• 1 gün 1440 dakikadan oluşur. 8 saat uyku 8 saat iş diyelim. geriye 8 saatimiz kalıyor yani 480 dk. bu 480 dknın yarısını yani 4 saatini de fazla mesai, en yakın çevremize karşı sorumluluklarımız vb sebeplerle kendimize asla ayıramadığımız ön kabulüyle devam edelim. geriye kaldı 240 dk. buradan duş yarım saat, tuvalet vb ihtiyaçlar yarım saat, (üstüne üstlük iş saati dışındaki süreden sayalım bunları) ve akşam yemeği olan maksimum bir saati de çıkarttığımızda geriye yine de 120 dk kalıyor.

    lütfen şimdi kendinize cevap verin. zamanı cömertçe harcadığımız bu hesaptan sonra günde sadece 5 dklık belli rutinleri bu 120 dk içine serpiştiremez miydiniz?

    unutmayın bu 120 dk günün tamamen size uygun olan herhangi bir zamanında. saat 12:55 ve 14:00 arasıyla saat 21:00 ve 21:55 arasında değil yani. herkesin hayatı bambaşka ama yaşadığı 24 saat, çalıştığı saat, uyuduğu saat ve geri kalana harcadığı boş zamanlar birbirinden büyük oranlarda değişmiyor, daha doğrusu sistemin içindeysen şayet, değişemiyor.

    özetle, insanların yaptıklarının sonuçları arasında uçurumlar olsa da, bu derin uçurumlar genelde varsayıldığı kadar derin bir gündelik rutin farkının ürünü olmayabiliyor. - ekstrem örnekler hariç - michael phelps ile onu denizde tokatlayan arkadaş arasındaki gibi mesela (bkz: michael phelps'i denizde tokatlarım)

    buna bir uyandırma servisi mi dersiniz bilmiyorum ama ben bu farkındalığı bir tür hayat öpücüğü olarak adlandırıyorum. kapalı bir bilinçten açık bir bilince doğru değişim açık bilincinizin türlü varyasyonları arasındaki devasa değişimlerden bile etkili olabiliyor. 0 ve 1 arasındaki fark 1 ile hiçbir sonlu sayı arasında yok. çünkü 0 ve 1 arasında bir de nitelik farkı mevcut. iskeleden denize atlamak, başka bir ortama geçmek ya da bayılmış yatarken hayata dönmek gibi.

    üç aşağı beş yukarı herkese hitap edebilecek bir kabaca hesaptan söz ediyorum yani yukarıda. ama kalan dk da kötümser hesaplamalarda bile 2 saati bulacak kadar kaba ve ortada, 1 saat olsun hadi, 8 saat uykuya rağmen şartlar gereği gayet doğal olabilecek şekilde depresyonda olduğunuzu ve yorgun hissettiğinizi var sayıp 1 saatlik bir son dakika indirimi yaptım ve bu saati de lecce - cagliari maçının golsüz biten ilk yarısını izlemeye, trendyolda yedi yüz elli çeşit elbise bakıp yorumlarını okumaya, sözlük gündeminde üstteki yazarın ne düşündüğü başlıklarını başından sonuna okumaya, instagramda zeki köpek videoları izlemeye, yüksek libidolu ve hayat dolu insanlar olmanız hasebiyle partnerinizle sevişmeye veya şu an yazdığım gibi uzunca bir entry girmeye ayırdığınızı kabul ettim ve hatta sizi canı gönülden tebrik ettim. çünkü bunlar rutinleriniz ve istisnasız her gün bunları sürdürebiliyorsunuz. dolayısıyla bu 1 saati de hesabınızdan düştüm. zorlama yok. zira, bunlar da en nihayetinde bir rahatlama stretejisidir, beyninizin sizi de içine alarak kurduğu hormonel bir oyun planıdır. hâlâ 60 dkmız var.

    nereye mi geliyorum?

    bir türlü dolduramadığımız bu 60 dkya kaç adet 5 dklık rutin yerleştirebilirdiniz? her 5 dklık rutinde bir 5 dk da dinlenin, çünkü takdir edersiniz ki, günümüzde 5 dklık bir odak, bu zamanın 300 saniye olduğu düşünülünce instagramda 300 kaydırma, sözlükte 150 gündem entrysi başlığına göz gezdirme, 10 saniyelik çıtır haberlerden 30 adet okuma ve bun benzer çok dahası anlamına gelmektedir. bu sebeple de, 5 dklık bir odak gelmiş geçmiş en gelişmiş homo sapiens medeniyetine sahip gününüzde az buz bir zaman anlamına gelmez. o yüzden de en az bir o kadar dinlenmeye mecbur eder insanı bu baş döndürücü, üst düzey ve ulvi mahiyetteki 5 dakikalık odak.

    5 dklık bir rutin ve ardından 5 dk sizi ringin köşesinde dinlendiriyoruz ve fazla yormuyoruz, zira sürmenaj olmanızı kimse istemez, ben hiç istemem.

    bu şekilde 60 dkmızı tamamladığımızda elimizde 5 dklık 6 rutin ve 5 dklık 6 yorgunluk atma süresi kalıyor. şimdi zor bir aşamaya geldik. beyniniz hayat oyununda yeni bir aşamanın kilidini açtı ve bu bölümün canavarı artık iş, güç ve hayat gailesi değil. ya hep ya hiççilik ve mükemmeliyetçilik zırhıyla kaplı eylemsizlik canavarı, sorgusunu alırsınız diye ad soyad veriyorum: boş ver. adı boş, soyadı ver. bu canavarı alt etmenizin ise iki aşamalı tek bir yolu var. birinci aşama adını ve soyadını doğru zikretmekti. bu aşamanın ne kadar önemli olduğunu ikinci aşamayı yazdığımda anlayacaksınız. ikinci aşama ise şu: üstüne bir kat daha bu ad soyadı dolu dolu söylemek, ama bu sefer boş vermenin kendisi için.

    karıştı mı?

    basitçe sizi dürten ve eylemsizliğe sevk eden hormonel buz dağının tepesindeki ufak çıkıntı olan kısa ve bir hayli etkili "boş ver" cümlesini bu cümlenin kendisine karşı kullanın.

    yani, boş ver diye içinden geçirdiğin an bu iç geçirişini ve sana bunu söyleyen rahatlık hissini de boş ver. hızlıca, kestirip atar gibi. tıpkı boş verirken yaptığın gibi ve başla.

    neye?

    aşağıda yüzlercesine arttırabileceğiniz bir listesini vereceğim alışkanlıklar listesinden birini yapmaya. içinizde ukte olan bir şeyler de diyebiliriz.

    boş vermeyi de boş verdiğiniz ve bu sefer güzel bir hale dönüşen kestirip atma durumundan (yani karar almanızdan) sonraki ilk 10 saniye boyunca dayanabilirseniz geri kalan 4 dk 50 sn boyunca da dayanabildiğinizi göreceksiniz:

    aşağıdaki makalede yazıldığı gibi sorumluluğu yoğun ve stres altında çalışanlar, bir karar alma yöntemi olarak bunu uygulayabiliyorlar.

    https://www.inc.com/…mply%20reacting%20emotionally.

    makaleyi okumak istemeyenler için özetle, istemeyeceğiniz bir duygusal tepki vermeden öncek 10 sn için tepkinizi askıya almak size nefes alma, durumunuzu düşünme ve kendinize hedefinizi hatırlatma şansı veriyor. daha sonrasında da, sadece duygusal olarak tepki vermek yerine daha bilinçli olarak yanıt vermiş oluyorsunuz.

    ben ise bu kuralı, sizi eylemsizliğe sevk eden boş verme içgüdüsüne uygulamayı öneriyorum, hepsi bu. boş vermeyi boş ver, sadece 10 saniye için canının yanmasına izin ver.

    bu noktada nacizane önerim, eğer daha önce maruz kaldıysanız verimlilik ve üretkenlik temelli kişisel gelişim ve new age yaklaşımlarının tümünü unutmanız. bu yaklaşımları benimseyerek bir şeyler söyleyecek olsam, tüm hayatınıza dair uygulanması zor, katı bir düzenden bahsetmem gerekirdi. ya da bu bahsettiğim kalan 120 dknızın narenciye sıkacağında limon sıkar gibi suyunu çıkarmam ve pomodorolardan her gün yüzde 1 performans artışlarına, size gerçekten michael phelps'i tokatlatacak tavsiyelerde bulunmam icap ederdi. o işler ise beni aşıyor. benim önerim michael phelps'ten ziyade kendinizi tokatlamanız, ama hafifçe, beklentisizce, hâlâ yaşıyor olduğunuz gerçeğine yaraşır bir şekilde.

    aslında yazıya burada son vermek istiyordum ama sadece örnek rolü görebilmesi açısından ufak bazı rutinler bırakayım:

    dağınıklıktan şikayetçiyseniz çalışma alanınızı düzeltmek

    bir yabancı dil öğrenme niyetiniz varsa duolingo veya benzeri uygulamalardan pratik yapmak

    organizasyon sıkıntısı yaşıyorsanız, yarın yapacağınız 3 şeyi belirleyip bunu bir kenara not etmek

    gürültüsüz ve rahat bir yere geçip sadece bir objeye odaklanmak ve 5 dk boyunca sadece ama sadece bu objeyi düşünmek

    güneşli bir vakit varsa güneşlenmek

    esneme, germe açma hareketleri yapmak

    (hatırlatmak yerinde olacak ki sadede 5 dk ama her gün 5 dk) size moral kazandıran bir müziği dinlemek

    bugün kime karşı şükran duyduğunuzu not almak,

    uzun süredir aramak istediğiniz ama aramayı ihmal ettiğiniz birini aramak

    her gün 5 dklık 5 yeni rutin, gidebildiği yere kadar götürünüz derim.

    edit: odalarda imlasızım.
  • sık sık ask ile karıştırılan his, duygu.
  • alışkanlıklar beyinde 20 günde oluşmaktadır... 20 gün boyunca aynı şeyi yapan insan 21. günde alışkanlık kazanmış olur... tıpkı sigara alışkanlığı gibi. ve alışkanlığın bilinç altına yerleşmesinin bir sıralaması vardır... şöyle ki;

    araba kullanmayı ele alırsak örnek olarak:

    1. aşama: bilinçsiz yetersizlik (arabanın ne oldugunu bilmiyorsunuz ve araba kullanmayı bilmiyorsunuz)
    2. aşama: bilinçli yetersizlik ( arabanın ne oldugunu öğrenmişsinizdir ama hala kullanmayı bilmiyorsunuz)
    3. aşama: bilinçli yeterlilik ( arabanın ne oldugunu ve kullanmayı biliyorsunuz ama o ilk günlerin şaşkınlığıyla eliniz ayağınıza dolaşır, neyi nasıl yapacagınızı karıştırıp paniklersiniz)
    4. aşama: bilinçsiz yeterlilik ( arabaya binersiniz ve nasıl oldugunu anlamadan, aynaya e zaman baktıgınızı bile farketmeden gidersiniz, bilinçaltınız sizi götürür)

    bütün olay budur *
  • sanıyorum bir alışkanlıktan kurtulmanın en iyi yolu, başka bir alışkanlığı "yerine koyma" yöntemi.

    özgürlük vaat etmiyorum. alışkanlığı "değiştirmeyi" öneriyorum. hızlı bir kurtulma yöntemi. deneyiniz.
  • yaklaşık on sene boyunca benzin deposu anahtar ile açılan araba kullandıktan sonra arabayı değiştirince anahtara gerek olmasa da her benzin alışta pompacıya ısrarla arabanın anahtarını vermeye çalışmak; insana kendini ahmak gibi hissettiren hadise.
  • uyandım. yataktan kalkmadan önce telefonla oyalandım. bu alışkanlığı ne zamandan beri sürdürüyorum diye düşündüğümde, başını hatırlayamadım. lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. gözlerimin rengine takıldı gözlerim. çok güzeldi. uzun zamandır kendimde övgüyedeğer bir şey hissetmediğimi fark ettim. saçlarım tıraşsız ve özensizdi. diğer yandan, kulağımın üzerindeki 3-5 beyaz saç teli canımı sıkıyordu. neyim ben, pamuk dede mi?

    kahve yaptım, fincana doldurdum. kahve, hayatımda ne zamandan beri yataktan kalktığımda ilk tükettiğim şey oldu diye düşündüm. bu defa hatırladım. hamburg’da edindiğim bir alışkanlık bu. gerçekten seviyor muyum, yoksa bu bir alışkanlık mı? seviyor olduğuma kanaat getirdim. telefon konusuna geri döndüm hemen. bu bir alışkanlık mıydı, yoksa ihtiyacım olduğu için mi elimdeydi? o an, her pazartesi olduğu gibi telefon kullanım istatistikleri bildirimi geldi. günde 5 saat ortalama ile kullanmışım telefonu geçtiğimiz hafta.

    hava gıpgri ve soğuktu; ama yine de kahvemi balkonda içmek için meyil ettim. adımımı atar atmaz, içeri geri girdim. hava buz gibiydi. telefona baktım, sıcaklık 6 derece. bunu yine telefondan öğrenmiş olmak canımı sıktı. bu mecburiyet öfletti beni. neyse dedim. gözlerimin güzel, kahvenin de leziz olduğu geldi aklıma.

    mersin’de doğdum. güneşin çatında. ben gerçekten bu gri havada yaşamayı mı tercih ettim? bu mümkün olabilir miydi, yoksa mecburiyet ve alışkanlık mıydı burada yaşıyor olmam? sabahtan beri özgür iradem ile, gerçekten keyif aldığım için yaptığım tek şey kahve içmekti.

    kabataslak bir hesapla, hayatımızın %10’u istediğimiz, %90’ı mecbur ve alışkan olduğumuz şeylerle döşenmiş diye düşündüm. bu beni bir miktar üzdü; ama gözlerim güzeldi ve kahvenin tadı eşsizdi.
  • kötü bir şey.
    insanlarla yatırım yapmayın; üzülürsünüz.
  • daha bir zaman
    geçmiş yılı yazacaksın
    yanlışlıkla mektuplarına
    sonra alışacaksın

    daha bir zaman
    yeni giysiler içinde sıkılacaksın
    eskitip kendinle birlikte
    sonra alışacaksın

    daha bir zaman
    bir önceki sevgilinin adıyla
    sesleneceksin yenisine
    sonra alışacaksın

    daha bir zaman
    yadırgayacaksın sürüklemeyi
    o inmeli bacağına
    sonra alışacaksın

    daha bir zaman
    hala sevdiğini sanacaksın
    yüreğindeki ihanet acısına
    sonra alışacaksın

    daha bir zaman
    alışa alışa böyle
    bi tek kendinle kalacaksın
    ona da alışacaksın

    daha bir zaman
    yaşadığını sanacaklar
    bi süre sözedecekler senden
    sonra alışacaklar

    *
  • bazen;
    hata kapılarını bir bir alan zar oyunu,
    yanlışlar silsilesinin başlangıç noktası.

    bir filmde * de dediği gibi; "when it stopped being random, that's when it started to go wrong."
  • "alışkanlık, camdan dışarı fırlatılamaz; merdivenlerden aşağı basamak basamak indirilmelidir." *
hesabın var mı? giriş yap