• akif emre hakkında yazmak, hakkında "iyi bilirdik" demek boynumun borçlarından. üsküdar'dan bulgurlu istikametine giden dolmuşlarda rastlardım kendisine. elinde hiç de fiyakalı olmayan bir cep telefonuyla -ne yalan söyleyeyim çaktırmadan bakardım - twitter bildirimlerini incelediğini hatırlıyorum. bir iki bayram namazında da kendisiyle bayramlaşma keyfine nail oldum. böylesine entelektüel şahsiyetlerle birdenbire karşılaşmak ne kadar büyük bahtiyarlıktır. fazla rahatsızlık vermeden onlarla selamlaşmak; kendilerine saygı duyduğumuzu da hissettirerek bu hayattan maddi beklentisi olmayan böylesi soylu ruhlara hiç olmazsa varlıklarıyla bizi ne kadar mesut ettiklerini gösterebilmek çabası değil midir?
    akif emre'nin hiçbir yazısında siyasi muktedirlerin kurmaya çalıştığı dilin propagandist ve kullan-at kavramlarına yüz vermediğini görürsünüz. siyasetin ve tabi toplumsal hayatın en çok ısındığı anlarda bile rasyonel bir mesafeyi koruyabilmiş, fikrin namusuna sahip çıkmış bir yazardı. islami camia çok değil birkaç yıl sonra yüzüne bakılabilecek az sayıdaki isimden birini kaybetti. gerçi türkiye'de bir islami camia kaldı mı ki? neyse, bu bahsi diğer... allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
  • geçen günkü yazısında haftasonu yaptığı paris seyahatinden aklına takılan birkaç şeyi yazmış. ben de rastlayınca bir okuyayım dedim. her neyse, akif bey bu yazısında montmartre tepesindeki sacré-coeur'den yola çıkarak, geleneksellik-modernlik, din-akıl-sanat, vs. türünden düşüncelere dalmış gitmiş. bir tepeden paris'i izlemek, kendisinin beynindeki nöronların uyarılmasına neden olmuş ki; "geçen hafta sonu, sokak ressamlarının arasından geçerek tepeden aşağıda alabildiğine uzanan paris'e baktığımda mekan, zaman ve zihniyet ilişkisini, değerlerin dönüşümünü bir mekanın bu kadar yoğun olarak taşıyabileceği fikri aklıma bile gelmemişti." http://yenisafak.com.tr/…zarlar/?i=15820&y=akifemre satırlarını karalamış.

    pek iyi güzel de, yazının tamamını okuduğunuzda farkına varıyorsunuz ki, akif emre sacré-coeur'ün en iyi ihtimalle modernlik-öncesi fransa'sında yapılmış, örneğin notre dame gibi eski bir mimari olduğunu düşünüyor. halbuki belirtmek lazım, sacré-coeur, hobsbawm'ın "avrupa başka hiç bir yüzyılda bu derece modern olmadı" dediği 19. yüzyılda, hatta 3. cumhuriyet'in 3. yılında yani 1873'te alınan bir millet meclisi kararıyla yapılmaya başlandı. binanın tamamlanması ise 1914'te sona erdi. ilginçtir ki, yine hobsbawm'ın "age of empire" olarak adlandırdığı ve kapitalizmin küresel genişleme sürecini kapsayan, emperyalizm dönemi diye de bilinen 1875-1914 zaman aralığının tamamını kapsayan bir konstrüksüyon macerası var yapının.

    ama bazilikle ilgili bu basit tarihsel gerçek, akif emre'nin bilgi dağarcığında olmadığında, "çıktım sakre kör'eee, baktım ovayaaa" diye aktardığı "réflexion"larını bir anda dumura uğratacak güce sahip olur; bulunduğu mekândan gerçekleştirdiği "çevreyi izleme" işi düpedüz bir aşırı-okuma olma yoluna girer. sacré-coeur hem modern dönemde yapılmış bir yapıdır, hem de ortaçağ skolastisizmini hatırlatan hiç bir iz taşımaz -mimari anlamda da. tarihsel olarak, 3. cumhuriyet döneminde yapılmış olması ve 20. yüzyılın da ilk çeyreğinin sonuna doğru bitmiş olması onun "yeni"liğini gösterir.

    bir başka şey de, yapının bulunduğu mekanın isim olarak sacré-coeur şeklinde geçmemesi, montmartre olarak geçmesidir. yani, yapı bulunduğu yeri adlandırmamıştır. dolayısıyla, montmartre ressamları, kilisenin elinden bir dünyevi iktidar almış değillerdir. o iktidar çoktan alınmıştır; tam da sacré-coeur'ün yapılış sürecinin başlarında, mesela jules ferry'nin getirdiği "laik, parasız, zorunlu eğitim" (1880'li yıllar) vasıtasıyla.

    bunlar bir takım düzeltmeler. bilinmesi çok önemli değil belki, ama yazılmasının sebebi şu: bir entelektüel kafasındaki kurmacayla bir takım çıkarımlar yapıyor ve bunları okuyucusuna anlatıyor (her zaman için takdire değer bulurum). ama öbür taraftan, entelektüelin kafasındaki kurmaca gerçekle uyuşmadığı için, daha da önemlisi, kafasındakinin gerçek değil kurmaca olduğunun farkında olmadığı için --ve üzücü olan taraf da şu ki, bunun sahihliğini araştırmadığı için-- yapmış olduğu yorumlar aşırı-okuma örneklerinden biri haline gelir. bu yalnızca akif emre'nin sorunu değil elbette, çok daha büyük ve özellikle de türk entelijansiyasında sıkça rastlanan bir problem. bu tür aşırı-okumalara kaçmakta beis görmüyoruz, hemen akabinde yapmış olduğumuz okuma bizi yanıltıyor ve gerçekle olan bağımızı zayıflatıyor. akif emre'nin yazısında doğru olan tarihsel gerçeklikler de var mesela ama öyle bir durumda o tarihsel gerçeklikler bir anda başka tarihsel gerçekliklerle uyuşmadığı için kendini geçersizleştirmiş hâle geliyor. bu türden hatalara eli kalem tutan her insan bir şekilde kapılıyor ama akif emre'nin bu yazıyı haketmesi, onun ulusal bir gazetede yazıyor oluşudur.

    aynı yazıda başka türden eleştirilecek meseleler de var ama hiç girmek istemedim. mesela yine aynı "réflexion"undan aklına gelenler şunlar emre'nin: "kutsal yürek (sacré-coeur'ün türkçesi -kzgnlş) tepesinin kutsiyetinden kaçarak paris'e tepeden bakmayı mümkün kılan eyfel kulesi bir başka modern-kutsallığın temsili yapısı değil midir? çelik konstrüksiyonun temsil ettiği teknolojik ve maddi güçle bu kadar yükseklikte inşa eden mühendislik bilgisi ve becerisi…"

    burada da alışılagelmiş, neredeyse klişe bir eşitlemeyle karşı karşıyayız: ortaçağ'ın kutsallıklarının yerine, akıl ve teknolojinin geliştirdiği modern fiktif kutsallıklar... feyerabend'in bilimin dinselleşmesiyle ilgili yaptığı çığır açıcı eleştirilerin bir nevi uzantısı. ama akif emre'ye hatırlatmak gerekiyor ki, bu eleştiri tarzının da büyük ölçüde vadesi doldu veya dolmak üzere. türkiye'de bir grup entelektüelin yürüttüğü teorik tartışmalar, dünyayı onbeş-yirmi yıl geriden izliyor olabilir ama bu söylemlerimizi çağımızla orantılılaştırma çabalarının da önüne geçmemeli. feyerabendci bu eleştiri türkiye bağlamında hâlâ anlam ifade eder ve bir süre daha edecektir ama sözkonusu olan "batı medeniyeti" olduğunda bu eleştirilerin muhataplarını çoktan bulduğunu ve artık başka konulardan bahsediliyor olduğunu hatırlatmanın faydası var.

    falan filan.
  • muhafazakârların doğru dürüst kitap basmış nadir yayınevlerinden olan insan, klasik ve küre'de emeği vardı. yerini cem küçük benzeri tiplerin dolduracağını bilmek üzücü. allah rahmet eylesin.
  • işe metrobüsle gidip gelen bir adamdı, son mohikanlardan biriydi. o eski islamcılığın sembollerindendi. allah rahmet eylesin.
  • ne mutlu akif emre'ye ki ardından üzülen, göz yaşı döken, güzel sözler söyleyen binlerce insan bıraktı. böyle bir ölüme ancak imreniyor insan. gittiğin yerde yüzün aydınlık olsun akif abi, allah sana rahmet eylesin.
  • sol görüşlü olmakla birlikte, 28 şubat ve sonrasındaki uygulamalara katılmadığım üniversite yıllarımda dikkatimi çeken, akp iktidarı ile birlikte o yağma düzeninden nemalanmak yerine fikri namusunu koruyabilen ender insanlardan biriydi. arada twitter hesabından yazılarını okur, bazılarını rt'lerdim. modernleşmiş türkçe'ye bu kadar karşı olup da yeni türkçe kelimeleri bu kadar sık ve yerinde kullanan başka bir islamcı bulamazsınız memlekette. bunda sol literatürü çok okuduğu, hatta oradan ciddi şekilde beslendiği anlamı da çıkarılabilir. tabi her islamcı gibi modernite eleştirleri belli bir fasit dairenin dışına çıkamazdı. tek boyutlu medeniyet anlayışı ve islamcılık kaynağından ideal bir iktisadi ve sosyal düzen çıkarma konusundaki eksikliğin de farkındaydı.

    allah rahmet eylesin.
  • son ahlaklı islamcılardandı.
    iyiler çabuk gider.
    allah rahmet etsin.
  • sanırım vefat etmiş... cılız seslerle de olsa ülkemizdeki islam anlayışının siyasallaşmasına, hatta bir siyasi parti mezhebine dönüşmesine itiraz edebilen nadir insanlardandı.
  • vefat etmiş. allah rahmet eylesin.
  • çirkefleşmiş yandaş medyanın takip edilebilir, okunabilir ender yazarlarındandı. basit bir köşe yazarı olmadı asla. düşünür yönüyle öne çıktı. dava sahibiydi. medeniyet tasavvuruyla yerlilik vurgusuyla duruşunu bozmamış, kirlenmemiş önemli bir yazardı.
    mekanı cennet olsun..
hesabın var mı? giriş yap