• 2.5 yıl öncesiydi, yaşadığım şehre dönerken istanbul kartımı onda bırakmıştım indirimli kullansın diye. üst üste kötü olayların olduğu bir dönemdi fakat aramızda bir problem yoktu. ben döndükten sonraki hafta her akşam bir bahanesi oldu. "arkadaşlar moralim yerine gelsin diye bana iftar yemeği düzenlemişler." "eski işten tuna'yla görüşeceğim", "cumartesi günü şube açılışımız var" vb. bu kişi çocukluk arkadaşınız ve dahası eşiniz ise (evleneli 7 ay olmuştu fakat iş sebebiyle farklı şehirlerde yaşıyorduk, bir yandan doktora yapıyorum o yüzden kartım öğrenci kartı), tüm ipuçları gözünüzün önünde bile olsa kondurmak istemiyorsunuz. tabii ki şüphelendiğim biri vardı, eski iş yerinden bir arkadaşı. arkadaşımın instagram hesabından hikayelerini takip ediyordum kızın. cumartesi sözde şube açılışının olduğu gün burgazada'ya gitmişti kız. ertesi gün içimde öyle bir huzursuzluk vardı ki uyuyamıyordum. sabaha doğru beş gibi aklıma bir anda istanbul kartımın hareket dökümüne bakmak geldi. bir yandan içimden diliyorum "ne olur adalar çıkmasın" diye. adalar çıktı, dahası hafta içi her akşam bahçeköy'e gittiğini (kızın orada yaşadığını da instagram aracılığıyla biliyordum tabii), geç saatte ailesinin evine avcılar'a döndüğünü görüyordum. önce "bir arkadaşım seni cumartesi günü burgazada'da görmüş" dedim. korkunç öfkelendi, "kimmiş o arkadaşın, onun canına okuyacağım" tarzı söylendi. sonra kartın hareket dökümünden bahsettim, kartın nerede olduğunu bile bilmiyormuş, zaten işe şirket aracıyla gidiyormuş hep. şirketin it bölümünden güvenlik kamerasını istemiş cumartesi günü için, bana kanıtlayacakmış büyük rezil olacakmışım :) o görüntüler hiç gelmedi tabii ki :) neyse bu hikaye çok uzun, yalanlarının ise haddi hesabı yok. kızla görüştüğümde öğrendiğim detaylar ise mide bulandırıcı. her şeyden çok sevdiğim adamın evliliğimizin yedinci ayında beni aldatmasına mı üzüleyim, onu aslında hiç tanımamış olduğuma mı, gözlerimin bu kadar kör oluşuna mı. en çok kendime kızdım, nasıl bir gerçeklik içindeymişim de görememişim diye aklım almadı bir türlü. öfkemi bile ona değil kendime yönelttim başta. üstteki yazarın neonlu salak yazısı bana da yakışmaz değil hani.

    çok uzattım, istanbulkart online işlemlere teşekkürü borç bilirim.

    edit: benim için üzülen, mesaj kutumu iyi dilekleriyle yeşillendiren yazarlara çok teşekkür ederim. gayet iyiyim, geride kaldı. boşandım, toparlandım. artık canımı yakmadığı için paylaşmak istemiştim hikayeyi.
  • dawson's creek dizisinde, pacey, andy diye bi kızla çıkıyodu, çok mutlulardı, cok seviyolardı birbirlerini. sonra andy bi süreliğine bir yere gitmişti, şehir dışında, tedavi mi ne bişi... sonra orda pacey'i aldatmış, bunu da gelince pacey'e itiraf etmişti. özür dileyerek, af dileyerek, eskisi gibi olmayı dileyerek toparlamaya çalışmıştı.
    pacey hala cok seviyodu andy'i.
    ama dedi ki " aşkımın seni bir başkasından uzak tutmaya yetmediğini biliyor iken, seni eskisi gibi sevemem."

    cok basit bi cümleydi belki.
    diziyi 10 sene önce seyretmiştim, hala aklımda kalmış.
    aldatıldıgını öğrenen insanın hissetmesi muhtemel en sağlıklı durum budur sanırım.
  • gönül isterdi ki bunu bir arkadaş ekolünden yazayım ama bazı şeyleri yaşayarak büyümek gerekiyor ne yazık ki. buyrun madem:

    o içeride üzerini değiştiriyor, ben de salonda hazırlanmasını bekliyorum. beraber dışarı yemek yemeğe çıkıcaz. telefonuna mesaj geliyor. sallamıyorum, keza birbirimizin telefonlarıyla muhatap olma alışkanlığımız yok.

    "hayatım bakar mısın annem alarmın şifresini yazacaktı" diye sesleniyor içeriden. ne alarmı diye düşünerek alıyorum telefonu masadan ve bakıyorum. annesi değil mesajı yazan. annesiyle cinsiyeti ya da herhangi bir şekilde niyeti benzer biri de değil. müstehcen bir mesaj. onur göndermiş. tanıdığım hiçbir onur yok.

    anlayamıyorum. afallıyorum. bir anda kendi hayatıma uzaklaşıyorum. bozuntuya vermemeye çalışarak "annen değilmiş" diyorum. sesimin titrediği içeriden belli olmaz diye umarak telefon elimde kanepeye geri oturuyorum. mesajları pek de dikkatle okumadan konuşmanın başına dönmeye çalışıyorum. ilk mesaja. ilk tarihe.

    mesajları geçtikçe gördüğüm satırlar sinirimi bozuyor, bitmek tükenmek bilmeyen aşağı kaydırmalar nefesimi kesiyor. neredeyse haftanın her günü konuşuyorlar. beraber yaptığımız kahvaltının hemen akabinde, sahil yürüyüşlerimizin arasında ve hatta çok yoğun çalışıp telefonlara cevap veremediği iş yerinde.

    ve ben hala aşağı kaydırıyorum..

    arada gönderilmiş fotoğraflar var. karşılıklı. bakmamak için kendimi zorlayıp kaydırmaya devam ediyorum. sanki başlangıç tarihini görünce her şey tekrar normale dönecekmiş gibi.. sanki tekrar aydınlığa varacakmışım gibi..

    arada kendime söz geçiremeyip okuduğum satırlar oluyor. sevgili istemediğini anlatıyor benimki. hatta daha da ileri gidip zaten bir sevgilisi olduğundan bahsediyor. benden bahsediyor bildiğin. detay yok. sadece satırların arasındaki bir sevgiliyim. bir an için daha az aldatılmış, daha az kandırılmış hissediyorum kendimi.
    hemen bu konuşmalardan sonraki yarı çıplak fotoğraflar ise hızla kendime gelmeme yetiyor.

    devam ediyorum mesajları aşağı kaydırmaya. ve bitiyor sonunda mesajlar. bakıyorum ki 3 ay olmuş.
    ne 3 ay önce, ne o gün, ne de 1 sene önce bir sorunumuz var. mutluyuz, huzurluyuz. en azından yarımız öyle sanıyor.

    salona geliyor. giyinmiş üzerini. "sence bu üzerimdeki çok mu kalın oldu bu hava için" diyor. "yok bence ideal, hava soğudu baya" diyorum. "ama ben gelmekten vaz geçtim, eve geçicem."

    şaşırıyor. sabahtan beri yemeğe gitmemizi beklediğimi biliyor. şaşkın gözlerle bana bakarken kalkıyorum ben kanepeden. elimdeki telefonunu uzatıyorum ona. ekranda hala mesajlar açık. bakmıyor bile telefonun ekranına; hala şaşkın. anlam vermeye çalışıyor.

    ben kapıya yürüyüp ayakkabılarımı giyiyorum. montuma uzanırken ince bir fısıldama gibi bir ses çıkıyor ağzından. anlıyorum ki baktı telefonun ekranına. kapıya koşuyor. "böylece gidecek misin, konuşmayacak mıyız" diyor ve beceriksizce kolumdan çekiştiriyor. yüzüne bakıyorum. pişmanlık değil yüzünde gördüğüm. üzüntü ya da şaşkınlık da değil. yakalanmış olmanın verdiği kızgınlık var sadece. derin derin soluyor. kurtarıyorum kolumu ondan ve "evet böylece gidicem" diyorum.

    dönüyorum arkamı ve kapıyı yavaştan çekip sokağa çıkıyorum. hava gerçekten de çok soğuk. "bir de kalın mı giyindim diye düşünüyordu" diye geçiriyorum aklımdan. yine de üşürdü belki. kolay üşür.
    yürüyorum sokağın sonuna kadar. soğuk hava yüzüme çarpıyor. köşedeki binayı dönüyorum ve duvarın dibine çöküp ağlamaya başlıyorum. hıçkırıklarıma hakim olamıyorum.

    kendimi durdurup yola devam etmem kolay olmuyor. ama sokağın köşesinde ağlayan bir adam resminin dışarıdan nasıl gözüktüğü ve yanıma birinin gelip ne olduğunu sorma ihtimali bağırsaklarımı düğümlüyor. kalkıyorum. birkaç ufak adımla devam ediyorum yola. yürürken ise içimde büyük bir pişmanlık var. onunla ya da benimle ilgili değil. çok daha anlık, çok daha insancıl bir pişmanlık.. onur'un fotoğrafına bakmamış olmanın pişmanlığı. bir daha asla bakamayacak olmanın pişmanlığı.
  • durumu bir an evvel kabullenip sessizce ve hiçbir açıklama dahi yapmadan aldatan kişiyi terketmek şeklinde geliştiğinde, kötü günleri bir an evvel atlatacağınız durumdur.

    aldatıldığınızdan eminseniz şayet;

    bir numaralı kural: uzatmayın, basın gidin.
    iki numaralı kural: konuyu aldatan kişi ile sakın konuşmayın. arkadaşlarınıza falan anlatıp rahatlamanızın bir mahsuru yok.
    üç numaralı kural: aldatan kişiyi affetmeyin, nasıl olsa hiçbir zaman gerçekten affedemeyeceksiniz.
    dört numaralı kural: durumu büyütmeyin. hayatınıza kaldığınız yerden devam edin.
    beş numaralı kural: diğer insanlara karşı güveninizi kaybetmenize izin vermeyin.

    geçmiş olsun.
  • daha kötüsü mevcuttur: aldatıldığını öğrenmemek
  • öncelikle (bkz: personal is political)

    aldatanın kadın veya erkek oluşu fark ediyor.
    erkeğin aldatması durumunda, olayın duygusal yarası beresini geçelim de, politik bi yan vardır. zira erkek, durumu bir kaç şekilde ele alabilir (genelleme):

    a- eşşeklik ettim ve hormonlarıma yenik düştüm. bir gecelik bir şeydi zaten önemli yok ki. (onu unutamıyorum/götünde dantel oldum ama anca bu kadar oldu vs vs gibi şeyler söylenmez. bu arada, aldatmaya sebep olan kadın olabildiğince kötülenir ki aldatılan kekin canı daha az yansın, ona yaranılsın). affet beni.

    b- ya tamam bi daha olmaz. hem ben erkeğim? nolmuş ki? herkes aldatır.

    c- yahu bırak ya bir erkeği bu kadar sıkarsan gider kızım şşşt kime diyorum bak çok deşme- kimi deşsen altı kötü çıkar

    d- ben bir eşşeğim, kişiliğim oturmadı. daha on fırın ekmek yemem lazım. gidersen çok üzülürüm ama anlarım. affedersen mutlu olurum ve bunu seve seve çözmeye çalışırım. hatalı benim.

    şimdi "d" adamı dışında, yukarıdakilerin hepsi tek bi adamda da toplanabilir, teki de görülebilir. burada önemli olan şey aldatılmış olmak değildir. o adamın kafa yapısıdır.

    insanlar birbirlerini sevseler dahi aldatabiliyorlar. sevgiyi ölçmemek lazım aldatmak üzerinden. ölçülecek değerler, dürüstlük ve eşitlik olmalıdır.

    kardeşim bu kafadaki adamları aldattığı için değil, seni bi kere eşiti olarak görmediği, sana (kadına genel olarak) saygı duymadığı için, kendine her şeyi hak gördüğü için kıçına tekmeyi basmalısın.
    aldatıldın. vah vah çok üzüldüm a.k.
    duygu kelebeği seni. uyan uyan. hödüğün tekiyle bi hayat paylaşıyorsun haberin yok.

    kendine saygını kaybetmek, aldatan bi adamla bi birlikteliği yürütmek de değildir aslında. bu kafadaki bi hıyarla onca vakti geçirebilmiş olacak kadar salak bir kadın olmak
    ve
    aldatılmamış olsaydın o hayatı hala paylaşmaya çalışacak olmandır.

    işte kadının mücadelesi en başta evinde başlar.

    bunun için, aldatıldığını öğrenmek, ahlayıp vahlanmaktan ziyade, kadını ciddi bir politik seçime götürmelidir.

    zihni o yönde netleştirdikten sonra, bu tip hanzoları daha kısa sürede analiz edip, tanımlayıp, duygusal olarak çok da fazla bağlanmadan sittiretme yetisi ile de donanabiliyorsun. çünkü bu adamlar kendilerini aldatmadan önce daha başka bir çok şekilde ele verirler, ama sen görmek istemezsin.

    kadının bi parça da kendini sorgulaması lazım. self victimization kimseye yaramaz çünkü.

    kim bilir, belki de aynı kafa yapısında bir kadın olduğunu keşfedersin. böylece canın daha az yanar ileriki aldatılmalarında.

    (bkz: based on a true story)
  • kadınsanız genelde başınıza gelmeyen olan. çünkü öğrenmezsiniz, hissedersiniz.
  • haziran ayıydı, tatile gitmiştim arkadaşlarımla, ani ayrılığın acısını atlatayım diye götürmüşlerdi. ilk geceydi henüz, güzel bir masada oturmuş sohbet ederken, sosyal medyada kardeşinin paylaştığı düğün fotoğraflarını görüp öğrenmiştim. 3 ay olmuştu biz ayrılalı, 11 yılın üstüne, evlenmişti 1,5 yıllık sevgilisiyle. beni yere göğe sığdıramayan kardeşi de boy boy fotoğraflarını paylaşmıştı, allah insana vicdan vermeyince vermiyor işte, o koymuş kimse de dememiş ki “ayıptır, koyma” şerefsizlik aileden miras.
    sahile gidip, denizin kenarında ağlamıştım, kendi sesim yabancı geldi, öyle bir ağlamak. sonra da bi daha ağlamadım onun için.
  • kalp denen o mekanizma öyle bir kırılır ki eğer seviyor idiyseniz, allah kolaylık versin derim ben, başka da bir şey demem...
    bu bilgiden sonra insan artık tek başınadır, bu gerçeklikle kendisinin başa çıkması lazımdır, ne arkadaş ne aile, hepsi yalandır.
  • direkt olarak hiç aldatılmadım ama babamın annemi aldatmasını yakalamam 10-11 gibi bir yaşıma denk geliyor. insan böyle bir şeyi de kondurtmuyor önce. bir de nasıl savunma halleri vs. öyle inandırıcı bir adam ki. neyse emin olmadan da anneme söyleyemiyorum. ama benden uzaklaşıp telefonla uzun süre konuşması, arkasından telefonda bir mesaj yakalamıştım eve gitme çok içkilisin gibi bir şey. sonra ben de telefon dökümünü çıkartmıştım bir şekilde. ve en çok konuştuğu ilk 5 numaradan biri o kadının numarasıydı.

    büyük travmaydı bu benim için. çok ağladım. hala babamla ilişkim buruktur. o nedenle etrafımda hele hele çocuk ortada varken aldatma olaylarına şahit olursam direkt bir mide bulantısı başlıyor bende. o çocuk için çok ağır çünkü bu.

    ama herkes o kadar iğrenç ki hep bir flört halinde. sosyal medya sağolsun insanlar birbirleriyle inanılmaz kolay iletişim kuruyor. herkes beğenilme açlığında o nedenle doyumsuzluk hakim, o kadar ezikler ki. bu zincir böyle devam eder durur.
hesabın var mı? giriş yap