar iyi dramatize etmesi gerektiğini yakın bir zamanda -new orleans ve swing zamanlarında- öğretecekti...
    --

    new orleans & dixieland :
    -new orleans- (191* - 192*) *

    caz, ilk dönemlerinden itibaren bir kent müziği olarak kentin barındırdığı farklı kültürlerden etkilenmiştir. bu durumun en somut örneği 20.yy. başındaki new orleans'ta her ırktan ve halktan çok sayıda grubun caz müzisyenleri için inanılmaz bir kaynak oluşturmasıdır. birleşik devletler, yüzyıl başında satın aldığı eyaletlerle sınırlarını genişletiyordu. bu eyaletlerdeki fransız, ispanyol, italyan, ingiltere ve hatta almanya’ya kadar kökleri ulaşan yerleşik halkların varlıklarını sürdürmelerinde en önemli silahları kendi kültürleriydi. eyaletlerin bu beyaz nüfusuna afrika’dan getirtilen ve kökleri beyazlar kadar karmaşık olan zenci topluluklar da karışmıştı.

    aynı gece içinde, bir kentte, ingiliz halk şarkıları ve madrigaller'i, ispanyol dansları, fransız dans formlarından ve halk şarkılarından oluşan müzikler ve baleler, doğu avrupa tarzı askeri bandoların yürüyüşleri, kilise ilahileri ve koralleri, siyahların şarkı biçimindeki bağırışları ve blues'ları birbirine karışabiliyordu. hatta 1890’larda sona eren ve kentlerin büyük meydanlarında toplanıp afrika geleneklerini ayakta tutmayı tam anlamıyla örnekleyen voodoo törenleri bile vardı.

    bugün, cazın doğaçlama dediği şey, o zamanlarda "etrafı birbirine katmak", "jassing" yada "jazzing up" diye anılıyordu. doğaçlama ilk dönem cazı için performansın çok büyük bir bölümünü oluşturmaktaydı. parça içinde ritmik yürüyüş kaybolmaya hazır gibi gözükse de, müzisyenlerin kolektif doğaçlaması her şeyi üstleniyordu. kendi repertuarını oluşturmuş bir müzik olarak caz, etkilendiği blues, ragtime ve üflemeli orkestra müziğinden çok daha fazla çeşitlilik ve canlılık gösteren bir müzikti.

    aslında, 1930’lara gelinceye kadar cazı tanımlamak için, new orleans, dixieland ve chicago stilleri yerine tek bir terimle “combo caz” ifadesi kullanılabilir. çünkü, cazın dünya müzik tarihine altın harflerle adını yazacağı, bütün dünyanın "caz çağı" diye anacağı swing devrine kadar, caz, ayrışmaya ve karışmaya devam etme dönemindedir. new orleans stili olarak combo caz, en belirginleri, trompetçi louis armstrong ve klarnetçi sydney bechet olmak üzere yalnızca new orleans kentinde otuzdan fazla müzisyen grubu üretti. kentin nüfusu yalnızca 200.000 civarında idi ve bu rakam inanılmaz bir seviyeyi işaret etmekteydi. bu grupların ortaya çıkmasında, müzisyenlerin çalması için sürekli ortam sağlayan "storyville" isimli gece klüplerinden oluşan eğlence yeri çok önemlidir.

    birçok kişinin cazın doğum yeri olarak gösterdiği new orleans, böylesine büyük bir unvanı tam olarak taşımasa da, cazın netleştiği yer olması bakımından önemli bir eyalettir. o dönemki caza benzer blues ağırlıklı olan bir stil aynı yıllarda memphis'te de çalınmasına karşın, new orleans'ın 1930’lara kadar caz stiline adını vermesi, storyville ile cazın en büyük merkezi olması ve de belirgin soylu ve ya göçmen gruplarının baskınlığını içermesinden gelmekteydi.

    new orleons’un farklılığı içerdiği farklı kültürlere ait grupların yaratıcı beraberliği ve cazın doğuşunda her zaman etkisi hissedilen avrupa müziğini barındırmasıdır. fakat new orleans stilini asıl doğuran güç kente hakim farklı iki siyah topluluğun kültürel çatışmasıdır. bu toplulukların ilki fransız sömürgesinden beri amerikalıdır ve “kreol” olarak tanımlanmaktadır. kreol’ler diğer siyah topluluk gibi iç savaş sonrasında kölelikten kurtulmuş değildir. en baştan beri özgürdürler ve fransız kültürünün temsilcileri olarak görülürler. konuştukları dilleri bile ingilizce değil, bozuk bir fransızca’dan oluşmaktaydı ve fransız olmanın getirdiği avrupa müziği bilgisine sahiplerdi.

    kreol’lerin karşısındaki "amerikalı" siyahların bir çoğu afrika’dan alınıp getirilmiş olan ve kölelikten serbest bırakılmış oldukları için blues'u daha çok ve yoğun içeren gruplardı. özgürlüklerini sonradan kazandıkları için kreol'ler tarafından bile ayrımcılık görmüşlerdi. nota bilgisine sahip kreol'ler ile müziği sözel gelenekle daha canlı biçimde nesilden nesile aktaran amerikalı siyahların müziği, sonunda ragtime’ın ünlü piyano ustası jelly roll morton tarafından birleştirilmişti.

    new orleans'ın cazın bu ilk büyük dönemine en önemli etkisi müziğe canlı bir çalma stilini kazandırmasıdır. oldukça işlek bir ticaret kenti olan new orleans, bir çok sirk ve festivale ev sahipliği yapıyordu. birçok ünlü caz grubu, gezgin veya kalıcı sirklerde yürüyen bando olarak yada sabit eğlence köşelerindeki orkestralar olarak çalıyordu. bu festivallerin en ünlüsü mardi gras’da her yıl binlerce insan toplanıyordu. bunun yanında caz orkestralarının canlı kalmasına yardımcı olan bir diğer gelenek ise fransızlardan kalma olan “funerals” idi. funeral'ler kentten mezarlığa kadar hüzünlü bir biçimde çalınan, mezarlıktan geri dönüşte canlı ve eğlenceli bir hava yaratılan törenlerdi. caz müzisyenleri bu gelenekler içerisinde , marş formunu öğrendi ve geliştirdi.

    new orleans grup doğaçlamalarına dayanan basit bir çok sesli müziktir. tipik bir new orleans grubu iki kornet veya trompet, bir klarnet, bir trombon, piyano, banço ve gitar, kontrbas veya tuba ve davuldan meydana gelmektedir. kısaca new orleans grupları basit bir bando minyatürleridirler.

    new orleans müziği çalan müzisyenler mississippi nehrinde gemilerle onların civarındaki trenlerle gezgincilik yaparlarken kendi müziklerini memphis, st. louis ve chicago gibi şehirlere yaymışlardır. memphis ve st. louis’de zenciler, chicago’da ise beyazlar bu yeni müzikten etkilenmişlerdir. chicago’da beyazların yaptığı müziği zencilerden ayrı tutmak için “dixieland” sözcüğü kullanılmıştır.

    -dixieland- (191* - 192*) *

    başlarda, “new orleans'ın beyaz hali” dedikleri dixieland, aslında cazın ilk olarak plak kaydına geçtiği dönemdir. caz müziğinin ilk plak kayıtları, the original dixieland jazz band’ın chicago ve new york'a turnesi için yapılmıştır. beyazlardan oluşan bu topluluk, 1916’da chicago'da, bir yıl sonra da new york'ta üne kavuşmuş, o dönem için zencilere nazaran büyük paralar kazanmıştır.

    beyazların siyahların tekeline ait caza olan ilgisi büyüktü. her ne kadar zenciler kültürlerini ve paralarını beyazlarla paylaşmaktan hoşlanmasalar da, cazın ilk dönemi için büyük gruplar arasında beyazlar da vardı. beyaz caz müzisyenlerin anlatım içerikleri pek olmasa da, teknikleri siyah müzisyenle göre temiz ve oldukça iyiydi.

    new orleans’taki ilk ünlü beyaz caz orkestrası, papa jack laine'in orkestrasıdır. orkestranın bu dönemde kazandığı başarıyla önceleri daha çok argoda kullanılan "jasm" veya "gism" sözcükleri geniş kitlelere ulaştı ve artık caz adı ile doğdu.

    1900’lerin ilk 10 yılındaki, cazda beyazları çalış tarzlarını ayırt etmek için kullanılan dixieland sözcüğü, zamanla bu stilin adına dönüşmüştür. fakat ileriki yıllarda siyahlar ve beyazlar aynı gruplarda çalmaya başlayınca dixieland gibi saf bir stili ayırt etmek neredeyse olanaksız hale gelmiştir.

    caz dünyasında bu müziğe zenci ve beyazlar açısından bakıştaki farklar bu devirlerden başlamaktadır. zencilere göre sıkıntıları az olan beyazların müziği daha hızlı tempolu ve neşelidir. deşarj olmak ve hoşça vakit geçirmek için müzik yapmaktadırlar. zenciler kendileri için daha önemli bu müziği, yaptıkları bilinçli yada bilinçsiz araştırmalar ile devamlı ilerletiyorlar ve bugünkü cazın temelini kuruyorlardır.

    dixiland gruplarında enstrümanlar new orleans gruplarının çaldığı enstrümanlarının aynısı olsa bile çalış stillerinde farklılık sezilmekteydi.

    new orleans ve dixiland dönemlerinin en büyük ustaları, sidney bechet, kid ory, barney bigard, papa & louis delilse, nelson ve louis armstrong'tur. bu müzisyenlerin arasında öne çıkan büyük usta dixiland’in de farklılaşmasını sağlayan louis armstrong'dur. armstrong caz müziğine notaya dayalı uzun soluklu cümleleri içeren kaygan, hareketli, ve oldukça sıcak bir çalım tarzıyla büyük bir yenilik getirmiştir.

    birçokları için cazın gerçek babası tek bir kişi vardır: louis armstrong. new orleans'lı olan armstrong, 1922de ünlü "king" john oliver orkestrasından aldığı teklif ile chicago’ya gider. ilk kayıtları olan, oliver orkestrasıyla yaptığı "dippermouth blues"da yeteneğini herkes onaylar. ölümüne kadar onu her yere tanıtacak olan takma adı "satchmo" ise daha bu kayıtlara da adını veren büyük ağzından gelir.

    chicago ve new york’ta bir çok orkestra ile kayıtlarda bulunan satchmo, en önemli kayıtlarını, 1927 ve 28 de "louis armstrong and his hot five" adı ile kaydetmiştir

    louis armstrong erken dönemde çizdiği profil ve özellikle dramatik soloları ile cazın altın çağı için çok önemli bir model olmuştu.

    louis armstrong caz tarihinin ilk büyük solisti idi. caza getirdiği en önemli yenilik tek enstrümana inebilen ve grubun tamamını bir kerede meşgul etmeyen solo cümleleri ile, cazı ilk defa ilkel bir kolektif doğaçlamadan çıkarmasıdır. ayrıca armstrong ragtime'dan gelen ritmik anlayışın yerine ilk defa sekizlik swing'i oturtmuş ve yeni anlayışla, enstrüman gruplarının içeriğini, enstrüman sayısını ve hedeflerini değiştirmiştir.

    armstrong, kaliteli tekniğiyle enstrümanı olan trompete yeni bir yol vermişti: tonunu popülarize edip, herkese yaymış, ardından da hazırladığı bu kabul ortamında, stilinde bir çok değişiklik yapıp onu öncü bir biçimde geliştirmiştir. kuvvetli bir üfleyişle, sıcak, metalik ve yüksek perdeden yankılanan bir sesi vardı. doğaçlama yeteneği dışa vurumcuydu ve oldukça çağdaş bir armoni ile desteklenmiş bir swing’i vardı.

    louis armstrong, 30lardan sonra 50den fazla filmde oynadı. artık konserlerinde şarkı da söylüyordu. üstelik 1950 sonrasında çok büyük liste başarıları da vardı. oynadığı broadway müzikali "hello dolly" ile bir hafta ünlü beatles’i bile geride bırakmıştır. hayranları, onun müzik tarihinin en uzun kariyeri olan frank sinatra’yı geçememesine üzülse de, cazın ilk ve en büyük yıldızı ve kariyerine sahip olma onuru her zaman onun olacaktır...

    blues : (179* - 20**)

    blues, ister cazın içinde olsun, isterse kendi başına çalınsın, her durumda özgünlüğünü korumuş bir müzik olmayı başarmıştır. joseph machlis'in de belirttiği gibi, blues, bildiğimiz herhangi bir avrupa veya afrika kökenine sahip olmayan yerel bir amerikan müzik ve söz formudur. bir başka deyişle, blues, amerikada var olan bütün köklerin kendine ait özel bir kimliği olan tek karışımıdır.

    "blue" sözcüğü, elizabeth döneminden beri melankoli ve depresyon ile anlamlandırılırdı. elbetteki, elizabeth, dönemi böyle bir anlamı doğurmakta haklı idi, ama, bugünkü anlamı, 1807de amerikalı yazar washington irving'in deyim olarak kullandığı "the blues" olarak kazandı. blues, üzüntü, melankoli, depresyon ve genel bir hüzün durumları ile örtüşüyordu ve daha çok yansıttığı bu ruh hali ile anılıyordu. blues temsil ettiği bu ruh halinin göstergesi olarak, arkaik bir halk sanatını da temsil ediyordu. çünkü, eskiden beri halkların çektiği sıkıntıları ve yaşadığı özel ruh hallerini anlatıyordu. hiç kuşkusuz, bu halk sanatı, temsil ettiği ruh ve yaşam halleri ile siyahtı; siyahlara aitti. cazın ve blues'un tam olarak buluşmadığı, blues'un daha içe dönük olduğu ve geleneğinin büyük oranda sözlü anlatım olarak kaldığı dönemlerdeki büyük caz şarkıcısı leadbelly, "blues,hiç kimsenin anlatamayacağı bir ruh halidir. o yüzden yalnızca ona kapılırsan onu anlarsın. bir sabah herşey değişir, sen garip biri, kendinin bile tanımadığı bir adam olmuşsundur. işte bu, blues'dur" der, sonradan blues'un ilk yazılı tutanakları olacak olan gazete sütunlarına. bu, oldukça önemlidir; çünkü, blues'un çalımının aynı gibi gözükse de, her seferinde bir başka blues'u anlattığını anlatır bize.

    blues, gerçek bir şenliktir, aslında. anlattığı her blues'un hüznüne rağmen, o, bütün bunları geçirmek için yapılmış bir ilaç gibidir, bir yandan. bu yüzden de pek çok durumda espirili ve ironiktir. anlattığı hüznü, inanılmaz bir neşe ile kaynaştırır. bütün bu neşe içinde, her zaman çok ince bir kara mizah ile oldukça kötü durumlar anlatılıyordur. bunun en güzel örnekleri, b.bking, otis rush ve en büyük blues şarkıcılarından olan big bill broonzy'dir.

    blues'u oluşturan ilk karışım aslında, müzikal değil, ruhsaldır; ilk karışım, eski zamanlarda havada birbirine karışan, çektikleri acıları ve sefaleti anlatan şarkılardır. bu acıları dile getirirken oldukça saldırgan da olabiliryorlardı. bu saldırganlığın karşılığında, ileride spiritualler ve blues'a dönüşecek olan birlikte çalışma alanlarında yaptıkları/söyledikleri "field holler"lar gelişti. çoğunlukla mississippi irmağının deltasında ölümüne çalıştırılan, istif halinde kulubelerde yaşayan ve çoğunlukla da kısa sürede ölen bu işçiler, belirgin umutsuzlukları ile insanlık yapıtları içinde dikkate değer bir halde, güneyin çalışma kamplarından çıkan yabancılaşma ve anormalliklerin ruh hallerine seslerini verdiler. bir anlamda bu hüzünlü sonun sözel gelenekteki sonucuydu blues.

    blues'un kökeni üstüne büyük araştırmalar yapan alan lomax'ın saptadığı önemli bir sosyal yön vardı blues'da; blues, çoğunlukla bir erkek geleneği kabul edilirdi. bu, dünyanın büyük çoğunluğunun blues'u kadın blues şarkıcılarından dinlemesine rağmen böyle idi. hatta, blues geleneğine en önemli katkıyı güney hapisaneleri yapmakta idi. ölüm mahkumiyeti, kızgın güneş, uzaktaki kadınlar, askerler gibi konular ve en önemlisi mahkumiyet sırasında görevlendirildikleri sosyal çalışma alanlarındaki şarkılar olan "work song"lar, bulunmaz blues hazineleri yaratıyordu.

    iç savaş sırasında, blues, kölelerin ağzına takılan bir afrika müziği artığı olarak görülüyordu. ama bu takılma zamanla, field holler'ların, baladların, kilise müziklerinin ve "jump-up" denen ritmik dans müziklerinin bir 1890lardan sonra daha çok gitarla veya önceki tarihlerde ise banjoyla sözün atışmasına dönüştü. şarkıcı bir cümle söylüyordu ve ardından da gitarı cevap veriyordu.

    bugün araştırmalarını okuduğumuz birçok bluesolojist**, yazılı ilk blues parçası olarak, 1912de beyaz bir kemancı olan hart wand'in "dallas blues" unu gösterirler. ardından gelen 1912-14 yılları arasında siyah besteci w.c.handy'nin yazdığı ve oldukça ünlü olan "1912/memphis blues" ve "1914/st.louis blues" blues'u popülerize ederler. bunun yanında, ilk vokal albümü ise, 1920de mamie smith "crazy blues" olarak kaydeder.
    birinci dünya savaşından sonra ise, bluesla içiçe olan güneyli beyazlardan yayılan blues, neredeyse tüm dünyaca duyulur. 20lerde, blues ulusal bir tutku olur birleşik devletlerde. önce bessie smith, sonra da, billie holiday'in yaptığı kayıtlar milyonlar satar. elbetteki artık, caz da blues'la oldukça içiçedir.

    30lar ve 40larda, blues, birçok siyahın kuzeye göçü ile kuzeye iyice yayıldı ve büyük orkestraların repertuarlarına girdi. özelikle, elektirkli amfilerle çalışan gitarlar müziğe giridiğine blues'un, bu yeniliği cazdan çok önce görüp kullandığını söylemek çok doğru olur. 1910lardan sonraki, muddy waters, willie dixon, john lee hooker, howlin' wolf ve elmore james gibi ilk nesil büyük bluescular, detroit ve chicago gibi kuzey şehirlerinde, daha çok, bas,davul, piyano ve kimi zamanda armonika ile desteklenerek çalınan mississippi delta blues çalıyorlardı. aynı zamanlarda, t-bone walker ve b.b.king caz gitar tarzı ile blues çalımı konusunda öncü çalışmalar yapıyorlardı.

    60ların başlarında, paul butterfield blues band, the rolling stones, the yardbird suits, john mayal's bluesbreakers, cream, canned heat ve fletwood mac gibi amerkalı ve avrupalı gruplar, siyah sanatçıların bazen beyaz müzikle karıştırarak yaptığı coverlar dışında hiç yapamadıkları bir şeyi yapıp, blues'u genç beyaz dinleyicilere ulaştırdılar.

    ilk büyük nesilden, john lee hooker, albert collins ve b.b.king gibi müzisyenler, ikinci nesil sayılabilecek buddy guy, otis rush ve daha sonra da eric clapton gibi müzisyenler, rock müziğinin de, eric clapton, jimi hendricks, jimmy page ve eddie van hallen ile blues ile ilgili birçok dönüşüm geçirdiği günlerde hala daha blues adına çok önemli albümler yapıyorlardı. bugün en son nesil sayabileceğimiz, robert cray ve steve ray vaughan, bir çok blues enstrümantalistinin hiç sahip olmadığı teknik yeterlilik, hız ve müzikal kaliteleri birleştirerek hala daha blues adına çok önemli albümler yapıyorlar.

    blues'u, blues yapan kendine özgü tonlamasıdır. blues, batılı tonlarla düzenlenmiş, afro-amerikan bir müziktir. bunda en garip olan nokta ise, gerçekte blues'un batılı tonal düşünce ile düşünülmemiş olmasıdır. kökeninde batı müziğinin içinde kullanılan birçok sesin değişmiş halini barındırır. temelde daha çok, kullandığımız notaların çok yakınına uğrayan ama onlar olmayan bazı notalar kullanır. işta bu notalar, "blue" notalardır. daha öncede bahsettiğimiz, afrikadan gelen beş sesli temel gamın dışındaki arayışlarda bulunan bu sesler, batılı tonlarla, onların düşündükleri seslerin ortalarında bir yerde, yani bugünkü terimlerle bilinen notaların yarım sesten daha düşük yani komalı değerleridir. blues'un yazıya geçirilmesinde bu soruna batılı notalarla yani gerçek sesleri değiştirerek çare bulunur ve genel olarak blues gamı olarak bilinen ve bir majör gamın üçüncü ve yedinci kimi zamanda beşinci seslerinin yarım ses kalınlaştırlması ile bulunan ses topluluğu ortaya çıkar.

    blues başlangıçta aynı rap müziğinde olduğu gibi bir söz sanatıydı ve sözleri içinde batı müziğinin en ilginç ve dokunaklı biyografilerini içeriyordu. örneğin, robert johnson'ın sözlerinde yoğun bir karmaşa, yalnızlık ve tutku okunur:
    "mutfağıma gelsen iyi olur, dışarıda yağmur yağacak
    islanıp, bir şekilde senin de bırakıp gitmeni istemiyorum
    mutfağa gel hadi, baksana yağmur başlayacak"...

    blues şarkı sözleri, istediğini içermekte serbest idi. çünkü, o halkı anlatan bir sanat olarak, o halkın her halini içerebilirdi. bunların içinde, çoğunlukla kişisel konular vardı; cinsel belirtiler, acı çekmeler, aldatılmalar, karşılıksız kalan aşklar gibi.

    blues sözleri, genelde düzensiz bir ritimde ve konuşmalarla süslü bir biçimde yazılır. 20lerin ve 30ların efsane isimleri, charley patten, blind lemon jefferson, robert johnson ve lightnin' hopkins gibi isimlerde bunun örnekleri bolca bulunur. ilk satır tekrar edildikten sonra üçüncü satır ilkinden faklı bir cümle olarak gelir. ilk iki cümlelerin aynı olması şarkıcının üçüncü satırı doğaçlaması için yeterince zaman sağlamaktadır. bu sözler müzikle uyumsuz gibi gözükse de, tecrübeli bir blues şarkıcısı, sesinde ve tonlamasındaki değişiklikler ile bunu rahatlıkla kapatır.

    bugün çok sayıda blues akımı ve üslubu müzik ortamında yan yana varlıklarını sürdürebilmektedirler. eski blues formlarından sayılan folk blues, country blues, prison blues, arkaik blues gibi üsluplar ölmedi ve bunlara city blues, urban blues, jazz blues, rhtym-blues, soul blues, funky blues gibi yenileri eklendi. bu üsluplara ek olarak boğuk stili ile mississippi blues, hareketli, esnek ve caza yakınlığıyla texas blues, beyaz havası yüksek tennessee blues gibi yöresel üsluplarda vardır. bu çeşitlik müzisyenlere de yansımıştır. farklı blues yapma tercihi olan yüzlerce müzisyen kadar, bir blues sanatçısı farklı birçok üslubu müzikal ifadesinde barındırmaktadır...

    chicago & swing
    -chicago- (192* - 194*) *

    1920’lere gelirken cazın popüler olmaya başladığını görmekteyiz. talebi ve tüketimi artmaktaydı. dünyada neredeyse on yılda bir yeni bir düzen gelişiyor ve herşeyi kendi çevresinde konumlandırıyordu. bu değişimden caz da nasibini alıyordu.

    dünya yeni bir savaşa hazırlanıyordu ve bu kaos ortamında caz müziğinde chicago stili denilen bir üslup filizlenmeye başlıyordu. chicago stilinin oluşumunu iki olaya bağlıyabiliriz. ilki, chicago’nun gelişen bir metropol adayı olarak pek çok konuda deneysel ve gelişmesel amaçlarla bu caz stiline ortam sağlaması, ikincisi ise, daha yerel bir öykü olarak, 1922’de austin lisesinde müziğe meraklı beş gencin o sıralarda, civar sahnelerde izledikleri al johnson orchestra'dan etkilenerek çaldıkları basit bir müzikten gelişen bir stilin adı olması.

    amerika birinci dünya savaşına giriyordu. artık eğlenceye ve tabiki dönemin tek eğlence kaynağı olan caza ara vermek gerekiyordu. öyleki 1917 de önemli bir liman kenti olan new orleans'ta askeri disiplin açısından sakıncalı bulunduğu için dönemin en büyük caz müzisyenlerine ev sahipliği yapan “storyville” isimli eğlence merkezi kapatıldı. fakat askerlikle hiçbir ilgisi olmayan çok sayıda müzisyen bildikleri tek iş olan caz müzisyenliğini, devamlı yolculuk halinde ilkel botlar içerisinde sürdürdüler. bu zorunlu göç sırasında bir çok müzisyen başlarda memphis ve st.louis de vakit geçirdiler ama en sonunda neredeyse hepsi, new orleans’taki fransız bölgesine benzeyen güney chicago’da toplandılar. chicago o zamanlarda müzisyenler için iyi bir ev olmak için birçok önemli nedene sahipti. chicago metal işçiliğine ve depolarda çalışan işçilere iyi ödemelerde bulunulduğu için giderek artan negro olarak tanımlanan siyah nüfusu içermekteydi. kalkınma amaçlı bölgelerde uygulanan serbestleşme politikası sonucu chicago’nun gece hayatı ve eğlence sektörü oldukça gelişmişti. birbiri adına açılan gece kulüplerinde new orleans’takine benzer müzikler çalan 3 veya 4 kişilik gruplar vardı ve her geçen gün yenilerine ihtiyaç duyuluyordu.

    dünyanın karamsarlığa sürüklendiği bir ortamda chicago, savaşa uzak konumuyla ekonomisini giderek güçlendiriyordu. artan zenginlik sonucu tüketim maddelerine ve eğlenceye kaynak ayrılabiliyor, yeni bir lüks eşyası olarak gramofon hızla yayılıyordu. gramofonun evlerde artmasıyla ilk caz kayıtları yapılmaya başlandı. müzik endüstrisindeki bu yeni durum müzisyenleri de heyecanlandırıyordu.

    o dönemde caz grupları derilerinin rengine göre chicago'nun kuzeyi ve güneyine toplanmışlardı. beyaz müzisyenlerin ağırlıklı olduğu kuzeyde mugsy spanier, bunny berigan, wingy manone, george wettling ve eddie condon gibi müzisyenler, güneyde ise, jimmy noone, lovie austin, johnny dodds`` , joe "king" oliver, louis armstrong ve freddie keppard gibi siyah müzisyenler bulunmaktaydı. bu müzisyenler kuzeyle güney arasında yapılan cazın üslup farklığınının kolayca algılanmasını sağlamaktaydı.

    chicago stili için kullanılan ad, araştırmaların gösterdiği gibi daha henüz tam olarak "caz"ı tanımlamamaktaydı. aslında chicago’da yapılan müzik yoğun ve sert bir yapıya sahip olan bir "dixie" idi. içine piyano ve saksofonun da eklenerek oluşan bu yeni dixie’nin üyeleri sıkça solo yapmaktaydı. chicago’luların eyaletlerinde yapılan müziğe hala "ragtime" demelerine karşın edebi olarak, "kükreyen 20’ler" veya scott fitzgeral'ın deyimi ile "jazz çağı" olarak anılan devirde “chicago stili dixieland” yapılmaktaydı. bu yeni devirde banjo yerini gitara, ritmi tutan tubalar ise yerini kontrbasa bırakacaktı. bu yeni aletlerle ritm daha agresif bir biçimde seslendirilecekti.

    chicago stili bir çok önemli grubu çıkarmıştır. 1915-16’da chicagoya ilk gelen siyahlardan oluşan freddie keppard's creole band, beyazlardan oluşan tom brown's band, ve original dixieland jazz band cazın yaygınlaşması için ilk anahtar gruplardır. bu gruplardan “original dixieland jazz band” 1917’nin 30 ocağında new york’taki ünlü reisenweber's restaurant ile tarihi anlaşmasını yapar ve artık kuzeydeki ilk efsanevi orkestra olur. bu unvanı diğer iki orkestranın müziklerinin çalınmasından duydukları korkuyla kayıt yapmamalarına da borçludur. böylece original dixieland jazz band cazın ilk ve büyük kayıtlarını yapan grup olarak anılmaktadır.

    king oliver california turu chicagoya gelene dek pek de başarılı sayılmazdı. new orleans tarzına bağlı çalan oliver, kendisi, klarnetçi johnny dodds, ikinci kornetçi louis armstrong gibi çok iyi solocular taşısa da fazla kişiselliğe yer vermeyen bir grup ruhu ile çalıyorlar ve bu yönde kayıtlar yapıyorlardı.

    1920de iowa, davenport'ta durup birkaç müzisyenle yeni bir orkestra oluşturana dek mississippi de bir botta çalışan kornetçi paul mares and tromboncu george brunies, çok kısa sürede ünlü friar's club da çalışmaya başladılar. friar’s club, amerikada o zaman o zamanlarda adları "the friar's society orchestra" idi ama kısa süre sonra herkesin onları tanıdığı adları olan "the new orleans rhythm kings" olacaklardı. bu adla yaptıkları kayıtlar oldukça ünlü olacaktı. ilginç ki kornetçi mares bu kayıtlardaki kısa ama güçlü üflemeli sololarının düşüncelerini ve daha birçok şeyi diğer chicago tabanlı gruptan aldığını söylüyordu.

    fletcher henderson orchestra'sı ile 13 aylık bir new york macerasından sonra, 1925te chicagoya dönen louis armstrong, erskine tate's vendome orchestra'sından sunset cafedeki carrol dickenson's orchestrasına kadar bir çok orkestra ile çalıştı ve 25-28 arası klasik grubu hot five ve hot seven ile birçok kayıt yaptı. sonraki yıllarda trompetin en ünlü ismi haline gelip sırası ile 29’a kadar carrol dickenson's orchestra ile, louis armstrong and his stompers ve louis armstrong and his savoy ballroom five'ta liderlik yaptı. sonraki iki yılda ise, carroll dickerson's savoy orchestra ve clarence jones' orchestra ile chicago'da çalıştı.

    özet olarak chicago, zorunlu bir göç nedeniyle güneyden kuzeye gelen new orleans’lu büyük caz müzisyenlerinden etkilenen çoğunluğu çaylak olan chicago’lu müzisyenlerinin yarattığı bir caz stilidir. chicago stilinde göz çarpan aynı anda farklı melodilerin new orleans’a göre birbirine paralel olarak daha temiz çalınmasıdır. chicago stilinde birey müziğe hakimdir ve soloları daha büyük önem kazanmaya başlamıştır. yine bu stilde bugün için caz müziğinin temel göstergelerinden biri olan saksofon, müzikte önem kazanmaya başlamıştır.

    chicago stili popüler birçok büyük orkestrayı doğurmuştur. çok sayıda yetenekli müzisyenden oluşan büyük orkestraları bir arada tutabilmek için çalınan parçalarda düzenlemeler kullanılmaya başlandı. bu yeni düzenlemeler içerisinde yeni sololar ve solistler ortaya çıkmaya başladı. chicago stili, bu doruk noktası için gereken kahramanları da yaratıyordu. çünkü, bu devir bix beiderbecke, benny goodman, jimmy ve tommy dorsey, eddie condon, bud freeman, louis 'satchmo' armstrong, earl 'fatha' hines*, jimmy noone gibi ünlü virtüözlerin yetiştiği bir devirdi. chicago'nun geçirdiği bu değişim ile tüm dünyayı etkisi altına alan ünlü caz çağının doruğu swing doğuyordu...

    -swing- (192* - 193*) *

    pek çok eleştirmen tarafından cazın klasik devri swing’le başlar ve ardından gelen be-bop’la biter. swing daha önceki devirlerden:

    • gerçek anlamda büyük orkestraları ve düzenlemeleri içermesi,
    • saksofonların müzikte yaygın hale gelmesi,
    • kontrbasın ritme yardımcı olarak kullanılması,
    • davulun ince tonlarının öne çıkması
    • toplu doğaçlamanın azalarak yerine toplu bir ritim anlayışının yerleşmesi
    • ve teknik ve düşünce olarak daha gelişmiş müzisyenlerin ön plana çıkması ile farklılaşmıştır.

    caz tarihinin en popüler stili olan swing, içerdiği ritmik farklılık ile önceki caz stillerinden ayrılır. müzikal olarak eski iki vuruşlu müzikten dört vuruşlu yeni bir müziğe kayış olarak da tanımlanabilen swing, 1930'larda dünyadaki en büyük ticari kaynak olmuştur. teknik olarak kısaca özetlenebilen swing, asıl hikayesini sosyetik bir biçimde bir film gibi anlatır. sinemanın da altın yılları swingin parlak hikayesine eşlik eder. halk tabakalarının her birinin kendine göre bir swing anlayışı vardır. genellikle, dansla anılan kaygan bir ritmik müziğe talep varken, gecenin erken saatlerinde kaba blues ve new orleans formlarına dayalı swing ve dans müziği çalan büyük orkestralar, ilerleyen vakitlerde smokinlerini giyip sosyetik restoranlarda ve kulüplerde daha teknik ve gelişmiş swingler çalıyorlardı.

    caz tarihinde swingin adı hakkında hem ticari hem de müzikal öğelerin birbirine karıştığı ilginç bir yanılsama vardır. bu yanılsama ticari açıdan başarılı olan bütün parçaların swing olarak sınıflanmasında yatar. ticari başarısı çok yüksek olan bir caz parçası müzikal olarak her zaman swing yapısını içermediği gibi gerçek swingi içeren her parça da ticari açıdan başarılı değildi.

    new orleans ve chicago stillerinin popüler yüzünü duke ellington, count basie, fletcher henderson, jimmie lunceford ve benny goodman gibi birçok ünlü müzisyenin liderliğindeki büyük orkestralar ile gösteriyordu. saksofoncu coleman hawkins ve lester young, gitarist charlie christian ve trompetçi roy eltridge ve adları tek başına anıldığında bile büyük hayranlık ve saygı uyandıran piyanist art tatum ve teddy wilson gibi ileride modern cazı etkileyecek ustalar bu büyük orkestralarda çalıyorlardı.

    büyük orkestra tekniğinin en büyük başarılarından bir tanesi temelde afrikalı müzik formlarına dayanan soru-cevap ya da kimi zaman iki solist veya solist ve grup ilişkisine dayanan canlı bir çalım tekniğini ayakta tutmasıydı.

    chicago stilinde yıldızlaşmaya başlayan genç müzisyenler swingin getirdiği değişim içinde davulcu gene krupa ve jo jones'un da katıldığı yeni müzisyenler olarak öne çıkmaktaydılar. swingin ilk dönemindeki doğaçlamacı ve müzisyenler özellikle 1952'de ölen fletcher henderson ile birlikte çalışmışlardı. henderson'ın orkestrası 40'lar ve 60'lar arasında miles davis'in yıldızlar orkestrasıyla karşılaştırılabilecek olan belki de tek orkestraydı. henderson'ın düzenleme teknikleri gelecekte beste yapımı için bile standart haline gelecekti. duke ellington'ın büyük orkestra tarzı ile henderson'ın tarzı caz tarihinde iki ana orkestra tarzı olarak anılacaktı. teknik bütün büyük gelişmelerin babası sayılan henderson, birçok büyük orkestraya gelecekte ünlü olacakları ilk besteleri vermiştir.

    benny goodman ise swing döneminin en çok bilinen orkestrasının lideriydi. etkileyici klarinet tekniği ile öne çıkan goodman hiçbir zaman count basie'nin en iyi örneğini oluşturduğu rahat swing orkestrası görünümüne bürünememişti.

    oldukça düzgün ve temiz bir tonla trombon çalmayı geliştiren tommy dorsey, kendinden sonraki bütün üflemeleri partisyonları örnek sayılacak bir stil yaratmıştı.

    swing ile birlikte ustalığı iyice öne çıkan coleman hawkins sadece enstrümanla değil müziğin genel yapısı ve parçanın formuyla da ilgilenerek ileride öncelikle saksofoncular olmak üzere bir çok müzisyeni etkileyecek olan genel bir bakış açısını caza tanıtmıştı.

    modern caz gitarın ileride babası sayılacak olan charlie christian ve django reinhardt swingle başlayan ve ardından özellikle django ile kendine özgü bir stile dönüşecekti. bu dönüşümlerin hem iyi hem de kötü bir yanı olarak tüm dünyada popülerleşme caz için dikkat edilmesi gereken büyük bir faktöre dönüşmüştü.

    swing dönemine damgasını vuran gelmiş geçmiş en büyük caz müzisyenlerinden birisi sayılan duke ellington oldukça çevik, hayal gücü yüksek, orkestradaki herkese dağılım gösterebilen çok önemli bir stile sahipti. orijinalde piyanist olan ama piyanodaki asıl yeteneği ragtime stili piyano çalmak olan ellington bu stilden yararlanarak orkestradaki herkesin kişisel yeteneklerini rahatça gösterebileceği son derece kişilere indirgenebilir ama parçanın formunun kaybolmadığı, derinlikli bir caz beste formunu geliştirmiştir. orkestrasında çalışan neredeyse bütün müzisyenler için incelikli ve özellikli partisyonlar yazan duke ellington,belirlenmiş şarkı sözleri ile şarkı söylemeye alternatif olan enstrümantal şarkı söyleme tekniğini diğer enstrümanlarla birleştirmişti.

    orkestrasında çalışan ustalar saksafoncu johnny hodges, ben webster, paul gonsalves, tromboncu joe nanton, lowrence brown, davulcu sonny greer, sam woodyard, rufus jones ve basçı jimmy blanton idi.

    ellington grubunda çalışan bu ustalarla sadece enstrümantalist olarak değil besteci olarak da birlikteliğini korumuştur. kompozisyon olarak ellington'ın en büyük arkadaşı billy strayhorn idi. 67 yaşında ölen strayhorn ellington'la olan birlikteliğinde ellington'ın bestecilik stiline olan yakınlığıyla ayrıca bir hayranlık konusu idi. birlikte yaptıkları birçok bestenin hangisinin ne kadarının ellington'a ya da strayhorn'a ait olduğunu kimse bilemezdi. özellikle çok uzun süre ellington orkestrasının ana teması olan atrain strayhorn'un bir yapıtı olarak düşünülürken strayhorn'un asıl ilgisi chelsea bridge ve lush life gibi oldukça görkemli ve dokunaklı baladlardaydı...

    bebop (194* - 195*) *

    cazın 40 yılı ardından, caz için söylenebilecek en büyük şey, 30ların başında çok büyük paralar kazandırdığı idi. hatta ünlü "swing book" 32'de 2.5 milyon 39 da da 25 milyon satışına ulaşmıştı. swing sözcüğü tek başına bir pazarı ifade ediyordu. bu sıralarda ise kansas city kökenli count basie ve bennie moten gibi büyük orkestraların stili özellikle de ikinci dünya savaşı sırasında orta sınıfı oluşturan büyük bir beyaz topluluğu tarafından dinlenmekte idi.

    herşeyin popülerize olmasından yakınanlar yalnızca birkaç cazcı değildi. özellikle bir çok genç cazcı yeni bir şeyler olması gerektiği konusunda diretiyordu. caz artık, her neredeyse her on yılda bir kendinde önemli değişimleri dile getiriyordu ve yine öncü genç müzisyenler kansas city'de minton's play house'da toplandılar. minton's play house
    40 yıl önceki gibi, new orleans'ın netleşmesinde olduğu gibi yeni cazın doğduğu yer idi.

    yeni müziğin adı bebop idi. bu oldukça neşeli bir isimdi, çünkü bu sözcük oldukça hareketli bir müziğin yeni ifadesinde ağızdan dökülen bir seslendirme idi. bir tür islık gibi. cazı ifade eden ve o zamanlar çok moda olan aralık sıçramalarını mavi notalar üzerinden ifade eden bir sözcük idi bu. insan o notalar içinde devinirken elbetteki bu yeni hali söyleyecekletrdi artık.

    aslına bakılırsa, bop devrimden çok bir evrimdi. caz için bir sonraki mantık formu o olacaktı. her ne kadar bazı ters olaylar ve bu gelişmeye karşı olan müzisyenler olsa da...

    swing büyük bir endüstri halini almıştı, ve bebop'ı yaratan müzüsyenlerin de hepsi baştan beri bunu savunan sanatsal kişiler değildi. ana çizgide çalışan ve onun içinden gelen kişiler olarak değişmeyi öngören bir orijinallikleri vardı. üstelik amerikan toplumu afrika kökenli insanları asimile etmeye, siyahların müziğini tanımamaya çalışyordu. böylece gittikçe buna alet olan bir ana akımda kalmanın ne anlamı vardı ki?

    bop'ı kendi müziklerine adapte etmek bir zordu açıkçası. yeni ifade yolları bulunmalıydı. cazı daha uzun ve özgür çalmalıydılar. louis armstrong kendi müziğinde öne çıkmaya başlamıştı, o zaman için oldukça uzun sayılabilecek swing soloları çalıyordu. ama "eski" cazda solist üzerinde baskılar vardı; bir çok şey belli idi. lester young bunları aşmak için deneyler yapıyordu. bu deneylerde ölçü çizgilerini fazlası ile aşan uzun cümleli sololar kuruyordu, ki bu bazı müzisyenler için her zaman sorun oluyordu.

    minton's play house'da bir araya gelen müzisyenler, piyanoda thelonious monk , gitarda charlie christian, trompette dizzy gillespie, davulda kenny clarke, alto saxofonda charlie parker idi. parker bu dönemin dahisi idi. o zamanın dinleyicisi için bop, arada bir ortaya çıkan hızla koşan, melodik fragmanlar gibiydi. herşey sımsıkı halde idi, gereksiz notalar atılmış herşey konsantreydi. artık büyük bir bilme yeteneği de vardı, caz müzisyenliğinde. ilk zamanların müzisyenleri, müzik tartışmalarında veya teknik bilgi gerektiren konularda hep susar veya utanırlardı.

    bu gerçekten önemli bir hal almıştı, çünkü, artık kendini bir eğlendirme adamı olarak gören caz müzisyenleri yerine, 12 ve 32 ölçü blues formu üzerinde yeni deneyler yapmak için müziği alt üst eden, anlaşılır her türülü cümleyi reddeden, uzun ve büyük anlamlara yönelik temel ve karışık şifreler çalan ve eskiye göre kesinlikle oldukça entelektüel bir nesildi, bu yeni cazı yapan. hatta daha ileride seyirciye arkasını dönen ve ben kendim için çalıyorum sizin dinlemeniz ise yalnızca tesadüfi diyen müzüsyenler bile çıkacaktı!

    yıl 1945'di ve charlie parker 25 yaşındaydı. uyuşturucu kullanıyordu ve bunun yarattığı problemler gittikçe daha fazla beliriyordu. bu nedenle los angeles'ta kalmaya ve para kazanmak için kayıtlar yapmaya kara verdi. dial şirketi için yapılan bu kayıtlar, bebop'ın gerçekten yapılan en büyük kayıtları idi. sonu gelmeyen doğaçlamalar ile bir daha tekrarını duyamayacağınız yüzlerce melodi, yılan gibi kıvrılan özgün parçalar ve konsantrasyon açısından eşsiz kayıtlardı bunlar.

    gillespi ise, parkerdan farklı ama ondan ayrılamaz bir kişilikti. bebop'ı hem ağzı ile hemde enstrümanı ile eşsiz bir biçimde ama başka stiller içinde ifade ediyordu. ileride de ortaya çıkacak olan, ritim ağırlıklı hatta her hali ile latin müziğine daha yakın bir tavrı vardı.

    bebop aynı zamanda kendini yıkacak olan devleri de yetiştiriyordu. charlie parker orkestrasında kendi bop'ını şekillediren, miles davis, ileride bir efsaneye dönüşecekti. ilk çalmaya başladığı mr.b yada billy eckstien her zaman çizgisine sağdık kalacak hatta ünlü bebop saksofoncularından lester young kendi stilinde çalmak istediğinde çaldığının caz değil garip bir çin müziği olması iddiası ile ayrılmaya zorlanacaktı.

    caz devri olarak anılacak olan swingin ardından cazın geleceğini şekillendiren ilk büyük adım işte: bebop'tı ...
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap