• genç yaşına rağmen ilimde büyük mesafeler katetmişti. osmancık medresesinde müderrislik yapıyor ve aynı zamanda tıp alanında da araştırmalarda bulunuyordu. lakin, gönlü hala viraneydi. daldığı düşünce iklimlerinde gözyaşlarına boğuluyor, uslanmak bilmeyen kalbini, sükunet ve maneviyat okyanusuna ulaştıracak bir yol, bir vesile, bir çıkış arıyordu.

    nihayet, ankara'da hacı bayram-ı veli adında bir alimin yanık gönüllere su serptiğini duyan şemsettin düşer yollara. dağlar, tepeler aşar, varır ankara'ya. ancak gördüğü manzarayı bir türlü aklı almaz. çünkü hacı bayram veli'nin müritleri olduğu söylenen beş, on derviş esnaftan sadaka istemektedir. "oysa ki kitaplarda da yazdığı üzere, dilenciler mahşer gününde yüzlerinin derileri dökülmüş olarak haşredileceklerdir. o halde bir alim, halka nasıl avuç açabilir? bu olacak şey mi?"

    bütün ümidi kırılan şemsettin, ak sakallı bir dervişe yaklaşır ve sorar;
    - kusura bakma baba ! ama bu yaşta, bu ak sakalınla ona buna el açmak sana ağır gelmiyor mu?
    - biz ne yapabiliriz ki evlat, şeyh böyle istiyor.
    - öyleyse ayrıl dergahtan, kurtul zilletten !
    - o kadar kolay mı evladım! hacı bayram'ın müridleri ona zincirle bağlıdır. o zinciri çekse, zincirin ucundaki halep'te olsa döner gelir !
    - ya öyle mi? hadi bakalım, ben halep'e zeyneddin-i hafi hazretlerine talebe olmaya gidiyorum.

    aradığını bulamamanın üzüntüsünü yaşayan şemsettin, halep'e doğru yola çıkar. aylar geçer, köyler, şehirler aşar ve nihayet bir gece vakti halep'e varır. yorgundur. bir han odasında istirahate çekilir. sabah ezanları halep semalarında yankılanmak üzereyken, rüyasında hacı bayram'ı görür. hacı bayram'ın elinde kalın bir zincir vardır. zincirin diğer ucu ise kendi boynuna dolanmıştır. şemsettin, halep'e gitmek istedikçe, hacı bayram o'nu ankara'ya doğru çekmektedir. kan ter içinde uyanır. zor nefes almaktadır ve boynunda çepeçevre bir zincir izi vardır.

    şemsettin yaptığı hatanın farkına varır. ve sabah namazının ardından halep'e hiç girmeden gerisin geriye yollara düşer. dağlar, tepeler, ormanlar ve yanaklardan süzülen gözyaşları yanında hiç bir kıymeti olmayan ırmaklar aşar.

    ve sonunda ankara görünür ufukta. hasadına yeni başlanmış uçsuz bucaksız burçak tarlaları ile sarıya dönmüş kadim şehir. timur ile yıldırım arasında vuku bulan savaşla kardeş kanına doymuş şehir. zincirin çekildiği nokta.

    susamışçasına dergaha koşar. ama hacı bayram talebeleri ile tarlada, burçak hasadını yapmaktadır. şemseddin, hiç dinlenmeden tarlaya varır. herkes can ı gönülden çalışmaktadır. şemseddin, tarlada büyük bir huşu ile tırpan sallayan hacı bayram veli hazretlerini görür ve yanına yaklaşır. büyük bir mahçubiyetle selam verir. ama ne bir dönüp bakan olur ne de selamına bir karşılık veren.

    sanki orada yoktur. ama şemseddin kolay kolay vazgeçecek değildir. boş bir orak bulur, eğilir ve büyük bir şevkle hasada başlar. nihayet yemek vakti gelir. hacı bayram, kendi eliyle doldurduğu çorba kaselerini müritlerine teker teker dağıtır. ama şemsettin'i hiç görmez bile. halbuki tarla kenarındaki köpeklere bile yemek verilmiştir. şemsettin gücenmez, hatasının farkındadır. köpeklerin yanına yaklaşır, başını eğer ve "ey uslanmaz nefsim, sana şeyhin kabından değil, köpeklerin çanağından yemek düşer" diyerek onların yediği çanaktan o da yemeye başlar.

    bütün müridân hayretle onu izlemektedir. nihayet hacı bayram veli, başını kaldırır ve tebessümle şemsettin'e seslenir:

    " beri gel köse ! kusura bakma ama zincir zoruyla gelen bir misafir de ancak bu kadar ağırlanır" der ve onu hem sofrasına hem de talebeleri arasına kabul eder.

    iki sene gibi kısa bir süre içinde şemseddin, tasavvuf yolunda nice fersahlar aşar. ihlas ve samimiyeti sayesinde kırk yıllık talebelerin görmediği himmetlere nail olur. ve bir gün hacı bayram veli, şemseddin'i çağırır. ona neden "ak" dendiğini de anlamamızı sağlayacak olan şu sözleri söyler:

    "şemseddin, evladım ! nefsinin bütün hilelerini öğrendin ve onları temizlemede üstün gayret gösterdin. ak oldun, pâk oldun, gayri akşemseddin oldun"

    artık akşemseddin, sır zincirinin bir parçası olmuştur. somuncu baba'dan, hacı bayram veli'ye ve hacı bayram'dan da kendisine intikal eden bir sır, bir muştu. peygamber'den gelen kutlu müjde; kostantiniyye'nin fethedilişi ve islambol oluşu. bu müjde zincirinin son halkasıydı akşemseddin.

    minik ii.mehmet'in köse hocası. istanbul'un manevi fatihi. ankara'nın burçak tarlalarına, nefsi yenmenin ve tevazuun destanını yazmış allah dostu.
  • fatih'in hakkında "diğer hocalar benim karşımda titrerken, ben bunun karşısında titriyorum" dediği alim.
  • mâddet-ul hayat* adli kitabinda mikrobu, pasteurdan 400 yil once buldugu kanitlanan bilim, ilim adami.
  • “bilürsüz...allah içün canını ve başını koyan azdır, meğer ki bir ganimet göreler, canlarını dünya içün oda* atalar.”

    istanbul kuşatması sürerken 2.mehmet’e yolladığı mektupta geçen ifade imiş, cemal kafadar kitabı iki cihan aresinde‘de geçiyor. maddeci tasavvuf?

    bayrami melamiliğinin şeriata bağlı şemsiyye kolunun piridir, öteki bıçakçı ömer dede ortodoks olmayan bir yolda ona nazaran.

    murat çok zeki biri ve çocuk yaştaki mehmed’e taht bırakmasının bir izahı olmalı. hegemonik düzeni içselleştirmiş olamayacağı için, daha üst bir perspektiften bakabiliyor olacağını düşünmüş olabilir, mekanik bir izahı dışlamadan.

    aşıkpaşazade tarihinden; “salı günü hisar fetholundu. değerli ganimetler alındı. kafirlerini esir ettiler, güzellerini gaziler bağırlarına bastılar.” (kemal yavuz-yekta saraç edisyonu, s. 418) -bu alıntıyı yeşen dursun’dan not ettim, başlıkla doğrudan alakası yok.-

    üst kısım kenarda duruyordu, mektubun daha uzun (tam?) bir hali şöyleymiş;

    “imdi müsâhale ve rifk gerekmez. bunun gibi babda istiksâ idüp kimden bu tehallüf ve adem-i ikdam oldu bilüp ukubet-i azîme gerek; azil gibi ve ta’zir-i şedid gibi. eğer olunmıya yarın bir gün kal’aya hücum idicek ve hendek doldurmalu olıcak tehâvün ederler. bilürsüz, ekseri yasak müslimanıdur. allah içün canını ve başını koyan azdan azdur. meğer ki bir ganimet göreler, canlarınu dünya içün oda atalar. “

    “şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dâhil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. eğer bunlar yapılmazsa kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir. bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan müslümandır. allah için canını, başını ortaya koyan azdır. meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.”

    “yasak müslimanı” deyimi şaşırtıcı, ilk karşılaştım, döneme özgü bir tanım belki ya da ben yersiz altını çiziyorum, bilmiyorum.
    kastı devşirme askerler mi yoksa daha genel olmak üzere avam dini için genel bir tanım mı yani ideali içselleştirmesi mümkün olmadığı için madden iknası (ödül-ceza) lazım gelenler?
  • hazret, akşemseddin ismini herkesin sakallı sakallı gezdiği o dönemde köse olması sebebiyle aralarından seçilip ak-pak görünmesinden ötürü almıştır.
  • insan vücudundaki bağısıklık sistemini ve mikropu ilk keşfeden hekimdir.
    manevi ve dünyevi ilimlere hakimiyeti ile fatih sultan mehmedi fatih yapmış sufi. gördüğü rüya ile ebu eyyub el ensarinin mezarını keşfetmiş olduğu rivayet edilir.
  • 1389-1459 yılları arasında yaşamış, eczacılık ve tıp ilminde bulduğu çareler ve uyguladığı ameliyatlar ile hastalıkların tedavisinde ün yapmıştır. bu yüzden kendisine "lokman-ı sani ya da ikinci lokman" denilmiştir.

    özellikle bulaşıçı hastalıklar üzerine araştırmalar yaptı. maddet-ül hayat adlı eserinde "hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır, hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. bu bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük canlı tohumlar vasıtasıyla olur" diyerek asırlar öncesinde, pastör'den yaklaşık 400 yıl evvel hastalıklara neden olan mikropların tarifini yapmıştır.
  • tıp alimi. turk filmlerinde ve pek cok yerde gobegine uzanan sakallariyla resmedilmesinin aksine köse olan zat.
  • üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış, başta islami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden olmuştur. uzun yıllar osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, tıp alanında önemli çalışmalar yapmış kisi
  • fatih sultan mehmet'i zapteden büyük alim. istabul'un fethinden sonra büyük bir başarıya kavuşmanın heyecanıyla başı dönen ikinci mehmet'i kibirli hareketleri nedeniyle sık sık münasip bir üslupla uyarmıştır. aslında fatih'e hocalığı, fetih sonrasında onu kibirden ve mağruriyetten uzak tutmaya çalışarak yapmıştır.

    (bkz: molla gürani)
hesabın var mı? giriş yap