• cevirmen...odysseia nin 1957 yilinda varlik yayinlari ndan cikan cevirisi azra erhat cevirisi kadar olmasa da bence yeterince basarili...
  • onun çevirdiği ilyada ve odysseia'ları varlık yayınları tekrar basmadığı için yeni nesillerin bu iki dev temel eseri okuyamadığını düşündürtür. homeros bu eserleri bir şiir formunda yazmış olsa da doğrusu azra erhat'ın çevirilerini okumak zor geldi bana. ahmet cevat emre'nin çevirisi öyle mi ya, düzyazıdır ama şiir gibi okutur kendini: "sabah sisi içinde doğan gül parmaklı şafak görünür görünmez..."
    varlık yayınları lütfen, duy sesimi...
  • 1931 yılında kaleme aldığı 504 sayfalık "yeni bir gramer metodu hakkında layiha" eseri türkçe'yi gramer açısından incelemiş, parmak bastığı konular ve ince zekası neticesinde henüz o yılda çevirmenlere adamakıllı bir kılavuz sunmuştur.
  • meşrutiyet yanlısı olduğu için, harbiyede öğrenciyken trablursgarpa sürülen dil bilimci.
    cumhuriyet döneminde dil devrimine destek vermiştir. 1935-1939 arası milletvekilliği yapmıştır.
  • öğretici şiirleri zamanında türkçe kitaplarında yer almış dil bilimci. şiirlerinin en ünlüsü sanırım şudur:

    vatan bizim anamızdır
    anamızı belleyelim

    kendisi aslen giritlidir. türkçeyi 9-10 yaşlarında öğrenmiştir. sanırım dil bilimci bile olsan çalıştığın dil, ana dilin değilse hata yapabiliyorsun.
  • kendisi, epeyce uzun tuttuğu türkçeye kazandırdığı odysseia’nın önsözünde; “homerik eposları en önce ben mme dacier'nin salon fransızcasından okumuştum. fakat altı, yedi senemi homeros'un dilini tahsile, filolojik, historik ve arkeolojik etütlere sarf etmeden, victor berard'ın yayınlarını mütalâa etmeden; öbür yandan da gök türklerin yazıtlarından, uygur anıtlarından ön asya ve küçük asya fatihleri oğuz türklerinin onüçüncü ve ondördüncü asır betiklerine ve dede korkut kitabı gibi ulusal eposlarına nüfuz etmeden homerik eposların çeşnisine erişmek mümkün olmamıştır. kullandığım üsluptaki arkaik renklerin sebebi iki devrin yaklaştırılmasıdır: otuz bu kadar asır evvel balkanlara, tesalya ve makedonya'ya, peleponez'e, ege denizi sahil ve adalarına, ionya'ya, akınlar edip yerleşen akhai, danaos ve nihayet dor hanlarının homerik eposlarda tasvir edilen devrini, oniki asır evvel ön asya ve küçük asya'ya akınlar edip oralarda yerleşen oğuz hanlarının, onüçüncü ve ondördüncü asır betiklerinden ve dede korkut eposlarından anlaşılan devrine aklımla ve gönlümle yaklaştırdım; bununla beraber, zamanımızın, tabir caizse, potansiyel dil çeşnisinden de aklımı ve gönlümü uzaklaştırmamağa çalıştım; işte bu tercüme, bu emeklerin bir verimidir.”(sf:52)der.

    destan, odysseus’un, truva savaşı sonrası evine dönüşün (on yıllık) hikayesidir. bu destan, genel olarak kültürel bakımdan başta avrupa olmak üzere, çevre coğrafyalarda yaşayan bütün toplumları etkilemiş; özel olarak da, shakespeare’den james joyce’un eserlerinin kurgularına kadar nüfuz etmiştir.

    itiraf etmeliyim ki, öğrencilik yıllarımda iliada ile birlikte odysseia’yı a. kadir/azra erhat çevirilerinden okumuş, bunların yanındaki ahmet cevat emre çevirisinin –haksızlık ettiğimi şimdi anlayarak- kapağını açmamıştım. şimdi, ulysses’le birlikte okuduğumda; görüyorum ki, a kadir/azra erhat çevirililerinin başarılarının arkasında, bu önceki çevirilerin önemlice payı var.

    müellifinin bizim kuşaklarca bilinmeyen değerini de teslim etmek gerekmektedir. o, doğduğu çok dilli girit’inden -mübadil olmaksızın- kurulan ulus devletin içinde yer aldığı hayatının bu ikinci döneminde, osmanlının pek çok entelektüelinden yoksun yeni türkiye’nin çoraklaşmış kültüründe dil alanında her daim parlayan bir yıldız olmuş.
  • kadir mısıroğlu'nun sohbetlerinde anlattığına göre; mısıroğlu'nun üniversitede hocasıymış. üniversitede tutunabilmek için müslüman olduğu anlaşılmaması gerekiyormuş ve bu yüzden ramazanda dışarıda sigara içermiş.
  • bolşeviklerin yayın organı olan pravda'da yayınladığı makale ile toplumsal tarih dergisinin şubat sayısına konuk olan siyasi, dil bilimci. yazı mete tunçay'ın imzasıyla yayınlanmış.

    makalede verilen bilgileri tartışmadan önce, ilkin ahmet cevat emre'nin siyasi fikirlerinin şekillenmesine sebep olan iklimden bahsedilmeli. her ne kadar 1917'den cumhuriyet'in kurulmasına kadar ki olan süreçte 1917 devriminin anadolu'da yarattığı etki bilinçli bir şekilde kenara itilmiş ve sansürlenmiş olsa da, 1917 devrimi ittihat terakki'nin üst düzey yöneticilerini radikal biçimde etkiliyor. ulusal kurtuluş mücadelesi'nin verildiği yıllarda sosyalizm bir seçenek olarak osmanlı'nın yönetici elitinin zihninde bir şekilde duruyor. tabii bunun pek çok sebebi var: bolşevikler yalnızca rusya'daki hasımlarını değil, ingiltere gibi, fransa gibi emperyalist ülkeleri de yenilgiye uğratarak devrimi gerçekleştiriyor. bu manzara osmanlı yöneticilerine cesaret veriyor. yani osmanlı yöneticileri ulusal kurtuluş mücadelesinin sadece bolşevik metodlarla değil, bolşevik ideolojiyle de bağdaştırılarak verilebileceğini düşünüyor. hakimiyet-i milliye gibi ankara hükümeti'ne göbekten bağlı olan yayın organları dahi bir kalkınma modeli olarak sosyalist ekonominin uygulanabileceğini savunan yazılar yayınlıyor. tabii burada vurgulunması gereken bir diğer nokta osmanlı yöneticilerinin bolşeviklerden yardım alma isteği ve beklentisi. almanya'nın yenildiği, ingiltere, fransa, kısmen italya ve daha sonra da yunanistan'ın da osmanlı ve türkiye'nin karşısında konumlandığı bir manzarada, bolşeviklerden destek almak tek seçenek olarak görülüyor. bilindiği üzere o dönem itibariyle sscb, abd ile beraber, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olmaları gerektiğini savunan iki ülkeden biri. bağımsızlığın ancak rusya'dan alınacak destek ile mümkün olabileceği düşünülüyor. (bu konu ile alakalı olarak emel akal'ın kitaplarına bakmanızı tavsiye ederim, akal'ın kitaplarında türkiye sol hareketinin kökenleri ile alakalı çok ilginç bilgiler bulacaksınız.)

    ahmet cevat da işte bu politik iklimin bir ürünü. 1920'de kurulan ve 1923'te yöneticilerinin hapise atılmasıyla kapatılan türkiye halk iştirakiyun fırkası'nın (thif) bir üyesi. komintern toplantısına katıldığı vakit pravda için yazdığı makalede türkiye hükümeti'nin baskı ve zorbalıkla komünistleri engellediğini, ancak ankara'nın emperyalistlere karşı durduğu müddetçe thif'in ankara hükümeti'ni destekleyeceğini ifade ediyor. (bu yazı 1922'de yazıldığı için henüz o tarihlerde cumhuriyet ilan edilmemiş.) makalede dikkat çeken bir diğer nokta ahmet cevat'ın türkiye'deki proleterlerin sayısı ile alakalı verdiği bilgi. ahmet cevat'a göre türkiye'de 50.000 işçi var bunların yaklaşık yüzde 50'si 'thif'in saflarında'. cevat bu sayının ilerleyen yıllarda türkiye'nin sanayileşme hamlesiyle büyüyeceğini iddia ediyor. belli ki ahmet cevat da, 'işçisiz devrim olmaz' diyenlerden. bu anlamıyla da tam bir leninist.

    cumhuriyet'in kurulmasıyla beraber cumhuriyet yönetimi sovyetler'e karşı daha soğuk bir tavır takınıyor. iki ülke arasında büyük çaplı bir çatışma yaşanmasa da, 1930'lu yıllarda her iki ülke de birbirine mesafeli. bu yıllar ahmet cevat'ın da komünistliği bırakıp, chp'nin saflarına geçtiği yıllar oluyor. eğer 1924'ten itibaren stalin bukharin'le baş başa verip sscb'yi tek ülkede sosyalizme, komintern'i de sscb'nin sınır bekçiliğini yapmaya mahkum etmeseydi ahmet cevat da komünist kalmaya devam eder miydi? cumhuriyet yönetimi komünistlere karşı bu kadar sert bir tavır takınmasaydı ne olurdu? bu soruların cevap vermek pek mümkün gözükmüyor. ama şu var ki eğer sscb diğer ülkelerle olan ilişkisini 'mesafeli bir dostluk' üzerine değil de 'diğer ülkelerde devrim için gerekli olan koşulları hazırlamak' üzerine kurgulasaydı, marksizmin küresel düzeydeki nüfuz alanı çok daha büyük olurdu.
  • türk dil kurumu'nun (tdk) 1941 yılında basılmış ilk odüsseia (odise) çevirisini okudum, yakup kadri'nin uzun bir önsöz yazdığı ilk çeviri a. kadir azra erhat'ın çevirisinden bir hayli farklı. (bkz: george rushegrosse) imzalı resimlere yer verilmiş güzel bir kitabın yazarı.
  • 1930 tarihli emirle 1931'de basılan "yeni bir gramer metodu hakkında layiha" açıkça saussure etkisi taşır, daha doğru ifadeyle saussure'ün yeni dilbilim derslerindeki temel kavramlar doğru anlaşılmış, hakkıyla aktarılmış ve anlamlı bir şekilde türkçeye uyarlanmıştır: dilin bir göstergeler sistemi oluşu, gösterenle gösterilen arasındaki ilişkinin uzlaşımsal olması, anlam/değer farkı...

    1951 tarihli fransızca eseri "mémoire sur les relations généalogiques des langues turques et indo-européennes" herhalde açıkça yanlış bir iddiayı savunur, bu açıdan biraz boşa harcanmış emektir. türkçenin morfolojisi hakkındaki değerli çalışmaları ile bu gibi yanlış (veya saçma) iddiaların güdümündeki çalışmalarını birbirinden ayırmak zor ve sıkıcı bir iştir.

    ayrıca bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=xbmxebpxy4g&t=110s
hesabın var mı? giriş yap