• fransız sanatçı ve grafik tasarımcısı pierre bonnard (1867-1947) en çok karısı marthe’yi çağrıştıran ve onu ima eden iç mekan çalışmalarıyla bilinirdi. the dining room in the country, en beğenilen çalışmalarındandır.
  • 1890'larin fransa'sinda les nabis olarak bilinen post-impressionist avant garde sanatcilar toplulugunun kurucu uyelerden biri olarak bilinen ressam. kendisi ile ilgili bir anekdot: bonnard bir arkadasiyla olan edouard vuillard ile luksemburg muzesi'ne gider. vuillard'in gorevi gece bekcisini oyalamaktir. boylece gece bekcesi koyu sohbete daldiginda, bonnard'in muzede sergilenen eserinin uzerinde bazi duzeltmeler yaptigi soylenegelir.
  • saflık, temizlik ve canlılık ifade eden resimlerin sanatçısı, fransız ressam bonnard son derece mütevazi, utangaç ve ürkek biridir. kendisine verilen l'egion d'honneur nişanını da kabul etmeyerek geri çevirmiştir. londra kraliyet akademisi üyeliğine seçilen ender fransız ressamlarından biridir. 1867-1947 yılları arasında yaşamıştır.

    nabiler/les nabis diye anılan sanatçılar topluluğundan idi. nabiler izleyiciye eserin konusu, özü, içeriği ile seslenmesi yerine, genellikle düz renk yüzeyleri aracılığı ile, duyguları formla anlatmaktan yana idi. nabiler çalışmalarında yoğun renk alanlarını düzenlerlerken güçlü bir bezemeciliği öne çıkarmışlardır. içinde yaşanılan mekânların sıcaklık, rahatlık ve sessizliğini eserlerine geçirebilmek için empresyonistlerin kullandıkları kırık renk tekniğinden de yararlanmışlardır. sadece renkleri empresyonistlerin izlenimi esas alan kullanım ilkelerinin tersine, o andaki duygularını yansıtmak için abartılı ve saptırılmış biçimde kullanırlar.

    eşi maria boursin ile 30 yıl birlikte yaşadıktan sonra evlenmiştir. utangaç, sosyal yaşamı olmayan bonnard, eşi maria'nın, yatakta, odada, küvette yüzlerce çıplak resmini yapmıştır. 1940 yılında eşi ölmüştür. eşi öldükten dört yıl sonra bile onun çıplak betimlemelerini yapıyor olması ile kayıtlara geçmiştir.

    1925 yılında aldığı, cannes şehri yakınlarındaki cannet'teki küçük villada seksen yaşında ölmüştür.
  • paris üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başlayıp yarım bırakmış ressam.

    "yaşadığı ortamın ilk itkisiyle girdiği hukuk fakültesine ilgisi çok geçmeden sönmeye yüz tuttu. julian akademisi'ne ve güzel sanatlar okuluna daha sıklıkla uğramaya başladı."
  • [ama odanın esas havasını veren iki tane tabloydu: her ikisi de nü idi, gün ışığı vuran mekanlarda kızlar, pembeler, kırmızılar, yeşiller, balsarıları, kehribar renkleriyle ışıl ışıl, sıcacık tablolardı ve kızlardan alev alev hayat, insancıllık, evcimenlik, cinsellik ve akdenizlilik fışkırıyordu. (...) "bonnard*. her ikisini de ölmeden beş altı sene önce yapmış.."] john fowles - the magus
  • bonnard'ın resimlerine bakan biri, ilk bakışta insanın çevresiyle uyum yakalayabileceğine inanır. öyle ki pek çok resminde figürler doğayla, resmedildiği odayla o kadar bütünleşmiştir ki figürü ağaçlar, odadaki eşyalar arasında zar zor ayırt edersiniz. figürleri fark ettiğinizde ise, belli belirsiz yüzlerdeki ifadelere baktıkça korkmaya başlar insan. bonnard'ın resmettiği insanlardaki ruh hali sanki zaman geçtikçe bakana sirayet eder. aynadaki otoportresi ürkütür beni mesela. oysa bir huzursuzluktan ziyade büyük bir kabulleniş vardır resimdeki adamın ifadesinde. ürperti verici olan da bu kabulleniş halidir aslında. çünkü aynadan bakan adamdaki kabullenişin, hayatta aradığını asla bulamayacağını fark etmesinden kaynaklandığını hissedersiniz. bu gerçekle karşı karşıya kaldığınızda ise aynadan size bakan adamın ifadesi sanki değişiverir birden ve adamın size bakışının bir acıma taşıdığını duyumsarsınız.

    sansasyonel olaylara adı bulaşmamış, sanatçı olmanın getirisi görülen taşkın davranışlar sergilememiş ve neticesinde sanat tarihçileri tarafından monoton olarak nitelenen hayatıyla bonnard benim için kendinden vazgeçebilecek kadar olgunluğa erişmiş bir insandı. bu yüzden de hazzı kendi gerçekleştirdiği eylemlerde değil doğayla iç içeyken tattığı huzurda bulmaktaydı. sanırım resmettiği doğanın bakanı büyülemesi de bu nedenledir. çünkü bonnard'ın yakaladığı huzuru hisseder izleyici.

    sanatçılar hakkında anlatılan tuhaf anekdotların gerçekliği şüpheli olsa da bu anlatılar sanatçıların kişiliğine dair bir yakıştırma içermeleri sebebiyle sanatçıların kişiliği hakkında epey bilgi vericidir. bu yüzden severim gerçek olmadığına inanılan hikayeleri. bonnard hakkında da yky'den çıkan bonnard kitabında rastladığım şu anekdot da çok hoşuma gitti: "bonnard bir sabah ma roulotte'a giderken, kadim bir kavak ağacının yanında bir şeyler görüşen iki adama doğru içgüdüyle yürüdü; çevredeki manzarada önemli bir rol oynayan ve yanından her geçişinde onu dostça bir gülümsemeyle selamlayan bir ağaçtı bu. biri arazi sahibi, diğeri kereste tüccarı olan iki adamın ağacı kesme konusunu görüştüğü ortaya çıktı. bir anlaşmaya varmış gibiydiler. cebini yoklayan bonnard, alıcının teklif edebileceğinden daha fazla banknotu çıkardı ve böylece ağacı kurtardı. peşinden gelen mastı cinsi köpeğiyle oradan mutlu biçimde uzaklaşırken, iki adamın arkasından şaşkınlıkla bakışını hisseder gibiydi. şen bir ruh haliyle yürüyüp gitti, çünkü yaşlı kavak o hayat dolu manzarayı korumaya devam edecekti."
  • pierre bonnard's studio: görsel

    by brassaï
    le cannet
    1946
  • "bütün ressamlar aynı şeyleri üstlendiğine, aynı zorluklarla karşılaştığına, aynı araçları kullandığına göre...
    bu nedenle farklılıklar içeriden gelir."
    -- pierre bonnard

    akdeniz bahçesi: görsel
  • "there is always color, it has yet to become light." renklerle ilgili duyduğum en güzel cümleyi kuran ressam
hesabın var mı? giriş yap