• mikail aslan'ın dördüncü albümüdür. bonus track olarak bulunan ve ilda simonian'ın seslendirdiği "sbidak badankov ağavnin" (ak başlı güvercin) hrant dink anısına adanmıştır.
  • bu albümden, sözleri ve tercemesi sozluk alemlerine düşmüş olanlardan biri için;

    (bkz: dilo dilo)
  • dönüşümün başladığı albümdür.geridönüşe karar verilmiş kilit bulunmuş maya çalınmış berteng parçasında olduğu gibi uhrevi alanların kapı eşiğine sığınıldığı albümdür.
  • 12 yıl aradan sonra hasretini çektiğim memleketime 2006 yılında dönmeye nihayet olanak bulmuştum. heyecanımdan olmalı, istanbul’a iner inmez deliksiz bir uykuya çekildim. öğlen vakti ezan sesine uyandım: istanbul’da olduğuma inanabilirdim artık.

    içinden derya akan o öfkeli şehirde oyalanmadan, dersim’e, ata topraklarıma doğru yoluma devam ettim. mezra ovası’nı geçerken sıla kokusunu duyumsamaya başladım. mameki hattından ilk kez gidiyordum. sorpiyan’a varınca yusuf ağabeye beni indirmesini rica ettim. karşıda mazgirt dağları ve mameki görünüyordu...

    işte tam burasıydı, pirimiz usêne sêydi’nin idama götürülürken, omuz başından dönüp son kez welat’a baktığı o yer. usêne sêydi’yi, seyit rıza’yı, onlarla birlikte darağaçlarında can verenleri ve kırım kıran günlerinde yitip giden on binleri anımsayarak, eğilip yeri öptüm.

    sanki 12 yıl değil, 70 yıl sonra karanlık mahzenlerden, ışık sızmaz çile mağaralarından dönüp gelmiştim! atalarımızın derviş toprağı adını verdiği bu yerde arınmışlık duygusu veren bir şeyler vardı. her dağının, koyağının ayrı bir söylencesiyle kutsandığı, mitlerle anıldığı bu yer, masalsı bir âleme aralık duran gümüş kapısıyla, dağlarca yükselen doğal duvarlarıyla, ülke içinde yitik bir ülke gibiydi. yenik şahların, başarısız isyancıların, kayıp kavimlerin, kadim yurtsuzların, sürgünlerin gelip baht tuttuğu kutlu ve lanetlenmiş bir diyar...

    mîjdanîa to bidime kamî ?

    gelenin müjdesini kime vermeli? yolaklar üstünde yol gözleyenin kalmadığı bu yerde: ne çok oğul, ne çok kız uğurlanmıştı dönüşsüz yollara. gidenin bir daha geri gelmediği, kalanın beklentisini yitirdiği bir zamana dönmüştüm. burukluk karışmıştı sevincime. doğup büyüdüğümüz köyler, mezralar ıssızlık içindeydi. devrik taşlarıyla, virane köylerin evlerine bakan mezarlıklar gibi suskun ve ıssız...

    ovacık’taki ziyaretgâhında ahir günlerini yaşayan fırık dede’yi ziyaret etmem gerekiyordu öncelikle. varıp o piri kâmilin eşiğini, elini öptüm, niyaz verip, karşısında özümü dara çektim. bin imbikten damıtılmış efsunlu kelimelerle okşadı ruhumu pirim; destur verip, kanatlı sözlerle uğurladı bizi yolağından.
    “bükülü giden xozat’ın yolları”na düştük oradan. yol boylarında, dillerine elqajîye’yi dolamış çocukların avazlarında aradığımı buldum. evet, mîraz’ı devralmıştı çocuklar, endişeye mahal yoktu!

    nedir ki, her evden bir düzine çocuğun seğirttiği o kalabalık köylerde, tek tük kalmış çocuklar, oyun arkadaşları bulamıyor, ıssızlığa düşen kendi gölgeleri peşinde koşturuyorlardı. yüz yılın bitimsiz yıkımlarından yorgun welat terki diyar edilmiş bir hal içindeydi.

    gecikmiş bir kavuşmaydı benimkisi de...

    son günlerinde görebilme bahtiyarlığına kavuştuğum fırık dede'nin de konuşacak takati kalmamişti artık, konuşmak da istemiyordu zaten. kendisinin deyimi ile o ve arkadaşları anlatmamak için îqrar vermişlerdi birbirlerine! îqrar verenler yas içinde birer birer yitip gidiyorlardı evlerimizin arka odalarından; rızalık almadan, rızalık vermeden. okunamadı; yazıları okunamayan birer tarihi tablet gibi asılı kaldılar belleklerimizde…

    evet, tutunduğumuz piri kâmillerimiz, yüzlerini dünyadan öte dönmüştü. lakin onların son sözleri, zamanede aşikâr etmekten çekindikleri kadim sırlarıdır ki; o sır dağların tenhalığına çekilmiş, küllere gizlenmişti. saklı duran kitabeler ve taş tabletler misali günışığına döneceği zamanı bekliyorlardı. ki taşın sabrıyla billurlaşıyordu zaman, âsil güzelliğine erişmek için. yerin ulaşılmaz katlarında kendini saklayan değerli cevher, sırlar ve hazineler keşfedilmeyi bekler...

    bir simyacının esrarı ve ısrarı gerektir altın saflığına ulaşmaya. zernkut inceliği ve hüneri taşımak; ehli bir sarraf olmak gerektir, paha biçilmeze o ışıltılı biçimini vermeye.

    işte böylesine bir özenle agêrayîs’den kîlitê kou’ya, mîraz’dan zernkut’a... o meçhul izleri takip ederek yol alageldim. yön aldığım kayıp işaretleri, kimileyin uçurum boşluklarına çağırsa da, o ezgin klamların, şarelerin tonlarına en hakikatli karşılığın uçurumlardan yankı bularak döneceğini bilenlerdenim.

    musahibin bile musahibe ikrar verirken ikilem yaşadığı zamanede, ilk tondan beridir muhabbetle yola koyulduğumuz kamer söylemez ile halen aynı istikamette yürüyebilmeyi bahtiyarlık payım sayıyorum. albümün en güzel şarkıları yine onun imzasını taşıyor. xızır’dan dileğim varlığı daimi olsun. memleketime dönmem hususunda bazı bürokratik engellerin aşılması için bana destek sunan değerli insan hasan saltık ve yedi yıldan beridir beraber yürüdüğüm ensemble yol arkadaşlarımdan dieter schmalzried , michael weil, cemil koçgün, zafer küçük ve yasin boyraz a da ne kadar teşekkür etsem azdır.

    değerli ozan rençber aziz’in klamlarındaki tekstlerden dolayı bana yardımcı olan seyîtxan kuruj, stüdyodaki sabırlı ve titiz çalışmasından dolayı sevgili dostum merdan ve moral desteğini hep yanımda hissettiğim emirali yağan

    berxûdar be, wes u war be.

    mart 2008.

    kaynak: http://www.mikailaslan.net/
  • gecelerin, el ayağın çekildiği saatlerin müziği. yağmurlu, toprak kokan yaz gecelerinin sızısı, donuk, soğuk kış gecelerinin umudu. tüyleri diken diken edip herşeye rağmen yalnız değilsin diyen bir müzik. bir sırrı öğrenirmişcesine dinlenen.

    (bkz: iqrardar)
    (bkz: bêsebeb)
    (bkz: bimire esqe mi)
hesabın var mı? giriş yap