the hour

• bbc'nin yeni dizisi. mad men'in basin yayin camiasinda gecen ingiliz versiyonu.
• ikinci dünya savaşı atmosferinde geçiyor sanıyordum sağolsun ventolin düzeltti, 1956 da geçiyormuş.
  heyecanlı gazetecilik/polisiye/entrika konulu, iyi oyunculu, güzel rejili yeni dizimizdir.
• hala izleme şansını bulamadığım bbc dizisi. bizim dizi siteleri pek ilgi çekici bulmuyor sanırım..
• düşünce ve ifade özgürlüğü diyor, haber alma özgürlüğü, medya üzerindeki baskı, değişen yayın ilkeleri, komplo, suikast, entrika diyor; bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi? fakat o geçen yüzyılın ortalarından söz ediyor; tam da ne kadar geriden geldiğimizi, ne çok yolumuz olduğunu bir tokatla yüzümüze çarpar gibi. izlemeyin bu diziyi, insanın morali bozuluyor.
  
  edit: az daha unutuyordum, gelmiş geçmiş en iyi 3-5 diziden biri olan the wire'dan özlediğimiz nam-ı diğer dedektif mcnulty dominic west başrolde. emma mini-seriyalinin emma'sı romola garai ise güzelliğiyle diziye ayrı bir çekicilik katmış. yine bir başka temel karakterse perfume the story of a murderer'daki jean-baptiste grenouille rolüyle herkesi büyüleyen(!) ben whishaw olarak öne çıkıyor. ayrıca genel atmosfer, mekan, çekim ve kostümler dönemi gayet iyi yansıtıyor. ne samimiyetsiz yazı oldu lan!
  
  not: 6 bölüm süren ilk sezonun ardından yine 1'er saatten oluşan 6 bölümlük 2. sezon da 2012'de yayınlanacak.
• sansür ve otosansüre tabi tutulan haberler, sıradışı bir gazeteci: bay lyon, soygun süsü verilen siyasi bir cinayet, 1950'ler londra'sı ve fonda smooth jazz, bbc dizisi. hikâye tanıdık, ister başka filmlerden diyin, ister günümüz ilişkilerinden.
  
  ben whishaw var lan, 32 olmuş adam. hiç göstermiyor.
• ben whishaw var lan kesin izlemem lazım diye konusunu bilmeden başladığım, habercilik ile ilgili olduğunu gördüğümde bağlandığım güzel dizi. ingiliz dizilerinin minikliğinden (sadece sherlock ve the hour'u izlemiş biri olarak feci bir genelleme yaptığımın farkındayım, evet) muzdarip olması dışında bir falsosu da yok bence. özellikle de "gazeteci mi olsam ne?" dediğim dönemde izlemeye başlayınca -konu da yakinen tanıdık tabi- iyice sevdim diyebilirim. özel nedenlerimi bir kenara bırakırsak ben whishaw ve onun karakterini yaşadığı oyunculuğu başlıca izleme nedeni. sözlüğün pek de dikkatini çekmemiş, yazık olmuş bence.
  
  ikinci sezonu sürmektedir efenim.
• bbc tarafından iptal edilen dizi. 3.sezonu olmayacak.
  
  http://www.deadline.com/…dlvr.it&utm_medium=twitter
• ben ikinci sezonunu hemen bitmesin diye izlemeye kıyamazken, iptal edildiğini öğrenince yıkıldım adeta. ingiliz televizyonunda kaliteli yapım sıkıntısı olmasa da, yine de dönemi, konusu, oyuncuları ve kurgusu itibariyle son zamanlarda beni torrente en çok bağlayan ve izlemesi ibadet gibi gelen nefis bir diziydi the hour. how to make it in america'dan sonra bu da içimde kaldı. üzdün bizi bbc :( bir daha dominic west, ben whishhaw ve romola garai'yi bir arada nerede görürüz kimbilir.
• ingiliz donem dizisi.
  
  dizi guzel, ingiliz dizilerinden kotu olanina henuz rastlamadim zaten ^*
  
  diziye baslama sebebim ise sherlock' taki jim moriarty roluyle andrew scott oldu.
  
  bbc ingilizcesi mis gibi akip gidiyor bu arada.
• 2 sezonluk bir dizidir ve hayır, bbc'nin ilan ettiğine göre de, 3.sezonu çekilmeyecek. ben yarım bir dizi olduğunu bilerek başladım. romola garai ve ben whishaw'ı görünce "yarım marım anlamam, izlerim ben bunu." dedim. izlerken de kendime sövdüm; "heh başladın da ne oldu? oyuncular muhteşem, karakterler güzel, senaryo akıcı ortada seni böyle p.ç gibi bıraksınlar da gör bakalım." diye. an itibariyle izledim, bitirdim ve de sevindim ki, adam akıllı bir final yapıp bitirmişler. yani bunu -2 sezon- toplam 12 bölümden oluşan kısa bir dizi olarak görüp izleyebilirsiniz.
  
  ayrıntılarından bile bir şeyler öğrenebileceğiniz bir dizidir. "hiç kimsenin yağmurun bile, böyle küçük elleri yoktur. bütün güllerden derin, bir sesi var gözlerinin." dizelerini yıllarca yeni türkü şarkısı olarak dinleyip aslında şarkının e.e cummings'in bir şiirinden çeviri olduğunu öğrenmek gibi.