• akdeniz tipi tıp diyeti olarak gördüğüm başlıktır. kafa gidik, gidik.
  • eksi sözlükten tercih medeti bu sekilde mi umuluyor
  • fakültenin mezunu olarak söylüyorum; üçüncü dönemi geçmekte zorlanan insanların sinirini sözlükten çıkarmalarına takılmayın. sayılar normal, üçüncü dönem zor, anatomiciler çok yalnız.
  • buradan sinirini çıkaranlara bakmayın, bir çok fakültenin sınav sistemi akdeniz tıp'ın sınav sistemiyle aynıdır. bizim final sistemimiz aşırı gereksizdir sadece, ona da bi çok hoca zaten karşı ama işte büyük toplar laf ediyorlar.

    e tabi ki komite sınavında baraj olcak, olmazsa öğrenci derse çalışmaz.
    e tabi ki 59 alan kalacak, bi sınır olmazsa herkes geçsin.
    benim de anam ağladı ama 1 ay it gibi çalışıp kötü de yapmadım hiç.
    vs vs..

    he tıp? bence de okumayın, bu fakültede 4. sınıfım, okulumu ve hastanemi ve klinikteki hocalarımı seviyorum ama tıpçının yaşadığı hayat hayat değil.

    kontenjan mevzusu zaten akdeniz'e özel değil, hatta akdeniz bunu tolere edebilen fakültelerden. tabi keşke arttırmasalar deli gondiklemiş gibi kontenjanları ama napcan işte bağzı kurumlar çok beyinsiz. bilgi lazım olursa mesaj atın hacılar.

    edit: hepsini sevmiyorum lan klinik hocalarımın, yakın genel cerrahiyi, üstüne işeyeni siksinler.
    edit2: bir süredir intörnüm. yukarıda yazdığım her şeyin altına tekrar imzamı atıyorum harf değiştirmeden.
  • ankarada veya istanbulda olsaydı kesinlikle 1 numara olacak olan hakkı yenen fakültedir, organ naklinde zirvededir. ayrıca pek çok tıp fakültesi gibi kampüs dışinda değildir
  • köklü, kaliteli eğitimi olan, çok iyi hocalara sahip ancak bazı noktalarda da büyük noksanlıkları bulunan fakülte.

    fakülte hakkında ayrıntılı ve derinlemesine bir inceleme olsun diye, hem üstte yöneltilmiş övgü/eleştirileri değerlendireceğim hem de bunlar bittikten sonra bazı noktalarda eksik kalmış bilgileri sunacağım. ancak entry bittikten sonra dahi aklınızda bir takım sorular kalmışsa, özellikle bu tercih döneminde, pm ile sormaktan çekinmeyin. çünkü ben de bu fakülte hakkında bilgi almak amacıyla kaydolmuştum buraya, ne var ki, o dönem çaylakların yazarlara mesaj hakkı bulunmuyordu ve kafamda birçok soru işaretiyle yapmıştım tercihlerimi.

    sırasıyla başlayalım.

    1) (bkz: #35965647) bu biraz eski bir yorum, o dönemden beri fakültede çok şey değişti. yine de kesinlikle haklı bir yorum. öğrenci işleri, fakültenin kanayan yaralarından biri maalesef. bunu şu şekilde anlatayım, bu sene dönem 3'lerin finali 12 haziranda yapıldı. normalde sonuçlar 6 hadi bilemedin 7 günde belli oluyordu. bu final sınavı ise, öğrencilerin fakülte bahçesine adeta kamp kurmasının zoruyla, anca 22 haziran cuma günü belli olabildi. bakın o da zorla diyorum, yoksa bir hafta sonrasına bırakmışlardı okuma işini. sebep mi neydi, çünkü sınavları okuması gereken kişiler tatile çıkmışlar! düşünün, sınav 26-27 haziran gibi açıklanmış olsa, 10 temmuzdaki büte 2 haftadan fazla çalışamayacak öğrenciler. bu konu insanı çileden çıkaran ve kendi kendine neden canlı bomba olmadığını sorgulatan, fakültenin bana kalırsa en berbat tarafı. neyse, bu konuda daha fazla yazmıyorum çünkü geçmişte çok daha berbat vukuatları olmuştu ve her birini hatırladıkça yeniden sinirleniyorum.

    2) (bkz: #48030906) haklı bir eleştiri daha. fakülte gerçekten kalabalık. hatta bizim dönemde (15' girişliler) daha da kalabalıklaştı. 2. dönemi 530 kişi okumuştuk. peki kalabalık olması eğitimi etkiliyor muydu? bana kalırsa çok etkilemiyordu; amfide asla sıkıntı çekmiyorduk, kişi başına yine 1 mikroskop düşüyordu, anatomi uygulamalarında bir sürü kadavramız olduğundan ayrıntısıyla görebiliyorduk. kaldı ki alanya tıbbın bu sene ayrılmasıyla, bu kalabalık olma olayına sona erecek zaten. peki hiç mi eğitimi etkilediği, geri götürdüğü noktalar olmuyordu? hemen her uygulamada oluyordu aslında, ama çoğunu aşabilmek için biraz uğraşıyordunuz sadece. bir de kalabalık olmak klinik eğitimi aksatacaktır belki, o eğitime henüz yeni geçtiğim için hakkında henüz bir yorumum yok.

    3) (bkz: #52359533) teorik sınavların lys'den zor olduğunu söylemesi tamamen saçmalık. evet bunlar kişiden kişiye değişebilen mevzular ancak şunu söylemek gerek, fakültedeki her 100 kişiden 95'i böyle söylemez. size zor olan komiteleri sayayım 1. sınıfta 3. komite; 2. sınıfta 1.,3. ve 4. komiteler; 3. sınıfta 3. komite. ama mesela 1. sınıf 1. komiteden çoğu kişi düşük alır, neden, çünkü sözel derslerin ağırlıkta olduğu bir komitedir. tıbbi felsefe dersleri filan vardır. bu da sayısal tıp f. öğrencilerine zor gelir. yine de eğer felsefe üzerine genel geçer bilgileriniz mevcutsa, kitap okuyorsanız; bu tür komitelerde de zorlanmazsınız.

    baraj konusundaki serzeniş çok haklı. ben 1. sınıf hiç baraj yemeden atlatmışken, 2. sınıfta bir komite hariç tüm komitelerden baraj yemiştim. bu biraz nasıl çalıştığınıza bağlı aslında, sınavda çıkacak her derse çalışıp çıkmışlarına bakarsanız baraj yemeniz zorlaşır. ancak bazı zor komitelerin zor derslerine ne kadar çalışırsanız çalışın baraj yiyebilirsiniz. ya da yine zor bir komitenin ana dersleri dışındaki küçük derslere o kadar önem vermediğiniz için yine baraj yiyebilirsiniz. ancak yine şunu söylemek mümkün, siz bir dersin en azından konularına şöyle bir göz attıysanız, çıkmışlarına da en azından hızlıca baktıysanız o dersin sorularının en az 1/2'sini yapıyorsunuz. yani yediğiniz baraj 1/10'u geçmiyor. 72 almışken 70'e inmeniz bir miktar moralinizi bozuyor tabii. baraj yiyerek kritik notun altına düşmek ya da sınıfta kalmak çok dehşet verici bir şey olurdu sanırım. onu tecrübe etmediğim için (şükür!) hakkında bir şey söyleyemeyeceğim.

    peki zor bir fakülte midir? birçok kişiye göre türkiyenin en zor 2-3 tıp fakültesinden biridir. ki bu söylenti son derece doğrudur. hatta geçen senenin (16/17' dönemi) 2. sınıfının türk tıp tarihinin en zor 2. sınıfı olduğu söylenir. sınavlarda hemen hemen hiç çıkmış sorulmamıştır. zilli sınavın ve uygulama sınavlarının hemen hemen hepsinde zor olmasına kasılmıştır. anatomi sözlüsü zaten bir efsanedir; sabah 8'de başlayan sınav akşam 9'da bitmiştir. ki o anlatılması olanaksız final sınavından bahsetmiyorum zaten. 3-5 sorusu olan dersler bile uçuk kaçık bilgiler sormuş; biyofizikten koca koca denklemler gelmiştir. bu konuda fakülteyi hiç küçümsemeyeceğim, kimsenin de gözü korkmasın diye bir şeyleri yazmaktan geri durmayacağım açıkçası: fakülte hayvan gibi zordur.

    4) (bkz: #52359533) yine abartı ve yüksek ihtimalle bir anlık sinirle yazılmış bir yazı. bu entry'deki argümanları tek tek cevaplamayacağım, çünkü dediğim gibi, yazar sınıfta kalmanın ya da bütle tatilinin çoğunun yenmesinin hıncını bu yazıyla çıkarmış, ki haklı. yazıdaki birçok noktada çok haklı olsa da (kimse tarafından önemsenmemek, ders çalışması gereken bir makine olarak görülmek) bu dille derdini anlatmak hiçbir yerde hiç kimsenin bir işine yaramaz.

    şimdi akdeniz tıp hakkında eksik kalmış bazı noktaları belirtelim.

    eğitimi kaliteli midir?
    -her şeye rağmen öyledir, çünkü ders anlatan hocaların birçoğu kalitelidir. evet, öğrenciyi sallamayan; slayttan okuyup geçen de çok hocası vardır ama azınlıkta kalırlar. çoğunlukta olan diğer hocalar, öğrenciye konuyu yedirebilmek için didinir. yanına gidip ders hakkında bir konuda istekte bulunduğunuzda sizi kırmaz, gerekirse bir daha anlatır. kütüphanesinden okumanız için kitap getirir. şu bölümleri okursan daha ayrıntısıyla öğreneceksin der. başka bir fakültedeki arkadaşımdan 'fizyolojiye niye çalışıyorsun, o çıkmış ders değil mi?' lafını işitmiş biri olarak, ki arkadaş tr'nin en iyi fakültelerinden birindedir, zamanında hemen her gün isimlerine veryansın ettiğim hocaların haklarını şimdi teslim edebiliyorsam; bu yalnızca derslerin zorluğunu değil, hocaların kalitesini de gösterir. özellikle dönem 2'de ders anlatan fizyoloji hocaları, derslerini çok çok ileri düzeyde işler. sınavda başka fakültelerin karşılaşmadığı tarzda sorular gelir. (fizyolojiden) oysa anatomi hocaları biraz daha serttir, öğrenciye çok daha üstten bakar, seviyesine inmez. eleştirir, zaman gelir bağırır, çağırır; kızar. vs. bunun gibi her dersin kendine has özellikleri vardır ve bu tüm fakültelerde böyledir. bir ders x üniversitesinde en iyi şekilde işlenirken; başka bir dersin payına başka bir üniversite düşer. ama akdeniz, diğer kaliteli okulları aratmaksızın, size hemen hemen her derste bir şeyler aşılar. vasat altı olduğu ders yoktur. bunun yanında tıbbi genetik, biyofizik, fizyoloji, histoloji gibi derslerde türkiyenin en iyilerindendir. misal, fakülte hayatında birkaç komite hariç çok yer elde etmez ama tıbbi genetikte akdeniz'e yaklaşabilen başka bir tıp fakültesi yoktur.

    öğretim görevlileri nasıldır?
    -bunu bir nebze bir üstte cevapladım. özet geçeyim; kliniği henüz bilmiyorum ancak temeldeki hocalar çoğunlukla çok yardımcıdır. kapılarını istediğiniz vakitte çalıp, kafanıza takılan hemen her şeyi sorabilirsiniz. (yani bu benim edindiğim izlenimler + kendi söylevleri, yalan söylemeyeyim, şu ana kadar hiçbirinin kapısına gidip bir soru sormadım.)

    öğrenciler nasıldır?
    -antalya, izmir, mersin, adana, muğla taraflarından öğrencileri çoktur. ankara ve istanbul gibi büyükşehirlerden de çok öğrenci vardır. sanırım karadeniz ve orta anadoludan bir miktar daha az öğrenci mevcut ancak doğu ve güneydoğu anadoludan yine çok sayıda öğrenci mevcut. sosyal yönden öğrencilerin birçoğu iyidir. yardımseverlerdir, öyle not saklayan vs. çok görmedim. (belki gidip istemediğimdendir, bilemem.) çoğunlukla yardımseverlerdir. 3 sene boyunca öğrencilerle ilgili hiçbir kötü hatıram olmadı, çoğu saygılı ve güzel insanlar. ki sandığınız gibi tıp f. öğrencilerinin çoğu inek değil. evet sınavlardan bir hafta önce bu öğrenciler harıl harıl ders çalışır, ama sınavın o kadar yakın olmadığı dönemlerde de gayet gününü gün eder. (o da her ne demekse, eğlenir demeye çalışıyorum.)

    şehir nasıldır?
    -antalya ile ilgili başka bir entry yazmak istiyorum ama kısaca özet geçeyim. üniversiteden başlarsam; akdeniz ü. kaliteli bir üniversite değildir. bölümlerin çoğu sıralamalarda iyi yerler elde edemez. ancak bu sizi çok ilgilendirir mi? hayır, niye yazdım o zaman, ben de pek bilmiyorum. galiba biraz okumak istediğiniz üniversiteyi de anlatayım dedim. anlatayım: kampüsü güzeldir. şehrin güzel bir noktasında, denize yakın, pek ağaçlıklı ve düzenli bir kampüstür. kampüste birçok farklı yöntemle güzel vakit geçirebilirsiniz. hayatında bir iki kereden fazla okey, batak ve türevi oyunlara elini sürmemiş biri olarak, anlayamadığım şekilde, öğrencilerin çılgınlarcasına eğlendiği ve vakitlerinin büyük bölümünü verdiği aktiviteler genelde bunlardır. olbia ve yakut çarşılarında sınav dönemleri dışında masa bulmak bile zor olabilir; kahkahalar hiç eksik olmaz. yani sosyal açıdan büyük arayışlar içindeyseniz, diğer birçok tıp fakültesinin aksine, akdenizde başka fakültelerden insanlarla kaynaşmanız da mümkündür ve pek kolaydır. bu da çok iyi bildiğim bir konu değil ancak başka çoğu fakültenin, üniversite kampüsünden ayrı noktalarda bulunduğunu biliyorum. akdenizde tek ve birleşik bir kampüs mevcuttur.

    eğlence anlayışınız biraz daha kütüphanede takılmak; dergi karıştırmak; roman yahut teknik kitaplar arasında kaybolmak ise, bu konuda akdenizi övemeyeceğim. gayet özgürlükçü ve yardımsever görevlileri var, marjinal okullarda dahi zor görebileceğiniz bir dergiyi istettim ve kütüphaneye getirdiler, ancak bunun dışında; gerek teçhizat(kitap) eksiği, gerek de öyle cool bir kütüphane olmaması ve genelde yalnızca ders çalışmak amacıyla kullanılması yönüyle, sevemediğim bir kütüphaneye sahiptir.

    şehir diye başladık üniversiteye döndük. biraz şehirden bahsedip geçelim. şehir, tecrübelerime göre, türkiye'nin en yaşanılabilir şehridir. muratpaşa ve konyaaltı ilçeleri bilhassa, hem insan kalitesi hem de yaşanılabilirlik olarak göz doldurur. türkiye'de başka hiçbir büyükşehir merkezinin, bir konyaaltı plajı yoktur. ki bırakın büyükşehir merkezlerini, tüm ege sahillerindeki hiçbir denizin tuz oranı, sıcaklığı vs. açısından kalitesi konyaaltına yaklaşamaz. antalya, falezler üstünü bazı yerlerde apartmanlara kaptırsa da, çoğunlukla parklarla doldurmuştur. konyaaltı sahilinden başlayan atatürk parkı kaleiçine kadar uzanır. oradan sonra karaalioğlu parkı başlar, o da devasadır. oradan sonra laraya kadar ara ara parklar, apartmanlar şeklinde gider. bir öğrencinin kolaylıkla gezmeye çıkacağı bir şehirdir antalya. haftasonları olimpos, çıralı, adrasan gibi tatil yerlerinde ulaşım ve yeme içme dahil 150-200 tl'ye 2 gün geçirilebilir. ki çadırınız filan varsa çok daha az olur bu miktar. anlayacağınız şehri öve öve bitiremem, çünkü ben de buralıyım ve çok seviyorum. yine de antalya kent merkezi batı antalya'nın eline bir damla su dahi dökemez. batı antalya dünyanın en güzel yerlerinden biridir.

    öğrenci için hayat pahalı mıdır?
    -bu nokta şansınıza bağlı biraz. ben ilk sene ucuz yurt bulamamıştım. bulduğum ucuz yurt da, diğer illere göre yine pahalı ve üstelik; kötü, leş, lanet bir yerdi. çok kötü bir deneyimdi. kyk çıkmadıysa, yurtta kalmak biraz pahalı. ev, apart tutmak yine o kadar ucuz değil. diğer illere göre bir iki gömlek pahalı olduğunu söyleyebilirim. (ankara, istanbul, izmir dışındaki iller) ancak burs almasanız bile, kyk kredisi + küçük bir aile desteği ile geçinebilmek mümkün. ben 3 senedir babamdan hemen hemen tek kuruş almadım eğitim için. kyk kredisi + 150 tl burs alıyorum. ilk sene yurtta yaşarken zorlandım, ancak 2. ve 3. sınıflarda, kardeşlerimle beraber bir eve çıkınca, üzerine para bile biriktirmeye başladım. çünkü zorunlu ihtiyaçlar + kitap dışında hemen hiçbir şeye para harcamadım. derslerden vakit kalsa bile, uzaktaki tiyatrolara gitmek yerine kampüs içindeki, öğrencilerin hazırladığı tiyatro oyunlarına gittim. (ki bence daha kaliteliydiler ve ben daha çok eğlendim)

    okul masraflı mıdır diye sorarsanız, çalışmak için almak zorunda aldığınız notlar komite başına ortalama 50 tl tutar yani pahalı değildir. ki bunları almayıp, slaylardan + kendi tuttuğunuz notlardan çalışayım derseniz masrafınız sıfırlanmış olur. ancak tıp kitabı alayım (ki anatomi atlasında sobotto; fizyolojide guyton; patolojide robbins genelde tavsiye edilir) derseniz işin boyutu değişir. bu kitaplar pahalıdır. ilk sene ders notları dışında önlük ve bir atlas almanız gerekir. önlük 20-25 tl tutuyordu. atlas ise ben ikinci el bir atlas kullandım, 150 tl'ye filan bulmuştum sobotto(eski basım) sıfır ve en yeni baskıdan almak için 400-450 tl'yi gözden çıkarmanız gerekir.

    o kadar anlattın bir de şunu soralım; 3 sene önceye dönsen ve tekrar tercih yapsan, akdeniz üniversitesi tıp fakültesini yeniden seçer miydin, derseniz:

    'evet, seçerdim' derim.
  • erasmus anlaşmaları konusunda ciddi sıkıntıları olan okul. koskoca akdeniz'in doğru düzgün hiç bir batı avrupa okulu ile erasmus anlaşması yok. rwth, hannover demeyin. çünkü, daha nice mükemmel okullar var. sanki hocalar okulu çok düşünmüyor gibi geliyordu bana. okulu marka yapmak yerine, kendimiz marka olalım yeter bakış açısı hakim biraz.

    eğitiminin iyi olduğuna kesinlikle inanıyorum. hocalar derste iyi anlatıyor, ama ders dışında ilgi konusunda zayıf olduklarını düşünüyorum. el becerileriniz açısından da rahat olun, intörnlükte hepsini, hayat boyu fazlasıyla yetecek kadar öğreneceksiniz. yurtdışı gibi planlarınız varsa her şeyi kendiniz organize etmek zorunda kalacaksınız. bu konuda kişisel takılmanız gerekiyor. ama akdeniz'de okuyorsanız o kapasite zaten sizde vardır, yaparsınız.

    eğitimi konusunda içiniz rahat olsun. eğitim açısından istanbul, ankara ve izmir'deki köklü tıplardan hiç bir farkı yok.
  • her tıp fakültesi gibi eksiklikleri vardır ancak yine de en iyi tıp fakülteleri arasında kendisine gayet güzel bir yer edinmiştir.
    hocaların büyük çoğunluğu alanlarında sözü geçen bilinir hocalardır. organ naklinde uluslararası bilinirdir.
    hele dekanı (bkz: prof. dr. gülay özbilim) o kadar ilgili o kadar mükemmel bir hocadır ki öğrencisinin en küçük problemiyle bire bir ilgilenir.
    özetle evet öğrencisini çok zorlar bazen bıktırır ama yine de güzeldir sözlük, tercih edilebilir.
    edit: dekan ve yönetimi değişmiştir.
  • yeni bir tercih döneminde, ilk entry'nin üzerinden 2 sene geçmişken, klinik eğitimle ilgili de bilgi vereyim diye bu entry'i giriyorum. ilkini editleyecektim ama çok kişi görmez diye başlığı kirletmiş olacağım, mazur görün.

    2 senenin ardından okulu çook, çok daha sevdim. stajlar süperdi. (dahiliyeyi alırken bunu kendime söyleseydim ağır içerlerdim, ama üzerinden belli bir süre geçince insan yediği dayağı bile güzel hatırlıyor sanki. bu arada evet, dahiliye stajı ve özellikle sözlüsü ağır bir sokak dayağı kabul edilebilir.)

    genel olarak türkiye'deki tıp fakültelerinde 4. sınıf çok zordur. dahiliye stajı hemen her fakültede ön plana çıkar. bizde de öyleydi. ama şahsi düşüncem, akdeniz'de pediatri stajı, o garabet sözlüsüyle çok daha zordu. gelin, kendi aldığım sırayla, 4. ve 5. sınıf stajlarını anlatayım.

    dönem 4'e pediatri stajıyla başladım. benim için lisenin ilk günü gibiydi. eve dönüp ağlamak istiyordum. ilk pratikte, hocayla beraber serviste gezerken (buna vizit atmak deniyor) bana yöneltilen ilk soruyla kalakaldım. ardımda bıraktığım 3 sene şaka gibi geliyordu o an. 'brakial nabzı göster' demişti hoca sadece. 'aha burada!' diyemeyeceğim için, brakial arterin yerini tıbbi bir dille, anatomik açıdan anlatmalıydım. 'ulan bir çukur vardı ama...' diye geçiriyordum içimden. hocanın hayal kırıklığıyla dolu bakışı, tüm pozitif enerjisiyle sarmaladığı ilk gün sabrının böğrünü deliyor, 'oğlum hadi söylesene!' nidalarıyla yerini umutsuz bir hiddete bırakıyordu. panik biriyim. heyecanım giderek artmış ve sanki tüm dünyaya rezil oluyormuşçasına kızarmaya başlamıştım. akşam haberler benden bahsedecekti sanki, '4. sınıf öğrencisi, brakial arterin yerini bilemedi!' hatta şu ünlü kitaptaki gibi, afilli bir kel doktor odadan içeri girecek, ensemi sertçe tokatlayarak 'atın bunu dışarıya!' diye bağıracaktı.

    hoca, 'sakin ol, tamam.' diyerek gözlerini benden çekecekti ki, 'antekubital fossa'da, biceps ve triceps'in tendonlarının arasında bulunur' dedim. 'ha,' demişti hoca, rezil olmadığıma sevinir gibi, 'bunu mu düşünüyordun, hocam dirsekte bulunur deyip göstersen yeterdi.'

    işte 2 senenin özeti buydu benim için. sürekli sorular, hep en uçlara, kitabi açıklamala gitmem, oysa hocaların sadece, olayı basitçe açıklamamı istiyor olması. kafalarımızın bir türlü uyuşmaması. hoca bir şey sorarken benim, 'ne diyor yahu, şimdi faka bastık!' diyen iç sesim. benim cevabım esnasında hocanın 'ne diyor lan bu!' diyen bakışları.

    çoğu zaman 'facepalm!' ifadesiyle hatırlayacağım 2 sene oldu benim için. çok sevindim, üzüldüm, korktum, korktum, korktum ama en çok utandım bu sürede. sanki mezun olduktan sonra benden önceki tüm doktorlar emekliye ayrılacak, ülkenin tüm sağlık sorumluluğunu omuzlarıma yükleyip, 'bundan sonrası senindir' deyip uzaklaşacaklarmış gibi bir psikolojiye girmiştim. hasta odasında, hasta yakını ağzını her açtığında, 'allah'ım nolur bir şey sormasın.' diye yakardım bol bol. sonradan çok eğlenceli gelmeye başladı bu sorular, lisedeki felsefe sınavlarına döndürdüm olayı, 'aslında bu doğru olabilir ama doğru olmaması da mümkün. biliyorsunuz sağlıkla ilgili hiçbir şey belli olmuyor.'

    eh, hastane koridorlarına alışınca her şey çok eğlenceli gelmeye başladı. 6 aylık bir bebek yakarahıçkıra ağlarken, bir sineğin kalbini bile dinlerim havasıyla taktığım steteskopla duyduğum tek şey 'tıpıtıp, tıpıtıp, tıpıtıp... ve tıpıtıp...' idi. o yaşta, üstelik ağlayan bir çocuğun kalbi 180 atardı ve ben annesi beni izlerken garip şekilde başımı sallardım. hasta yakınlarının beklentisi, 'hm, şu an sağlıklı görünüyor. ama 82 yaşına geldiğinde sağ koroner arteri tıkanacak ve maalesef...' dememiz oluyor. 180 atan bir kalpte değil üfürüm filan duymak, s1 ve s2'yi yerli yerine koyabilmek bile gurur vesilesi oluyordu ilk başlarda.

    tabii bir de hastalarla nasıl konuşacağını öğreniyorsun bu iki yılda. akciğerlerini dinlerken, 'ahmet bey öksürün lütfen.' diyorsun ilkin. ahmet bey anlamıyor, eşi 'öksür, öksür!' diyor. sen, tekrar 'ahmet bey öksürün.' diyorsun. başını çeviriyor. sesini artırıyorsun, 'öksürün, öksürün!' kafasını bir kez daha sallayınca, 'dayı öksür, öksür!' e bağlanıyor olay ve 'öhö! öhö! öhö!'

    ya da evhamlı bir annenin, hocaya veya asistana, 'hocam çocuğum 2 gündür huzursuz, uyku uyumuyor!' seslinde kaygıyla yakarışının tek bir lavmanla yerini derin ve huzurlu bir uykuya; annenin yüreğinin ferahlamasına ve olanca minnete bırakmasına hayretle şahit oluyorsun.

    rektal tuşe görüyorsun, yapıyorsun. radial arteri kanayan bir hastaya tampon yapılırken, asistan seni gözüne kestirip yanına çağırıyor. 'şuraya iyice bas diyor,' spançları gösterip. 'ben mi?' diyorsun içinden. bunu ben mi yapayım. bu kutlu görevi. spançların üstüne basıyorsun sonra. ilk kalbini nakletmiş bir cerrah gibi hissederken, 'iyi bassana oğlum!' diye bağırıyor asistan. 'baksana kanıyor!'

    2 ay önce kansere yakalanmış hastaya, aynı soruları 150. kez soran kişi olarak, bıkkınlığın ne demek olduğunu anlıyorsun. umutsuzluğun vücut bulup can aldığına şahit oluyorsun. deprem değil binalar öldürür gibi aklına kazınıyor, hastalık değil umutsuzluk öldürür!

    eh, içimi epey döktüm. (çoğunluğu kendim içindi.) şimdi daha ciddi şekilde stajlar hakkında bilgi vereyim.

    ben, dediğim gibi pediatri ile başladım. dönem 4'te 4 büyük staj oluyor.

    pediatri-kadın doğum-dahiliye-genel cerrahi şeklinde devam ettim.

    pediatri ve dahiliye zor olanları. ikisinde de hemen herkes en az 4-5 hafta ders çalışıyor. çalışkanlar daha çok çalışıyor, hatta stajın başından sonuna kadar aralıksız çalışan insanlar oluyor.

    her staj 9 hafta. ama kadın doğumun 4 haftası halk sağlığı stajıyla geçiyor. yani kadın doğum 5 hafta. genel cerrahi de aslında 8 hafta.

    bizde en yoğun staj pediatriydi. hem teorik dersleri yoğun ve zordu hem de pratiklerde hocalar bir şeyler öğrenelim diye cebelleşiyordu. akdeniz pediatri'nin öğretim üyeleri kadrosu çok iyi. herkesin korktuğu birkaç isim var ama o isimler bile bu ünvanlarını öğrenciler biraz daha fazla şey öğrensin diye edinmiş. pratiklerde sürekli bir şeyler sorup, o konuyu öğrenmenizi sağlıyorlar. aynı uygulamayı hiç bıkmayıp defalarca kez gösteriyorlar.

    kadın doğum benim çok ilgimi çeken bir staj değildi. hocaların sert ve disiplinli olması tüm servise ve ameliyathaneye yansımıştı ama.

    dahiliye, tüm fakültelerin gözde stajıdır. asla öğrenmen gerekenleri tam olarak öğrenemezsin. çünkü öğrenmen gereken = her şeydir. asla sorulabilecek her şeyi bilemezsin. çünkü sorulabilecekler = içinde insan geçen herhangi bir şeydir. çok zor bir stajdır. çok illallah ettirir. kimini çok ağlatır, kimine sövdürür. ama çok şey öğretir. hayata tutunmaya çalışan yaşlı hastaların umuduna benzer, dahiliyeyi öğreniyorum galiba hissi. bir türlü emin olamazsın. dosyaların, testlerin, raporların ardı arkası kesilmez. hocaların birinin aldığı anamnezi bir diğeri, yalçın küçük gibi, '1o defa okudum bu anamnezi, ne dediğini anlayamadım. ki ben doktorum, dahiliye profösöyüm. kürede değer yaratma eğilimi doğaya.. doğuya kayıyor. ekonomik birimler olarak da...'

    genel cerrahi benim için, bahar aylarına denk geldiğinden olsa gerek, hiç beklemediğim şekilde çok güzel geçti. ki ben cerrahilerden çok korkarım. ama bu iyi geçişin bahar aylarıyla ilgili olması çok muhtemel. bahar aylarında gulag kamplarına gönderilen bir gazeteci olsam; gazeteye, gulag'ı etrafı çiçeklerle örülü mükemmel bir alanda, insanların uzun süreler mutlulukla çalıştığı bir yer olarak tarif etmem bile mümkündür. onun için cerrahiyi gereğinden fazla övüyor olabilirim.

    4 bu şekilde bitiyor. uzun ve yorucu bir sene. ama önceki 3 seneye denk şeyler öğreniyorsunuz. hastaya dokunuyorsunuz bir kere. onlarla konuşmaya başlıyorsunuz. 4'ün sonunda havanızdan geçilmiyor yine, ben doktoruyum buraların hissi dolaşıyor kanınızda. ta ki 5'in ilk vizitine kadar.

    dönem 5'te küçük küçük onun üstünde staj alıyorsunuz. küçük dediğime bakmayın, bazı stajları insanı 'sen iyi dayak yememişsin, bir de ben döveyim' sözleriyle karşılıyor.

    döneme, senenin en zor stajı olan kardiyoloji ile başladım, tabii ki. başkasını beklemiyordum zaten. hayvan gibi çalışmayla geçen 3 haftanın ardından, sınavda hoca şak diye bir ekg örneği vurdu masaya. 'anlat bakalım,' dedi. 'ne görüyorsun?'

    o ekg'yi unutamıyorum nedense. 1. derece av blok vardı. sol ventrikül hipertrofisi vardı. q'ler derindi ama o kadar derin de değildi. st segmentinde bir yükselme vardı ama onun son zamanlarda bir yerleri zaten kalkmıştı. hoca en sonunda einthoven mezarında daha fazla dönmesin diye kağıdı çekip aldı önümden.

    kardiyoloji-göğüs hastalıkları-ftr-ortopedi-psikiyatri-nöroloji-kbb-üroloji-göz h.-acil-dermatoloji-adli tıp-enfeksiyon h.-radyoloji

    dönem 5'te alınan stajlar. belki 1-2 tane unutmuşumdur.

    dönem 5, onca staja rağmen göz açıp kapayana kadar geçiyor. 2 haftada bir takım elbiseyi giyip sözlüye girmek rutine bağlıyor bir süre sonra, alışıyorsun. ve çok da seviyorsun nedense. 'ulan böyle bir hastalık da mı varmış?' diye diye nice hastalık görüyorsun. 'yuh yani bunu da yapamazlar!' diyerek bir sürü tedavi türü görüyorsun.

    süreci genel olarak, bolca saçmalayarak anlattım.

    peki akdeniz'in eğitimi, dersleri, pratikleri, hocaları nasıl?

    bence ilk 3 seneden çok daha iyi. okulda süper hocalar var. isimlerini vermeyeyim ama film yıldızı gibi 1-2 hoca dahi var ki, koridorlarda filan yürürken 'oha lan bu adamla aynı mesleği mi yapacağım' oluyorsun. medyada filan sürekli yer alan süper ünlü hocalar, isimlerini bilirsiniz.

    bir kere genel olarak hocaların çoğu öğretmekle ilgililer. en uyduruk sorulara bile, 'ne biçim salak salak sorular bunlar,' tepkisi yerine, 'o öyle değil çocuğum şeklinde,' tane tane açıklamalı anlatıyorlar her şeyi. bir uygulamayı yanlış yaptığınızda, 'eşeğe bak, şunu bile yapamıyor daha, bir de buradan çıkıp doktor olacak bu, hey heyy...' demiyor hiçbiri. 'bak böyle yapacaksın.' diyor. yine yapamazsın, 'bak sadece böyle yapacaksın, çok basit' diye hayatında 40 milyonuncu kez gösteriyor.

    hastane ortamı çok keyifli. ilk gün 'nereye düştüm lan ben,' hissini iliklerime kadar hissetmişken, aradan birkaç gün geçince, acildeki; servisteki o 'evim' hissini alınca hastanenin tadı damağınızda kalıyor. gerçekten 2. eviniz oluyor. yabancılık çekmiyorsunuz.

    ama bunun böyle olmasında orada çalışan doktorların, hemşirelerin, personellerin büyük payı ve emeği var. allah, hastanede beni hep iyi insanlarla karşılaştırdı. dilerim bu yazıyı okuyan herkesi de öyle tatlı insanlarla karşılaştırsın. herkes birbirine yardım etsin. tüm doktorlar yüzlerine gülsün, hastalar kibar ve anlayışlı olsun. çünkü öyle olunca her şey o kadar kolaylaşıyor ki...

    covid sürecinde dönem 5'i tamamladım ve 2 haftadır intern'üm.

    yine başlanabilecek en zor yerlerden birinde, pediatri acil'de başladım.

    ama hiç ummadığım kadar tatlı geçiyor her şey. o kadar sevdim ki acili, şu an, gecenin 3'ünde gidip seve seve nöbete katılırım. hani bu saatte kaldırıp kütüphaneye götürebilmeleri için başıma silah dayamaları filan gerekir ama acile seve seve giderim.

    orada hiçbir şey yapmıyor olsam bile, takımın bir parçası gibi hissediyorum. hiç unutmayacağım muhtemelen, ilk gün bir bantı bile güzelce söküp asistan abiye uzatamamıştım. meret de çok çetin bir bant tabii ama bant sonuçta. sonunda abi, bak kolay noktası şu deyip göstermişti gülerek. aynı günün akşamı kendimi asistolik bir hastaya kalp masajı yaparken buldum.

    bant sökememekten hayat kurtarmaya...

    her şey ne kadar ironik...
  • 14 mart tıp bayramını geleneksel tavuk pilavıyla kutlayan, zorluğuyls ve final sisteminin saçmalığıyla kendini kanıtlamış canım okulum.
hesabın var mı? giriş yap